31 Temmuz 2010 Cumartesi

Orak Adası-Yedi Adalar

Sabah yüzme rutini sonrasındaki Ahmet korsanın hazırladığı bol kalorili kahvaltı bizi biraz sonra yapacağımız ana yelken sarma halatı değişimine hazır etti.

Ne olacak ki ya, ne kadar bir iştir diye yaptığımız yorumlar bumbayı sökme gerçeğiyle yüzleşince Erol korsan ne gerekirse yaparız dert etme gerekirse 19 metrelik direği, hatta salmayı bile söker takarız diyince tamirci ruhumuza bir nebze likit serpmiş oldu.

Neyse fazla tamir detayına girmeyeyim ama acemi bir denizci olarak şu kadarını belirtmeliyim ki 2.nci tamir saati sonunda son olarak söküp, sancak bordaya zar zor dayayıp kenara aldığımız parçanın gemici jargonunda güverte olarak tanımlandığını Erol korsandan örgenmiş olmam sebebiyle kendisine bir sefer daha teşekkürlerimi iletiyorum

Birkaç saatlik marin tamirat eğitimi sonrası hadi artik çıkıyoruz diyerek rotasız bir şekilde kolayına rüzgarla şimdiye dek benim tanıştığım en mükemmel yelken keyfine başladık. Ortalama 20 knot’lardaki lodosla sancak kontra apaz seyirle Lotus vapuru bizlere, maşallah süper bir seyir konforu yaşattı

Masmavi Gökova’nın ortalarına kadar gelince rotayı (gerisin geriye) Çökertme olarak belirleyip şahsım tarafından itina ile gerçekleştirilen ve Erol korsanın tabiriyle “şimdiye dek bu teknede atılan en terbiyeli” bir kavança ile pruvamızı Çökertme koyuna döndürdük. Yaklaşık 2 saatlik bir seyir sonrası koya yelkenle girip kalabalıktan ve rüzgardan çok hoşlanmayınca ani bir fikir birliği ile restoran iskelelerindeki guletlere adeta su fışkırtırcasına bir tramolayla tekrar ver elini Gökova güney kıyısı seklinde yola koyulduk.

Lotus vapuru o havada kıç omuzluktan gelen baba sayılabilecek dalgalar üzerinden adeta tereyağı gibi kayıp giderken vapura olan hayranlığımız ve yelken hazzımız maksimumda idi Lotusu, hakikaten cesametine rağmen Amet korsanla beraber bizim bile rahatlıkla abralayabiliyor olmamıza şaşırmadık desek yalan olur. Bu arada Erol korsanın da bizi yüreklendirmesini yadsımamız mümkün değildir.

Neyse gün batmadan yedi adaların batı girişinden girip koy beğene beğene sonunda uzun liman içerisinde şahsi koyumuza tabii ki Amet korsanın gene crockslarını kuşanarak sahile yüzüp, uygun bir ağaç beğenmesi ve koltuğumuzu yeni düğüm çalışmaları ile tamamlaması ile başarılı bir kıçtan kara olduk.

Yüzme faslı sonrası gemici fenerimizin aydınlattığı çilingir soframızda gecenin gereği olan 70 lik mesaisi İ-phone,nun sete bağlanmasıyla eski Frank Sinatra parçaları esliğinde başlamış oldu. Lakin, günün özellikle sabah oluşan yorgunluğu beni, bonfilemi bile bitiremeden yaktığımız kahvenin dahi kovalayabilmeyi başaramadığı ari sürüsüne rağmen havuzlukta sızmamı engelleyemedi.

Size biraz sevgili Ahmet korsandan bahsetmek istiyorum. Kendisi lakap zengini bir dost ve kanka bir kişi olup her ne kadar ileri teknoloji imalat isleri ile uğraşıyor olması sebebiyle tarafımdan uzun yıllar önce “Dişli Amet” seklinde lakaplanmış olsa da, elinden her türlü işin en az dişli imalatı kadar süper bir şekilde gelmekte olduğunu özellikle belirtmek isterim. Ancak bence, harika bir şekilde icra ettiği hiç bir özelliği hatta fotoğrafçılığı bile kesinlikle gurmeliğinin bir doğal sonucu olan aşçılığının önüne geçmeyi başaramamıştır.

30 Temmuz 2010 Cuma

Yalıkavak-Orak Adası

Sabah erkenden Dişli Ahmet’in yakın gelecekte yerleşmek amacıyla satın almayı tasarladığı arsayı görmeye Yahşiye gittik. Akabinde, tekneye dönüp Erol korsanı da uyandırıp hep beraber eşimin, bizim deniz sefamız süresince misafiri olacağı Hülya arkadaşımızın Yalıkavak’ın en tepesindeki evinde şahane manzaralı ve püfür püfür esen bir rüzgar eşliğinde mükellef bir kahvaltı davetine icabet ettik . Ev sahibesiyle birlikte eşim bizi marinaya getirirken yol üzerinden gerekli tüm alışverişimizi de tamamladığımızda artık geriye marina ayrılış işlemleriyle, mazot alımı kalmıştı.

12:00 gibi artık Yalıkavak’ı iskele vasatta bırakıp rüzgarsız mavi sularda motorla ilerliyor iken ne iyi oldu da geldik diye hem şükrediyor hem de yeni Lotusu tanımaya çalışıyorduk.

İlk girdiğimiz koy olan Gümüşlükte 2 saatlik bir yüzme molası süresince tekne ambarlarını doldurduğumuz mavi alümyon kutudaki likitleri mideye indirme mesaisini yarılamış sayılabilirdik.

Yüzme ve yeterli miktarda likidi tüketme molası sonrasında yine motor seyirle, Orak adası kuzeyinde masmavi renkli suyu olan, güzel bir koyda onlarca tekne arasında kendimize geceleyecek bir yer bulup kıçtan kara bağlandık.

Tabii bu manevrada sevgili Ahmet korsanın crocslarini çekip yüzerek karaya çıkıp, denizcilik dünyasına yeni kazandırdığı gemici düğümleri ! ile kolayca bağlanmamızı sağlaması sebebiyle Erol korsan tarafından ekstra unvanlarla taltif edilmiş bulunmaktadır. Neyse bağlantı sonrasında derhal mesaiye başlayarak o geceki istikakımız olan 70 lik gerektiği en iyi şekilde tüketilerek gece sonlandırıldı.

Bu arada iskelemizdeki tekne komsumuz sevgili Halil Ergür korsanın botuyla Lotusa yaptığı ziyaret pek bizleri sevindirdi. Kendisiyle tanışmış olmaktan ve sohbetinden çok mutlu olduk.

Yalıkavak Marina

Sevgili Ali Özer'in ağzından, Lotus ile yaptıkları Gökova seyahatinin yazısı...
29 Temmuz 2010 Perşembe günü 14:30’da Kavacık’dan arabayla hareketle, Eşim, ben, Erol Şar ve Ahmet Pakin (nam-ı diger “Disli Amet”) korsanlarla birlikte gece 00:30 da sevgili Merem korsanın, sağ olsun bizim icin Yalıkavak marinaya bıraktığı Lotus vapuruna ulaştık. Yoldaki gırgırlarımızı ayrı bir konuda yazmamız gerekse de gece yarısı, Erol korsanın teknede Lotus’un 1. salon 2 nolu barında bulduğu “Lagavulin” single malt whisky’nin dibine darıyı, (yaa dur yapma etme açma canım kutuyu falan dememize rağmen) saat 04:30 a kadar keyifli ve bol kahkahalı bir muhabbete ekerek saatlerimizi 07:30’a kurup yattık. Her ne kadar Çeto korsanın kitabından o kafayla birkaç sayfa okumaya niyetlendi isem de bir iki cümleyle yetinip derhal sızma moduna geçiş yapmışım.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Çatalada-Yalıkavak



Gece açık denizden geçen iri motorlu tekneler yüzünden iki kez çok ciddi olarak sallandık. Birbiri üstüne bordalamış bu tarz bağlanmalarda, yandan gelen dalgalar, eğer iyi ayarlanmadıysa direklerin ve gurcataların çarpışmasına sebep olup, ciddi yaralanmalara yolaçabiliyor, dikkatli olmak lazım...
Sabah kahvaltıyı ve deniz sefasını müteakiben Pazartesi olmasına karşın, günübirlikçi teknelerin istilasına uğramadan önce kuzeye yollanmak niyetindeyiz. Çok uzun bir yolumuz yok zaten.
Rüzgar çok hafif olarak güneyli...
Yolda aküleri şarj etmesi amacıyla, motordayız. Bir yandan da tekneyi temizliyor ve yıkıyoruz. Kaçırdığımız bir usturmaça Serdarlar tarafından zamanında görüldü ve yakalndı.
Kiremit adasına geldiğimizde artık rüzgar iyice oturdu. 15 Knotun altına hemen hiç inmiyor, ben teknenin içinde bulaşıktayım, Nalan dümende. Karşılıklı açılmış genovalarımızla, Elifim ve Lotus Ege sularında yanyana birer kuğu gibi süzülüyor... Çok güzel!
Serdar'ların uçağı erken, akşamüstü gibi en geç marinaya girip, hazırlanmaları gerek. Biz bir gece daha kalacağız, bol bol vaktimiz var.
Son bir deniz molası vermek için Yalıkavak Koyu içinde, Xuma Beach'in olduğu taraftan hakim lodos sebebiyle vazgeçtik. Koyunbaba tarafına döndük. Küçük Kiremit adası sebebiyle lodostan etkilenmeyen bu koy ve içindeki mütevazı lokanta, hem mutfağı hem de servis veren Bodrum'lu ailesiyle bizi geçtiğimiz senelerde hep kalpten etkilemiştir. Buraya tekneyle gelmek güzel bir tecrübe olacak!
Beton iskelenin olduğu koya 5 metreye funda demir. Hemen arkamızdan birçok günübirlik tekne de aynı demir yerini resmen işgal etti, Allahtan karaya çıkmadılar. Motor ve dingiyle karaya çıktığımız sahilde güzel bir deniz banyosuna ek olarak gayet leziz mezelerden oluşan tadında bir sofraya kurulduk. Yine hesaplıydı...
Zamanında kalktık rota Yalıkavak!
Bizi kısa süreliğine, Serdar'ların pontona aldılar... İki tekne uzağımızdalar. Onlar hazırlanırken biz havuza gittik. Yalıkavak Marina el değiştirmiş olmasına rağmen hala hizmet veren bu civardaki sevdiğimiz tekne mekanlarından birisi. İlk açıldığı yıllardan beri geliyoruz, sevdiğimiz dostlarımız var, hemen hemen hiç bozulmadı ancak tabi çok pahalılaştı...
Teknenin yolda depoladığım atık sintine suyunu (2 numara) atık tanka attım. Marina Mağazasında aradıklarımı (usturmaça kılıfı, pil) bulamadım, vazgeçtim...
Sıcaklar biraz hafifleyince, havuzdan tekneye geçtik. Herkes duşunu almış, medeniyete kavuşmuş olmanın getirdiği rehavete ulaşmış artık.
Akşam yemeğinde Aslı (Ökten) misaifiri ile beraber marinaya geliyor. Güzel bir akşam yemeği sofrasında beraber olduk. Özleşmişiz, uzun sohbet tekneye geçmemizle, havuzlukta devam etti.
Ertesi sabah uçağımız çok erken, taksiyi ayarladık. Sorunsuz bir yolculukla Istanbul'a döndük.
Harika bir havada ve tempoda geçen, güzel bir Yunan Adaları turuydu...

25 Temmuz 2010 Pazar

Vathi-Çatalada (Bodrum)



Motor gürültüleriyle uyandım. Yandaki komşumuz, Feeling motor çalıştırmış, diğer teknelerin zincirlerinden nasıl kurtulup, demir alacaklarını düşünüyorlar...
Bayağı karışık bir durum. Üstlerinde 4 tane zincir var-keza bizim de-.
Allahtan ilk iki tekne kendiliklerinden çıktılar zaten. Yolları uzunmuş, güneye gidiyorlar. Diğer ikisinn ilkini zincirle halatın yerini değiştirerek halletiler. Diğeri de kibarlık edip demirini aldı ve beton pontonda daha ileri bir yere geçti. Sorun çözüldü gibi... Rahatlıkla demir aldılar ve çıktılar.
Herkes demir almışken biz de çıkalım diye düşündüm. Birazdan aynı şekilde bir dolu teknenin gelip yine bizim üstümüze zincir sermeleri gayet olası! Pontonda herkes çıkınca, bizim altımızda kalan son tekne "eh bari biz de çıkalım" deyince işimiz iyice kolaylaştı! Sanıyordum, yanılmışım!!
Nalan ve Shane o kadar gürültüye kalktı zaten, hemen motor çalıştırdım. Rüzgar tamamen yön değiştirmiş açıkdenizden yani doğudan geliyor. Dolayısıyla bizi sığlığa doğru itiyor. Kavaleta sıkışınca ve ırgatın sigortası atınca bir anda kendimizi koyun en sığ yerinde oturmuş olarak bulduk. Bir şekilde kurtulduk, motorla falan ama bu sefer de rüzgar bizi en dipteki tonoz halatlarının üstüne yapıştırdı... Yapacak bişey yok! Gaz kestim. ekne durdu, başladım elle incecik tonoz halatıyla koca 15 ton tekneyi çekmeye... Her zamanki gibi elimde eldiven falan yok! Bu lanet olasıcılar zaten en ihtiyacınız olduğu anda kaybolurlar ya da unuutulurlar ya hep, bizimki de o hesap!
Neyse allahtan rüzgar fazla basmıyor tekneyi, çektim ettim bir şekilde. Sonra bir hata daha yapıp, tornistanla çıkmaktansa, tekneyi döndürmeye karar verdim. Al bir mesele daha... Zaten koyun artık en dar yerine sürüklenmişiz, tonoz halatları arasından dans ederek çıkarken, denize dimdik inen kaya duvarı neredeyse yaladık! Verilmiş sadakamız varmış...
Koydan çıkınca herkesi bir rahatlama aldı. Hemen kuzeyde Almeires adıyla bilinen koya, yüzme molası verme amaçlı demirledik. Almeires Yunanca'da badem demek, sahilde bulunan, bazen de kıçtankara koltuğun bağlandığı badem ağaçları sebebiyle bu ismin verilmiş olduğunu düşünürüm hep.
Biz ağaçtan değil ama bir kayadan koltuk aldık. Bu sırada egzosttan siyah bir duman geldiğini gördüm. Su da geliyor, demek devridaim iyi. Motoru açtım sağına soluna baktım sorun yok gibi. Devri arttırdım. Pek düzelmedi. Motoru kapatıp ve suyuna yağına baktım onlar da iyi. Erol ağabey ile telefonda görüştüm, mazot girişlerinin rokorlarını gevşetip devrini dinle dedi. Ama bizim yaşlı kızın rokorları pek tekin durmuyor, kıçtankara kuş uçmaz-kervan geçmez bir Yunan Adası'na kıçtan kara bağlıyken, sıfır rüzgarda rokorlarla oynamak pek bana göre bir iş değil. Vazgeçtim...
Küçük bir sahil var, botla gittik. Taşların üstüne yayılmış yaklaşık 20 kişilik bir grup, karadan ulaşımın olmadığı bu koya gelmişler, küçük bir çadır kent inşaa etmişler, kıyafetlerinden hepsinin dalgıç ve zıpkıncı oldukları anlaşılıyor. Leonardo DiCaprio'nun başrolünü oynadığı "The Beach" filminin seti sanki...
Kahvaltı faslını da bitirip, yola koyulacağız.
Aslında amaç daha kuzeye doğru çıkıp, Leros ve belki Lipsi yapmaktı ama bu motor işi canımı sıktı. Serdar'larla yaptığımız telefon görüşmesinden onların da tam karşımızdaki Çatal Ada'ya gelip demirlediklerini öğrenince, rotayı değiştirip Türkiye tarafına geçmeye karar verdik.
Yunusların eşlik ettiği, güzel ve kolay bir motor seyriyle görünmes sınırı geçtik. Meltemin tamamen kalmış olmasını fırsat bilerek adanın hiç tanımadığım ve girmeye fırsat bulamadığımız batı tarafı koylarında durduk.
Harika bir denize funda demir!
Ahtapotlarle beraber bir şnorkel ve su altı çekimi sonrasında demir alıp, yine motorla adanın etkileyici güney tarafından, Serdar'ların alargada olduğu taraf geçtik. Bu sırada tam önümüzde seyreden balıkçı sandalından atılmış sırtıyı çok geç farkettim, adamcağızın haklı isyanına rağmen, misinayı pervaneye doladım... Maalesef! Elimle özür diledim ama nafile. Benim bile başıma geldiyse bu?
Serdar'ları bulmamız uzun sürmedi. Üstlerine bordaladık. "Oldukça uzun zincir serdim, bu havada ikimizi de rahat rahat tutar" dedi.
Tam bu sırada, kıçtan takma motoruyla yanımızdan geçen yüzü yabancı değil bir simayı, tanımamız ve seslenmemiz üzerine, yolunu değiştirip yanaştı: Orhan Barut Hoca!
Davet ettik, kırmadı, geldi, kucaklaştık, hasret giderdik...
Adettendir, yeni kızımızı gezdirdim. Beğendi...
Perim, aşağıya doğru inecekmiş. Fenike'ye kadar gideceğim dedi. karşılıklı selametler dileklerimizle ayrıldık.
Gece buradayız, koca koyda bizden başka demirde kalan sadece 3-4 tekne var. Bir tanesi en az 100 yıllık bir masterpiece.
Her iki teknenin birleştirilen erzağı ile güzel bir yemek organizasyonu ve şarabın etkisiyle yattık uyuduk.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Vathi



Üstümüze zincir döşeyen onca tekne varken zaten çıkamıyorduk ama Vathi'yi herkes o kadar sevdi ki olmasaydı da çıkmayı düşünmezdik.
Zaten sert esecek, Kuzeye doğru tırmanma ve Lipsi-Arkhi/Marathi adalar topluluğuna-çok sevmemize rağmen-çıkmamaya karar vermiştik. Bugün de buradayız yani...
Sabah güzel bir kahvaltıyı müteakiben, solumuzdaki tekneler birer ikişer çıktı. Onları uğurladık, iyi yolculuklar diledik.
Mendireğin ucuna demirli, komşularımız Feeling yanımıza geldi demirledi. Sabah şnorkelleri ve sualtı kamerasını alıp yüzmeye gittik ama anlayamadığım bir şekilde su oldukça bulanık. Yine de biraz balık videosu falan çektim.
Biz Canon Digital G10 ve onun orjinal housingini(sualtı kılıfını)kullanıyoruz. Güya 30 metreye kadar dayanıyormuş. Geçtiğimiz seneye kadar kullandığımız G7 ve housinginden de çok memnunduk, ancak malum "değişmeyen tek şey değişim". Hoş her "değişim", mutlaka kesin "gelişim" olarak algılanmamalı bence ama...
Sualtında video veya fotoğraf çekmek bayağı zor bir iş. Etrafta dolaşanları mı yakalayayım, yoksa kamera ekranına mı bakayım derken ikisini birden kaçırmak gayet olası. Ben genelde ne gelip giderse gitsin ekranı fazla hareket ettirmeden çekim yapanlardanım! Ama yine de öğrenecek çok şey var tabii.
Öğle sıcakları bastırınca, teknede biraz ıvır-tıvır işlerle uğraştım. Elektriklerimiz iyi durumda, yeni akülerimizden çok memnunuz. Nasılsa bir yere gtmiyoruz diye ön tarafa yeni aldığım rüzgar manikasını kurdum tekne içnde iyi hava deveranı sağlıyor, onun yanına da ön güverteye hamağı gerdim. Birçok aliplisi oldu başta Sinan!
Bir ara balık tutma işine girdik, küçük bir deniz levreği misafirimiz oldu! ))
Sinan kırmızı kova içerisine yaptığı minik bir laboratuar ortamında, bu küçük balığı uzun süre ağırladı. Sanıyorum salıverildikten sonra geriye döndüğünde, arkadaşlarına anlatacak çok şeyi olmuştur!
Akşamüstü beton ponton üstünde, küçüklüğümüze geri döndük ve köyün çocuklarının düzenlediği "balıklama atlama" şampiyonasına katıldık. Bence ben birinci olmalıydım ama hakkımı yediler ))
Akşamüstü koya 3-4 tane daha tekne geldi ve aynı bir gün önceki gibi hepsi üstümüze dem,r attılar. Dur bakalım nasıl çıkacağız buradan?
Akşam yemeği köşedeki tavernada. Sinan yan komşularımızın oğlu ve yanında getirdiği birçok oyuncak araba ile yemekten çok daha fazla ilgilendi. Bir ara iki kafadar arasında tamemen teritoryal bir mesele çıkar gibi olsa da kazasız-belasız paylaştılar oyuncaklarını. Çocuk çocukla büyür ya...

23 Temmuz 2010 Cuma

Kos-Vathi (Kalymnos)



Ertesi gün batılı-kuzeybatılı sert eseceği ihbarı var, erken avara olacağız. Ama asıl sebep liman görevlisine yakalanmamak. Aslında gayri kanuni bir iş yok, hepimizin vizesi pasaportu falan var da durup-dururken 5 günlük seyahat için transitlog parası 50-70 Euro vermek istemiyorum...
Limandan kolayca çıktık, korktuğum gibi bir demir takılması olayı falan yaşanmadı.
Mendireğin hemen kuzeyindeki plajı geçerek, Türkçe adı Kum Burnu olan (Ak. Amnoglossa) burnu ve açığındaki sığlıkları kazasız belasız geçerek Pserimos'a dümen tuttuk.
Güneşin yükselmesiyle beraber rüzgar sertleşmeye başladı. Yolumuz çok uzun değil, daha önemlisi Ömer Deniz uyuyor! Motora kuvvet geldiğimiz Pserimos ana limanı mendireğinde her zamanki gibi yer yok. Alargaya demirlemek için hazırlık yaptık ancak içerisi uçuyor... Henüz daha erken. Biraz daha yol yapalım diye karar verip, limandan çıktık.
Tam karşıdaki Plati adasının güney ucunda, günübirlik teknelerinin tercih etiiği bir koy var. Saat daha 9 bile olmadı, baktım uzaktan demirde hiçbir tekne yok, oraya yol verdim. Zaten yakın bir yer...
Nitekim tek bir gulet vardı, biz geldiğimizde. Yanına alargaya demirledik... Harika bir suya kendimizi attık. Çok güzel balıklar eşlik etti. Şnorkelle yapılan seferin ganimeti hemen beliriverdi! Dolce Gabana marka sahte pırlantalı bir kol saati...
Sabah kahvaltısını yapıp, Ömer Deniz'i de suya soktuktan hemen sonra etrafımızda beliren günübirlik tekneleri ile sarıldık. Daha da önemlisi bir tanesi, tüm uyarılarıma rağmen demirini bizimkinin üstüne attı.
Nalan dalıp durumu inceledi ve zincirin bizim demirin çok az üzerinde olduğunu söyledi. Zinciri kaldırmadan, kalomasının boşunu aldıktan sonra, demiri kumun içinde makineye tornistan vererek sürükleyebileceğimizi düşünerek işe giriştik... Nitekim becerdik. Giderken günübirlikçi kaptan, zaten 20 dk sonra çıkacağını söyledi. Be adam şunu baştan söylesene!
Plati ile Pserimos arasındaki kanaldan, sert rüzgarı kafadan alarak yükseldik. Geçen sene burada bir lambuka kaçırmıştım ama yine de oltayı atmadım...
Kanaldan çıkınca batıya rota tuttuk. Kalimnos'un yüksek dağlarının kuytusuna girene kadar kabaran denizlerden nasibinmizi aldık... Bu tekneye bir sprayhood şart!
Rota Vathi! Vathi Yunanca vadi demek. Birçok adada adı Vathi olan koy var. Biz Kalimnos'takini doğrusu çok seviyoruz. Demirleme ile ilgili sorunları olmasına, yer bulmakta bazen sıkıntı yaşanmasına, fazla öte-beri temin edilememesine rağmen küçüklüğünü, sıcaklığını ve duygusunu seviyoruz...
Daha önce de defalarca geldik ve her seferinde iyi duygularla ayrıldık.
İçeri girerken, sancaktaki küçük koylarda hiç vakit harcamadık. Koydan çıkan 3-4 tekne vardı, mendirekte yer bulabileceğimiz ümidiyle içeri gaz verdim. Manevra eden bir tekneye, benden önce yanaşması için yol verdim, kibarlığıma selamla karşılık verdi...
Vathi rüzgarı yandan alan uzunca bir rıhtımı olan bir yer. Ortası 15 metre kadar derinliği olan bir vadinin en ucu, denize açılan bir dere. Dibi iyi demir tutuyor ancak yandan gelen rüzgarda manevra etmek ve sağdaki-soldaki teknelerin zincirlerine takılmadan girmek alengirli bir iş. Bunun yerine rıhtımın kısa kenarına kıçtan kara olmak hem daha kolay hem de tüm yük rüzgarüstü koltuk halatlarında olacağı için çok güvenli. Ancak gel gör ki burası günübirlik tekneler için ayrılmış bir yer. Dolayısıyla akşaüstü falan uygun ama gün içinde gelindiğinde yer bulmak pek olası değil, hele bizim gibi sabahtan gelince daha da zor! Ancak pontonun bu en istediğimiz yerinde bir yatın bağlı olduğunu görünce oraya kıçtankara olduk... Yanımızdaki teknedekiler, kokpitten kalkıp yardım bile etmedikleri gibi garip-garip baktılar! Anlam veremedim...
Neyse onların yardımına ihtiyacımız yok. Kendi kendimize yanaştık ki iskelede beliren iki tip burasının teknelere ayrıldığını söyledi. Adamı tersledim, savuşturuudum ama bir yandan da söyledikleri doğru... Nalan ile birbirimize baktık ve "haklı olmak değil mutlu olmak" felsefesini uygulama mantığıyla, tekrar çıkıp pontonun uzun kenarına kıçtan kara olduk. Yandan gelen rüzgarla zor bir manevraydı ama uğraş-didin girdik bir şekilde.
Bizi biraz önce uyaran yerli halktan adamcağız, biraz da mahçup tavırlarla gelip "hoşgeldiniz" dedi. Onu selamladık, bizi anladı... Dost olduk.
Vathi'nin suyu hep olduğu gibi çok güzeldi. Herkes suya... Sonrasında, hemen iskeleye hakim köşedeki tavernaya yayıldık. Yanımızdaki teknedekilerle tanıştık, Norveç'ten gelen bir ekipmiş. Başlarındaki tecrübeli, diğerleri tekneciliğe aşina olmayan bir gruptan oluşuyor. Bayağı bir dolaşmışlar bu civarda, gidecekleri yerlerle ilgili fikir alışverişinde bulunduk.
Akşaüstüne doğru, bizim zincirin üstüne seren 3-4 tekne daha geldi... Lotus Vathi'de gayrımenkul oldu! Artık burada ne kadar kalacağımızı, diğerleri belirleyecek.
Ama keyfimiz yerinde. Süngercilerden alışveriş, tavernada güzel bir akşam yemeği, ufak-tefek eksikleri tamamlama, azıcık tamirat ve biraz balık tutma derken akşamı ettik. Yattık uyuduk!

22 Temmuz 2010 Perşembe

Bodrum-Kos



Sabah kalktık. Bugün sıcak olacağa benziyor.
İlk iş Levent Kaptan'la bot işini konuşmak olacak. Sağolsun, Alpar'ı arabayla yollayarak botun bize salimen ulaşmasını sağladı. Ancak bu yüzden çıkmamız akşamı buldu, malum yelkencinin kol saati yoktur!
Bu arada teknede yapılacak ufak tefek işler var, onları hallettim. Birgün önceden bağladığım redresör tüm gece zıpkın gibi çalışmış. Problem yok.
Teknenin içinde yine su var. Bir türlü nereden geldiğini bulamadık henüz! Sanıyorum tanklardan geliyor ancak 3 tane 250 tankı Mösyö Jano, sintinenin içine tıktığı için, neresinden kaçırdığını anlamak oldukça zor!
Hazır marinada olduğumuzu hesaplayarak, sintine suyunu 5 lt lik petlere doldurup marina atık su sistemine taşıdım. Pet şişe azlığı yüzünden 2-3 sefer yapmam gerekti.
Marina West Marin'den, rüzgar manikası, birkaç ufak tefek malzeme alışverişini tamamladık. Bu arada Nuray ve Shane tekne alışverişi yapıyorlar.
Ömer Deniz ve Nalan teknede...
Sonra bir ara havalanmak için havuza gittik. Burası yeni bir tesis herhalde. marinanın güzel bir yerinde, hemen fenere yakın, Kale'yi karşıdan gören manzaralı bir tesis var ama işletmesi bir garip. Neyse fazla vakit harcamadık oralarda zaten, tekneye geri döndük.
Mazot alıp, marinadan avara olduk.
İlk müsait yerde demirleyip, tüm günün ısınmışlığını Ege'nin lacivert sılarında yıkadıktan sonra, rota Kos!
Batıdan gelen taze meltemle yelkenler doldu, Kos'a neredeyse uçarak 1 saatte vardık. Her zamanki gibi Kos Marina kaput! Analimana girdik korka korka...
Gidenler bilir, sezon ortasında limanda yer bulmak bir meseledir. Fakat biz şanslıyız galiba. İçerisi çok kalabalık değil. Liman C şeklinde. Bir ponton gezi yatlarına ayrılmış, aynı Bodrum Belediye Limanı gibi, bir tanesinde küçük balıkçılar bağlı. Diğeri ise, şehir tarafından uzak, kaleye sırtını vermiş bir ponton. Bence harika. Kale duvarına yaslanmış, yüzyıllık manolya ağacının yaprakları altında bir yer bulduk, nitekim sahildeki görevli de orayı işaret ediyor. Uzun zincir döşeyip, kıçtankara olduk.
Yanımızda kaptanlı olarak charter yapan bir rus aile var, diğer tarafımızda ise devasa bir motoryat mendirek görevi görüyor, Allahtan!
Etrafı topladık, şu bu derken görevli tekrar geldi, "kağıtlar" falan bişeyer geveledi. Tesadüf tam o anda telefondaydım, kafamı salladım onaylarcasına... Adamcağız gider gitmez de tüm ekip olarak toparlanıp kendimizi şehre attık.
Haldun'dan biraz yukarda güzel bir Türk mahallesi ve "Arap Kadri" adında hoş bir lokantası olduğu haberini almıştık. Bir taksicinin yardımıyla kolaylıkla bulduk, yemek tekrar dönüş, şehirde biraz turlama sonucunda saat zaten gece 11.00'i buldu.
Kokpitte biraz yayıldıktan sonra, yattık uyuduk.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Yolculuk



Bu sene yine "leyleği havada gördük"... Şimdiden bu yaz, tekneye 4. gidişimiz. Kış sonunda yaptığımız teknik seferleri saymıyoruz, onlar "tatil" için değildi! iş seyahatiydi hepsiii... ))
Sanıyorum kış gelmeden bir bu kadar daha olur... Umarım.
Bu seferin amacı uzun zamandır Türkiye'ye gelmeyen ablam Nuray'larla beraber bir seyahat yapmak. Bodrum tarafından Yunan adalarına geçmeyi istiyoruz...
Teknenin geçtiğimiz hafta elektrik-aküler ve şarj cihazları ile yaşadığı nahoş sorunlar çözüldü. Levent Kaptan ve ekibi tekneyi bu sabah salimen, Milta Marina'ya bıraktılar... Lotus II bizi bekliyor!
Uçak erken, dolayısıyla geleneksel olanın aksine daha akşam olmadan Bodrum'a vardık. Yerleşme vs sonrasında karnımızı doyurmak için, önce Sünger Pizza! Yine yer yok, daha doğrusu çok bekelemek lazım. Biraz ilerdeki Liman Köftecisinde, içerde klimalı ortamda uygun bir masa ayarlayınca keyfimiz yerine geldi...
Maç da varmış, mecburen seyrettik!! ))
Ufak tefek bişeyler tedarik edip, tekneye yollandık. Çocukların uykusu geldi.Onlar hemen yattılar. Önce redresörün montajıyla uğraştım biraz, bir şekilde 220V gelmiyor, tesisata. Ben de direkt çektim halletim. Hemen elektrik basmaya başladı. Redresör iyi, keyfim yerine geldi güverteye çıktım tam yayılacağım! Bir şeyler ters, bu teknede ama ne? Bakınıyorum bakınıyorum, garipliğin ne olduğunu bir türlü bulamıyorum...
Sonunda çözdüm! Bot yok!!! Levent Kaptan ve ekibi botu anlaşılan, Karacasöğüt'te iskeleye bağlı unutmuşlar. Yandık, planladığımız seyahati bot ve motoru olmadan yapmamız çok zor. Neyse, du bakalım, sabah ola hayrola...

20 Temmuz 2010 Salı

Montaj

Yeni gelen akülerin boyları farklı olacağından montajları için Levent Kaptan (Baktır) ile konuştum. Hem lojistik hem işin uzaktan kumanda ile tarifini becerebilecek tek ekip onda var. Elektrikçisi Ayhan'ı zaten tanıyorum. Geçen seferden gayet güzel anlaşmış, birçok işimizi halletmişlerdi sağolsunlar. (Bkz. Önceki Bölümler-02 Temmuz 2010)Bu sefer marangozluk birşeyler de gerekebilir, bölmenin ayarlanması açısından... Önce bir fizibilite yapılmalı, eğer olmayacak gibiyse, gönlüm elvermiyor ama, Istanbul'dan bulduğum piyasaya göre oldukça ucuz aynı boyda 200A aküyü yolayacağım.
Neyse zamana karşı bir yarış, Ayhan tekneye gitti, "bu bölmenin altı boş, istersen orayı traşlar yerleştiririz" dedi. Akücü aküleri temin etti, kargo, teslimi, şu-bu derken 4 adet traksiyon aküsünü oraya yerleştirdiler.
Sonradan gidip baktığımda harika bir iş çıkartmış olduklarını gördüm, sevindim...
Redresörü Melih Ağabey, söküp Istanbul'a getirmişti. İthalatçı firma Linetech ile görüştüm, hatayı incelemek için fabrikasına gönderdiler, bize de mağduriyetimize istinaden, daha ileri model Mobitronic bir redresörü, çok az farkla maliyetine verdiler.
Bütün bu işler bittikten sonra, orjinal plana sadık kalmak amacıyla, tekneyi Bodrum'a getirmek için yine Levent Kaptan ve ekibinden yardım istedik. Onu da gayet güzel halletmişler sağolsunlar...

16 Temmuz 2010 Cuma

Akü

-Alo Mehmet?
-Evet??
-Buzdolabı çalışmıyor!!
-Nasıl çalışmaz? Daha yeni oradaydık bir sorunu yoktu...
-Valla bilmiyorum, bir sigortası falan var mı?
-Bildiğim kadarıyla yok. Panodaki düğmesi sigortası onun. Devreyi redresör üstünden alıyor, bir de rölesi var, tam kompresörün altında, bir bak bakalım...
-Ok
-Sonra beni mutlaka ara. Merak ettim...
diye başlayan, Melih Ağabey'le olan konuşmalarımız, neredeyse tüm haftasonu sürdü )))

Sonuç olarak, hem buradan Erol Ağabey'in tele konferansla katılması, hem sağolsun Karacasöğüt'lü tanıdıkların (Bayram Efe, Osman) ve onların bulduğu elektrikçi (Nurettin) sayesinde redresörün bozulduğu, aynı anda alternatörün de gümlediği, buna bağlı olarak günlerdir şarjda kalmayan tenvirat akülerinin çöp olduğunu tespit ettik...
Yapılacak iş belli! Aküleri değiştireceğiz, redresörü söküp tekrar buraya firmaya getireceğiz, bize sorunu söyleyecekler,...vs. vs. Tekne Istanbul'da olsa çok kolay da, orada o işleri kime yaptıracağız? Mesele bu!
Akülerle ilgili yazılacak çok şey var. Bu konuyla ilgili yazılmış detaylı bir dokümana http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php/topic,840.0.html ve http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php/topic,2086.0.html den ulaşmak mümkün.
Biz genelde bakımlı, kurşun-asit sulu ve mutlaka göstergeli akü tercih ediyoruz. Göstergesine yukardan bakılabilecek geniş, havadar bir yere konması lazım. Altlarında mutlaka asit taşmasına karşı plastik bir kap, kutu ya da hiç olmadı bir kalın naylon olmasında yarar var.
Jel aküler hem daha pahalı hem şarj ile ilgili sorunlar yaşanıyor. Sulu ve bakımlı akü olması tercihi istenirse bomi (asidite ve densite) ile ölçüm yapabilme kolaylığını sağlıyor.
İster jel ister sulu olsun akülerin ömrünü kısaltan en önemli unsur, uzun süre boş kalmaları. Paneldeki voltmetreden, ampermetreden ve DC charge göstergelerinden arada bir durumlarını gözetlemek ve kapasitede düşüklük varsa ya redresörle sahil cereyanından ya da motor ile desteklemek gerekiyor. Boş kalmış aküleri 3-5 gün o vaziyette tutmak demek, akülerin çöp olması anlamına geliyor!
Piyasada satılan akülerin büyük kısmı marş aküsü yani starter aküler. Motor çalıştırmakta kullanılan, kısa sürede büyük amperlerde akım sağlayan, devamlı kullanıma aslında pek uygun olmayan aküler. Traksiyoner aküler diye geçen grup ise daha büyük, deşarj edilmeye daha uygun olan ürünler. Aslında golf arabaları veya forkliftler gibi elektrikle yürütülen aletlerde devamlı akım vermek için planlanmışlar. Teknede buzdolabı çalıştırmak, aydınlatma ve benzeri tekne içi elektrik kullanımını için idealler. Ancak daha pahalılar ve daha önemlisi daha büyükler. Kalem pil gibi dikine yerleştiriliyorlar, dolayısıyla derinliği fazla olan bölmelere ihtiyaç duyuyorlar.
Bizim teknedeki akülerin bulunduğu bölmenin yüksekliği 30 cm kadar. Genel starter aküler için iyi ancak traksiyon grubunu kurtarmıyor. Ben de teknede olmadığım için birisini yollayıp bu işi yaptırmam lazım ama kim?

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Çökertme-Karacasöğüt



Arılar basmadan, iskeleden ayrılıp bir yerlerde hem kahvaltı hem de deniz molası için durmak istiyoruz. Çökertme'nin batı koyu bu iş için ideal. Ancak demirde birkaç tekne var... Zaten kısa kalacağız kıçtankara ile uğraşmak istemedim, güzel güzel yanaşmış teknelerin arasında alargada kalmak istemedim o yüzden tekrar dışarı çıktım...
Tam çıkarken kalan teknelerden, bir tanesinin silueti gözüme ilişti. Bu Kayıtsız III! Özkan Gülkaynak demek burada tutuyor teknesini.
Dünyayı dolaşan gezgin Türklerin hemen tamamnının Gökova'ya gelip demirlemesi, sadece bir tesadüf olamaz sanırım! Kendimize de pay çıkarttık, teknesini Karacasöğüt'te bağlamış bir tekneci olarak, bizim bu güzellikleri anlamamız için dünya seyahati yapmamıza gerek kalmadı gibilerinden )))
Çökertme'nin hemen batısında, haritalarda Kargılı koyu olarak bilinen yere geldik. (Bu civarda "Kargı" ile ilgili amma çok koy ismi olduğunu şaşırarak takip ediyoruz)
Koyun doğuusunda, kumsalın önüne yalnız başımıza demirledik. Kimseler yok! Mükellef bir kahvaltı ve Ömer Deniz'in de bizzat katıldığı deniz sefası sonrasında, Nilgün'ü yine Bodrumlu Gönüllüler yararına düzenlediği organizasyonlar depreşmiş olacak ki kumsalda çöp toplama işine giriştik. Çok da berbat değil aslında, kısa sürede halloldu. Bu iş insana kendisini çok iyi hissetmesini sağlayan bir aktivite.
Rüzgar fazla da şiddetlenmeden demir alıp, doğuya, Karacasöğüt'e rota tutuyoruz. Erafımızda birkaç yelkenli daha var. Ama anlaşılan onlar motorda. Rüzgar fena değil. Ekip de hevesli... Balon basmaya karar veriyoruz! Uzun uzun hazırlık yaptık. ne demişler "uzun hazırlık-kısa manevra; kısa hazırlık-uzun manevra" )))
gayet başarılı bastık, zıpkın gibi oldu. Motoru stop edince de keyfimiz yerine geldi. Yelkenle harika seyrediyoruz... Fotoğraflar falan, teknemiz süper!
Boş duranı kimse sevmezmiş mantığı ile, temizlemeye giriştik.
Biraz aşağıda kalınca, bir de rüzgar Gökova içlerine girdikçe zayıflayınca, motoru çalıştırdık. Longoz (bir başka Kargılı)'da yüzme ve dondurma molası. Hava sıcaklığı gittikçe kendini hissettirmeye başladı.
Fazla oyalanmadan Karacasöğüt yolları... Cep telefonum bir şekilde bloke olduğu için iskeledekileri arayamadım. Yer yok. yandaki iskeleye aborda olduk. İskele Restaurant sevimli, iskelesini de yenilemişler.
Ayhan'lar birkaç gün daha teknede kalmayı düşünüyorlar. Bizim için hiç sakıncası yok, tersine memnun oluruz. Bence bir tekne kullanıldıkça güzelleşiyor..
Akşam yarı final maçı var, Almanya-İspanya. Almanya favori ama nedense biz İspanya'yı tutuyoruz. Yine mazlumun yanında olma durumu sanırım.
Gece geç saatte gidip Orhaniye'den Mercedes'i almamız lazım ama ben çok yorgunum ve erken kalkacağız. Sağolsun, Ferhat organize etti.
Ertesi sabah bu iş bize kötü bir anı olarak kaydolacak gerçi ama malum "her seçim bir vazgeçiştir" )))

6 Temmuz 2010 Salı

Karaada-Çökertme



Knidos'u en az hasarla döndük ya artık buradan Karacasöğüt'e tamamen kolayına bir seyir var bizi bekleyen...
İhbarlar, genelde meltem mevsiminde hep olduğu gibi, Gökova Körfezi içinde batıda sert batılı, doğusuna girdikçe azalacak tipten olacağını söylüyor. Deniz ve kara etkisi...
Kalan 40 mili ikiye bölmeyi düşünüyoruz. Çökertme uygun bir ara durak. İskelesi var, (elektriklerimiz 2 gündür sadece motorla şarj olabildiği kadar oldular) elektriği-suyu var, en önemlisi iskelenin yanında kumsalı var!
Karaada'da demirlediğimiz yer (Poyraz Limanı), gece geçirmek için ideal olmakla beraber, eminim ki birazdan günübirlik "dım-tıss" tekneleri ile dolup taşmaya başlayacak...
Onun için çok da oyalanmadan kahvaltımızı edip, ayrılalım diye düşünüyoruz.
Önce sepet! Sepeti dipten çekerken küçük küçük pırıltıları uzaktan farketmenin keyfi hemen hemen hiç bir balıkçılık olayında yoktur diyebilirim. Bişeyler yakalanmıştır, ama o mesafeden ne olduğunu kestirebilmek mümkün değildir. Merakla bekler insan. O sefer de öyle oldu...
Sepetin diğer avlanma usullerine kıyasla iyi tarafı yakalanan balıkların fiziken çok az zarar görmeleri. Küçük veya uygun olmayan balıkları çıkartıp atmak gayet mümkün, yem olarak kullanılacaksa veya benzer istenilen saate kadar canlı tutma diğer bir avantajı.
Bugünkü kısmetimiz, karagöz, melanur, sarpa, kupez ve sokkanlardan oluşan 25-30 parça... Gayet keyifli ))) Akşama çorbalık nevalemiz tamam!
Kahvaltı sonrası deniz sefasını birazcık uzatınca, etrafımız günübirlik tekneler ve müşterileriyle çepeçevre sarıldı. Bir de bu teknelerin kaptanları, bizim bildiğimizden çok farklı bir mantıkta demir atıyorlar.
Demir alırken takıldı tabii, bayağı bir uğraştım...
Neyse kurtulduk bir şekilde ve açık denize çıktık. Ege'nin kalbinden kopup gelen meltem, yelkenlerimizi şişirdi ve bizi önüne katarak Gökova'nın derin maviliğine doğru sürüklemeye başladı...
Oltalar arkamızda, keyfimiz yerinde güzel bir geniş apaz seyirle Orak Adası, Yıldız Adası sancakta kalacak şekilde, Kisse Bükü, Mazı ve Kargılı'yı geçerek Çökertme'ye geldik.
Yolda boş durmayıp piyanları tamamladık. Çökertme'de yüzer iskelelerde sallanacağımızı düşünerek elastik süspansiyonları yerleştirdim.
Erken geldik, erken akşam yemeği düşünüyoruz. Koyun girişinde mayna yelken, kafadan sert bastırıyor rüzgar, Nalan dümende, zıpkın gibi girdi ama botçular bir enteresan! Tonoz almak bir olay oldu, altındaki 25 HP motoruyla koyu haraca kestiğini düşünen bu botçuların sanki 20 yıldır tekneciymiş gibi etrafta ukalalık edip ahkam kesmelerine sinir oluyorum!
Neyse yine tuttum sinirimi bişey demedim, onlar da anladılar sonradan geldiler özür falan dilediler, neyse...
Keyfimizi kaçırmaya değmez. Rose Mary her zamanki gibi, senelerdir hizmet veriyor. Ama doğrusu sahibi Mahir Bey'in tarzını çok tutmam, mümkün meretebe minimal ilişki içinde olunması gerek adamlar grubundadır bana göre.
Tam düşündüğüm gibi gayet Egeli bir yemeğe Istanbul usulu hesap ödedikten sonra teknemize geri döndük. Akşam deniz sefasından sonra, arıların istilasına karşı kahve tüttürdük, Nalan'ın Grand Marnier likörüyle hazırladığı asıl doğumgünü pastasını lüplettik, yanımıza yanaşmış Fransızlarla sohbet ettik, teknenin ufak tefek işlerini hallettik.
Yüzer iskele ciddi sallıyor, esneticiler olmasa kesin koparacağız bişeyleri...
Geceye doğru kaldı allahtan. Azaldı sallantımız.
Yattık huzurla uyuduk.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Palamutbükü-Karaada (Bodrum)

Rüzgar bütün gece esti. Knidos'u düşünerek uyuyamadım bir süre, teknede çoluk-çocuk sert bir denize girecek bir ekip değiliz hiç. Serdar'ın da benzer endişeleri var. Daha önceden, meteoroloji tahmin sitelerinden yaptığımız incelemelerde, Pazartesi sabahının burnu dönmek için en uygun gün olduğunu tespit etmiştik... Ama hepsi tahmin işte ))Bakacağız.
Alarmları altıya kurmuştuk güye.. Ama Serdar'ın dürtmesiyle uyandım! Bu adamın iş ciddiyetine hayranım...
Benimki ya çalmamış, ya da hiç duymamışım. Neyse.
Dışarı çıktık hala üfürüyor. Limandan 2-3 teknenin demir alıp çıktığını bir kısmının batıya döndüğünü söyledi. İhbarlara göre bulunduğumuz yer o coğrafyada en çok esen yer. Güya batıya veya doğuya doğru gitsek azalacak, öğle saatleri de nispeten şimdi olduğundan daha az esecekmiş! Biraz kafa karıştırıcı tahminler ama, dur bakalım...
Burna kadar 15-17 mil yolumuz var, nasılsa saçak altı gideceğiz, baktık dönemiyoruz, geri döneriz dedik.
Önce Serdar çıkacak, bizim üstümüze bağlı. Yandan sert rüzgar bastırıyor. Rüzgarüstü açmazı son saniyeye kadar boş vermedik, fazla da çapariz olmadan çıktı kurtuldu.
Be sahile atladım birer ikişer koltukları boşluyorum. Kıçımızı rüzgarüstünde tutan koltuğu dablin yapıp tekneye geldim. Ayhan ve Nalan ırgatta...
Bu gibi durumlarda, zaten dar olan yerlerde, tekneyi rüzgarüstüne bastıracağının bilinciyle, yavaş yavaş ırgatın boşunu alarak çıkmam hiç! Dayanır tam yol motorla çıkarım. Teknelerden kurtulduktan sonra açıkta zincirin boşunu almak kolaydır...
Sol elimde açmazın çıması, sağ elimde gaz kolu, hazır mısınız diye seslendim. Evet cevabıyla gaza yüklenip, bir yandan da açmazı fora ederek daracık park yerimizden kurtulduk.
Tam "oh be" diyecektim ki önden "demir takıldı, gelmiyor" sesleri ile irkildim. Hah korktuğumuz başımıza geldi. Birisinin çapasını alıyoruz yukarı ama acaba kim, aşağısı arapsaçı gibi!
Botu tekrar öne çektim, bota atladım, bizim demiri su yüzeyine kadar vira edebildik allahtan, gelen zincirin altından bir kısa kalın halat, bir ucu koç boynuzunda-bir ucu babada. Gelen zincir askıda kalınca, bizim demiri mayna ettik, aşağıya düşünce kurtuldu, halatın koç boynuzundaki ucunu fora, tüm çaparizden kurtul!
Dolayısıyla çıkmamız bayağı uzun sürdü, neyse. Yoldayız artık.
Rüzgar kafadan geliyor. Motordayız.
Doğan güneş kuzeyimizdeki dik yarları renkten renge boyuyor. Antik çağın en ilginç medeniyetlerinden birisinin liman şehri, Knidos'a doğru rota tutuyoruz.
Akdeniz ile Ege'nin birleştiği noktadaki bu burun ve koyları hem coğrafi olarak, hem de tarihi olarak eskiden beri etkilenmişimdir hep.
Yine öyle oldu...
İskelenin yanına demir attık, Serdar da geldi bizim üstümüze bağlandı. Deniz sefası, ufak tefek işler derken, bir karara varmamız lazım. Suda maske-palet dalan Serdar, ufak ufak tarıyorsun, haberin olsun deyince. Dur demir tazeleyelim dedim. Onlar Bodrum'a doğru devam edecekler, vaktimiz dar, bize müsade biz yollanalım deyince itiraz etmedik. Önce çıktılar.
Onlar gidince, demire binen yük azaldı, taramıyoruz artık ama istim üstündeyim.
Hemen solumuzdaki Hallberg-Rassy tangır-tungur sürüklenip demir tarayınca ben iyice ifrit oldum. Bir daha Poseidon'a baktık. Değişiklik yok, cidden de Knidos'a geleli beri rüzgar azaldı nispeten.
Galiba bu sefer doğru tutturdular deyip, yola çıkmaya karar verdik. Herkese durumu anlattık, "maksimum önlem-minimum kaza" ümidiyle yola revan olduk!
Burunda denizler cidden çok hafifti. Kolaylıkla geçtik.
2 saat kadar sonra rüzgar çıktı. Yelken bastık. Sonra motoru kapadık. Günlerden sonra yelkenle fışır-fışır gitmenin keyfindeyiz...
Yarım saat kadar sonra, Serdar aradı. "Biz Kos'un doğu burnunu dönüyoruz burada şiddetli hava var" diye uyardı...
Bodrum'un doğusu korunaklı koyları rota tutmuşum. En yakını Karaada Poyraz Limanı. Bu arada tekne 8-9 milllerde yukarı doğru uçarcasına gidiyor, ne kadar yol alırsak işimiz o kadar kolaylaşır mantığındayım.
İleride havayı gördük... Bize doğru gayet hızlı bir şekilde geldi ve bir tokat gibi çarptı. Tekne ful arma olmasına rağmen, dümen dinliyor, henüz...
İçerde Ömer Deniz'i oyalayan Nalan'ı çağırdım, dümene o geçti.
Genova neyse de anayelkene camadan çok da vurmak istemiyorum eğer çok gerekli değilse... Sarma halatı kötü durumda, eğer bir koparsa yandık demektir.
Neyse yeterli olmayınca, her iki yelkeni de küçücük yaptım. Yine de süratimiz düşmedi, ama tekne çok rahatladı. Teknenin bayılması azaldı, içerde ayakta durulabilir hale geldi.
1 saat kadar sonra Poyraz Limanında, günübirlik "dım-tıss" tekneleri arasında bir yere demir atıp, herkes denize kavuşunca keyfimiz iyice yerine geldi.
Su pırıl pırıl. Demiirin zinciriyle oynaşan karagözler, ispariler, sivriburunlar, melanurları kameraya almak istedik ama su altı kamerasının şarjı bittiği için beceremedik maalesef...
Akşamüstü günübirlikçiler çekildi, koyda alargada tek bir gulet kaldı. Biz de olduğumuz yerdeki demirimiz üstünde dönerek, daha güvenli olarak uzun koltukla kıçtankara yaptık.
Güneş batmadan önce sepeti süsleyip atmayı ihmal etmedim.
Tüm gece harika bir gökyüzü altında, yıldızları ve güzellikleri konuşurken, Müyesser hanım (Nalan'ın annesi) olaya amgasını vuran sözünü söyledi: "Tatil şimdi başladı!"

4 Temmuz 2010 Pazar

Datça-Palamutbükü



Kıçtankara olduğumuz ponton, özellikle şehrin ana caddesi olunca, sabaha kadar çeşitli diyaloglar ve fikir alışverişleri sebebiyle pek de kolay uyuyamadık doğrusu.
Bu tür yerlere baştankara giren, uzakyolcuları hep takdir etmişimdir...
Sabah erkenden uyandık. Gördüğüm en berrak suya sahip "liman" olmasına rağmen, tekneye çıkmanın zorluğunu falan düşününce, uyanmak için hemen suya atlamaya üşendim vazgeçtim.
Mustafa'lar saat 10.15 gibi taksiyle gidecekler. Bakkaldan eksiklerimizi aldık, küçük bir cafeye konuşlandık. Serdar'ların katılımıyla iyice büyüdü grup...
Çok da geç olmadan yola koyulup, hava durumundaki değişikliklerine göre hareket edeceğiz. Hayıt Bükü, Palamut Bükü veya Knidos alternatifler arasında...
Yolda karar vereceğiz.
Nalan'ın okul arkadaşı katılımıyla, palamar çözüp-demir alarak Datça'dan ayrıldık.
İnce burnun hemen altında yalancı boğaz denilen yere 7 metreye demirledik. Su Datça'ya göre daha sıcak.
Sahilde Ömer Deniz için uygun küçük birkaç kumsal var.
Deniz sefası bitince, Ayhan Emre ve yan tekneden Serdar'ın da yardımlarıyla eski genovayı indirip, yerine yedek genovayı çektik. Bunun hem formu, hem büyüklüğğü bizim tekne için daha uygun.
Biz bu işleri yaparken, etrafımız motoryatlar ve güünübirllik tekneler ile sarılmıştı bile. Hemen kısa bir serinleme molası alarak, demir topladık ve bu küçük şirin koydan ayrıldık.
Rota Batı...
Önceleri dümdüz denizde motorla seyrediyoruz. Sonra saat 14.30 gibi birden batıdan hava başlıyor. 10 dk içinde gittikçe hızlanıyor ve 25 knotlara ulaşıyor...
Çok da fazla devam edip zorllanmamak için palamut Bükü'ne rota çeviriyoruz.
Liman küçük. Bağlama ile uğraşan sahildekiler, birçok charter teknesi daha geleceğini söyleyerek bizi dar bir yere alıyorlar. Dümen palamız değdi değecek... Kıçtan 6 tane falan koltuk alarak, teknenin kıçını hiç oynamayacak hale getirdim. Bu sayede dümen dibe oturmayacak bir boşlukta sabitlenmiş vaziyette... Tüm gece orada durur mu emin değilim. Bakacağız...
Hemen yanımızdaki mendireğin arkası iri çakıllı bir kumsal. Ömer Deniz'in en bayıldığı yeni aktivitesi, "avucuna sığacak büyüklükte taşları denize atmak". Kum kum kumsalları o kadar da çok sevmiyor, en azından şimdilik... Ama eminim yakında kürek-kova aktiviteleri başlayınca bu seçimler değişecek ))
Akşam yemeği erken. Hemen yanımızdaki Alev'in mutfağından da ciddi destek gelince, mükellef bir sofra oluşturuldu bile.
Elif Akçalı'yı yolcu ettikten sonra, köye çıktık. En son geldiğim 4 sene öncesine göre palamut Bükü de değişimden nasibini almış... Heryer lokanta, restaurant ve yemek yerleriyle dolu. Melih Ağabey'ler bir hafta önce geldiklerinde konakladıkları Jardin de Semra'nın gayet hoş bir ortamı ve iyi yemekleri olduğunu söylemişti.
Bu kadar masa ve sandalyenin nasıl olup da doldurulduğuna aklım ermedi doğrusu...
Emre ile "her limanda bir bileklik" turumuz devam ediyor. Pastaneden sabah için poğaça, dondurma ve su.
Sabah erken kalkma planıyla alarmları kurduk ve yattık.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Orhaniye-Datça

Marina yaşantısını oldum olası sevmişimdir. Çeşit çeşit yelkenci var, kimisi ıssız koylardan hoşlanır (o tamam, ben de seviyorum), kimisi koyda 1-2 tekne demirde durmuyorsa orada uyuyamaz, kimisi de marinaları tercih eder...
Yani yalnızlık falan değil benim meselem, ama Marinalar yelkenci yaşantısını birebir yansıttığı için, daha bir çok seviyorum galiba. Bir tarz meselesi sanırım!
Velhasıl yine güzel duygularla dolu, Martı Marina'nın pontonlarında dolaşarak kahvaltıya gittik erkenden. Sonra havuz ve çok da fazla yayılmadan, alışverişi falan tamamlayıp, yola çıkacağız.
Serdarlar şanzıman arızasını birgün önce geç saatte tamamlayıp, yola hazır olduklarını söylemişlerdi zaten. Sabah erkenden gelip Martı'dan mazot ikmali yapacaklar, beraberce batıya doğru yollanmayı planlıyoruz.
Ama ekip kalabalık olunca hareketli olunsa dahi, biraz atalet oluyor malum...
Alışveriş, marina işleri, arabayı yerleştirme, mazot alma, Levent Kaptan'a teşekkür ziyareti falan derken çıkmamız 12'yi buldu.
Rota batı. Rüzgar hafif, motora kuvvet gdiyoruz. Herkes kendi halinde, güvertede güneşlenenler, bir kenarda sohbet edenler, tavla oynayanlar, durmaksızın aşağıdaki buzdolabından birilerine içecek servisi yapanlar... Tam bir "plastik gulet" durumundayız.
Her iki oltayı da arkadan attım, biri derinden biri yüzeyden geliyor. Otopilota aldım, kokpitte tavla oynayan Ayhan-Emre ikilisine sistemin nasıl çalıştığını öğrettikten sonra arada bir kalkıp etrafı kolaçan etmelerini sıkı sıkı tembih ettim...
Nalan ile Bahar vardavela ağlarını örüyorlar. Ben de yardım ediyor arada kritik ediyorum. Serdarlar yaklaşık 1 mil ilerimizde, yarım yolla gidiyorlar.
Birden o meşhum sesle, hep beraber irkildik. Herkes yaptığı işi bırakıp kokpite yöneldi, Emre-zaten seyahatin başından beri ne yapacağını kafasına kazınmış- "BALIIIKK" diye bağırmaya başladı, Ayhan bir hışım kalktığı yerden doğrularak oltayı eline almaya çalışıyor, teknenin en başından koşturarak zamamnında yetiştim ve buna engel oldum!
Çıkrık makineyle donatılan sistemlerde, balık en çok ilk yakalandığında kaçar. Eğer debriyajı uygun sıkılmamışsa, ilk hamlesiyle beraber oltayı koparması çok sık karşılaşılan bir durumdur. Bu yüzden olta ile ilgilenmeyip, tekneyi en kısa zamanda durdurmak asıl yapılması gerekendir.
Tekne durunca arkaya dönüp baktım. Suya aksini veren bir sığlığın üstünden geçmişiz! Önce oltayı dibe taktığımızı düşündüm. Buradan hiç olmadı onlarca kez geçmiştim ve açık denizin ortasında böyle işaretsiz bir sığlık olduğunu hiç farketmemişim! Acaba diyerek oltayı elime alınca, ilk silkinmesini duyunca, yüzüme yayılan gülümseme tüm ekibi de heyecanlandırdı...
Hayvanı görünce, kakıçla falan uğraşmadan hemen bota atladım. Botu arkadan çekmenin bir de bu yararı var ))
Yaklaşık 2 kilo kadar bir Lahoz! Herkesin tebrikleri ve sevinci ile akşam yemeğinde yerini almak üzere tekneye teşrif buyurdular.



Yola devam...
Aktur'u geçtikten sonra, kafadan gelen rüzgarın sertlemesiyle hızımız düştü. Serdar'lar hala yavaş devam ediyorlar, hızlarını artırmalarını tavsiye ederek, öne geçtim.
Mehmet Ağabey'leri (Ünsalan)cepten arayarak haber verdim. Gerçi bir sergi hazırlığında oldukları için oldukça yoğunlar ama onlarla Datça'da mutlaka görüşmek istiyoruz.
Limana saat 18.00 gibi girdik. Birkaç girilecek yer kalmış. Kooperatif tarafına demirledik, yine uzun dümen, yine pasarella sorunsalı! Bir şekilde halloldu.
Elektrik aldık. Suya ihtiyaç yok şimdilik...
Yine maç: Bu sefer hepimizin favorisi Arjantin kötü durumda. Her taraf zaten fanatik Alman seyircilerle dolu. Biz hepimiz, biraz da mağdurun yanında olma refleksiyle Arjantin'i tutuyoruz ama nafile! Kaybettik.
Serdarların da gelip bağlanmasıyla, ekip tamamlandı. Şimdi zaman, gidip denize girme zamanı. Deniz tipk Datça denizi buz gibi. Ama asıl süpriz kumsalın hemen yanındaki tatlı su göleti. O kadar sıcak ki herkes birer ikişer atlayıp çocuklar gbi şenlenmekten kendisini alamadı!
Vakitlice tekneye dönüp, akşam yemeği için hazırlanacağız, balığımızı pişirmesi için bir restaurant ile anlaşmıştık zaten. Bu akşam toplu doğumgünü... Büyük bir kutlama olacak. Yemekler güzeldi, balığı güzel pişirmişler, serviste eksikler vardı, olur o kadar dedik ama hiç birimiz-aslında mekan sahibi olmayan, yerine bakan-bir işletmecinin müşterisiyle herkesin önünde bu kadar seviyesiz ve mantıksız konuşacağını tahmin etmemişti sanırım. Aramızda en sakin adamı bile çılgına çeviren ifadeleriyle -adını vermekten hiç çekinmiyorum-Küçük Ev Restaurant ve Atilla Bey'i fazlasıyla anarak mekanı terkettik.
Sahilde çay içerken buluştuğumuz Mehmet Ağabey'lere olayları anlatmamız da bizi sakinleştirmedi. İlginç duygularla karışık, yattık uyuduk.

2 Temmuz 2010 Cuma

Bencik-Orhaniye (Martı Marina)

Arılar istila etmeden, daha denize girip yüzümüzü yıkamadan demir alıp, Bencik'ten ayrıldık.
Ayrılmadan önce mutlaka yapılması gereken iş, tabi ki kalkar kalkmaz sepete bakmak! Bazen unuturum lanet olasıca şeyi. Neyse bu sefer olmadı. Çektik paslı tel parçasını güverteye ve bingooo! Yaklaşık 15 tane sokkan teşrif etmiş, buyurmuşlar. Usulünce "sokulmadan" çıkarttık hayvanları. Bir sonraki menüyü bekleyecekler mecbur...
Bu akşam ekibin son kalan kısmı, Ankara'dan arabayla gelecek... Onları Martı Marina'dan almayı planladık.
Istanbulluoğulları ve Müyesser Özdemir'in de katılımıyla istiap haddini biraz aşıp, teknede toplam 12 kişi olacağız... Salondaki masayı indirince orada güzel bir yatak ortaya çıkıyor. Birkaç kişi dışarda yatar diye düşünüyoruz. Normalde sığışmamız lazım, zaten yabancı yok, ama yine de ilk defa tekneye gelen ekibi rahat ettirmemiz lazım, yoksa bir daha gelmezler ))
Kargı adası olarak bilinen, Selimiye Koyuna dönmeden köşedeki küçük koyda demirleyip, suya coztladık. Sonradan buraya damlayan günübirlik teknedeki çığırtkandan isminin Maden olduğunu öğrendiğimiz bu koyu, denize girmek için oldum olası sevmişimdir...
Güzel bir kahvaltının ardından deniz sefası ve kumsaldaki makroskopik kirliliğe yönelik, "çöp toplama" aksiyonuna, teknenin bordasını temizleyerek devam ettik...
Günümüz çok hamarat başladı bakalım nasıl devam edecek? )))
Gerçi Ayhan'ın arabada sorun çıkmış, sabah düşündükleri kadar erken çıkamamışlar ama yine de çok geç olmadan Marina'ya girmeyi istiyorum. Levent (Baktır) ile konuştum, birkaç ufak elektrik işi için birisini ayarlayacağını söyledi.
Velhasıl Marina'da geçici teknelerin yanaştığı bir yere kıçtankara ettik. Çöpleri boşaltmamızı takiben, ekip havuza seyrederken ben Nomad'a yolandım. Ayhan, sağolsun büyük iş çıkartarak hem teybi taktı-artık hem IPod hem USB'den müzik çalabilen bu aparatlara teyp mi demek emin değilim?- hem de buzdolabının timer'ına bağlı röleyi yaptı. İkisi de tıkır tıkır...
Bu arada Levent ile Rüya'nın yeni teknelerini ziyaret ettim, acayip iş çıkartmışlar. 1970 model saç bir tekene eskisini alıp bu hale getirmek ancak Levent'in işi...
Bizim tekneyi de gördü-gezdi beğendi. Bir iki husus konusunda onun da fikirlerini aldım.
Teknenin sintinesi şusu busu derken, saat bayağı ilerledi, daha fazla oyalanmadan havuz kenarına yayılmış ekibe dahil oldum. Su çok iyi geldi... Pıtınını ile biraz oynaştım, TV'deki maça bakarak biraz atıştırdık hep beraber.
Akşam Mistral'de yemekteyiz. Anlaşılan Istanbullular düşündüklerinden çok geç çıkabildiler, ancak gece yarısı burada olacaklar.
Pontonlarda dolaşıp teknelere baktık. Nalan ile -yeni bir tekne almış olmamıza rağmen- vazgeçmediğimiz bir alışkanlığımız bu bizim... Olayı yeni ayakkabı almış birisinin vitrinlere bakmaya devam etmesi gibi değerlendirmemek lazım, teknecilik farklı bir uğraş. Kaldı ki özellikle uzakyolcuların teknelerinde hiç akla gelmeyecek çok pratik uygulamalar gözlemlemek mümkün... Martı Marina bu açıdan ve coğrafyası dolayısıyla zaten hep sevdiğimiz bir yer!
Gecenin geç saatinde ekip geldi. Kokpitte biraz hasret giderdikten sonra, yapılan plana göre, herkes köşesine çekildi.
Huzurla uyuduk...

1 Temmuz 2010 Perşembe

Bozburun-Bencik

Sabah ben çok erken kalktım. Hemen Gül Kafe'nin önündeki, küçük tahta masaya oturdum. Kaptan kendisine de bir çay aldı geldi, oturduk, sohbet ettik.
Seyir defterini karaladım biraz. Yapılacaklar listesini gözden geçirdim...
İkinci bir çıkrık var, kolu arızalı onu da yaptırabilirsem bir tornacıda arkamızdan iki makine çekeriz, şansımız artar... ))
Celal Özdemir ve sonra Nihal uyandılar. Öte beri almaya gittiler. Köy domatesi bulmuşlar, çok eksiğimiz yok: Birgün önceden bıraktığımız çamaşırlarımızı aldık, bir de kaptandan "eski" bir sepet alınca liste tamam oldu...
Gül Kafe'de bize kahvaltı hazırlamışlar. Oturuduk, güzel bir kahvaltı ettik. Koyun tamortasında birgün önceden gelip demirleyen çift direkli modern bir uskuna var! Yaklaşık 40 metre, 8-9 gurcatalı. Muhtemel bir komodor falan. Hepimiz hayran olduk tekneye...
Alışverişe ben Emre ve Mustafa botla gitmeye karar verdik. Tam liman içine girdik ki Atilla Ağabey (Esperanza) demirini takmış, yandaki guletle ceberleşiyor. Biraz ucundan tuttuk, el verdik, kurtuldular... Emre'ye "hakkını alması" için tekneye yanaşmasını işaret ettim, altta kalmadılar, sağolsunlar hemen çıkartıp verdiler. Biz de iyi dileklerimizle onları yolcu ettik...
Öte beriyi alıp, demir alıp çıktık Bozburun'dan. Hemen yandaki sığlığı geçip, içerdeki koya bir göz attık. Kalabalık. Bozburun civarında hem görüntü hem de doğal kirlilik yaratan balık çiftlikleri taşınmış.
Zeytin Ada'nın uzun yıllardır girmediğimiz iç koylarına gittik. 10 metreye funda demir. Ama sahil çok hoş değilmiş yakından, kumsal sanmıştık yanılmışız.
Tam yanaşırken eksik olmasın, suya düştüm yine! "Düşmez kalkmaz bir Allah" diye avutuyorum ama nafile, karizma gitti bir kere )) Bakalım nasıl toparlayacağız?
Mustafa'nın botla mücadelesi önce kürek çekmek olarak başladı, sonra benzin bitti, sonra motor boğuldu, sonra dengesini kaybetti ve bir botla bir denizcinin başına gelebilecek her türlü aksilik oldu! Bir serencem, bin nasihat durumu...
Bu arada Serdar'ı aradım. Aksilikler bir dolu. Şanzımanı arızalanmış, yelkenle zar zor Selimiye iskeleye geri dönmüşler. Tesadüf motor ustaları da oralarda bir yerdeymiş, akşam gelip bakacak. tespitte bulunacak. "Şimdilik burada gayrimenkul vaziyetteyiz" dedi... Gelişmeleri haberdar edeceğini söyleyerek ayrıldı, meraktayım ben de.
Deniz sefası bitince ve Ömer Deniz uyuyunca, demir alıp yola koyulduk. Ada Boğazı'nı geçip, sahili takip ederek önce Atabol kayası'nı döndük ve Hisarönü'ne girdik. Arkadan gelen rüzgarla güzel bir seyir ve Bencik'e geldik.
Düşündüğümüzün aksine çok kalabalık değildi. Kıçtan kara yine Emre'nin becerikliği ile tam zamanında ve tam olması gerektiği gibi...
Bencik'te arılar haricinde hava ve su nefis.
Altımızda bir dolu balıklar oynaşıyor. Oltayı attık, tutamayınca, bu sefer sepeti süsleyip-püsleyip sallandırdık. Bakalım sabah kısmetimize neler varmış?
Akşam olunca arılar çekildiler, harika bir akşam yemeğini akiben yattık uyuduk.