20 Mart 2014 Perşembe

14-17 EYLÜL 2012
Orhaniye-Simi

İki Lotus seyahati
Haldun, Elif, Kadir, Mehmet Okutan ve… bir grup. Biz ise Nalan, Nihal, Nejat, ben, Ömer, Firuz, Erol ağabey’den ibaretiz… ))) Ekip çok kuvvetli yani.
Haldunlar Bodrum tarafından, biz Orhaniye’den aynı anda çıkıp Simi’de buluşacağız. Bu sene yaz döneminde hep düşündüğümüz ama bir türlü gerçekleştiremediğimiz seyahati yapacağız. Bizim kız turda. Noyan Bakır korsan bir haftadır, ailesi ile beraber Hisarönü koylarını geziyor. Biz sabah uçağı ile uçuyoruz. Ömerler, bütün gece araba kullanıp, sabah erken Begonville’de buluşacağız. Erol Akyğit de turda, toplam 3 tekne olduk .
İlk gün kahvaltı idi, şuydu buydu derken çıkmamız öğleyi buldu. Begonvil’den çıkış yaptık. Bizden önce Noyan Ağabey ailesi ile kısa bir tur yapmıştı, memnun ayrılmışlar. Onlarla da tanışmış olduk.
Ömer biz gelmeden tekneyi temizlemiş, hazırlamış. Biz de aldıklarımızı yerleştirdik. Rota Simi. Haldun’larla orada buluşacağız.
Önce Thessalona’da kısa bir yüzme molası verdik. Avara yakınımızda, demir atmakla hiç uğraşmayıp üzerine bordaladık.  Sonrasında limana girmek için çok da geç kalmamak için yola çıkıp, motor seyriyle Pedi’ye girdik. Haldun da hemen arkamızdan geldi, alargada 3 tekne üst üste bağlandık.
Her kayıkta 3-5 kişi var, tek bot ve motorla karaya çıkmamız haliyle uzun sürdü. Git gel 3-4 sefer yapmak zorunda kaldık. Her zamanki gibi kısa bir şehir turundan sonra yemek için Meraklis. Simi’ye ilk defa gelenler var.  Çoğu beğendi. İtiraf etmek lazım ki Simi’nin güzel bir duygusu var.  Restaurant’ın her zamanki, uzun boylu, hızlı servis veren garsonu yoktu ama yine de işleyiş kötü değildi. Garson değişmiş ama hesap aynı... Kaç zamandır görmediğimiz dostlar gelince sohbet iyice koyulaştı. Ruşen ağbeyler hemen yan masada, oğlu Derin’i ne zamandır görmemiştim iyi oldu, hasret giderdik. Bir ara Erol Kaptan, arkadaşlarıyla Manos’ta demlenen Esat Ağabeyi almaya gitti. Onlar da sohbete katılınca daha da bir kalabalıklaştık.  
Akşam sokak aralarında dolaşma, kısa turist alışverişleri. Dönüş yolunda vasıta yok artık tabanvaya talim. Yokuşu çıkıp adaya yollandık. Yolda bir yunan düğününe dahil olduk, sonra tekne.
Ertesi gün;
Ben gece güvertede yattım. Sabaha kadar sahilden gelen House of the Rising Sun şarkısını çalıp, doğan güneşi bekleyen bar müdavimlerinin eğlencelerini dinledim. Erol’lar erken çıkıp, Türkiye tarafına geçtiler. İki Lotus’un mutfağını birleştirince ortaya süper zengin bir kahvaltı sofrası çıktı.
Bol fotoğraf, kısa bir yüzme molası sonrası demir alıp, yola koyulduk.  Haldun’lar görmedikleri Thessalona’da bir mola verdiler. Biz güneye devam ettik. Seneler önce Nalan ile yalnız başımıza turlarken tesadüfen keşfettiğimiz rehber kitaplarda bile belirtilmemiş adı olmayan koyu arıyoruz. Biz adını Manastır koyu, koymuştuk. Çok da detaylı hatırlayamıyoruz aslında ama küçük bir manastır ve deniz kıyısına inen merdivenlerin olduğu, suyu pırıl pırıl bir koydu. Simi’nin güneydoğusundaki tüm kıyı şeridini tarayıp koyu bulduk. Tam hatırladığız gibi! SÜPERRR!
Hemen manevra için hazırlıklar yapıldı, Nalan dümende. Ben bota bindim. Upuzun bir halat ile sahile gidip bağladım. Halatın tekne tarafındaki ucu elimde bekliyorum. Gelmediler de gelmediler… Ağaç oldum koyun ortasında meğer, ırgat bozulmuş! Bir Lotus klasiği!
Neyse Erol ağabey ve Ömer’in olduğu bir teknede endişelenmeye gerek yok. Netekim, demiri atıp, güzelce sererek bana kadar geldiler. Zıpkın gibi yerleştirdik tekneyi koyun en güzel yerine. Birazdan Haldun’lar gelirlerse olar da bizim üstümüze yanaşırlar dedik.
Herkes suya. Deniz gerçekten burada harika.  Şnorkeller çıkartıldı, koy tavaf edildi, gözümüz açık denizde ama diğer Lotus görünürde yok. Sahildeki kayalıklar arasında havuz gibi bir yer bulduk, ortam uygun. Herkes kendisine birer kaya buldu, yarı belimize kadar suyun içindeyiz, sohbet süper keyfimiz yerinde. Bunu mutlaka ıslatmamız lazım.
Derhal bir ekip, Lotus’a yüzdü. At nalı şamandıradan bozma yüzer-seyyar bir masa oluşturuldu. Üzerine mebzul miktarda, muhtelif içkiler, kadehler, yemişler, mezeler ve makul miktarda tütünle, malzemenin ıslanmamasına azami özen gösterilerek kaya sofrasına geri dönüldü! YÜZEN BAR!
Tabi kısa sürede kelle-paça kıvamına geldik. Diğer Lotus koya girdiğinde, sofrada hala yarım şişe bir şarap kalmıştı. )) Onları önce üzerimize bağladık, ama sorun büyük. Dün apar topar çıktıkları için içki stoğu bayağı azalmış durumda, bizdeki zaten bize bile yetmez. Biz gibi Panormitis’ten alalım dediler. Kızlar eski kayığa doluştu, biz erkekler büyük Lotus’ta kalıp pinekleyelim diye düşündük.
Daha doğrusu düşündüğümüzü sandık.
Kıçtankara olunduğunda, kıç koltuğun gevşememesi ve sarkıp suya değmemesi racondandır. Eğer koltuklar gevşer, teknenin kıçı sağa sola oynar ise o ekibe hiç prim verilmez! Ama bizimki de iyice abartmış, keman teli gibi duruyor mübarek. Bu aklıma şeytanca bir fikir gelmesine sebep oldu. İP CAMBAZLIĞI!
Dışardan bakınca kolay gibi görülüyor, ama hiç de öyle değil. Ben ilk denememde sadece 3 adım atıp, burun üstü aşağıya düşünce herkes dalgaya vurdu haliyle. Bunun  üzerine ortaya çıkan iddialaşma derhal küçük çapta bir şampiyona düzenlenmesini sağladı. Geleneksel Simi İp Cambazlığı Enternasyonal Şampiyonası!
Sonuç hüsran. Geçtim sahile kadar falan yürümeyi, üçten fazla adım atamadık hiçbirimiz. Hoş tekne güvertesi üzerinde bile düz bir çizgide yürüyebilecek ayıklığa sahip değildik hiç birimiz ama yine de denemek güzeldi, özellikle de düşülen yer deniz olunca.
Haldun’ların içki alışverişi uzayınca burada gece kalmayıp, adanın etrafını tam tavaf etmeye karar verdik. Bulunduğumuz yerden demir alıp, boğazı geçip adanın batısına geçtik. Hava batılı olmadığı için gayet düz bir denizde, normalde ağır dalga yapan bu sularda, motora kuvvet kuzeye doğru çıkıyoruz. Rota adanın kuzeybatısındaki Aia Nicholas manastırının olduğu koy.
Koya biraz geç vardık. Neredeyse güneş batmak üzereydi. Hemen yanaşıldı. Diğer Lotus yine ilkinin üzerine bordaladı. Hızlıca bir deniz banyosu akabinde hemen sofraya giriştik.   
17 Eylül 2012
Sabah harika bir hava ile uyandık. Rüzgar neredeyse sıfır. Koy sessiz. Denize girmiş, etrafı dolaşmışlar var. Ömer tam altımızda irice bir dil balığı olduğunu söylüyor. Uzun kakıca bir çatal bantlayarak sabah avcılığı başarıya ulaşmadı. Pırıl pırıl suda balığı görüyoruz ama bir türlü isabet kaydedemiyoruz, bence çatalın eğriliğinden… )))
Dil balığından vazgeçip, kahvaltıya giriştik. Menü sucuklu yumurta, muhtelif reçeller, bol çay…
Lotus’ta bir elektrik sorunu var. Erol ağabey ile Kadir aküleri ölçmeye gidince, ben de peşlerinden seyirttim. Buzdolabına yönelik kısa ama etkili bir girişimde bulundum. 10 adet Mythos bize dönüş yolu için yeter. 
Akşam dönüş var, çok da oyalanmadan bizim tarafa geçeceğiz. Belki Dirsek’te kısa bir mola veririz dedik.  Biz önce varınca demir attık, kıçtankara olduk. Haldun gelince “biz de demir atmayalım, size bordalayalım” deyince, hiçbirimiz itiraz etmedik. O an, hiç kimse bu masum teklifin o kadar karışık ve alengirli olaylara sebep olabileceğini tahmin edememişti haliyle.
Yüzen bar hadisesi için kıyıya çıkınca, kumsalın pek de temiz olmadığını tespit ettik. Plastik pet şişeler, naylon torbalardan oluşan çöpleri, birkaç battal boy torba doluncaya kadar temizledik. Kumsal tertemiz…
Bunu hemen her seyahatte en azından bir kere yapıyoruz.  Battal boy çöp torbası, birkaç eldiven ve çevreye duyarlı 3-5 gönüllü. Benim tespitim özellikle çocuklarda, çok doğru bir etki bırakıyor. Herhangi bir şeyi atarken iki kere düşünen çocuk, çok kısa sürede küçük de olsa bir kumsalı temizlemenin verdiği gururu uzun zaman içinde taşıyor. Hangi malzemenin tabiatta en zor eridiği ve yok olduğunu görüyor, yarın bir gün yanında çevreye çöp atan birisi ile karşılaşınca da duyarsız olmuyor.
Yemek, yüzme ve temizleme olayından sonra yola çıkma vakti geldi. Haldunları baştan çözmedik. Sonradan o da motor çalıştırdı, yarım yolla iki tekne üst üste bordalamış vaziyette koyun dışına çıktık. Usturmaça desteği ve uygun ayarlanmış, koltuk halatları ile rahat bir seyirdeyiz. Sorun yok. Hatta iyi bile oldu denilebilir, yan yana sohbet etmek de mümkün oluyor böyle.
Sonra rüzgar çıkınca, tam da güzel güzel arkamızdan esiyor, ben “balon açalım” dedim. Olur mu? Olur. İşe giriştik kısa sürede motorları stop edildi, gayet de güzel oldu. Yalnız rüzgar yön değiştirince biraz sorun oldu gibi oldu, çünkü kavança atarsak, balon ıskotasını geçirmemiz gereken tarafta diğer Lotus var! “Eh biz de ona bağlarız iskotayı” diye düşündük… O da gayet güzel oldu.
Herşey yolundayken kim tarafından başlatıldığı bilinmeyen su savaşı yüzünden, ayrılmaya karar verdik. Her iki tekne de yolluyken biraz sorun oldu ama fazla bir hasar oluşmadan neta olduk. Kırık bir çıkrık makine haricinde hasar yok.
İstikamet Begonville. Akşam yemeği büyük bir sofrada…
Gece uçağı ile dönüş.


10 Mart 2014 Pazartesi

Ağustos 2012/ Orhaniye-Simi

9 AĞUSTOS 2012
Orhaniye
Aşkın, İhsan Zeki Aksu, Cumhur ve son anda Erol Akyiğit
Cumhur bey ile ilk defa tanışacağız. Aşkın ve İhsan Zeki ağabey ile defalarca çıktık. Erol Akyiğit’in  kendi seferi iptal olmuş o da bize dahil oldu.
İhsan, Aşkın ve ben Atatürk havalimanında buluştuk. Taksi Melek abi’den. Marmaris’te kısa bir alışveriş molası. Gece geç saatte Orhaniye’deyiz.  Tekneyi  Begonville’e almışlar.  Cumhur hoca gündüzden gelmiş, onunla teknede tanıştık. Asker emeklisi bir eğitimci. Sohbet, muhabbet, yattık uyuduk
10 Ağustos 2012
Orhaniye-Simi
Sabah bir grup alışverişe gidecek. Begonville’den yürümeyelim diye botu çalıştırmaya karar verdim inat etti, uzun sürdü ama sonunda ateşledik mendeburu.
İhsan ağabeyi marinaya bıraktıktan sonra Doğan Hotel’e geçtim. Amaç ortaklarından Sertan ile tanışmak. Bu kışı Tuncer (Eliçin), Taner (Özer) ve Mahir (Günşıray) ile beraber bir iskeleye bağlı geçireceğiz, bıktık artık bumarinalardan.
 Sertan çok yakın davrandı, o da çok istiyor bunu. Ancak Ekim başına kadar vakit istedi. İskelede o zamana kadar kontratı devam eden tekneler var. Kendisinin birtakım tamiratlarından bahsetti. Bakalım nasıl yapacağız?
Vakitlice iskeleden ayrılıp, yola çıkıyoruz. Rota Simi oltalar her zamanki gibi suda. Erol Akyiğit’in planlı şakaları haricinde makinelerden o meşhum ses gelmiyor, bu sefer şanslı değiliz. Biraz yelken eğitimi biraz sohbet ile Dirsek’te demirlemiş dostlara uğruyoruz. Baluna, Mügem, Nelea ve Taj bu güzel koyu bir korsan yuvası haline dönüştürmüşler. Hakkı ve Mustafa ağabeyler ile Tunç yaz başından beri neredeyse hiç ayrılmadan beraber dolaşıyorlar ve bence gıpta edilecek bir birlikteliğe imza atıyorlar. Tebrikler…
Agia Marina adıyla bilinen yerde, adanın hemen çıkışında bir yüzme molası veriyoruz. Pek kalabalık değil, tam orta yere demirleyip vakit kaybetmeden suya… Özlemişim.
Sonrasında Pedi. Ana limana girmeyeceğiz,  bu sene itibarıyla kontroller sıklaştı.
Pedi koyunda alargada demirdeki teknelerin arasından geçerek, koyun en dibindeki beton su iskelesine bordalıyoruz. İçerdeki yerler tutulmuş, mecburen su tankeri için ayrılmış yer var, burasının en büyük dezavantajı, tanker için ayarlanmış büyük lastiklerin bordayı boyaması…
Otobüs çok dolu olduğu için ana limana yürüyerek gitme kararını oyladık. Kabul edildi. 5 kişi olduğumuz için taksiler almıyor maalesef. Dar sokaklar ve merdivenler arasından şehre doğru yürürken, gruptan kopmalar başladı. Nitekim Cumhur Hoca “yoldan” çıktı.
Akşam yemeği her zamanki gibi Meraklis’te. 10 euro hesap için iyi hizmet ve servis. Yalnız garson değişmiş. Akşam otobüs ile döndük. Gece tabi ben kurtlandım. Avara olup, Thessalona ‘ya gidip demirledik. Yıldızların altında ve hafif  soluganların eşliğinde harika bir uyku.

11 Ağustos 2012
Simi-Bozburun
Sabah kahvaltısı ve yüzme molasından sonra demir alıp ayrıldık. Nisos Seskli olarak bilinen Simi’nin güneyindeki adaya gidip demirledik, ben daldım, dip oldukça pis. Biraz eğitimden sonra kuzeye doğru yollandık. Pamormitis’i pas geçip, girişinde büyükçe bir tonoz şamandırası olan Ay Nikolo koyunda demir atıp yüzme molası verdik. Biraz tamirat, bumba üzerindeki anayelken arabasını yerine taktım.
Rüzgarın çıkmasıyla demir alıp ayrıldık. Marmara kayalıklarının arasından geçip balon bastık, yüksek sürat sebebiyle oltalar karıştı. Hay bin kunduz!
Araboğaz’dan geçip, Simi analimanı sancakta bırakıp, dümdüz denizde Bozburun’a doğru yollandık. Erol’un yeni kankası, Evren’in yerinde güzel, mütevazi ve hesaplı bir yemek yedik. Tekne Hidayet kaptanın önünde bağlı.

12 Ağustos 2012
Bozburun-Orhaniye
Sabah Bozburun’dan ufak tefek alışveriş sonra kısa bir yüzme molası ve demirleme antrenmanı, sonra yelkenle Dişlice Adası, kısa bir mola daha. Tekneyi Orhaniye’de tonoza bağladık. Akşam yemeği yine Begonville’de ve uçakla İstanbul.

7 Mart 2014 Cuma

Leros-Akyarlar/ 08 Temmuz 2012

Gece sert esti. Ben de içeri girmedim, kokpitte uyudum. Ara ara sertleşen sağanakların sesiyle sık sık da uyandım. Ama yanımızdaki Najad da biz de zıpkın gibi duruyoruz. Sabaha doğru hava hafifledi, ben de uykumu aldım.
Sabah bir ekip öte beri almak için sahile çıktılar, Raşit her zamanki gibi mutfakta. Ben de ayılmak için denize girdim biraz. Bu arada Alper artık dünden kalan sersemliğini tamamen atmış, elinde biraz ekmek balıkları besliyor. Kısa sürede o kadar çok balık toplandı ki teknenin kıçına daha önceden hiç görmediğim ve duymadığım bir balıkavı tekniğini bizzat izleme şansımız oldu hepimizin. Kısa saplı bir kepçe ile-balıkçılar buna livar kepçesi derler- bir elindeki ekmekleri tekneye yakın atarken, neredeyse hemen ayaklarının dibinde yemleri kapmak için birbirinin üstüne çıkan balık sürüsüne daldırıyor. Tabi cins ve boy ayırmak mümkün değil, nitekim küçük olanları hemen atıyoruz, aslında çevreci de bir yöntem yanii... ))) Kısa sürede kovada yaklaşık 20 küsür balık oldu bile. Genelde sarpa, kupez ve biraz da ispari… )))
Balıkların kurumuş ekmeğe bu kadar iştahla saldırmalarını Yunanistan’daki ekonomik krize bağladıktan sonra, kendi kahvaltı faslımıza geçtik.
Ancak sofradaki halimiz, biraz önce sudaki balıklardan pek de farklı değil hani… Açık hava ve sert rüzgar insanı acıktırıyor.
Hakan’lar ile temasa geçtik, onlar Kalimnos'a uğrayıp çıkış yapmak istiyorlar. Sonrasında Akyarlar tarafına geçecekler. Ancak bizim işimiz çok, önden gitmeye yolda oyalanmamaya karar verdik. Güzel bir yelken seyriyle kolayına, Çatal Ada. Kısa bir deniz ve yemek molası sonrası ver elini Akyarlar.
Yolda ben tonoz düzeneğini oluşturdum.
Yaklaşık bir hafta kadar tekneye kimse gelmeyecek. Akyarlar ciddi rüzgar alan bir yer. Pek kuytu sayılmaz. Dip uygun. Daha iyisi pek demirde kimse yok. İki tane sabit tonoz arasına, bizim düzeneği tekne ile döşedik. Burası aslında sığlığa yakın ancak diğer alargada demir döşeyecek teknelerin pek tercih edeceği bir yer olmadığı için özellikle seçtim. 
Tonoz düzeneğini kendimiz kuruyoruz, tekne belli bir süre kaldıktan sonra, çıkışta tekrar toplayıp yola devam ediyoruz. Düzenek resimdeki gibi. Önce hakim rüzgar yönünde baştaki ana çapayı atarak tornistanda zincirin yarısını (bizim kayıkta toplam 85 metre) zemine güzelce döşüyoruz. Zincirin tam ortası olan 40 metre baklasına özel bir kilit ve üzerine ağır fırdöndü bağlıyoruz. Fırdöndüden çıkan iki halatın ucuna bir şamandıra bağlayarak suya bırakıyoruz, zinciri aynı yönde sermeye devam ediyoruz.  Zincirlikte, hırça mapasına bağlı son halkanın bağlantısını çözüyor ve uygun kilitlerle, zeminin durumuna göre ya ağır fırtına çapasını (bizde 35 kg'luk katlanır admiralti) veya kıç demirini (12 kg'luk britany) suya bırakıyoruz.
Tekne ile manevra ederek, şamandırayı yakalıyoruz. Halatların birini sancak diğerini iskele başomuzluktan, kurt ağızlarından geçirip, sürtünme aşınmamalarına dikkat ederek sabitliyoruz. Bu sayede rüzgar yön değiştirse dahi tarama olmayacak diğer teknelerle çapariz yaratmayacak bir düzenek oluşturuyoruz.





5 Mart 2014 Çarşamba

Pithagarion-Pandelis (Leros)/ 08 Temmuz 2012-Pazar


Tüm gece esti ama demirimiz sağlam, birkaç kez kalkıp kontrol ettim, sorun yok. Sabah çalar saat ile uyandım. Benim uyanmama Raşit ve Nusret de uyandılar. Bu ilginç bir durum, çünkü genelde ben teknede en son uyananlar grubundayımdır hep! 
Motoru çalıştırıp, demiri aldık.
Tandem demiri eğer kalabalık ekip varsa, baştan botla almak her zaman daha kolay. Yoksa koca yedek çapayı, vardavela üzerinden atlatıp içeri almak çok da kolay olmuyor.
Demir aldıktan sonra Ekip teknesine baktık, kimsecikler yok. Hakan Erim’i çaldırdım. Cevap veren olmayınca liman dışına çıktık. Güzel rüzgar esiyor, yelkenleri açtık.
Tam rotaya girmiştik ki telefon çaldı.
Hakan Erim: -Biz de geliyoruz…
Merem: -Tamam oyalanırız…
Herim:-Telsizin açık mı?
Merem:-Kanal 73
Herim:-Anlaşıldı, tamam.

Adanın kuytusundan çıkana kadar gayet kararlı ve neredeyse sert esen rüzgar, yaklaşık 1 saat sonra kesildi. Bulunduğumuz sular aynı zamanda Dar Boğaz’ın getirdiği akıntılarla gayet karışık. Burası ara bir deniz belli ki…
Motor artı yelken, sonra sırf motor, sonra sırf yelken yolumuza devam ettik. Arkhi’nin laguna göletine girdiğimizde neredeyse öğle vaktiydi.
Oldukça karışık ve iç içe geçmiş kayalıklarla bölünmüş arşipel içinde dikketle ilerledik. Hep belirlediğim 2 tane yer vardır. İlki tutulmuş.
İkincisine gittik. Hakim rüzgar pek avantajımıza değil ama uzun zincir döşeyerek yanaştık. Biraz zorlu bir manevra oldu ama demir şimdilik bizi tartıyor. Hakan’lar da hemen arkamızdan yetiştiler. Onları da üzerimize aldık… Bakalım bizim emektar delta hepimizi taşıyacak mı?
Raşit’in ellerinden mükellef bir kahvaltı. Menü menemen, sucuk tava, söğüş domates ve salatalık, bilumum reçeller ve tabi ki çay.
Hakan’ın tam bu aşamada Umut’a seslendiği, “oğlum gel bak burada çok eğlenceli ağabeyler var” lafı bence seyahatin sözüydü…
Önce biraz tekne temizliği, güverteyi suladık. Bordada bir önceki Sakız limanından kalma siyah lastik izlerini ve hatıralarını temizledik. Kaan daldı, diğerlerimiz birazcık denizin keyfini çıkarttıktan sonra vakitlice çözüldük ve ayrıldık. Hakan’lar akşamı Lipsi’de geçirecekler. Raşit’in isteği ile biz rotayı Lipsi-Makronisi’ye kırdık… Daha önce birkaç kez gittiğimiz, önünde devasa bir mağaranın olduğu yerde denize girmek istiyor.
Yolda biminin tutamaklarını  monte ettim.
Tam düşündüğüm gibi, günübirlik tur tekneleri küçük koyda mutad demirledikleri yerden ayrılmış. Ancak boğazdan dolayı içerisi çok sert esiyor. Onun yerine biraz dışarı, bizimle beraber alargada demirdeki 2-3 yelkenlinin yanına zincir serdik.
Mağaraya botla gideceğiz. Herkes bindi.
Maske ve şnorkel bu turun olmazsa olmazı! Varsa palet de…
Suyun altındaki mağarayı Kaan’a gösterdim. Hemen bir fok balığı (irice bir tane))) edasıyla karşıya geçti. Nusret’in cesaretini toplaması çok uzun sürmedi ama Raşit tam olarak gözünde canlandıramıyor. Sözkonusu mesafeyi geçme denemeleri yapıyor, nefes egzersizleri falan en son o geçti. Alper’e bir kez daha baktım. “Benim burada kalıp bota göz kulak olmam daha yerinde olur” dedi, üstelemedim.
Suyun altından yaklaşık 4-5 metrelik mesafeyi bir kez daha yüzmek, yine bile tedirgin edici ve heyecanlı. Çıktığımda herkesin yüzünde o meşhum gülümseme ve neşe var!
Raşit’in deyimiyle gayet “seksi bir tecrübe bu!”
İçerideki lagünü tavaf ettik. Küçük mağaraya girdik ve Alper’i sıkıntılı sıkıntılı daha da fazla bekletmeden, botun olduğu tarafa geri geçtik.
Büyük ısrarlar ve telkinlerimize rağmen, geçmemekte kararlı. Bir dahaki sefere…
Tekneye çıkınca hep bir elden, kromları parlatmaya giriştik, Lotus kısa sürede pırıl pırıl olmuştu bile…
Deniz sefası bittiğinde saat henüz 17.00 idi. Rüzgar hala şiddetinden bir şey kaybetmemiş. Yaklaşık 1 saatlik yol olan Lipsi analiman yerine, güneye Leros Pandelis’e rota tutmanın bir sonraki günkü yolumuzu kısaltması adına daha anlamlı olduğunda hem fikiriz.
Demir alıp yelkenleri bastık…
Gönder ile beraber uçarak Pandelis’e yelkenle girmemiz 2 saat sürmedi.
Mendirek içerisinde direkler var ancak ben pek hazetmem, dışarıya kıçtankara olmak daha anlamlı gibi. Bir motoryat ile uzakyolcu olduğu tüm donanımından belli 38’lik bir Najad arasına, mutad önce kıç halatı, sonra demir sonra kıçtankara manevrası ile zıpkın gibi yanaştık. Ekip kuvvetli tabii!!
Sert esiyor, iskele kıç omuzluktan alıyoruz ama bayağı çok zincir serdik sanmıyorum tarasın.
Akşam botla sahile çıktık. Buranın en meşhur tavernası Zorba. Hemen sağında ve solundakilere baktık ama yine onda karar kıldık. Her zamanki iri yarı kız servis yapıyor…
Kumsaldaki masalardan birisinde hem Türkiye’yi kurtardık hem de bir önceki geceye göre çok daha başarılı bir sunumla servis edilen yemeğimizi yedik.
Greek salad, baby shrimps, octopus grilled, muscle marinier ve bu sefer Ouzo Plomari…
Hesap aynı 84 Euro!
Akşam turu için taksi tutup şehre gitmek istiyoruz. Nedense şeytan dürttü, Agia Maria yerine Lakki Marina’ya gidelim dedik. Meğer tatilin önemli bir diğer tesadüfü ile karşılaşacakmışız bu sefer…
Rıhtım her zamankinden de boş. Deniz kenarından yürüyüp, teknelere bakarken, bir sesle irkildim! Mehmet Türkiye’de sık rastlanan bir isim kabul ediyorum. Hatta bazen başkalarına olan seslenmelere bile yakalandığım olur ama Leros adasında adıma bağrılmasının tek bir açıklaması var!
Nurettin Ağabey ve sevgili eşi Ebru, tekneyle bağlandıkları limanda bizi görünce önce çok şaşırmış sonra da sevinmişler. Biz de aynı şekilde, hemen kucaklaştık…
Ben tekneye atladım, ekibin geri kalanı hem biraz bacakları açmak isteği hem de rahatsızlık vermemek endişesi ile kısa bir tur yapmayı tercih ettiler.
Bayağıdır bir araya gelemediğimiz bu çok eski olmayan ama çok sağlam dostlarımızla görüşmenin heyecanıyla, sohbeti hemencecik koyulaştırdık ve birbirinden bağımsız birçok mevzuyu konuşma fırsatı bulduk. Cumartesi gecesi olmasına rağmen sahilde umdukları gibi bir ortam bulamayan grubun geri kalanı kısa sürede geri döndü ve onlar da sohbete katıldı.

Akşam çok da geç olmadan vedalaşıp, geldiğimiz gibi taksiyle Pandelis’e geri döndük. Hesap 10E.

3 Mart 2014 Pazartesi

Eski Seyirlerden Devam...

07 Temmuz 2012
Sığacık-Samos
Yaz dönemi için Lotus’u Bodrum’a indireceğiz. Temmuz ayında geleneksel temmuz ayı Yunan Adaları turumuz var. Akyarlar’da bir otelde kalmayı düşünüyoruz bu sene, onun önü uygunmuş dendi, alargada demirde kalmak gibi bir fikrimiz var. Raşit, ahbabı Alper bizim ekipten Nusret Ağabey (Başaran) ve her zamanki gibi Kaan.
Uçak sabah, İzmir uçağı. Elimizde yeni diktiğimiz fırtına floğu, balık takımları, metal piyano yazıları ve pasarella için özel yapım civatalar ile kabine girmemiz mümkün değil aslında. Ancak havalimanının girişinde bir kalabalık, yine her zamanki gibi uçağa son saniyede bindik! Artık bu duruma, benimle birkaç kere seyahat etmiş hiç kimse şaşırmıyor NEDENSE?
Dolayısıyla son kontrolden geçerken elimizde taşıdığımız koca beyaz “şeyin” fırtına yelkeni olduğunu anlatmakla vakit kaybedemezdim, "basit bir branda" dedim… Uzun uzun yüzüme baktı polis, peki geçin bakalım dedi. Rahatladık.
Raşit ile İzmir havalimanında buluştuk, Alper otobüs ile dün geceden binmiş. O direkt Sığacık’a gelecek. Güven Birkan sağolsun, verdiği telefondan taksi şoförünü aradık. 100TL imiş, geçen sene 80’di… Değişmeyen tek şey, malum değişimin kendisi!
Kayık uzunca bir zamandır Sığacık’ta tonozda duruyordu. Sağolsun Nurettin ağabey’in arkadaşı Gidon’un ağır bir tonozu var, limanın girişinde hemen, dingi ise marinada. Dostlar kayığa göz kulak oldular hep, arada haberlerini aldım, hiç hasretini çekmedim.
Marina’nın girişinde Migros’tan yolluk alışveriş. Ekibi ikiye ayırdık bir kısım eşyaları, öte beriyi ve valizleri mazot iskelesine taşıyacak. Ben de Raşit ile kayığa gidip, bağlı olduğu yerden çözüp iskeleye getireceğiz diye düşündük.
Bot yerinde sıkıntı yok…
Tekne de yerinde, o konuda da bir sıkıntı yok… )))
Melih ağabeyler bırakırken sağlam bağlamışlar. Şamandıranın üstündeki halkaya bağ yapılmamış bu birinci doğru, bunun tek bir istisnası var. O da ağır iş için üretilmiş büyük şamandıralar. Onların üst metal halkaları kendinden fırdöndülü olabiliyor. Keza alttaki bağ da izbarço değil bu da ikinci doğru. Bu tür tonoz bağlantılarında izbarço gide gele halatı aşındırıyor, zamanla kopuyor. İzbarçonun kasası iki kez volta edilerek aşınmaya engel olmak mümkün ya da anele veya balıkçı bağı kullanılmalı,  biraz halat israfı tabi ama teknenin başıboş kalmasından iyidir.
Şamandıranın altndaki bağlantıda fırdöndü olması ve kuvvetli olması da hayati, tonoz bağlantılarında en zayıf halka genelde hep fırdöndü oluyor. Alargada kalınacaksa fırdöndü şart.
Esasen en iyi yol, ucunda radansa ve kasa dikişi olan 3 kollu birer halatı kilit ile, hem sancaktan hem de iskeleden şamandıraya bağlamak. Nitekim öyle bir düzenek var Lotus’ta. Bunların tekne tarafına yangın hortumları geçirilmiş, halatlarda aşınma kopma falan yok.
Ege’nin sert rüzgarı başladı, kayığı çözüp, mazota yanaştık. Adet yerini bulsun diye de 200TL mazot aldık. Sonra avara!
Çıkışta Matay’a rastladık, ailesi ile yakında bir koya gidiyorlarmış. Sanırım Güven Bey’ler de oralarda bir yerdeler. Peşlerine takıldık, bu sayede dostları görür, hasret gideririz diye düşündük.  Nitekim koyun içinde alargada 3 tekne olduk birden.
Kısa bir yüzme molası, hava çok güzel. Sohbeti çok iesetemize rağmen kısa tuttuk.  Yolumuz uzun, dostlarla vedalaşarak  yola koyulduk. Samos’a kadar en az 20 milimiz var. Henüz neresinde duracağımıza karar vermedim.
Rüzgar iyi, rota Dar Boğaz’a doğru. Adaya yaklaştıkça dalgalar biraz büyüdü, Alper etkileniyor ama henüz daha dayanılmayacak gibi değil. Hem yolu kısaltmak amacıyla hem de bu kadar sert kuzeyli havada kuzey kıyısında durmak istemediğim için rotayı böyle planladık. 
Kanala girmeden önce oltalardan birisine bir balık geldi. Diğerini Nusret sararken ben büyük oltadaki balığı kaçırdım. Bu sularda aynı takıma geçen sene de bir şey gelmiş, aynı böyle, daha ne olduğunu anlayamadan kaçırmıştık. Diğer oltayı el altından kaldırmak için, o kargaşada biminin üstüne koydum ve haliyle unuttum.
Nitekim ilk rüzgarda, tekne yan yatınca cup suya. Gitti güzelim takım, çıkrığı da yeniydi halbuki!

Limana girişte alargada demirli birçok tekne var. Geç bir saatte vardık, normalde kıçtankara bağlanmak için yer var ancak hiçbirimizde pasaport olmadığı için karaya bağlı kalmak istemiyoruz. Karaya botla çıkacağız.
Bu tip demirlemelerde mümkün olduğu kadar karaya yakın durup, sığ suya bırakmak lazım çapayı  ancak en avantajlı yerler tutulmuş. Daha derin suya demirlememiz gerekli, tandem çapa hazırlayıp ikisini beraber attık. Yeterli kalomayla beraber biraz liman girişini kapatıyor gibiyiz ancak, çakarlı, güneşe duyarlı-gündüz sönen, su geçirmez balıkçı şamandırasından bozma portatif demir fenerimizi genova ıskotasına astık, güvendeyiz…
Tek seferde, bu kez kimseyi ıslatmadan beton mendireğe çıktık.
Yeni aldığımız dıştan takma gayet güzel çalışıyor, hepimizi taşıdı.
Alargada demirli teknelerden bir tanesi gayet tanıdık bir sima. Birkaç hafta önce Istanbul’dan uğurladığımız sevgili dostumuz Hakan Erim’i cepten aradık, ulaşamadık. Cüsse itibarıyla en kolay fark edilecek bir yapıya sahip olduğu için çok fazla üstünde durmadım, nasılsa kolayca buluruz dememe kalmadı rıhtım boyunca dizilmiş masalardan birisinde sevgili eşi Yeşim ve oğlu Umut ile yemek yerken rastlaştık…
Dünya küçük GeKo büyük!
Ayaküstü bir sohbetten sonra, şehir turu sonrasında buluşmak üzere sözleştik ve ayrıldık. Yarın ve önümüzdeki günlerde beraber seyir yapmak istiyoruz… Rotalar çakıştı.
GeKo’da yaklaşık iki yıldır devam eden,  seyirdeki teknelerin bulundukları yeri ve  yakın dönem rota planlarını bildirdikleri bir bölüm var. Bence inanılmaz yararlı ve zevkli bir bölüm. Belli bir rotada ilerlerken, yakın çevredeki diğer GeKo teknelerinin yerlerini sanki bir AIS programı gibi bilmek, karşılaşılmasa bile hem kendini yalnız hissetmeme hem de bir çapariz durumunda yardım isteme veya eğlenceli bir seyri beraber tamamlama gibi çok önemli olanaklar sağlıyor.
Pithagarion Samos’un en sevimi limanlarından birisi. Kuzeydeki analiman Vathi hem ticari olması, hem de rüzgarla olan ilişkisi açısından daha az uygun. Üstelik şehir de o kadar sevimli değil.
Pithagarion gerçi daha turistik, limanda kısa bir tur attıktan sonra ara sokakta, iki sene önce keşfettiğimiz dut ağacı altındaki tavernayı elimle koymuş gibi buldum. Ortam biraz sakindi, yine dönüp dolaşıp sahildeki lokantalardan birisine oturduk.
Oldukça kalabalık, küçük bir masaya sıkıştık. Menü standart, greek salad, ouzo, kalamar ızgara, ahtapot salatası, jumbo karides. Bence çok başarılı değil ama tarife belli, 5 kişi 84 euro.
Yemeğin sonuna doğru Hakan Erim geldi. Elindeki IPad ile biraz rota konuştuk.
Lipsi, Arkhi civarına seyretmenin daha zevkli olacağına hem fikiriz. Ertesi sabah 6 da demir almak üzere sözleştik.

Biz ana caddeye kısa bir dondurma turu daha yapıp, yatmak niyetindeyiz. Bakkaldan kısa bir metaxa alışverişi ve Nalan’a Babylonian bileklik, bu seferki mavi…
Yattık uyuduk...