30 Eylül 2008 Salı

Lipsi-Marathi


Lipso-Makronisi/ Marathi
Sabah bağırış-çağırışlarla uyandım. Etrafa bakındım, Haldun’lar yok. Yan tekne ayrılıyor, tabii o da ayrı bir seremoni. Neyse fazla çapariz vermeden çıktılar. Baktım kısacık zincir ucunda bir çengelli iğne, tabi yerinde durmaz tekne bütün gece bize yaslandı. Hava yükselmiş, basınç 1015 mb’larda, gökyüzü bulutsuz, hala karayelden esen 4 kuvvet bir rüzgar var. Çay suyunu koyup, fırından bişeyler kapıp geldim. Yunanistan’a yaptığımız seyahatlerde kahvaltının oldukça pahalı olduğunu tespit ettik, ve lezzetli de olmuyor. Mümkün mertebe kahvaltıyı teknede yapıyoruz. Bunu da öyle yaptık. Sonra hafif bir yürüyüş.
Lipso bir balıkçı adası. Limanı geniş, yukarı doğru dar sokaklarla şehir devam ediyor. Diğer birçok adada olduğu gibi ayrıca bir “Chora” yok. Ortada güzel bir kilise. Ancak mevsim hafif geçmeye başlamış, pek kimsecikler yok etrafta. Dükkan sahipleri ağırdan alıyorlar, geç açıp, erken kapatıyorlar.
Haldun’la İdil’e rastlamamız uzun sürmedi. Bir takıcı arıyorlarmış. İdil takılara meraklı, kendi de yapıyor. Ara sokakta buluyoruz dükkanı, Avusturya kökenli bir kadın tarafından işletiliyor. Tatlı bir hatun. Tamamen tesadüf bir kartpostal görüyoruz, hoş bir manzara. Nerede olduğunu sorduğumuzda, çok yakında bir koy tarif ediyor. "Ancak tekneyle ulaşılır, bu mevsimde gidemezsiniz" diyor. Bizim için tekne konusu sorun değil, Lotus var!
Köşedeki marketten ufak tefek bişeyler alıp, yola çıkıyoruz. Güzel rüzgar var, yolda sadece genova açıyoruz. Kısa bir seyahat. Makronisi denilen ada, Yunanca’da büyük ada anlamına geliyor, hemen her adanın etrafında irili ufaklı, yerleşim olmayan adacıkların en büyüğüne verdikleri genel isim. Güzel bir coğrafya, Küçük Sikladlar grubunda Koufonisa’ya benziyor biraz. Orayı da çok beğenmiştik. Adanın güney tarafı dik yamaçlarla çevrilmiş, suyu daha derin ama çok berrak. Mağaralar bir labirent gibi iç-içe geçmiş, görüntüleri çok hoş ama demirlemek için uygun bir yer bulmakta zorlanıyoruz. Sonuçta zaten kısa kalacağız, baştan uzun zincir döşeyip, kıçtan kayalıklara koltuk alıyoruz. Neredeyse mağaranın içindeyiz. Botla dehlizlerden geçiyoruz, bol fotoğraf. Bir ara suya daldığımda, suyun altında bir güneş ışığı huzmesi fark ediyorum. Suyun altında bir dehliz var ve karşı taraftan güneş ışığı var. Demek hava da var.
Mağara dalgıçlığı genelde tehlikeli bir girişimdir. Yapanlar bilir, emniyeti maksimumda tutmak gerekir, iki fener, iki dalış takımı-mutlaka yedekleri- ve kesinlikle kıyafet gereklidir. Kayalara yakın geçerken çizikler oluşabilir. Özetle riskli iştir. Ama baktım çok derin değil, 1,5-2 metre kadar. Elimde kamera daldım karşıya geçtim. Manzara “Beach” filmindeki gibi… Dışarısıyla hiçbir irtibatı olmayan kapalı bir koy, sanki bir atol. Haldun ve İdil giriyor, ama Nalan istemiyor. Aslında haklı.
Etrafı dolaştıktan sonra ve rutin öğle yemeği makarna, peynir, şarap ve roka-domatesten sonra hafif ağırlaştık. Beni uyku tutmadı. Güverteye çıktım, altımız 10-12 metre kayalık. Çok berrak, etrafta hiç tekne yok, muhtemel yakın zamanda da gelmemiş. Bir deneyeyim diyerekten, oltayı salladım, ucunda ekmek var. Tak asıldı! El kadar bir karagöz, iki tanesi bir kişiye yeter. Başlangıç için bayağı iyi. Gürültüye herkes kalkındı, hemen olta kutusu çıkartıldı, olta yapıyoruz. Sistem 6no, 2-3 adet beyaz-çapraz iğneli, yemli köstek 25 lik misinada, ucunda 150gr ağırlık. Aynı anda 3 tane attık, 2-3 karagöz bir tane kupez geldi. Kupezi kesip aynı sistemde yem yaptık, dipten hanoslara yatırdık biraz. Hesap belli kişi başına, 2-3 adet hanos ile çok başarılı çorba yapmak gayet mümkün. Sınır o fazlasını tutmuyoruz, tutulan balıkları hemen tel livara.
Derken, açıkta bize doğru gelen beyaz renkli bir tırhandil kayık gördük, Yunan bandıralı. 300-500 metre açığımızda iyice sahile yanaşıp baştan demir attı, motorları çalışır vaziyette, arkasındaki ağı toplamaya başladı. Zaten balık faslı bitmişti, aynen hazırlanıp, fotoğraf falan, kürekle yanaştık balıkçılara, kedinin ciğere baktığı gibi yakanıyoruz. Uzaktan işaret ettiler, yakınlarına geldik, bir torbaya kilo kilo balık doldurup bize fırlattılar. "Göz hakkı" suyun öte tarafında da varmış! Usule istinaden balığı alınca hemen sıvışmadık, ağın gelmesini bekledik. İstedikleri kadar bereketli geçmedi anlaşılan, ama bozuntuya vermediler. Akşam güneş iyice alçalınca, demir alıp yola çıkma zamanı geldi. , Rüzgar hala karayelden 4-5 esiyor. Lipso’nun batısından geçmek daha iyi bir fikir gibi geldi. Olta suda. Adayı dönünce Marathi ile Lipso arasında ciddi kayalıklar var. Arada iyi balık yapar diye düşünürken, malum ses, zaten motordayız. Çabucacık sarıp kepçeyle aldık içeri. 3-4 kg kadar bir yazılı orkinos. Solungaçlarını kesip, baş aşağı su dolu kovaya daldırdım. Kanı boşalsın diye. Kendi tuttuğumuz balıklar, sonra balıkçıların kısmeti en son da Poseidon’un lütfu.. Bugün bereketli birgün. Bu kadar balığı ne yapalım diye düşünüyoruz. İşin kötüsü bütün gün abur cubur atıştırmışız, kimse aç da değil. Karanlık basmadan balıkları hızlı hızlı ayıklayıp, kupezlerden 15-20 tanesini yanımıza aldık. Orkinosun yarısını çiğ balık yaptık. Haniler, diğer kupezler, karagözler ve orkinosun kalanı teknede önce plastik kapaklı kutusuna sonra da buzdolabına. Marathi Arkhi’den daha yakın. Üstünde yerleşim olmayan, eski bir kilise ve terkedilmiş köyü olan küçük bir ada. Güneybatısındaki melteme kapalı koyda, yan yana 3 restaurant var, tekneciler tarafından tanınıyor ve biliniyorlar. En eskisi ve iyisi en sağdaki olan, adı Pandelis. Ama önündeki tonozlar doluydu, karanlıkta iskeleye yanaşmayı göze alamadık. Biraz da denemek için soldakine gittik bu sefer. Onun da bir iskelesi var, bir charter Jeanneau 49 kıçtankara olmuş önüne. Korsan kıyafetli ilginç bir tip servis yapıyor, nitekim iskelede de bir korsan bayrağı var. Biraz bişeyler yiyeceğimizi, kendi tuttuğumuz balıkları pişirip pişirmeyeceklerini sorduk. "Ayıklandıysa yaparım" dedi. Doğrusu balıkları güzel kızartmış, akşamın o ilerlemiş saatinde yağı kızdırmış öyle atmış balıkları tavaya, gayet iyidiler. Karaf beyaz şarap, greek salad, saganaki, fava. Hepsi aynı, idare eder. Toplam 25 Euro. Gece geç saatte, her zamanki gibi kürekle tekneye dönüş. Yattık uyuduk.

29 Eylül 2008 Pazartesi

Türkbükü-Lipsi



Türkbükü-Lipso
Sabah hava gayet güzel. 06.00 gibi Haldun kalkınca ben de uyandım. Motoru çalıştırıp çıktık. Baştan demir kıçtan kara iken, çıkışta ben demiri çekmektense motorla çıkmayı tercih ederim hep. Zincir pervaneye dolanmaz. Neta olarak iki tekne arasından çıkılır, sonra zincirin boşu alınır. Temiz manevradır. Rota 270W. Olta suda, açık deniz geçeceğimiz için, kalamar fly-jet, büyük balık için hazırladığım sistemi kullanıyorum. Daha Gündoğan’ı yeni geçmiştik, Gemi Taşı’na gelmeden çıkrık makinedeki o malum sesle kırmızı alarm durumuna geçtik! Yine bir av, yeni bir av… Yaklaşık 1 kg kadar bir palamutu usulünce tekneye aldık. Belki de bir sürüydüler, biz tekini aldık. Olsun. Seyahat bereketli başladı, hadi bakalım.
Hava gittikçe açtı, bulutlar dağıldı. Uzaktan Leros, Kalimnos daha güneyde Kos gözüküyor belli belirsiz. Rüzgar hafif, deniz batılı, motordayız. Otopilotumuzda sorun var. Hep olan bişey. Bizdeki Autohelm 2000, eski bir elektrikli, pusula ünitesi ayrı biryerde olan, basit bir model. İki yerde sorun çıkartıyor. Elektrik bağlantısı veya hidrolik pistonu tekneye fikse eden bölüm iki kronik hastalığımız, ya biri bozuluyor, ya diğeri… Tekneye olan fiksasyonu bildiğimiz paslanmaz hortum kelepçesiyle sağlıyoruz, arada bir kelepçe kırılıyor. Bu seferki de aynı sorun. Kelepçenin kemeri iyi de mekanizması çalışmıyor daha doğrusu kaydırıyor gibi, kemeri adapte etmek zor iş. Yeni bir kelepçe alıp kemerinden çıkarttık. Eski kemere taktık, sıyırmıyor gibi, mekanizmayı yağlamayı unutmamak lazım. Sıktık, oldu. I did, it happened!
Rota 290-300 batı, motordayız. Motor seyri iyi, boşalmış aküleri şarj ediyoruz, mazotla ilgili derdimiz yok. Uzakta deniz yüzeyinde belirsiz bir cisim gözümüze ilişiyor. Batık bir bot gibi, anlaşılan içinde kimse yok. Yaklaşmaya karar veriyoruz, gri renkli 5-6 metre boyunda, tahtaları eksilmiş bir bot. Alalım almayalım tartışması. Ne işimize yarayacak zaten soruları, sonuçta almıyoruz. Ne doğru bir seçim yaptığımızı zaman gösterecek! Lipso’nun güneydoğusundayız, birçok sığlıklar ve kayalıklar var. Dikkat etmek lazım. Lera Lipso denilen koya giriyoruz. Koyun doğuda olanı çok etkileyici değil. Ortada tepenin üstünde bir karavan uzaktan farkediliyor, sahilde çadırlar ve kampçılar, aradaki koyda bazı tonozlar, sahilde bir yol ve kitaba göre bir taverna mevcut. Gitmedik bilmiyoruz. Batıdaki koy daha hoş 5-6 metreye funda demir. Sahilde çıplaklar kampına ait görüntüler, halbuki limanın girişinde nudizmin yasak olduğu büyük harflerle belirtilmiş!
Balığı ayıklarken, kafasını kestikten hemen sonra denize düşürdüm. Altımızdaki 4 metrelik suda, kafası kopuk bir palamut var! Soyunduk, daldık mecburen. Elimde kafası kesik, içi temizlenmiş balıkla su yüzeyine çıktım... Dışardan bir gören olsa, avlanma becerime hayran olurdu şüphesiz! Takoz kesip, fırına verdik. Yanında roka salata, beyaz şarap. O kadar erken kalkıp, o kadar yol yapınca, üstüne o kadar da güzel yemek olunca hepimizi uyku bastırdı. Uyuduk. Nedense bir terör haliyle uyandım. Bilenler bilir, uykuda yürürüm. Tıpta somnanbulism dedikleri hastalık… Bu sıralarda fare terörü var! Kanımca fare, bir tekne sahibinin başına gelebilecek, MOB ve yangından sonra en kötü şey… Geçen yaz gittiğimiz Levitha adıyla bilinen Yunan Adasında bulaştı bu yeni fobi. Bizdeki Bodrum-Orak Adası misali, bu küçük hayvanlar açısından meşhur bir yer. Biz de 2 gece kalmış, demirlemiştik. Zaten çok sevimli bir ada değil, sahile koltuk almamak için yapmadığımız cambazlık kalmamıştı. O gün bugündür, fare terörü kafamda iyice büyüdü, alladım pulladım, her gece olmasa da arada bir kabusuyla uyanıyorum… Nedense? Etrafa bir koşturdum, baktım fare mare yok. Sakinledim. Millet hafif bir uyanır gibi oldu, ama ben sakinleyince onlar da tekrar yattılar, uykuya devam. Ama ben de kaçtı bir kere! Ne yapacağız? Hemen bir liste yaptım, teknedeki eksikler: Nedir?
1-Tuvalet. Tuvaleti daha yaz başında kendim değiştirmiştim. Yazın, 3 ay sorun çıkarmadı. Şimdi geriye tepiyor. Yolda zeytinyağı döktüm, çamaşır suyu döktüm, pis su tankını tamamen boşalttım, vanasını kapattım… Olmadı da olmadı. Sökmeden olmayacak belli. Buralarda tamir takımını bulamam. Marinayı bekleyecek, mecbur.
2- Irgat. Motoru çok iyi çalışıyor, yeni bakımdan geçti. Atölyede, tamamen dağıtmıştık. Fakat kavaletası sıkışmış. Kavaleta bronz, mil paslanmaz, fener ise alüminyum. Farklı metaller birbirleriyle temas ediyorsa ve ortamda deniz suyu varsa sonuç belli! Bilinen en başarılı yapışkan-Japon dahil- böyle bir bütünlük sağlamaz! WD40 sağolsun, çekiçle, ileri geri, çektirme ile asıldım. Milden çıkarttım hepsini, uygun gresle mili, kavaleta iç yüzeyi ve fener yuvasını yağladım. Güzel çalıştı.
3-Demir feneri. Ampul yok. 20A, 12 V, şaşırtmalı tırnaklı, tek duylu bir ampul. Yedeğim yok. O da bekleyecek.
4-Tekne içine su geliyor ama nereden anlamıyoruz. Su deposunun güvertedeki girişinden olduğunu en son gün Kuşadası’nda belli oldu. Sadece iskeleye yatınca oluyor, depo kapağı solda. Hep soldaki koltukların altında su var. Önce aynı yerdeki tatlı su deposundan sandım. Tadınca hemen anladım kullanma suyu olmadığını. Depo kapağını söktüm, altına gelcoat filler, (elimde o vardı, aslında Sika 395 daha iyi, hem doldurur, hem ıslanınca bozulmaz hem de yapıştırır) fakat gayet sağlam oldu.
5-Bumba bağlantısı kırık. Gökovada kırılmıştı. Zaten orjinali değil. Sağolsun Beneteau, ilk kırıldığında 400 Euro istemişti. Atölyede biz adapte etmiştik, 2 yıl işe yaradı ama yine kırıldı. İplerle yeni civatalarla yaptık bişeyler. İşe yarıyor gibi, şimdilik. Bakalım. O da İstanbul’u bekleyecek mecbur.
6-Genova ikinci gurcata üstünden yırtık ama çok yük binen bir yer değil. Fırsatını bulursam, ben de dikerim. Yapışkanlı bant ve bir dikiş setimiz var. Zamanında çok dikmişliğim var. Ama zaman bulmak sorun bu iş için, hele böyle bir tatilde. İşi bilen bir yelkenciye vermek daha akıl karı. Bu tarz bir iş için yaklaşık 30-40 YTL alıyorlar. Zigzag dikiş olmasına dikkat etmek lazım.Rüzgar 5 kuvvetinde, batılı-karayel esiyor. Koydan demir alıp, limana girmeye karar verdik.
Lipso küçük yerleşimi olan, bir balıkçı adası. Doğası hoş. Görmeye değer. Yazları bile çok popüler değil. Mendireğinde elektrik-su bulmak mümkün, hemen yanda mazot var. Güneyli havalara açık. Kötü tarafı mendireğin altı boş olduğu için, biraz solugan alıyor. Güneyli esiyorsa girişte sancaktaki koy uygun. Girişte solda yeni bir yüzen mendirek yapmışlar. Açıkdenizden gelen, küçük bir yelkenli var, İtalyan bandıralı. Koya girerken yanından geçtik, kötü hissettim, sanki onun hakkını alacakmışız gibi. Çabuk neta olduk, usturmaçalar, kıç halatları, baştan demir, iki yelkenli arasına girdik. Rüzgar sert, iskele kıç omuzluktan esiyor. Önce o tarafı sabitledik. Uzun zincir döşedik liman içine, ama görünen ne sağa ne sola çapariz vermedik gibi. Solumuzdaki teknenin güvertesinde bir kız, elinde kitap, bir yandan okuyarak bir yandan da bizi seyrediyor. İnsan kalkar bir yardım eder, hadi geçtim “hello-mello” der… Hiç istifini bozmadı. Önce anlamadım.
Bir süre sonra, rüzgar iyice üstüne koymaya başladı. Koca tekne -43 feet Dufour Classic- bize doğru ciddi yaslanıyor. Belli ki bir bareboat. Akşam oldu artık, kamaradan bir tip çıktı: MÜJDE! Kaptanımız slip mayosu olan bir Alman! Kesin sorun var, dur bakalım başımıza ne gelecek?Sahneyi şöyle tarif edeyim:
"Afrika Kraliçesinde havuzluğunda bendeniz aynı Humphrey Bogart tavırlarıyla, denizleri aşmış-gelmiş edalarla, kafamda tuz lekeleriyle bir dandik, siyah şapka, Elimde Monte Cristo Cigarillo, gözlerimi kısarak dumanı üflüyorum sert rüzgara-eskiden beri içime çekemem illeti, ama bunu Alman mürettebat bilmiyor- Demirim zıpkın gibi tutmuş ya, kanal denizcilerini küçümseyen gözlerle süzüyorum! "
Neyse bunlar, yani Alman mürettebat, sorunu çözmek için Captain Major’un verdiği emirlerle sağa sola koştular, bazı halatların boşunu aldılar falan ama nafile! Bence sebep belli: Demir tutmamış. Kıçtankara olmuş teknede eğer demir tutmadıysa yapılacak sadece 2 şey vardır. Teknenin kıçını sağa sola çekmek, oradan buradan açmaz almak hiçbir işe yaramaz. Ya çıkıp tekrar demir atacaksın ya da demiri tutmuş ve ikinizi birden tartacak bir başkasına bağlanacaksın. Diğer bütün Büyük Kaptanlarda olduğu gibi amiralimiz, çıkıp tekrar demir atmayı gururuna yediremiyor ya da daha kötüsü beceremiyor ki bu daha da ciddi bir problem! Dur bakalım gece nelere gebe? Görünüşe göre elektrik alamıyoruz. Su yarın sabah, şimdilik ihtiyaç yok zaten. Limandaki tavernalardan birine yemeğe gitmeye karar verdik. Alternatifler rıhtımda Iannis, hemen köşede Calypso ve yukarda Manolis. Biz üstü kapalı taraçası olduğu için Calypso’da karar kıldık. Zaten tekneden çok da uzaklaşmak istemiyoruz. Mezeler fena değil, ana yemek limonlu tavuk, beyaz şarap karaf (yarım litre), caciki, cheese saganaki ve tabi ki greek salad. 4 kişi toplam 35 Euro, makul.
Lipso limanın hemen karşısındaki Bakery’si ile meşhur. Adalarda benim gördüğüm tartışmasız en iyi fırın! Akşam ilginç dizayn banklarında kahve, apple pie, cookie ve metaxa-ama maalesef 3 yıldız!- Gece tekneye döndüğümüzde bizim gestapo şefi, eli belinde hala etrafı kolaçan ediyordu. Hafiften gözgöze geldik ama bir yorum yapmadım. Rüzgar 30 knotlara gelmiş oturmuş. Ama biz sapasağlam duruyoruz. Yattık uyuduk, ama bütün gece çarmıklarda uğultular, mandarlarda şakşakları dinledik.




28 Eylül 2008 Pazar

İassos-Türkbükü

Tuzla-Iassos, Türkbükü
Gürcan Ağabey’in teknesi de oralarda, ertesi sabah saat 11.oo gibi sözleşmişiz. Çocukları Pars ve Ayaz’ı da alıp gelecek. 8-9 yaşlarında iki erkek çocuk, balık tutmak için yanıp tutuşuyorlar. Bir hafta önce Gürcan Ağabey’le beraber, Karaköy’e gittik, takım ve olta yapmak için eksiklerimizi tamamladık. Amaç yelkenle seyrederken arkadan atacağımız uygun takımlar yapmak. Bu tekniğe İngilizcede trolling veya trawling deniyor. Biz de sırtı, seğirtme, kaşık, uzun olta yöreye göre değişen farklı isimlendirmeler mevcut. Saat 9.00 gibi uyanınca, etrafı dolaşalım diye yürüyüşe çıktık. Restaurant’da bir hareket yok. Daha bayram başlamamış, Ramazan devam ediyor. Ama etrafta kahve, bakkal bişeyler bulmak mümkün. Balıkçılar kooperatifinin yanındaki kahveye oturduk. Tost yapıyorlarmış, çay da geldi, keyfimiz yerinde. Yanda bir çekek yeri var. Eski usul elektrik motoru ve kızakla çalışıyorlar. Yerde kalın çelik halatlar, kılavuz açılır-kapanır makaralar, zor iştir. Eskiden beri hoşuma gider seyretmesi. İşin erbabı bir tip vardır. O ayarlar her şeyi, diğerleri karıştığında arap saçına döner her şey. O da karıştırmaz kimseyi zaten. Bakkaldan ufak tefek alışveriş yaptık, 4 yaşında bir kız var, dünya tatlısı adı Meryem. Onunla sohbet ederken tam telefon çaldı, Gürcan Ağabey de geldi. Telefonda ona koya girmemesini söyledim. İçim şimdi rahat, hem o girmedi takılmayacak bir yere, hem de ben takılırsam eğer yedekte tekne var en nihayetinde… Neyse bir sorun olmadı, kollaya kollaya avara olduk. Yelkenle seyir, peşimizde oltalar, rota Iassos. Gürcan Ağabey’in ufaklıklar optimistçi, ciddi yelkenciler… ve de hırslılar. Haliyle küçük çapta bir yarış durumu oldu, güzel de rüzgar esiyor, yaklaşıp yaklaşıp arayı açıyoruz. Bağıra çağıra yol istiyorlar bizden, rüzgarüstü tekneyiz ya )))İassos Güllük Körfezi’nin kuzeydoğusunda küçük sakin bir koy. Girişinde sol taraf (Batı tarafı) işaretli birkaç şamadıra var. Gece girerken dikkat etmek lazım. Kuzeyli havalara kapalı. Girişinde sağda bir kule var, eski taş bir yapı. Sanki bir gözetleme kulesi. Bu tür koylara giren balığı takip etmek için kurulmuş dalyanlardaki takip kulelerine benzettim ben. Ama savunma amaçlı da olabilir tabi. Hemen arkasındaki sırtta zeytinler arasına serpiştirilmiş harabeler, güzel bir duygusu var… Hoşumuza gitti. Sahile yanaşmış büyük balıkçı kayıkları var, 1-2 de motor yat. Hemen yanlarına girdik. Bir iki tane şamandıra var, belli ki tonoz atılmış. Şamandıranın büyüklüğünden, ipinin kalınlığından ve sahilden bayağı açıkta olmasından büyük bir tonoz olduğu belli, bizi tutar… Muhtemel guletler veya benzer büyük motoryatlar için atılmış. Bu gibi limanlarda tonoz almak da, demir atmak da hoşuma gitmez. Tonoz alırsın; senin değil, ipi nasıl, zinciri nasıl bilmezsin… Yok sahibi gelir, -hep de gece gelir mübarek- o saatte tekrar çık başka yere git, sevimsizdir yani… Demir atsan başka dert. Tonoza takarsın, liman suyu zaten berbat, yok çek ırgatla, kurtar, kurtaramazsan dal et dalgıç çağır, sahilde toplanırlar her kafadan bir ses çıkar… Sevmem yani! Burada birkaç saat duracağız, yemek yeyip, 1-2 alışveriş. Sahibi gelirse de çıkarız nasılsa deyip tonozu aldık, upuzun koltuk sahile. Rüzgar da yandan bastırıyor, iyice germek lazım, Haldun’da sağolsun hep hızlı girer bu tür yerlere, baktım olacak gibi değil ip elimi kesmesin diye, ırgatın fenerine 14’lik koltuk halatını. Usulünce koyveriyorum. Bu işin ritmi önemli, yavaş koyverirsen tornistanda girerken, hele de rüzgar sağdan yükleniyorsa sorun olur. Bizim tekne tornistanda-diğer birçok tekne gibi- iskeleye çeker. Eğer kaloma yeteri kadar hızlı verilmezse tekne durur. Demirin zinciri yavaş bırakıldığında da aynı şey olur. Tekne durunca, dümenci tekrar tornistana asılır, daha yüksek devirde. Duran tekne dümen dinlemeyeceği için iskeleye kaçar, hele de sancaktan da gelen rüzgar birazcık sertse… İki tekne arasına kıçtan kara olunacağı zaman önemli bir sorundur bu.. Neyse biz hallettik. Çok dert olmadı.
Sağımızda, biraz ilerimizde, çiftliklerden balık taşıma işinde kullanılan bir balıkçı motoru var. Çipuraları ve levrekleri boylarına göre istifleyip, buz kutularına diziyorlar. Bir dolu adam var mahkeme duvarı gibi suratlar, mermer tezgahta çalışıyor… Eskiden beri nedense, balık ve balıkçılıkla uğraşan herkesin neşeli, hayat dolu tipler olduğunu düşünürdüm. Bunlar değildi. Çiftlik çipurasından olsa gerek! Sahilde su ve elektrik almak mümkün. Bizim akülerin biraz rengi atmış, hafif kararmışlar… Sahil kablosunu çıkardım, upuzun, döşedik kaldırıma, daha sokar sokmaz prize anında sigorta attı! Deniz suyunun girdiği de bozmadığı çok az şey var, elektrik prizi kesinlikle bunlardan biri değil. Sağolasın WD40! Sahil kablosunun ucunda, bendeki priz, vidalı değil. Plastik geçme bir sistem. Piyasada satılan prizlerin vidaları, hemen okside oluyor. Aç açabilirsen. Bu prizi bilmezken onun da kolayını bulmuştuk, prizi alıp civatacıya gider, prizi açmak için kullanılanın aynısından iki tane paslanmaz vida alırdım hemen. Sonra orjinallerini çıkartır, yerine bunları takardım. Bu sistem daha iyi, kendi ekseninde döndürünce zaten elektrik tellerine hemen ulaşıyorsun. Önce biraz zemine vuruyorsun, içindeki su boşalıyor, sonra dayıyorsun WD40’ı, koyuyorsun güneşe, 10 dakikaya hazır! Taktık, tamam. Geliyor ceryan.

Biraz ilerde Ceyar (aynen okunduğu gibi ama Babası kesinlikle Teksas'da petrolcü olan değil bu) Restaurant’a yerleştik. Köfteler fena değil, salata gayet iyi, keza patates tava da, tereyağında karides gayet iyi, kalamar tava hep olduğu gibi, iki kişi bira içti, diğerleri meşrubat 5 yetişkin iki genç, toplam 100 YTL verdik. Çok kötü değil… Gürcan ağabey ve çocuklar olta takımlarını yapmak için sabırsızlanıyorlar. Aslında sistem belli. Açıkdenize uygun bir kamış alıyorsunuz, buna uygun bir makine. Bu önemli Boğaz’da sahilden kullanılan makineler burada işe yaramaz. Kendinden freni olan, çıkrık makinelerden almak lazım. Yelkenle, en az 5-6 mille, bazen daha hızlı seyrediliyor. Makinenin alacağı ip kapasitesi belli, en az 300 mt olmalı. İster Rapala ister başka yapay bir yem olsun, fabrika değerleri sistemin teknenin en az 50-60 metre gerisinden geldiğinde etkili çalıştığını söylüyor. Balık yakalandığında, hele de yelken seyrindeyse tekneyi durdurana kadar bir o kadar daha lazım. Gerekirse dynema gibi taşıma kapasitesi yüksek-kendi ince, ama dayanıklı, zor kopan- 035mm, neredeyse 30-40 kg çekeri var- misina alıp, sonra da takımı hazırlıyorsun. Mantık şu. Balığa yaklaştıkça sistem zayıflamalı. Yani en dayanıklı yeri kamış ve makine, sonra misina, (örneğimizde dyneema), arada fırdöndüler ve en son beden… Eğer balık kopartacaksa ağzına en yakın misinayı koparmalı ki zarar en az olsun. Misal elinde kamış kırılırsa, tüm takımı bırakman gerekecek. Dolayısıyla sistem gittikçe incelecek. Biz 3 fırdöndü kullanıyoruz. Bilyalı, Mustard marka koyu renk olanlardan, tercihen klipsli. Ben iki ayrı sistem kullanıyorum, ara sular denilen koylar, kıyılara yakın yerlerde daha hafif bir sistem. Alba Star 3-4 numara kırmızı aksesuarlı kaşık, önüne kalamar görüntülü plastik 4-5 iğneli çapari sırtı, bir fırdöndüden sonra önüne 4-5 kulaç 0,45 fluorocarbon monofilament misina kullanıyorum. Kaşık veya kalamar görüntüsü veren yalancı yemlerin dezavantajı kendilerinin dalma özelliği yok, halbuki Rapala gibi sahte yemler kendilerinden dalıyorlar. Dalmasını sağlamak için 3-4 bazen daha fazla 200-250 gram kıstırmaç kurşun kullanmak gerekiyor. Bu ciddi ağırlıklar söz konusu olunca ben kurşunları dizmek için çelik tel kullanmayı tercih ediyorum. Her iki ucuna halka yapıp, metal baskı ile sabitliyorum. Bu telin uzunluğu kamıştan kısa olmalı, oltayı toplama sırasında kamış üstüne sararken kolaylık sağlıyor, yoksa tel bir yerden dönünce bükülüyor, uzun süre de düzelmiyor, öyle kalıyor.Gürcan ağabeye aynen tarif ettiğim gibi iki takım yaptım. Mevsim uygun, birşeyler almak gayet mümkün. Balık yakalamanın ilk kuralı oltayı suya atmak. Atmazsanız yakalayamazsınız, bu kesin…

Bu tür detaylarla uğraşırken saat 16.00’yı bulduk. Güzel rüzgar esiyor, batı-karayel gibi. Didim kıyılarına tek seferde çıkmak mümkün değil. Güllük Körfezi’nin altındaki Türkbükü, Gündoğan arasında bir seçim yapacağız, Yalıkavak biraz daha uzak. Türbükü ağır bastı. Bayram daha başlamamış, güzel bir sonbahar günü. Nitekim Türkbükü gayet hoş, Hiç yazın olduğu gibi değil. Yine de girişte alargada büyük 3-4 motoryat var, bir de upuzun bir direk. En az 4 gurcata. Nedense eskiden beri tekne direklerinin uzunluklarını gurcata hesabına göre yapma alışkanlığım var. Sözügeçen tekne en az 30 metrelik bişey! Tabii ki lacivert bordalı… Bilmem anlatabiliyor muyum? Türkbükü mendireğinin içinde yer bulmak sözkonusu değil. Mendireğin dışında, kıçtankara büyük motoryatlar arasına baştan demir kıçtan kara olduk. Hava karanlık, yine tutturamadım mesafeyi. Zincir bitti! Biz de 80 metre zincir var, bir de tekne 10 metre, koltuk halatları 5 metre, biz neresinden baksanız bundan en az 5-6 metre daha uzağız rıhtımdan. Böyle bir durumda yapılacak iki şey var. Birisi tekrar döşediğiniz tüm zinciri alıp dışarı çıkmak, ve tekrar atmak. Diğeri ise-bizim de yaptığımız gibi- olduğumuz yer (ki iki büyük motoryatın arasındayız) rüzgar kalmış, pek sağa-sola gitmiyoruz, zaten usturmaçalar da var, rüzgarüstü tekneye önceden hazırladığım koltuk halatını bağladım, baktım yaslanmıyor, doğru öne Haldun’un yanına gittim. Zincir en sonda vidalı bir kilitle tekneye sabit bağlanıyor, onu söktük. Birçok kaptan bunu tekneye bağlarken nedense penseyle iyice sıkıştırır. Bence hiç gerek yok. Zincir zaten en sona gelmedikçe bu kilide hiç yüklenmez. Zaten kavaletadan geçiyor. Zincirlikte birkaç metre zincir varsa bile bu kilide yük binmez. Halbuki bizimki gibi bir durumda bu kilidi çabucak elle açmak çok kolaylıktır. Kilidi söktük, hemen (14' lük 3 kollu 15-20 metrelik yeter) bir halat izbarço bağladık ucuna, fora… Biraz önce bağladığım rüzgarüstü halatı boşladım, elle tutarak rıhtıma kadar geldik. Usulünce kıçtan bağladık tekneyi!
Yanımızda bir gemici var. İyi bir karakter, bize yeni yaptığı çorbadan ikram etti. Kibarca istemediğimizi söyledik, normal değil ama, gerçekten o gün çok fazla yemiştik. Nalan 5 aylık hamile, O bile istemedi! Yoksa eminim çocukçağızın çorbası gayet başarılıydı. Alacaklarımız var. Sorduk manavı bulduk gayet uygun fiyatlar, hemen her şey mevcut. Market fakat pahalı. Çok abartmadan mütevazı bir alışveriş yaptık. Akşam, koya yayın yapan 1-2 de olsa yeteri kadar ses üreten bar ve "sakin" olmayan müşterilerin önünden sahilde yürüyüş yaptık , dönüşte çorbacıda mola verdik. O da mevsim durağanlığından nasibini almış, çorba soğuktu.

Bütün gece esti. Plan Kuzeye doğru çıkarak, Lotus’u Kuşadası veya İzmir civarına bırakmak. İzmir’den dönüş uçağımız var. 7-8 günde nasılsa yaparız diye düşünüyoruz. 7 günde 100 NM, iddialı bir seyir değil. Eskisi gibi, kısa zamanda çok uzun mesafeler planlamıyoruz artık. Yaşlanıyor muyuz ne?
Eğer hava uygun olursa Güllük’ten çıkıp direkt Lipsi’ye veya Leros’un Kuzeyine rota tutacağız. Yaklaşık 30 NM kadar yol. Gece rüzgarı gözlemek için 1-2 kez kalktım, Haldun’da en az bir o kadar kalktı. En son, saat 4’te kararı sabaha ertelemeye karar verdik. Uyuduk.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Tuzla-Iassos

BODRUM-GÜLLÜK
Haldun, İdil, Nalan ve Ben Bir arkadaşımızın düğünü olduğu için Bayram tatilini 9 güne çıkarmış olmalarına rağmen, biz Cumartesi’yi dahil edemedik, zaten sabahında ameliyatlar ve hastalar var. Ancak geç saatte bir uçak bulduk. O saatlerde uçaktan inip marinaya ulaşmak en az 1,5 saati buluyor, yoruluyor insan. Başka ne yapalım diye düşünürken, aklıma Güllük Körfezi içinde bir yerlere bağlanmak fikri geldi, havalimanına çok yakın. Zaten oldum olası, tekne güneydeyken marinalara bağlanmaktan nefret etmişimdir. Çok uzun süre bırakmayacaksak, bir lokanta önü, bizi seven bir kaptanın evi, bekçisini tanıdığımız bir balıkçı barınağını tercih etmişimdir hep. Bu sefer de, sağolsun Gürcan Ağabeyin önerisiyle, Güllük Körfezinin dibindeki Bargilia Raestaurant’a bağlanabileceğimizi düşünerek sahibi Turan Bey’le temasa geçtik. Konuşmamızdan olumlu sonuçlar aldık. Zaten tekne sadece birkaç saat kalacak. Sergün, kuzeniyle beraber Karacasöğüt’ten aldığı tekneyi bir önceki hafta Bodrum’a oradan da Yalıkavak ve Güllük’e getirmişti. Oralarda oyalanıyordu, bizden nereye bağlanabileceğimiz konusunda fikir bekliyordu. Nitekim Restaurant’ın sahibiyle onu konuşturduk ve buluşturduk. Ama galiba bu sefer biraz cansiperane davranmışız. Çocukcağız bahsettiğimiz yere girene kadar, sığlıklara iki üç kez oturmuş. Birisinden zor kurtulmuş. Bilen bilir, Tuzla denilen yer, girişinde balık çiftliği ve küçük bir limanı ve sahilinde köy kahvesi ve kooperatifi olan bir yer. Bahsedilen restaurant daha içerde, geniş bir dereağzından giriliyor, sığlıklar tehlikeli. Bazı işaret şamandıraları var. Tatlı suyla karışan deniz suyu ve balık çiftliklerinin kirliliği sebebiyle suyun dibini yarım metreye kadar bile görmek mümkün değil. Dolayısıyla sığlıkları, çok yakına kadar gelmedikçe, fark etmek cidden zor. Sergün’e kesinlikle geceye kalmamasını önermiştim. Teknenin anahtarı her ihtimale karşı Turan Bey’de. Ama sabaha karşı varınca adamcağızı uyandırmayalım diye, biz yedek anahtarla girdik, daha doğrusu giremedik. Anahtar kırıldı! Akşam akşam kilitle uğraştık, bir dolu. Takımlara da ulaşamıyoruz. Dolaplar kapalı. Neyse hallettik bir şekilde…
Lotus yine her zamanki gibi güzel…
Bu tür seyahatlerin ilk gecesi, tekneye vardığımız o ilk an hep çok hoşuma gitmiştir. Hani derler ya yelkencinin seyahati tekneye binince başlar diye…
Bu da öyle oldu.Gece o saatten sonra, seyre çıkmaya, hele o sığlıkların arasından çıkmaya hiç niyetim yok. Tekneyi şöyle bir kolaçan ettik, zaten eksik birşeyimiz yok pek. Yattık uyuduk.

12 Eylül 2008 Cuma

GÖKOVA/2008-II

KARACASÖĞÜT – AKBÜK
Mehmetler geçen hafta çıkarken tüm tatlı suyu bitirmişler, demir aldık, bu sefer su almak için iskeleye kıçtan kara yaptık. Bayramla hesaplaştık, biraz alışveriş yaptık, demir alıp Sedir Adası’na doğru gazladık. Hafif rüzgarda yelkenle Sedir’e vardık, demirleyip botla karaya çıktık. Pek kimseler yok, Esra ilk defa Kleopatra’ya geliyormuş, yatıp keyif yaptık, sonra antik şehri dolaştık, yüzdük. Antik Yunan’ı bir kere daha takdir ettik. Akşam 6 gibi, Cleopatra kapanırken biz de çıktık, demir alıp, Tuncer abiler Akbük’delermiş, oraya doğru yelkenleri bastık. Özellikle İdil’in, aynı zamanda Esranın da Tuncer abi, Meryem ve tekneleri Gigi ile tanışmalarını mutlaka istiyorum.
Akbük’e güzel bir apaz seyriyle 1 saat gibi bir sürede vardık, Tuncer abi yine acayip sote bir yer bulup kıçtan kara oluvermiş, biz de onlara aborda olduk. Tanışma faslından sonra, akşam olduğu için yemek faslına geçtik, Gigi’de hafif bir yemek yedik, Tuncer abi de Meryem de Gigi de çok çok tatlılar.

11 Eylül 2008 Perşembe

GÖKOVA/2008-I

KARACASÖĞÜT
Bu sefer Dalaman’a uçtuk, Ekip Esra Ege, İdil, ben. Taksiyle 115 YTL’ye kendimizi Karacasöğüt’e attık. Tekne kıçtan kara, bot iskelede. Anahtarlar Tuncer abi’deydi, onlar Akbük’e gitmişler, anahtarları Bayram’a vermişler, Bayram da sağolsun çamaşırlarla birlikte bota koymuş.
Tekneye yerleşip, gece geç olduğu için cumburlop yatak.

7 Eylül 2008 Pazar

Bir orkinos hikayesi

Nalan neredeyse 5 aylık hamile, yazın son günlerinden faydalanalım istiyoruz. Dostlar Karacasöğüt'te, Lotus Bodrum'da. Bütün yazı Yunan Adalarında geçirdiğimiz için olsa gerek Karacasöğüt daha da bir gözümüzde tütüyor... Tuncer ağabeyler ve İzmir'den dostlarımız Evren ve arkadaşı Eda da çok istedi, belki bu yaz son bir sefer için planları yaptık. Uçak yine gecenin köründe...
Biz yine el ayak çekildikten sonra marinadayız...
Mevsim çok hoş, geceleri biraz serin ama gündüz harika. Balık için çok uygun sulardayız, takımları düzelttim çıkrık makinada bir problem vardı, kaloma kolu çalışmıyordu, onu tamir ettim, takımı ve düğümleri elden geçirdim.
Teknik anlatmak gerekirse en uçta Williamson Diamond Jet Feather-kırmızı renkli, kalamar yapay yem, kendinden iğneli-, önünde 4 iğneli, hepsi yeşil-fosforlu sırtı düzeneği, ilk fırdöndü-karbon, siyah, bilyeli-, arada 0,70 fluorocarbon misina 7 kulaç, üzeine 3 tane 200 gm kıstırmaç kurşun dizilmiş çelik tel, hem önünde hem arkasında iki fırdöndü, sonrasında ana beden 0,45 örgü-dynema 350 metre. Makine banax 50 çıkrık, kamış 210 orta sertlikte Shakespeare.
Hava durumu 5 kuvvetinde NW veriyor, geniş apaz pupa hızlı gideceğiz anlaşılan. Suya çok dalmayan Jet Fly kalamarı kullanmayı düşünüyorum. O mevsimde Lambuka da olsa, Orkinos da olsa ikisi de bayılır. Aslında taze kalamar bulabilsem ve uçlarına bağlayabilsem biraz harika olur ama Bodrum da o mevsimde bulmak hayal...
Ertesi gün 40 millik bir geçişimiz var, Turgutreis'ten çıkıp, Gökova'yı geçip direkt Karacasöğüt'e gideceğiz. Lotus'un pek bir eksiği yok, sabah yalnız yelkeni tamire bırakmıştık onu alacağız ve donatacağız.
Yine aynı şey oldu ve erken çıkamadık haliyle...
Kısa bir denize girme molası ve yola koyulmamız öğleni buldu. Tahmin edildiği gibi rüzgar sancak kıç omuzluğumuzdan geliyor, keyfimiz yerinde, Haldun balon açalım dedi. Açtık. Lotus yine uçuyor dalgaların üzerinden, O'nun da keyfi yerinde... Bir ara Nalan uykudan kalkıp dışarı çıktı, güneş rahatsız ediyor çok. Lotus'da bimini yok maalesef. Geniş apaz seyirlerde, kıç ıstralyaya tespit etttiğim bir halatı, öne kadar uzatıp direğe bağlıyorum. Bumba iyice solda olduğunda, bu halatın üzerine geçirrdiğimiz günlük kullanma tentesini örtebiliyoruz. Tek kötü tarafı istenmeyen bir kavança yenirse, vardavela telerine tutulmuş lastikleri koparır muhtemel, yoksa vardavelaları söker herhalde ya da kıç ıstralya! düşünmek bile istemiyorum. Bumbaya bir güvenlik tertibatı, içeri girdik oturduk. Yemekler çıktı hem koşturuyoruz, hem yiyoruz, içiyoruz, zaten kokpit dağılmış vaziyette....
Vızzzzzzzzzzzzzzzz!
O malum ses...
Hay balık gelecek zamanı mı buldun?
Kısa bir süre birbirimize baktık???
Benim için çok şeyler söylemişlerdir şimdiye kadar ama "üşengeç" dememişlerdir hiç ))
Hemen rüzgar üstüne dön, balon indir... Düşündüğümüz kadar kolay olmadı, meğer rüzgarüstü ıskota makarası parçalanmış, farkında değiliz, başüstünde indrene kadar canım çıktı. Çok vakit kaybettik, umuyorum kaçmamıştır, oltayı elime aldığımda, ağırlığı hisettim. ))) İyi haber!! "Bu akşam aç değiliz çocuklar, ama yarın deniz çekilirse ne olur bilemem"
Bayağı uğraştık, 1 saat kadar sürdü. Bir albakor muhtemel, (bu bilgiyi tabii dönünce internetten araştırarak öğrendik) atuna.com'da iyi detaylı bilgiler ve baliksevdasi.com forumunda bilgili ve tecrübeli dostlar bulmak mümkün... Eti çok hoş, oldukça yağlı. Hemen Karacasöğüt'e telefon, mangalı hazırlayın geliyoruz. Önce ihtimal vermemişler. Ama bereketi görünce herkes çok sevindi. Teknede yapılacak gibi değil, restauranta götürdük. O büyüklükte orkinosu hazırlamak ve kesmek tam bir sanat. Takdir edersiniz ki Japonlar bu işte çok ileri... Oldukça sert bir derisi ve çok yumuşak eti vardı. Aşağıda internetten bulduğum linkler var http://ktunnel.com/index.php/1010110...9a2f8500f16730 sashimi tuna diye youtube a yazınca çıkıyor. Lop eti çıkarttıktan sonra, çok harlı kömür ateşinde, kalın biftek gibi kesip, az pişirerek yemek ideal. Bayağı bir paylaştık, yarısını lokantaya bıraktık, geri kalanını ertesi gün fırında sebzeli yaptık, az bir kızmını da limon ve tuzla çiğ balık. 3 gün 8 kişiyi doyurdu...
Denizin bereketi işte ne zaman geleceği belli olmaz...
şükran sana Poseidon!