9 Aralık 2014 Salı

11 Kasım 2014 Salı

Lotus Seferi

Sevgili Fatih Tanış'ın ağzından Lotus ile bir Hisarönü-Eğitim Seferi

Teknemiz Lotus
Toplamda 3 gece 4 gün süren Lotus Yat Kaptanlığı Eğitim Seyrini kısa notlarla anlatmaya çalışacağım;


Önce ekibi tanıtarak başlayım isterseniz. Ekibimiz Mehmet Erem, Selma Ömür, Can Ateş ve ben Fatih Tanış’tan oluşmaktadır efendim.

İlk gece uçaktan inip havaş ile Marmaris terminaline oradan da Selma hanım ın bizi alarak tekneye varışımızla başladı. Tekneye ulaşmamız Akşam saatlerini bulduğu için seyre çıkılmadı. Teknede kamaralara yerleşmemizin ardından  ekip olarak iskelede ayrılan masamızda yerlerimizi aldık. Aynı iskelede bağlı olan Avara kaptanı Erol Akyiğit, misafirleri Erkan Bey ve Ayşe Hanım la bir süre sonra masamızda bizlere katıldılar. Erol abiyi ben daha önceden tanıyordum fakat misafirleriyle tanışmak bizler için sürpriz oldu. Sebebini yazımın ilerleyen kısmında hep beraber göreceğiz.
12 Eylül 2014-Orhaniye-Simi 

Sabah 9 gibi kalkıldı. Seyir hazırlıklarına başlandı. Saat 10 civarı bulunduğumuz Begonvil iskelesinden avara olundu. İskele kontra kolayına bir rüzgarla 3 saat civarında sürdü yolculuğumuz. Seyirlerde hiç durmadan her boş vakitte sözlü eğitim yapıldı Mehmet Erem tarafından. Tüm ayrıntılarıyla Yat Kaptanlığının incelikleri elimizdeki yazma tahtasına ve sonrasında uygulamalı olarak haritalar ile masaya yatırıldı. 
MEREM

İlk önce dik tepelerinin ve denizinin beni her seferinde ayrı büyülediği  Thessalona koyunda deniz molası verildi, demir atma pratiği yapıldı. Orada bize Avara ve mürettebatı katıldı. Sonra Pedi’de konaklamak üzere birlikte demir alındı ve seyre çıkıldı. Yaklaşık bir saat sonra Pedi’deki beton iskele ye aborda olmak üzere hazırlık yapıldı, detaylı şekilde yanaşma taktikleri tartışıldı.
Pedi’de deniz molası verilerek dinlenildi ve daha sonra Simi’ye gitmek üzere topluca otobüse binildi. İlginçtir ki otobüste bu aylarla mı alakalı pek bilmiyorum ama yaş ortalaması sanırım 70’in üzerindeydi ve bu bize kendimizi oldukça olgun hissettirdi.  Hep birlikte Simi’de alışveriş için markete uğrandı. İhtiyaçlar karşılandı. Akşam sahilde bulunan Pandelis restaurantta likidler eşliğinde çok keyifli bir aksam yemeği yenildi. Likidlerin dozu arttıkca ekiplerde bir bir çözülmeye, samimiyet doruk noktaya ulaşmaya başladı. Nitekim sonrasında bulduğumuz çok eğleneceğimiz bir barda müzik dinlenip dans edilmeye geçildi. Artık burada dananın kuyruğu kopmuş iki ekibin de fırlamaları su üstüne çıkmış, tüm Simi bizim Ankara oyunlarıyla oynar hale gelmişti. (Aramızda Ankaralı olsaydı daha iyi olacaktı ama neyse) Saat bayağı ilerlemiş eğlencenin dibine vurulmuş likidler görevini icra etmiş bir halde dönüş için araç aranmaya başlandı. Nitekim bilenleriniz vardır. Simi’den  pediye en son araç yanılmıyorsam 23.00 dür. Nihayetinde bizim samimi eğlence anlayışımıza uyum sağlayan bar çalışanlarının da yardımıyla bir kamyonet bulunmuş ve biz erkekler kasasında yerlerımızı almış olduk.  Tabi bu arada elimizde shut bardakları (dökülürse az zayi verelim amacımız) içlerinde de Metaksa eşliğinde. Pedi ye vardığımızda kamyoneti kullanan arkadaşa lütfen kasanın damperli olduğunu söyle tarzında yakarışlar duyulmadı değil. Nitekim sürünerek de olsa bir şeklide sağsalim kayıklarımıza vardık. Bilmiyorduk ki bu gecenin macerası yeni başlıyordu. Ben hemen Mahir abinin gıcık meşhur kablosuz ses aygıtını en olası romantik müzik ile donatarak ortama bir romantzm kattım. Katmaz olaydım.  Bizim aşık misafirler Erkan ve Ayşe Lotus'un güvertede başladılar aşkın ve tutkunun dansı tangoya hemen. Neyse yine bardaklar doldu doldu boşaldı Lotus'un havuzluğunda hep birlikte. Başlandı hatıralar anlatılmaya hep birlikte. Bi ara Selma ve Ayşe hanım aşağı indiğinde Erkan abi açılmaya başlamaz mı. Abi ben aslında geçmişimi size pek anlatamadım hanımların yanında. Ben eskiden Londra Playboy vıdıvıdı sıydım. ( Ne olduğunu unuttum Playboy'dan sorumlu Londra Bakanı gibi bişeymiş) Haydaaaa kardeşim şimdi mi söylenir bu. Son gece hatta son saatlerde, engin tecrubelerinden faydalanmadan seni nasıl bırakalım dimi ama. Aklımıza gelen binbir soruyu adama yönlendirdik tabi biz hemen. O ablalar insan mı ne yer içerler de bu güzellik vb. Adam ambole olmuş bir şekilde başladı anlatmaya.  İşte ben saydığım kadarıyla 12 tanesi ile arkadaşlık kurdum şu kadar görüştüm en uzun  falan demeye. Üzerine şu anda ben bir kaç playmate kızı ile komşuyum oturduğum sitede demez mi. Muhabbetin sonrasını zaten hatırlamıyorum. (Rtük kararı ile )




13 Eylül 2014: Simi-Palamutbükü

Planımız, gece iyice dinlendikten sonra sabah uygun bir vakitte uyanıp, Palamutbüküne yani Mahir Günşıray ve Eşi Claude'un bulunduğu limana bağlanmaktı. Seyrimiz eğitim ve tartışmalarla çok keyifli sürdü. Yanılmıyorsam saat 5 civarı idi. Benim kaptanlığımda Palamutbükü ne vardık. Palamarımızı Mahir ağabeyin elinden almak ayrı bir zevkti. Ve kıçtan kara sağsalim liman a bağlandık. Bir saat kadar hoş geldiniz kokteylinden sonra  akşam yemek için sözleşerek ayrılındı. Hemen kıyıda bulunan bir restaurant ta Mahir abi, Eşi, Can, Mehmet Abi ve Selma hanım ile akşam yemekleri yenildi. Ve sonrasında gece seyri yapmak üzere hazırlıklara başlanıldı. İstikamet Dirsekbükü maksat gece seyri incelikleri eğitimi.


Bulunamayan Dirsek 

Kaptanımız üstadımız sağolsun, sayesinde konaklayacağımız koy olan Dirsekbükü ne gece seyri ile, sadece harita ve kerteriz pusulası yardımıyla tüm görebildiğimiz fenerleri haritadan kontrol ederek, hiçbir elektronik cihaz kullanmadan geldik. Ama nasıl ? …. ayrıntılarda tabiki .

Tabi ki bunun için önce üç ayrı noktadan kerteriz alındı.Bu kerterizlerden ilki bir Fener idi. İlk görülen sancak tarafımızdaki bu fenerin, yine sancağımızdaki belli bir derecede haritada ve gerçekte fenerin önünü kapayacağı bir burunun derece ölçümü yapıldı ve o dereceye kadar seyre devam edildi. Çünkü koyun tam ağzına en yakın o şekilde gelinebilecekti. Velhasıl bu rota bizi koyun ağzına, yani çıplak göz ile içerideki demir fenerlerinin görülebileceği mesafeye düşürecekti. Nitekim düşünülen pozisyona hesaplanan şekilde gelindi.
Bu arada araya bir anekdot ilave etmeden duramayacağım. Mehmet Abi hesap yapmak için bir harita masasına, bir havuzluğa mekik dokurken biz kendisini izliyor merakla bakıyoruz. Allah Allah diyorum ben içimden bu adam niye bu kadar heyecanlı gidip geliyor. Meğer Gps in pili bitmiş oda manuel harita hesabı ile yerimizi tespit edip rota belirliyormuş. Neyse koyun ağzına geldikten sonra beyler dedi ‘koy girişi biraz çetrefilli gözünüzü dört açın bir yere bindirmeyelim’ E Mehmet Abi niye Gps ten açıp bakmıyoruz koy girişine dediğimde. Yok ki kardeşim Gps in pili demez mi.(Bunu da yazmadan duramayacağım; arada kopya çekmek için onun el Gps ini kullanıyordum sorularına cevap vermek için aleti açık unutmuşum) Nası olmaz abi benim yanımda iki tane Navionics (İpad ve İphone) bir tanede Garmin Deniz Haritalı El Cihazı var deyince. Al onları tıpa yap teknene demez mi. (Bu benim yorumum tabi) ‘Ben bir saattir ne için uğraşıyorum bilmiyormusunuz ter attı her yerimden koyun ağzını tutturacağım diye niye söylemedin Fatih cim’. ‘Abi ben ders zannettim o koşturmacayı ne güzel öğreniyorduk’ dediğimde ‘Neyse bunu da iyice tatbik etmiş oldunuz’ yanıtını aldım Kaptan’ı Deryamızdan. Tabi sükunetle.

Aslinda bulunan ama biraz terleten dirsek yani.


14 Eylül 2014: Dirsek-Orhaniye

Gece seyrinin sabah 6 civarı bitmesi ile kamaralarına çekilen ekip, öğlen sularında tekrar uyandı. Sabah yapılan mükellef bir kahvaltının ardından son eğitim günümüze girmiş bulunuyoruz. İlk işimiz ‘karadan koltuk aldığımız sancak kıç omuzlukta bağlı olan halatımızı rüzgarın dirise etmesi sonucu ne yapmalıyız’ dersi oluyor ki durum da o zaten o an. Benzer uygulamaların yazı tahtası üzerinde örneklenmesinden sonra Sevgili Mahir ağabeyin Dirsek büküne yaklaştığı haberini alıyoruz. Bizde misafir ağırlamak üzere ders için dağılan tekneyi toparlamaya başlamıştık ki. Ciddi ve bir o kadar sıkıntılı bir olay gelişiyor.

Lotus su alıyor !


Bir gün önceki, sancak kontra 25 derece tam arma orsa seyirde ipuclarini veren yine sancak kic kamaranin paspasi olmustu aslında. Ama kıç kamarada iki acemi çaylak olduğumuz için biz işi uyanamadık tabi.

Evet Lotus nasıl olduğu belli olmayan bir şekilde su alıyordu.

Gelelim konuya. Hep birlikte ortalığı toparlıyoruz. Mehmet abiye kilit lazim oldu. Farş tahtalarının altında oldugunu ogrendiğim kilit kutusunu bulmaya gittim. Aman tanrim ne göreyim! Sintine tamamen sular altında. Hemen kaptana bilgi verdim. İnanmakta zorlansa da görünce ikna oldu tabi. Hemen motor bölmesi açıldı tahmini derinliği bir metre olan sintine tamamen su dolu. Mehmet abi durum değerlendirmesi yapmak için hemen traş olmaya gitti tabi. Şaka bir yana. Kaptan ilk iş hemen elektriği kesti. Çocuklar ‘sıkıntımız var’ dedi Can ve beni aldı yanına. Açın bakalın diğer farş tahtalarını dedi. Biz elimize bir kova ve maşrafa benzeri aletler alıp başladık suyu kovalara oradan da lavaboya boşaltmaya. Ben bu kadar hacimli bir sintine daha önce görmemiştim şahsen. Biz Can ile boşaltma işlemi yaparken Kaptan da aldı takımları eline fizibilite yapıyor. Nihayetinde anlaşıldı ki motorun deniz suyu alım hortumu bir şekilde hasar görerek suyu sintineye kaçırıyordu. Hemen borunun hasarlı bölgesi kesilip ek yapılarak önce bu sıkıntı giderildi. Gelelim sonra ki işlere, volan koruması civataları gevşek çıktığı için onlarda sıkıldı güzelce. Tabi benim aklımda bir soru işareti var bu motor suyun içinde kaldıysa elektrik bağlantıları için ne yapılmalıydı. Kaptana soruyorum durumu evet haklısın onlarıda check edeceğiz yanıtını alıyorum. Gerekli kontrolleri yapıyoruz. Ama aklımıza gelmeyen bir olay var motorun gevşek olan volan bağlantılarından su alıp marş motorunun içine su girmesi. Nitekim her şeyi nizami hale getirip kontrolleri de yaptıktan sonra makinaya basıyoruz ve gayet güzel çalıştığından emin olup kapatıyoruz motor dairesini. O arada Mahir ağabeyler gelmiş bize aborda olmuşlar ama biz harıl harıl su boşalttığımız için kafayı çıkarıp bir merhaba bile diyememişiz. Bizi soran Mahir abiye Kaptan ın cevabı; ‘Çocuklara ödev verdim onu yapıyorlar birazdan gelirler’ oluyor.  Biz sessiz sessiz gülüp çalışıyoruz tabi bu arada. Durumu belli etmeyeceğiz ya.  Neyse sonuçta sıkıntılar giderilip her şey halloluyor. Tabi şimdilik. 

Misafirlerimizle bir iki saat vakit geçirdikten sonra. Biz dönüş yoluna çıkmak üzere hazırlıklara başlıyoruz. Tekneyi neta edip alıyoruz demirimizi, görülen hiçbir sorun olmadığından emin olarak rotamıza giriyoruz. Hisarönü körfezinde ciddi bir rüzgar ile eğitime devam ediyoruz. Hatta o rüzgarda balonumuzu basıp ‘broşa nasıl düşülür ve çıkılır’ eğitimi alıyoruz. Ve sıra son dersimiz olan Man Over Board tatbikatına geliyor.

Yapılamayan Man Over Board !

Tüm sözel anlatım tamamlandıktan sonra hazırlanan kobay insan ( büyük bir halat rodası bağlanmış balon usturmaça) denize atılıyor. Kaptanımız Can. İlk görsel teması sağlayan Mehmet Erem ‘Denize Adam Düştü’ ikazını yaparak arkasından halat bağlı Can simidini atıyor. Can Kaptan motor çalıştırıp tatbikata geçeceği sırada aaa o da ne motor marş basmıyor. Bir daha bir daha derken hiç tık yok. Marş motoru hiç hareket etmiyor. Haydaaaa bütün ekip kopuyor tabi gülmekten. Mehmet Abi olan bizim malzemelere olacak çocuklar hemen biriniz bota diğeri de benimle makine dairesine diye komut veriyor tabi. Can bot kaptanımız bu arada. İlk geldiğimiz günden beri her boşlukta bota atlayıp koyları teftiş ettiği için ona bu lakabı uygun görmüştük.  Nitekim biz aşağı iniyoruz o da ne içeride bir duman. Mehmet abi yine elektrikleri kesiyor hemen. Makine dairesi açılıyor. Marş motorunun tüm kabloları yanmış ve motorun kendisinide zortlamış çıkıyor. O arada Can bizim kobayı almış gelmiş. Ben hemen dümene çıkıyorum. Can da elektrik okuduğu için marş motorunun başına Kaptan'ın yanına geçiyor. Evet şu an motorumuz yok ve dışarıda değişken olmakla birlikte iğnecikten gelen 20 knot civarı bir hava var. Biz bu rüzgarı geniş apaz kullanarak gireceğimiz koya en yakın düşeceğimiz noktaya dümen tutmalıyız. Bu durum çok elzem bir durum değil aslında. Nihayetinde biz Kaptanı Deryamız Merem Kaptanımızdan üç gündür zaten bunun eğitimini aldık. Ama arkamızda bir motor güvencesi olmaması tabi ki insanı düşündürüyor. Çünkü sorumluluk bende ve Lotus'un Kaptanı motor dairesinde. Ve herhangi bir hatamda bana yardıma hemen gelemeyecek durumda. O arada rüzgar benimle oyun oynuyor. İğnecikten gelen rüzgar arkamdaki tepelerin etkisiyle karışıp yön değiştiriyor. Bir iki üç derken dayanamıyorum ‘Kaptan ben ayı bacağı yapacam’ diyorum. Dur geliyorum yanıtını alıyorum. Tabi Kaptan geldiğinde rüzgar yine yön değiştirmiş geniş apaz a dönmüş olduğundan fırçayı basıyor bana. ‘İşim var çocum’ böyle devam et sen. Tamam kaptanım diyorum. Nitekim koyun girişine geliyorum rüzgar arkadan estiği için kavança atılacak bu arada. Altımdaki tekne de Lotus tabi, Denizin Fatih i olsa ohooo. Neyse atıyorum kavançayı giriyorum koya derin bir oh çekiyorum. Erol Kaptan Begonvil Restaurant ın botu ile bizi yedeklemeye geliyor. Bu şeklide sağ sağlim yerimize bağlanıyoruz. Eğitim maceramız ‘Full Eğitimle’ sonlanıyor. 

Aslında İşin Başından Beri Kimsenin Aklına Bile Gelmeyen Bir Gerçek Vardır. Oda Bu Olayların Mehmet Erem'in Ekibe Eğitim Adı Altında Yaptığı Komplolar ve Sonucundaki İşkencelerdir. Fotoğraf Herşeyi Anlatıyor.

Anlatımımda bir yanlışlığım varsa ekip arkadaşlarımdan özür dilerim. Avara ekibinin hoş görüsüne sığınarak kendileriyle tanışmaktan kıvanç duyduğumu belirtmek isterim. Ayrıca eğitimle ilgili her ayrıntıya değinemedim nihayetinde yazım eğitim değil maceralarımız hakkındaydı. Öğrettiği engin bilgilerden ötürü Sevgili Mehmet Erem e saygılarımla.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Tamirat ve Bakım Günlüğü 2014

Bu yıl Lotus’ta yaptığımız tamirat ve bakımlar
1-Ana yelken tamamen parçalandı. Melih ağabeyler sert rüzgarda yelken yırtılınca, direğin içine sarmışlar. Yırtılmış bir anayelkeni direğin içinden çıkartmanın bu kadar zor olacağını doğrusu baştan tahmin edemedim. Tam 4 kere direğe çıkmam gerekti. Toplam 3 saat sürdü, indiğimde yürüyemiyordum!
Diğer yedek ana yelkeni bastık. Kalan parçaları attık. İkinci yedek anayelken bakıma gönderildi. Ciddi küf lekeleri vardı. Özel bir ilaç ile bembeyaz hale getirdiler. Mayıs 2014
2-Pi su tankı vanası kolu kırıldı. Elimde kaldı. İşin kötüsü kapalı vaziyette-aslında iyi mi kötü mü o kadar da emin değilim- Geçici bir çözümle yeni bir düzenek yaptım. Güverteye gelen emiş hortumunu söktüm, 1,5 parmak-3 çeyrek hortum eki ve redüksiyonu ile bir başka vanaya taşıdım. Araya da bir el pompası monte edince sistem şimdilik halloldu. Kalıcı çözüm tekneyi karaya almak. Mayıs 2014
3-Bu sene karaya almayacağız. Bu üçüncü sezon. Altı çok fena değil. Dalıp pervaneyi temizledim. Seneye zaten tik güverte ve iç verniği ile beraber büyük bakım var. Erteledik.
4-Sintine pompası yine çalışmıyor. Bu pompa beni çıldırttı artık. Diyaframlı bir pompa, aslında çok pahalı bir pompa, o yüzden sanırım atmaya kıyamadım şimdiye dek... Elektriğini söktüm. Standart impellerli, yeni bir pompa alıp, emiş hortumunun ucuna taktım. Diyaframlı pompaya giren ve çıkan hortumları da söküp araya bir hortum eki sistem hazır. Sintinedeki pompaya elektrik çekmeye de gerek kalmadı. İptal ettiğim buzdolabı siteminin kablosundan yararlandım. Panoda bu kablonun uçlarını bilge pump’a taşıyınca her şey fıstık gibi oldu. Bir ara flotter’ı da takacağım. Hatta bir de bu sistem çalışınca ötecek bir alarmı elektrik panosuna yerleştirebilirsem 4/4 lük olur! Haziran 2014
5- Raşit seyirdeyken aradı. Egzosttan beyaz duman atıyor. Hararet ötmedi, henüz kırmızı da değil ama bayağı yüksek dedi. Normal inceleme ile bir arıza tespit edememiş. Genelde yelken yaptığını, çok da yüklenmediğini söyleyince Bodrum’a kadar sabret orada baktırırız dedim. Bir gün sonra, Knidos’u dönerken yüksek devirde, “egzosttan su atımı tamamen kesildi” deyince hemen rölantiye almasını ve egzosttan duman da gelip gelmediğini sordum. Duman da yoksa kolay, muhtemel tekne içinde su vardır! Var deseydi zaten yanmıştık. İmpelleri o haliyle açık denizde değiştiremezdi. Neyse sonuç olarak, yerinden çıkmış bir hortum kelepçesi sıkarak ve tekne içinden 20 galon su boşaltmakla konu çözüldü. Ama suyu boşaltırken asıl konunun sebebini keşfettik, meğer motora giren telli hortum, farşın altında sıkışmış. Motora az su geliyormuş. Beyaz duman da kesildi, motor da rahatladı. Temmuz 2014
6-TÜYEP Akreditasyon’u için teknedeki eksikleri tamamladım. İyi de oldu. Tarihi geçmiş fişekler ve maytaplar atıldı. Yenileri alındı. Haritalar güncellendi, kerteriz pusulası (Plastimo IRIS50) , pusulalı bir dürbün (WestMarin Tahiti 7x50), şişme can yelekleri (Lalizas Sigma 6 adet), güverteye güvenlik halatı, kokpite 2 at nalı ve 2 ışıklı şamandıra. Yangın battaniyesi, yangın tüpleri yenilendi,   duman ve gaz alarmları takıldı. İlk yardım çantası yenilendi, içeriği güncellendi.  Tekne içinde yangın tüpleri, can yelekleri, battaniye ve ilk yardım çantası yerlerini gösteren IMO reflektörler yerleştirildi. Mayıs 2014
7-5 BG  Yamaha dıştan takmanın karbüratörünü söktüm temizledim. Paslanmış gaz telini söktüm. Bodrum’da yedek parça bulamadım. Bir usta sağolsun tavsiye etti, mo torsiklet telleri de aynı işi görüyormuş diye. İpek diye tabir edilenler hem de paslanmıyor, kurşun olan topuzunu azıcık eğelemek gerekti yerine takarken o kadar. Pervane sıyırıyordu. Yenisi bir dünya para, 3 yerden set uskur. Diyeti 20TL.  Botun kopan parçalarını yapıştırdım. Bu iş için 2 komponentlli ürünleri kullanıyoruz. Fön makinesi veya ısı tabancası ile verimli, oluyor. Sıcak ile kür oluyor. Ama seneye bizim bot yolcu gibi. Yakında sadece tutkaldan oluşacak! Temmuz 2014
8-Rüzgar jeneratörünü söktüm. Istanbul’a getirdim. Meğer içindeki elektronik devrede bir mosfet yanmış. Değiştirdiler. Geri götürdüm, ağır da birşey lehunda. Uçağa almaya cesaret edemedim. Tam monte edecem fark ettim ki kuyruk yok! Tahtadan bir kuyruk yapıp geçici taktım yerine çalıştı! Şimid metalden bir kuyruk kestiricem bu aralar…
9- Hebil koyunda Raşit’ler motoru çalıştıramadılar. Elektrik falan iyi, akülerde sorun yok. Marş otomatiğini tıklamakla olmadı. Düz kontak da olmuyor. Mecbur motor söküldü, sanayiye gitti. Marş otomatiği değişti. Şimdilerde iyi. Temmuz 2014
10-Zincir galvanize gitti Çapalarla beraber 800TL. Marmaris Anfora Yatçılık. Sonuç iyi. Galvanizin bozulma sebebi, baş üstündeki eski makara değişti. Derlinden yenisi ve tornası 120TL. Geçen sene Orhaniye’de kaybettiğimiz tonoz düzeneği yerine, admiralti 35 kg, 15 metre 10’luk kalibre zincir ve bağlantılar, fırdöndüler satın aldım. Şubat 2014
11-Orhaniye’deki Cevdet Usta iyi bir döşemeci. Tekne içi rötuşlar, bayrak gönder kılıfı, kokpit minderleri ve sırtlıkları yeniledik. Şimdilerde dümen deri kaplamasını yapalım mı düşünüyorum. Mart 2014
12-Tekne içinde su var. Tatlı su. Yağmurdan falan girmiştir diye kendimizi kandırdık biraz. Gece ortaya çıktı. El ayak çekilince ara ara hidrofor çalışıyor. Her yere baktım. Tekneyi darmadağın ettim. Bir türlü bulamıyorum. En sonunda aklıma geldi. Kokpitteki duş musluğu!

13- Ama bu senenin asıl hamlesi elektronikler. Rüzgar, hız ve derinlik için mevcut ST30’ları söküp, I70 serisine geçeceğiz. Monitor olarak içeriye E80 aldım. Buna ek olarak ST70 bir grafik de ekleyeceğim. EBay manyağı oldum, haftalardır. İkinci el malzeme bulmak da çok kolay. Açık arttırma teknikleri bile geliştirdim. Ama çok manyak bir sistem bu. Kafayı yeyip hiç ihtiyacın olmayan şeyleri sırf ucuz olduğu için alıp toplamak, tekneyi hurdalığa çevirmek gayet mümkün! ))) Bana hepsi (tüm transducerlar ve kablolar ile I70+ITC5, E80 monitor, ST70 multi ve ST70001 otopilot kontrol ünitesi) 2200 USD’a mal oldu.

12 Haziran 2014 Perşembe

Amorgos

Yarın akşam Bodrumdan uçaklar var. Melih Ömürlerin ve Evrenin . Biz 2 gün daha teknede kalacağız. Hala tekneyi nerede bırakacağıma karar vermedim. Didim , Gündoğan veya Akyarlar alternatifler. Dolayısıyla bu gece seyir var, kanalı geçip karşı kıyıya yaklaşacağız.
Sabah düzgün bir havada uyandık. Burhan Ağabeyler erken yola çıkıp Astipalia üstünden , güneye seyredecekler, bizden ayrılıyorlar. Vedalaştık.
Sabah uyanmak için; kısa bir deniz banyosu sonrası Melih Ömürü sahile bırakmak için bota bindik. 
Karaya çıkıp, diğerlerine baktık. Hakkı Ağabey Mikonos'a çıkmış. Saat erken Taj ekibi etrafta yok, tekne kapalı. Bizde bir şeyler satın alıp tekneye gittik. Mahir Günşiray'ları uyandırıp, kahvaltı için koydan çıkmaya ikna ettik.
Adanın batısına doğru seyir. Olimpia batığının olduğu koya doğru gittik. Amorgos Luc Besson'un kült f,lmi Le Grand Bleu'nun çekildiği ada. Esasen adayı gördükten sonra, burada ancak bu film çekilebilir diyor insan. Bu batık  da film en önemli sahnelerinden birisine ev sahipliği yapmış. 
Güzel bir boşluğa, bir mağaranın girişine demir attık. Hava rüzgarsız, çok sıcak, biraz deniz muhabettinden sonra, mağaranın gölgesinde dıştan takmanın karbüratörünü söküyorum. Hallederim diye düşünüyorum, bakalım. Biraz zor oldu ama becerdim. Şimdilik aynı çalışmada değişiklik yok, teli takmakta zorlandım, çalıştırıyorsun ama telin kesinlikle değişmesi lazım.
Ahtapot yarışması , kazanan belli değil. Daha adayı gezeceğiz, araba kiralayıp çok da geç olmadan limana geri döndük . Yine alargada demirdeyiz. Polisten uzak olalım daJ
Zorlanarak motoru çalıştırdım. Aman stop etmesin. Herkesi karaya çıkardım. Bir grup Melih ağabeyler araba kiralamaya gittiler. Arabaya doluştuk, ama diğer araba önden bastı gitti. Onları kaybettik. Kısa süre Manastırda durduk. Sonra da  uçurumun kenarına konuşlanmış, açık denize nazır, bir kafeye oturduk. 3 Mitos ve 2 dondurma. Birazdan Melih ve Mahir ağabeyler geldiler, aşağıda yüzüyorlarmış. Evren de kendi turunu yapmaya indi. Sonra Chora'da buluşacağız.
Chora'da eczane seferi. Ömer Deniz için pizza... Buralarda yediğimiz en iyi pizza buydu galiba. İçeride de çipura servisi...

Sonrasında hemen aşağıda Loutra Restaurant. Hemen girişte, sağda. Son akşam yemeği oldukça güzeldi. Şehre dönünce motor çalışmadı, o kadar tamire rağmen. Mahir ağabey çekti bizi sağolsun. Süper bir akşam oldu. Fakat daha çok yolumuz var. Gece seyri ile Leros tarafına geçeceğiz, gece yarısı çıksak ancak sabaha karşı varırırz. Deniz azalmış, büyük kısmını motorla geçtik. Melih Ömür yine dümende...

7 Haziran 2014 Cumartesi

Amorgos

24 HAZİRAN PAZARTESİ
Gece yolculuğu her zamanki gibi etkileyici. Sancak baş omuzluktan sert rüzgar var. Önce rotayı tutturmak için motor takviyesi sonradan kapattık, en son camadan vurduk. Deniz kaba dalgalı.  Çocuklar yalpa sırasında bayağı sarsılıyorlar, ön kamarada rahat edemedikleri için; arka taraf ile yer değiştirdik.  Tekne içinde herkes uyandı, ama kimse kamarasında değil. Dışarı çıkıp kokpite sığıştık hep beraber...Uzaktan ada belli belirsiz seçiliyor. Gün doğumu muhteşemdi. Arkamızda doğan güneş, önde tabak gibi dolunay!

Güneşin doğuşu ile oltaları hazırladım yolladım. Pek bir umutlu değilim.
Aradan  Nikouria adasının kanalından geçip, dünyaca meşhur Agia Pavlos plajının önünde kahvaltı için mola verdik. Deniz çok güzel; Amorgos'a en son 5 yıl önce gelmiştik, ondan beri hiç değişmemiş.
Limana girmemiz ; öğleden sonrayı buldu. Polis çok hiç titiz bir tip. Hiç toleransı yok.  Kıçtankara olmadık, alargadayız. Bot ilk karaya çıktık. Mahirler de bizim gibi yaptılar. Hakkı Ağabey, Mustafa Özdemir ve Tunç korsanlarla kucaklaştık, hasret giderdik. En yakın bir restauranta oturduk. Sohbet ediyoruz.
Katapola Amorgos'un ana limanı. Feribot buraya yanaşıyor. Ana merkes birçok yunan adasında olduğu gibi Chora, yani tepede bir yerde. Sahilde küçük bir kumsal var, belediye plajı tadında. Biz de botla karaya çıkıp çocukları sahilden suya soktuk. 
Eyüp Ağabeyler bizden önce gelmiş. Kiraladıkları arabalarla , adayı gezmeye çıkmışlar. Onlar 2 tekne, aslında Marmaris'ten 3 tekne çıkmışlar ama yolda fire vermişler bir adet.
Akşam yemeğinde belli ki kalabalık olacağız. Mustafa Ağabey  ve Tunç restaurant aramaya gittiler, bulmuşlar. Yemek et ağırlıklı olacak.
Nalan hastalandı. Sık sık kusuyor, bulantı ve ateş var, kıpırdayacak hali yok. Eşten dostan bulduğumuz ilaçlar ile birşeyler başladık. Eyüp Ağabeyler katamaranda kıçtankara bağlı, kıç kamaraya yatırdık.
Biraz ileride limana bakan bir restaurant ayarlamışlar. Toplam 32 kişi. Hemen yanda birde 20 kişilik bir grup var. Dün gece bu restauranta sadece 5 kişinin yemek yediğini söyleyen garsonun gözlerindeki umutsuz ifade aslında durumun vehametini açıklıyorlar.
Evren bir ara dayanamadı, mutfağa girip şirinliği ile destek olmaya başladı. Amaç zaten bana göre yemek yemek değil, bir arada bulunmak. Özetle çok güzel bir sohbetin döndüğü , servisi berbat bir yunan yemeği yemiş olduk.

Akşam Nalan’ı aldıktan sonra çocuklar için ve tekneye birkaç sefer yaptım. Şimdilik iyiyiz.

4 Haziran 2014 Çarşamba

Patmos

23 Haziran 2013
Sabah erken kalktık. Melih Ömür herkesten daha erken kalkmış, dolaşmış. Fırın 9:00 da açılıyor.
Tekneyi alargaya çıkartıp, yakalanmamak  amacındayız. Motoru çalıştırıp, Melih ve Selma Ömür‘ le fırına gittik. Mahir ağabeylerde hareket yok henüz . Dıştan takma  fena değil, bir lisanı var, kendi dilinden konuşulursa götürüp getiriyor. Ama ilk fırsatta iyi bir tamir yapmalıyım…
Geldiğimizde kıçtankara guletlerden birisi bize takılmamak için manevra ediyordu. Çocuklar motoru çalıştıramamışlar. Zamanında geldik, sorun çözüldü. 
Sonrasında demir alıp , Patmos'un güneyine yollandık. Baluna da bizimle . Amorgos'a gelmeyi  onlar da çok istiyorlar, ama hala kararsızlar. Eyüp Ağabeyler, Mikonos ‘tan Pazartesi çıkacaklar. Tunç ve Mustafa Özdemirler ise cumartesinden beri  Amorgos talar, bizi bekliyorlar. Belki Hakkı ağabeyler de Nerissa ile yakalayacaklar grubu.
Güneydeki koyda, kendimize iyi bir yer bulup kıçtankara olduk. Deniz güzel, hemen yanımızdaki  koyda St Paul ‘un mağarasını andıran taş çalışmalar var. Merdivenler falan yapılmış denizin ortasında bir kayaya. Nedendir bilinmez?
Baluna'nın oto pilotu şimdilik olmuş gibi duruyor. Biz Lotus’un ırgatıyla uğraştık, zincir yüklenince zeminden kayıyor. İçine girdim alttan kalın pullar, yaylı rondela ve teflon somunlar le sıktım. Loctite ile sabitledim, somunları. Fena olmadı bakalım.
Akşamüstü Mahir ağabeyden içki takviyesi, hepimiz bir dünya kafa olduk.
Sonrasında karşı koyda gözümüze kestirdiğimiz yerleşime gittik, kıçtankara olduk. Baluna alargada kaldı. Tam önümüzde bir ateş var. Yanında eski bir taverna, orayı tercih ettik. Yiyecekler fena değil gibi. Geceyarısı çıkıp, yol yapıp Ege kanalını geçip Amorgos'a varma planımız var, bakalım. Ben saat  10 gibi artık dayanamadım, Ömer  Deniz'le beraber yattım , uyudum.
Melih ağabeyin uyandırmasıyla kalktım. Motor çalıştırıp çıktık. Baluna'dan ses yok. Yanına yanaşınca kalktılar. Bu şekilde, otopilot bozukken gelmek ve kalmak arasında kararsız. Uzun konuşmalar ve fikir vermeler sonucunda gelmeye karar verdi. Bu gece onlar için uzun ve zor olacak.


Adanın güneyinden çıkacağız, burnu dönünce, tahmin ettiğimiz gibi denizler kafadan gelmeye başladı. Önce  motor ve yelken. Sonra sırf yelken, hatta camadan la küçülterek seyre devam ettik. Baluna hemen arkamızda, biraz uzaktan takip ediyor. Portakal gibi bir ay ışığında, Melih Ömür  tüm gece dümen tuttu !

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Marathi-Patmos

22 HAZİRAN Cumartesi
Pazardan itibaren hava azalıyor. Amorgos geçişini erteleyelim diye düşündük, Ege kanalını geçeceğiz diye deniz domuz yemeye hiç gerek yok. Belki Patmos ara durak yapalım diye düşünüyoruz. Kahvaltı ve sonrası biraz tamirat yaptık. Lotus'un her zamanki işleri. Bu seferki kemere vinçlerin bakımı. Malum en kötü bakım, en iyi tamirden yeğdir!
Rota Patmos. Mahir ağabeyleri de ikna ettik. Onlar da geliyorlar. Gerçi  yeni rolü sebebiyle sakin bir yerde kalıp, çalışmak istiyordu. Ama bir yandan da özellikle Amorgos'u görmek ve seyir yapmak için de yanıp tutuşuyorlar. Hepimizin ara ara takıldığı paradoks! İş ve zevk arasında bir seçim yapmak... Zevkli işleri olanların seçimlerini burada tartışmaya gerek yok, şimdilik )))
Sonuçta çıktık. En az 30 knot'larda bir rüzgar, dar apaz geliyor. Mendil kadar yelkenlerle zıpkın gibi gidiyoruz. Motor stop. Tam Melih ağabeyin sevdiği havalar. Dümeni kimseye bırakmayacak... Ekibin diğer  kısmı uykuda. Mahir hemen arkamızda, camadanlı tek cenova motor desteği ile geliyor. Ana limanın hemen kuzeyindeki koya girdik demirledik. Oldukça rüzgarlı. Belki burada kalır analimana karayoluyla gideriz, bakalım.
Mahir Ağabeyin üzerine demir atıp, bordaladık. Kısa biraz sohbet, muhabbetten sonra fazla oyalanmayıp biz analiman için yola çıktık.
Koyun girişinde devasa bir yolcu gemisi var. Burası St John Manastırı sebebiyle din turizmi açısından oldukça popüler bir ada. Konunun o tarafı bizim ilgimizi çekmiyor...
Rıhtımda yer bulup, kıçtan kara olduk. Alargada çok şık bir, kırmızı yelkenli  var. Tek direk 4 gurcata. Uzun uzun seyrettim. Belli ki standart üretim bişey değil.
Herkes etrafa yayıldı. Ben yolda gelirken kopmuş rüzgar jeneratörü terminali ve elektrikçiden Baluna için 10 Amp cam sigorta aramaya gittim. 5 lik buldum. Şimdilik idare eder, 10'luğa kıyasla daha sık atacağı için çokça aldım. 
Şehre yürüdük. Teknede kimse kalmadı. Pasaport görevlisinin kontrol  ettiğini söylenmişti.
Şehir sokaklarında dolaştık, birşeyler atıştırdık. Evren, Melih ve Selma Ömür alışverişe gittiler.
Mahir Günşiray'lar koydan çıkıp ana limana gelmişler. Onları karşıladım. Açıkta alargada kalmayı tercih ettiler.
Şehrin sokakları beraberce dolaştık. Sonrasında limanın hemen arkasında, bir lokantaya oturduk. Ömer Deniz bir su tabancası aldı, ortalığı terörize etti.
Restaurantın hemen yanındaki gözlükçüden gözlük 5 Euro ve bol Taksim Direnişi sohbeti. Uzun yıllar İstanbul’da yaşamışlar.

Tekneye özellikle geç saatte vardık, kontrole takılmayalım diye. Şimdilik asayiş ber kemal! Yattık uyuduk. 

23 Mayıs 2014 Cuma

Didim-Marathi

DİDİM-YUNAN ADALARI HAZİRAN 2013
Haziran sonu seferini önceden ayarlamıştık. Çocuklar, biz ve Nihal çekirdek kadroya, bu sefer Melih Ömür'ler ve Evren de katılıyor. Yolculuğu blmiyorum ama yeme içme konusunda en ufak bir sorunumuz olmayacak o kesin!
Tatil postası grubu, Eyüp Ağabey'ler,15 günlük turda olacaklar ve her zamanki gibi Mikanos a gitmeyi planlıyorlar. )) Onlar 3 tekne Marmaris'ten çıkıyorlar. Tunç Aytunç, Mustafa Özdemir ve Hakkı ağabeyler de beraber seyrediyorlar. Sikladlar'da bir yerde olacaklar. Mahir Günşiray son anda çekimlerini ayarladı, bize katılacak ama bir gün sonra.
Biz yol kısalsın diye, Sergün'den rica ettik, sağolsun Lotus'u Orhaniye'den aldı Didim'e çıkardı. Fazla bir sorun olmamış yolda, sadece çift demirli tonozu Kız Kumu'nun çamurlu zemininden çıkartırken bayağı zorlanmışlar, 16 kg'luk Danfortun sapını eğmişler, nasıl olduysa!
İzmir Havalimanı-Didim Marina 140 km. 6 yetişkin 2 çocuk olduğumuz için minibüs kiraladık. Toplam 220 TL. Günlük araba kirası daha pahalıya geliyor. Ancak tüm  D-Marin'lerden havalimanına tek yön araba kiralamak mümkün. Didim-Bodrum 89 TL imiş. Firma adı Almeires gibi bir şey, keşke o şekilde yapsaydık diye hayıflandık ama artık çok geç.
Sergün ve kuzenler ile kokpitte sohbet. Onlar sabaha kadar bizimle, uçakları ertesi günmüş. Tekneye hepimiz sığıştık bir şekilde. Adnan Mahçup Kaptan da Didim marinada. Onlar da ertesi sabah kuzeye doğru yola çıkacaklarmış. Biraz oturduk, sohbet ettik.
Pasaportlar yetişmedi maalesef, resmi giriş yapamayacağız. Diğerlerinin pasaportu, vizesi var.
Yeni yaptırdığımız genova da yetişmedi. Ancak döndükten sonra aldık yelkeni, ama güzel olmuş, beğendim. Kayık genel  olarak iyi durumda ufak tefek eksikler var onlar da yolda tamamlarız nasılsaJ
Sergünlerle beraber sabah kahvaltısı yapacağız. İhtiyaçların tamama yakın birgün önce havalimanından gelirken aldık zaten. Sadece buz yok. 60 euro 1 gecelik. Su elektriğimiz tamam, mazotu da fullenmiş.
Tekne ve ekip yola hazır. Rota Marathi!

14 HAZİRAN 2013 CUMA
Çocukları yolcu ettik. Marketten plastik bardak falan gibi son dakika eksikleri, çıkmamız 10'u buldu. Yaklaşık 3 saatlik yolumuz var. Marina içinde rüzgar kolayımıza esiyor gibi, ama belli ki kanala çıkınca kuzeybatıya dönecek bu da 3 saat boyunca kafadan rüzgar ve deniz demek. İlk günden çocukları yıpratmak istemiyorum.
Arkhi'ye vardığımızda saat 14.00 gibiydi. Akvaryum (Lagoon) tabir edilen yerde demirleyip , biraz deniz molası verdik. Yunanistan'a Welcome kokteyli Evren'denJ Melih ağabey ile tekne içerisinde, onun daha önce bıraktığı palet ve şnorkeli aradık bulamadık.
Kıç ambarda tamirat, su geliyor bir yerden. Motorun havalandırma kanallarının tamirini erteledim. Öte beriyi toparlayıp, iskele ve sancak kıç kamaraların yatak altına koyduk.
Melih ağabey hiç görmemiş, rica etti. Arkhi'nin St Augusta limanına girdik. Akşamüstü Marathi'ye geçtik. Son tonozlar girişte soldaki meymenetsiz adamın restaurantına ait. Hemen gelip, şarladı. Sinirlendim ama bişey demedim. Botun motoru çalışmadı. Daha doğrusu rölantide hemen stop ediyor. Ne kadar uğraştıysam ayar tutturamadım.
Millet karaya aktı. Pandelis her zaman ki gibi şirin. Tula (kızı) yine candan. Bizi hatırlamış gibi yaptı. Doğrusu çok yedik içtik. Hesap kallavi.kişi başı 50 euro !
Yan masada , ağır bir grup var. Evren’in tanıdıklarıymış var. Biraz sohbet ve direniş ile Gezi Park üzerine konuştuk.
Restaurantın girişine, Lotus’un amblemini çizdiğimiz bir taş yerleştirdik. Güzel oldu.
Mahir’ler  akşam uçağı ile geliyor , gece seyri ile bize yetişecekler.
Bu arada biz gidip tekneyi getirip iskeleye kıçtankara etmiştik. Gerçi koy solugan alıyor, hafiften sallanıyoruz. Ama çocuklar için iyi oldu. Nitekim Mahir’ler gelip, bizi uyandırmaya çalışmışlar. Beceremeyince, açıktaki tonozlardan birine geçmişler. İlaç ısmarlamıştık , onları da güverteye bırakmışlar usulca...


12 Mayıs 2014 Pazartesi

Orhaniye-Göcek Seferi

Bu yazı 2012 Kasım'da kaleme alınmıştır. Geç yayınlanma için özür dileriz... ))

KASIM 2012
Orhaniye-Göcek
Tekneleri Göcek’e bağlama planı. Mahir Günşiray ve Claude zaten oradalar. Taner, Kamil ağabey ve Ömer ile Fethiye’den çıkacak o gruba son dakikada Erol ağabey de katıldı. Biz Lotus’ ta, Erol Akyiğit ve Tayfun Güler ile Orhaniye’den çıkacağız. Tonozları bozup, gece vakti 200 kg ağırlığı tekneye alıp , yol yapıp ertesi sabah erkenden Göcek te olacağız. Plan bu! ))
 Uçağa her zamanki gibi son dakikada yetiştik. Böyle olacağını bildiğim için saatler öncesinden karşıya geçmiştim halbuki, ama değişen bişey olmadı. Normal bir uçuş sonrası Dalaman, ekibin bir kısmı Fethiye bir kısmı Marmaris servisine bindiler. Şimdilik ayrıldık.
Otogarın orada Erol Akyiğit karşıladı. Begonville’de güzel bir sofra sonra herkesle vedalaşıp, tekneye geçtik. Koyun ortasındaki tonozu alırken ilk sürpriz, ikinci çapayı Poseidon’a kurban vermişiz. Helal ettik haliyle, sanki yapacak başka bişey mi var?
Bütün bu işleri bitirip seyre çıkmamız geceyarısını geçti. Simi kanalına girdiğimizde kafadan gelen sert keşişleme ile yelken motor seyrediyoruz. Hava deniz kaldıracak kadar sert değil ama gece ne getirecek bilemiyorum. Yeşilova körfezini geçerken, ön kamarada oltaları hazırladım. Sanıyorum Rodos’u bordalarken güneş doğacak ve o sular Lotus’un av sahaları… ))) Kısmet!
Sabaha karşı yattım uyudum.
Tekne hareketindeki değişiklik ile uyandım. Balık gelmiş. Erol ve Tayfun ağabeyler motoru boşa almışlar, balığı almaya çalışıyorlar. Açık denizdeyiz, yaklaşık 40 cm’lik bir lambuka, tekneye almamız biraz uzun sürdü.
Bir tane de sabah Tayfun ağabey yakalamış, o seferde boşa dahi almadan çekmişler, geldiğinde balık çoktan boğılmuştu dedi... )))
Mahir ağabeyler ile haberleştik. Göcek’e inmişler. Dar boğazdan geçmeden önce Kızılkuyruk’ta yüzme molası. Ekip,daha önce tekneyi  başıboş  bırakıp suda yüzmemişler hiç! Ne var ki bunda? Sanki beni hiç tanımıyorlar?
Taner’ler ise hala Fethiye tarafında oyalanıyorlar. Geceyi geçirmek için, Mahir’lerin su almak için durduğu koyda (at limanı) onlara yanaştık, arkadaşlarını almak için Göcek’e döneceklermiş. Bizde onlardan ayrılıp, upuzun bir halat ile kıçtankara olduk. Tanerler de gelip bizim üstümüze bağlandılar önce. Tam çorba yapmak için balığa girişecektik ki sivrisineklerin saldırısına uğradık. Bu arada balık suya düştü, peşinden bıçak filan biraz karıştı ortalık… Neyse, bizim kafadarlar sinekleri bahane edip, avara oldular. Tam karşımızdaki Göcek adasındaki bir şamandıraya bağlanmaya gittiler, biz de peşlerinden…
Gece Kaan’ı almak için, Göcek’e döndük O da gelince ekip tamam oldu. Bir günlüğüne geldi… Ama sonunda değdi mi diye sorduğumda, gözlerindeki pırıltıdan cevabı aldım… )))
Bayağı uzunca bir sohbetten sonra yattık uyuduk.
Sabah harika bir sonbahar havasına uyandık. Bulunduğumuz yerde deniz banyosu ve sahilde çöp toplama sonrasında bir takım öte beri için Göcek’e yollandık, çöpleri attık. Pazar olduğu için hemen heryer kapalı, istediklerimizi (yağ, yağ pompası vb ) bulamadım. Ufak tefek alışveriş sonrası tekneye döndük.
Boynuzbükü’nde bağlanmış, Mahir ve Taner’leri yakalamak için biraz yelken, biraz motor, seyir yaptık. Yolda pleksi kapının tamiri. Japon ile yapıştırdım. Bunun gibi geniş yüzeyler söz konusuysa tavsiyem hızlandırıcı kullanmalı ve ince akışkan değil jöle kıvamında olan parkeci japonu olarak piyasada bulunan yapıştırıcı kullanılmalı. Erol (Şar) ağabey, ince japonun kapağını iğne ile delerek biraz kurumaya bırakarak da aynı kıvamı elde ettiğini ima ediyor ama ben denemedim. Bilmem.
Keza Talya’da da birtakım tamirler var. Haliyle Erol ağabey ve Ömer olunca ekipte tamir kaçınılmaz.
Göbün’e erken varıp, tekneleri yerleştirmek istiyoruz. Donanımlar uzun sürecek. Yolda her zamanki gibi yarış, geç çıktığımız için az farkla kaybettik. Linki aşağıda… ))
 
Önce iskeleye girdik. Bizim için hazırladıkları tonoz halatlarını kontrol ettik. Ben pek tatmin olmadım. Alain yaklaşık 30 yıldır yaz kış burada yaşıyor. Aslında sert mizaçlı soğuk bir karakter, ama Fransızcamızı kullanarak sohbeti ilerlettik. Her sabah erkenden, motoru olmayan dingisini tek kürekle kullanarak karaya çıkıyor.    Senelerdir, bu koyda hiç sorun olmadığını söyledi.  Karadan ulaşımın olmadığını hatırlattı. Bizim için sorun değil dedik.
Göbün’ün iyi tarafı Sarsala’ya motorla 40 dk’lık yolda. Oradan da havalimanı karayoluyla sadece 17 km… )))
Mahir batıda, ortada ben, en solda ise Talya olacak. Her teknenin karadan ikişer koltuğu, iki de tonozu olacak. Sahilde ağaçlara bağlanmıyoruz, kayalar keskin. Aşınmaya engel olması için, zincir, radansa ve kilit kullanıyoruz. Radansa için ise kasa dikişi. En uygun tipteki halat 3 kollu olanlar.

Kaan ile beraber dalarak hazırladığımız ağır tonoz düzeneğini de yedek olarak tuttum. İyi ki de tutmuşum, kış ortasındaki fırtınada işi çok iyi bildiği iddia edilen, muhtemel Muammer’in yaptığı düğümler çözüldü.
Kış için hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra koya yayıldık. Hava çok güzel. Küçük Lotus'la beraber Kadir de geldi. Akşam kapanış partisi varmış ama biz kalamıyoruz, dönüş uçağımız var. 

9 Mayıs 2014 Cuma

Sertifikalı Yelken Eğitmeni olduk...

Uzun zamandır yapmayı düşündüğümüz bir projeydi, yaklaşık 2 yıldır peşinde koşuyorduk. Sonunda becerdik. Eyüp Oğan, Burhan Ağabey (Aydoğan), Gürcan Vural ağabey ve Omerta grubundan Halil kardeşimizle beraber, TÜYEP'in verdiği YY5 eğitimimizi sevgili Deniz Karamanoğlu'ndan aldık. 6 gün süren eğitim boyunca, yelkenli yatçılığın eğitmenliği ile ilgili çok önemli bilgiler ve tecrübeler edindik, düşünce sistematiğimizi geliştirdik, ama bu arada çok güldük, güldürdük ve eğlendik.
Dolu dolu ve yorucu bir hafta sonrasında, ilk defa 5 kişinin 5'i de sertifika almaya hak kazandı.
Yelken eğitimini, tüm dünyada kabul görmüş standart bir formatta uygulamaya hazırız hepimiz.
Denizciliğimizi yaygınlaştırmak, yelkeni sevdirmek için kolları sıvama zamanı şimdi... ))

28 Nisan 2014 Pazartesi

Halatlar ve Kasa Dikişleri semineri yaptık...

Geçtiğimiz haftasonu, İstanbul Göz Hastanesi'nde, Zafer Türkmen Hoca'nın ev sahipliğinde, halatlar ve kasa dikişleri ile ilgili bir seminer yaptık. Sanırım güzel oldu...
Oldukça teknik ve sıkıcı olan bu konuyu elimizden geldiğince sevimli ve anlaşılır hale getirmeye çalışarak, uygulamalı olarak gösterdik. Umuyorum yararlı olmuştur.
Konunun teknik tarafı ile ilgili bir de küçük bir kitapçık hazırladık.
http://lotusseyirdefteri.blogspot.co.uk/p/halatlar-ve-kasa-dikisleri.html
Kaya Halat'ın bu konudaki büyük desteğine ayrıca teşekkürler ediyoruz...

20 Mart 2014 Perşembe

14-17 EYLÜL 2012
Orhaniye-Simi

İki Lotus seyahati
Haldun, Elif, Kadir, Mehmet Okutan ve… bir grup. Biz ise Nalan, Nihal, Nejat, ben, Ömer, Firuz, Erol ağabey’den ibaretiz… ))) Ekip çok kuvvetli yani.
Haldunlar Bodrum tarafından, biz Orhaniye’den aynı anda çıkıp Simi’de buluşacağız. Bu sene yaz döneminde hep düşündüğümüz ama bir türlü gerçekleştiremediğimiz seyahati yapacağız. Bizim kız turda. Noyan Bakır korsan bir haftadır, ailesi ile beraber Hisarönü koylarını geziyor. Biz sabah uçağı ile uçuyoruz. Ömerler, bütün gece araba kullanıp, sabah erken Begonville’de buluşacağız. Erol Akyğit de turda, toplam 3 tekne olduk .
İlk gün kahvaltı idi, şuydu buydu derken çıkmamız öğleyi buldu. Begonvil’den çıkış yaptık. Bizden önce Noyan Ağabey ailesi ile kısa bir tur yapmıştı, memnun ayrılmışlar. Onlarla da tanışmış olduk.
Ömer biz gelmeden tekneyi temizlemiş, hazırlamış. Biz de aldıklarımızı yerleştirdik. Rota Simi. Haldun’larla orada buluşacağız.
Önce Thessalona’da kısa bir yüzme molası verdik. Avara yakınımızda, demir atmakla hiç uğraşmayıp üzerine bordaladık.  Sonrasında limana girmek için çok da geç kalmamak için yola çıkıp, motor seyriyle Pedi’ye girdik. Haldun da hemen arkamızdan geldi, alargada 3 tekne üst üste bağlandık.
Her kayıkta 3-5 kişi var, tek bot ve motorla karaya çıkmamız haliyle uzun sürdü. Git gel 3-4 sefer yapmak zorunda kaldık. Her zamanki gibi kısa bir şehir turundan sonra yemek için Meraklis. Simi’ye ilk defa gelenler var.  Çoğu beğendi. İtiraf etmek lazım ki Simi’nin güzel bir duygusu var.  Restaurant’ın her zamanki, uzun boylu, hızlı servis veren garsonu yoktu ama yine de işleyiş kötü değildi. Garson değişmiş ama hesap aynı... Kaç zamandır görmediğimiz dostlar gelince sohbet iyice koyulaştı. Ruşen ağbeyler hemen yan masada, oğlu Derin’i ne zamandır görmemiştim iyi oldu, hasret giderdik. Bir ara Erol Kaptan, arkadaşlarıyla Manos’ta demlenen Esat Ağabeyi almaya gitti. Onlar da sohbete katılınca daha da bir kalabalıklaştık.  
Akşam sokak aralarında dolaşma, kısa turist alışverişleri. Dönüş yolunda vasıta yok artık tabanvaya talim. Yokuşu çıkıp adaya yollandık. Yolda bir yunan düğününe dahil olduk, sonra tekne.
Ertesi gün;
Ben gece güvertede yattım. Sabaha kadar sahilden gelen House of the Rising Sun şarkısını çalıp, doğan güneşi bekleyen bar müdavimlerinin eğlencelerini dinledim. Erol’lar erken çıkıp, Türkiye tarafına geçtiler. İki Lotus’un mutfağını birleştirince ortaya süper zengin bir kahvaltı sofrası çıktı.
Bol fotoğraf, kısa bir yüzme molası sonrası demir alıp, yola koyulduk.  Haldun’lar görmedikleri Thessalona’da bir mola verdiler. Biz güneye devam ettik. Seneler önce Nalan ile yalnız başımıza turlarken tesadüfen keşfettiğimiz rehber kitaplarda bile belirtilmemiş adı olmayan koyu arıyoruz. Biz adını Manastır koyu, koymuştuk. Çok da detaylı hatırlayamıyoruz aslında ama küçük bir manastır ve deniz kıyısına inen merdivenlerin olduğu, suyu pırıl pırıl bir koydu. Simi’nin güneydoğusundaki tüm kıyı şeridini tarayıp koyu bulduk. Tam hatırladığız gibi! SÜPERRR!
Hemen manevra için hazırlıklar yapıldı, Nalan dümende. Ben bota bindim. Upuzun bir halat ile sahile gidip bağladım. Halatın tekne tarafındaki ucu elimde bekliyorum. Gelmediler de gelmediler… Ağaç oldum koyun ortasında meğer, ırgat bozulmuş! Bir Lotus klasiği!
Neyse Erol ağabey ve Ömer’in olduğu bir teknede endişelenmeye gerek yok. Netekim, demiri atıp, güzelce sererek bana kadar geldiler. Zıpkın gibi yerleştirdik tekneyi koyun en güzel yerine. Birazdan Haldun’lar gelirlerse olar da bizim üstümüze yanaşırlar dedik.
Herkes suya. Deniz gerçekten burada harika.  Şnorkeller çıkartıldı, koy tavaf edildi, gözümüz açık denizde ama diğer Lotus görünürde yok. Sahildeki kayalıklar arasında havuz gibi bir yer bulduk, ortam uygun. Herkes kendisine birer kaya buldu, yarı belimize kadar suyun içindeyiz, sohbet süper keyfimiz yerinde. Bunu mutlaka ıslatmamız lazım.
Derhal bir ekip, Lotus’a yüzdü. At nalı şamandıradan bozma yüzer-seyyar bir masa oluşturuldu. Üzerine mebzul miktarda, muhtelif içkiler, kadehler, yemişler, mezeler ve makul miktarda tütünle, malzemenin ıslanmamasına azami özen gösterilerek kaya sofrasına geri dönüldü! YÜZEN BAR!
Tabi kısa sürede kelle-paça kıvamına geldik. Diğer Lotus koya girdiğinde, sofrada hala yarım şişe bir şarap kalmıştı. )) Onları önce üzerimize bağladık, ama sorun büyük. Dün apar topar çıktıkları için içki stoğu bayağı azalmış durumda, bizdeki zaten bize bile yetmez. Biz gibi Panormitis’ten alalım dediler. Kızlar eski kayığa doluştu, biz erkekler büyük Lotus’ta kalıp pinekleyelim diye düşündük.
Daha doğrusu düşündüğümüzü sandık.
Kıçtankara olunduğunda, kıç koltuğun gevşememesi ve sarkıp suya değmemesi racondandır. Eğer koltuklar gevşer, teknenin kıçı sağa sola oynar ise o ekibe hiç prim verilmez! Ama bizimki de iyice abartmış, keman teli gibi duruyor mübarek. Bu aklıma şeytanca bir fikir gelmesine sebep oldu. İP CAMBAZLIĞI!
Dışardan bakınca kolay gibi görülüyor, ama hiç de öyle değil. Ben ilk denememde sadece 3 adım atıp, burun üstü aşağıya düşünce herkes dalgaya vurdu haliyle. Bunun  üzerine ortaya çıkan iddialaşma derhal küçük çapta bir şampiyona düzenlenmesini sağladı. Geleneksel Simi İp Cambazlığı Enternasyonal Şampiyonası!
Sonuç hüsran. Geçtim sahile kadar falan yürümeyi, üçten fazla adım atamadık hiçbirimiz. Hoş tekne güvertesi üzerinde bile düz bir çizgide yürüyebilecek ayıklığa sahip değildik hiç birimiz ama yine de denemek güzeldi, özellikle de düşülen yer deniz olunca.
Haldun’ların içki alışverişi uzayınca burada gece kalmayıp, adanın etrafını tam tavaf etmeye karar verdik. Bulunduğumuz yerden demir alıp, boğazı geçip adanın batısına geçtik. Hava batılı olmadığı için gayet düz bir denizde, normalde ağır dalga yapan bu sularda, motora kuvvet kuzeye doğru çıkıyoruz. Rota adanın kuzeybatısındaki Aia Nicholas manastırının olduğu koy.
Koya biraz geç vardık. Neredeyse güneş batmak üzereydi. Hemen yanaşıldı. Diğer Lotus yine ilkinin üzerine bordaladı. Hızlıca bir deniz banyosu akabinde hemen sofraya giriştik.   
17 Eylül 2012
Sabah harika bir hava ile uyandık. Rüzgar neredeyse sıfır. Koy sessiz. Denize girmiş, etrafı dolaşmışlar var. Ömer tam altımızda irice bir dil balığı olduğunu söylüyor. Uzun kakıca bir çatal bantlayarak sabah avcılığı başarıya ulaşmadı. Pırıl pırıl suda balığı görüyoruz ama bir türlü isabet kaydedemiyoruz, bence çatalın eğriliğinden… )))
Dil balığından vazgeçip, kahvaltıya giriştik. Menü sucuklu yumurta, muhtelif reçeller, bol çay…
Lotus’ta bir elektrik sorunu var. Erol ağabey ile Kadir aküleri ölçmeye gidince, ben de peşlerinden seyirttim. Buzdolabına yönelik kısa ama etkili bir girişimde bulundum. 10 adet Mythos bize dönüş yolu için yeter. 
Akşam dönüş var, çok da oyalanmadan bizim tarafa geçeceğiz. Belki Dirsek’te kısa bir mola veririz dedik.  Biz önce varınca demir attık, kıçtankara olduk. Haldun gelince “biz de demir atmayalım, size bordalayalım” deyince, hiçbirimiz itiraz etmedik. O an, hiç kimse bu masum teklifin o kadar karışık ve alengirli olaylara sebep olabileceğini tahmin edememişti haliyle.
Yüzen bar hadisesi için kıyıya çıkınca, kumsalın pek de temiz olmadığını tespit ettik. Plastik pet şişeler, naylon torbalardan oluşan çöpleri, birkaç battal boy torba doluncaya kadar temizledik. Kumsal tertemiz…
Bunu hemen her seyahatte en azından bir kere yapıyoruz.  Battal boy çöp torbası, birkaç eldiven ve çevreye duyarlı 3-5 gönüllü. Benim tespitim özellikle çocuklarda, çok doğru bir etki bırakıyor. Herhangi bir şeyi atarken iki kere düşünen çocuk, çok kısa sürede küçük de olsa bir kumsalı temizlemenin verdiği gururu uzun zaman içinde taşıyor. Hangi malzemenin tabiatta en zor eridiği ve yok olduğunu görüyor, yarın bir gün yanında çevreye çöp atan birisi ile karşılaşınca da duyarsız olmuyor.
Yemek, yüzme ve temizleme olayından sonra yola çıkma vakti geldi. Haldunları baştan çözmedik. Sonradan o da motor çalıştırdı, yarım yolla iki tekne üst üste bordalamış vaziyette koyun dışına çıktık. Usturmaça desteği ve uygun ayarlanmış, koltuk halatları ile rahat bir seyirdeyiz. Sorun yok. Hatta iyi bile oldu denilebilir, yan yana sohbet etmek de mümkün oluyor böyle.
Sonra rüzgar çıkınca, tam da güzel güzel arkamızdan esiyor, ben “balon açalım” dedim. Olur mu? Olur. İşe giriştik kısa sürede motorları stop edildi, gayet de güzel oldu. Yalnız rüzgar yön değiştirince biraz sorun oldu gibi oldu, çünkü kavança atarsak, balon ıskotasını geçirmemiz gereken tarafta diğer Lotus var! “Eh biz de ona bağlarız iskotayı” diye düşündük… O da gayet güzel oldu.
Herşey yolundayken kim tarafından başlatıldığı bilinmeyen su savaşı yüzünden, ayrılmaya karar verdik. Her iki tekne de yolluyken biraz sorun oldu ama fazla bir hasar oluşmadan neta olduk. Kırık bir çıkrık makine haricinde hasar yok.
İstikamet Begonville. Akşam yemeği büyük bir sofrada…
Gece uçağı ile dönüş.


10 Mart 2014 Pazartesi

Ağustos 2012/ Orhaniye-Simi

9 AĞUSTOS 2012
Orhaniye
Aşkın, İhsan Zeki Aksu, Cumhur ve son anda Erol Akyiğit
Cumhur bey ile ilk defa tanışacağız. Aşkın ve İhsan Zeki ağabey ile defalarca çıktık. Erol Akyiğit’in  kendi seferi iptal olmuş o da bize dahil oldu.
İhsan, Aşkın ve ben Atatürk havalimanında buluştuk. Taksi Melek abi’den. Marmaris’te kısa bir alışveriş molası. Gece geç saatte Orhaniye’deyiz.  Tekneyi  Begonville’e almışlar.  Cumhur hoca gündüzden gelmiş, onunla teknede tanıştık. Asker emeklisi bir eğitimci. Sohbet, muhabbet, yattık uyuduk
10 Ağustos 2012
Orhaniye-Simi
Sabah bir grup alışverişe gidecek. Begonville’den yürümeyelim diye botu çalıştırmaya karar verdim inat etti, uzun sürdü ama sonunda ateşledik mendeburu.
İhsan ağabeyi marinaya bıraktıktan sonra Doğan Hotel’e geçtim. Amaç ortaklarından Sertan ile tanışmak. Bu kışı Tuncer (Eliçin), Taner (Özer) ve Mahir (Günşıray) ile beraber bir iskeleye bağlı geçireceğiz, bıktık artık bumarinalardan.
 Sertan çok yakın davrandı, o da çok istiyor bunu. Ancak Ekim başına kadar vakit istedi. İskelede o zamana kadar kontratı devam eden tekneler var. Kendisinin birtakım tamiratlarından bahsetti. Bakalım nasıl yapacağız?
Vakitlice iskeleden ayrılıp, yola çıkıyoruz. Rota Simi oltalar her zamanki gibi suda. Erol Akyiğit’in planlı şakaları haricinde makinelerden o meşhum ses gelmiyor, bu sefer şanslı değiliz. Biraz yelken eğitimi biraz sohbet ile Dirsek’te demirlemiş dostlara uğruyoruz. Baluna, Mügem, Nelea ve Taj bu güzel koyu bir korsan yuvası haline dönüştürmüşler. Hakkı ve Mustafa ağabeyler ile Tunç yaz başından beri neredeyse hiç ayrılmadan beraber dolaşıyorlar ve bence gıpta edilecek bir birlikteliğe imza atıyorlar. Tebrikler…
Agia Marina adıyla bilinen yerde, adanın hemen çıkışında bir yüzme molası veriyoruz. Pek kalabalık değil, tam orta yere demirleyip vakit kaybetmeden suya… Özlemişim.
Sonrasında Pedi. Ana limana girmeyeceğiz,  bu sene itibarıyla kontroller sıklaştı.
Pedi koyunda alargada demirdeki teknelerin arasından geçerek, koyun en dibindeki beton su iskelesine bordalıyoruz. İçerdeki yerler tutulmuş, mecburen su tankeri için ayrılmış yer var, burasının en büyük dezavantajı, tanker için ayarlanmış büyük lastiklerin bordayı boyaması…
Otobüs çok dolu olduğu için ana limana yürüyerek gitme kararını oyladık. Kabul edildi. 5 kişi olduğumuz için taksiler almıyor maalesef. Dar sokaklar ve merdivenler arasından şehre doğru yürürken, gruptan kopmalar başladı. Nitekim Cumhur Hoca “yoldan” çıktı.
Akşam yemeği her zamanki gibi Meraklis’te. 10 euro hesap için iyi hizmet ve servis. Yalnız garson değişmiş. Akşam otobüs ile döndük. Gece tabi ben kurtlandım. Avara olup, Thessalona ‘ya gidip demirledik. Yıldızların altında ve hafif  soluganların eşliğinde harika bir uyku.

11 Ağustos 2012
Simi-Bozburun
Sabah kahvaltısı ve yüzme molasından sonra demir alıp ayrıldık. Nisos Seskli olarak bilinen Simi’nin güneyindeki adaya gidip demirledik, ben daldım, dip oldukça pis. Biraz eğitimden sonra kuzeye doğru yollandık. Pamormitis’i pas geçip, girişinde büyükçe bir tonoz şamandırası olan Ay Nikolo koyunda demir atıp yüzme molası verdik. Biraz tamirat, bumba üzerindeki anayelken arabasını yerine taktım.
Rüzgarın çıkmasıyla demir alıp ayrıldık. Marmara kayalıklarının arasından geçip balon bastık, yüksek sürat sebebiyle oltalar karıştı. Hay bin kunduz!
Araboğaz’dan geçip, Simi analimanı sancakta bırakıp, dümdüz denizde Bozburun’a doğru yollandık. Erol’un yeni kankası, Evren’in yerinde güzel, mütevazi ve hesaplı bir yemek yedik. Tekne Hidayet kaptanın önünde bağlı.

12 Ağustos 2012
Bozburun-Orhaniye
Sabah Bozburun’dan ufak tefek alışveriş sonra kısa bir yüzme molası ve demirleme antrenmanı, sonra yelkenle Dişlice Adası, kısa bir mola daha. Tekneyi Orhaniye’de tonoza bağladık. Akşam yemeği yine Begonville’de ve uçakla İstanbul.

7 Mart 2014 Cuma

Leros-Akyarlar/ 08 Temmuz 2012

Gece sert esti. Ben de içeri girmedim, kokpitte uyudum. Ara ara sertleşen sağanakların sesiyle sık sık da uyandım. Ama yanımızdaki Najad da biz de zıpkın gibi duruyoruz. Sabaha doğru hava hafifledi, ben de uykumu aldım.
Sabah bir ekip öte beri almak için sahile çıktılar, Raşit her zamanki gibi mutfakta. Ben de ayılmak için denize girdim biraz. Bu arada Alper artık dünden kalan sersemliğini tamamen atmış, elinde biraz ekmek balıkları besliyor. Kısa sürede o kadar çok balık toplandı ki teknenin kıçına daha önceden hiç görmediğim ve duymadığım bir balıkavı tekniğini bizzat izleme şansımız oldu hepimizin. Kısa saplı bir kepçe ile-balıkçılar buna livar kepçesi derler- bir elindeki ekmekleri tekneye yakın atarken, neredeyse hemen ayaklarının dibinde yemleri kapmak için birbirinin üstüne çıkan balık sürüsüne daldırıyor. Tabi cins ve boy ayırmak mümkün değil, nitekim küçük olanları hemen atıyoruz, aslında çevreci de bir yöntem yanii... ))) Kısa sürede kovada yaklaşık 20 küsür balık oldu bile. Genelde sarpa, kupez ve biraz da ispari… )))
Balıkların kurumuş ekmeğe bu kadar iştahla saldırmalarını Yunanistan’daki ekonomik krize bağladıktan sonra, kendi kahvaltı faslımıza geçtik.
Ancak sofradaki halimiz, biraz önce sudaki balıklardan pek de farklı değil hani… Açık hava ve sert rüzgar insanı acıktırıyor.
Hakan’lar ile temasa geçtik, onlar Kalimnos'a uğrayıp çıkış yapmak istiyorlar. Sonrasında Akyarlar tarafına geçecekler. Ancak bizim işimiz çok, önden gitmeye yolda oyalanmamaya karar verdik. Güzel bir yelken seyriyle kolayına, Çatal Ada. Kısa bir deniz ve yemek molası sonrası ver elini Akyarlar.
Yolda ben tonoz düzeneğini oluşturdum.
Yaklaşık bir hafta kadar tekneye kimse gelmeyecek. Akyarlar ciddi rüzgar alan bir yer. Pek kuytu sayılmaz. Dip uygun. Daha iyisi pek demirde kimse yok. İki tane sabit tonoz arasına, bizim düzeneği tekne ile döşedik. Burası aslında sığlığa yakın ancak diğer alargada demir döşeyecek teknelerin pek tercih edeceği bir yer olmadığı için özellikle seçtim. 
Tonoz düzeneğini kendimiz kuruyoruz, tekne belli bir süre kaldıktan sonra, çıkışta tekrar toplayıp yola devam ediyoruz. Düzenek resimdeki gibi. Önce hakim rüzgar yönünde baştaki ana çapayı atarak tornistanda zincirin yarısını (bizim kayıkta toplam 85 metre) zemine güzelce döşüyoruz. Zincirin tam ortası olan 40 metre baklasına özel bir kilit ve üzerine ağır fırdöndü bağlıyoruz. Fırdöndüden çıkan iki halatın ucuna bir şamandıra bağlayarak suya bırakıyoruz, zinciri aynı yönde sermeye devam ediyoruz.  Zincirlikte, hırça mapasına bağlı son halkanın bağlantısını çözüyor ve uygun kilitlerle, zeminin durumuna göre ya ağır fırtına çapasını (bizde 35 kg'luk katlanır admiralti) veya kıç demirini (12 kg'luk britany) suya bırakıyoruz.
Tekne ile manevra ederek, şamandırayı yakalıyoruz. Halatların birini sancak diğerini iskele başomuzluktan, kurt ağızlarından geçirip, sürtünme aşınmamalarına dikkat ederek sabitliyoruz. Bu sayede rüzgar yön değiştirse dahi tarama olmayacak diğer teknelerle çapariz yaratmayacak bir düzenek oluşturuyoruz.





5 Mart 2014 Çarşamba

Pithagarion-Pandelis (Leros)/ 08 Temmuz 2012-Pazar


Tüm gece esti ama demirimiz sağlam, birkaç kez kalkıp kontrol ettim, sorun yok. Sabah çalar saat ile uyandım. Benim uyanmama Raşit ve Nusret de uyandılar. Bu ilginç bir durum, çünkü genelde ben teknede en son uyananlar grubundayımdır hep! 
Motoru çalıştırıp, demiri aldık.
Tandem demiri eğer kalabalık ekip varsa, baştan botla almak her zaman daha kolay. Yoksa koca yedek çapayı, vardavela üzerinden atlatıp içeri almak çok da kolay olmuyor.
Demir aldıktan sonra Ekip teknesine baktık, kimsecikler yok. Hakan Erim’i çaldırdım. Cevap veren olmayınca liman dışına çıktık. Güzel rüzgar esiyor, yelkenleri açtık.
Tam rotaya girmiştik ki telefon çaldı.
Hakan Erim: -Biz de geliyoruz…
Merem: -Tamam oyalanırız…
Herim:-Telsizin açık mı?
Merem:-Kanal 73
Herim:-Anlaşıldı, tamam.

Adanın kuytusundan çıkana kadar gayet kararlı ve neredeyse sert esen rüzgar, yaklaşık 1 saat sonra kesildi. Bulunduğumuz sular aynı zamanda Dar Boğaz’ın getirdiği akıntılarla gayet karışık. Burası ara bir deniz belli ki…
Motor artı yelken, sonra sırf motor, sonra sırf yelken yolumuza devam ettik. Arkhi’nin laguna göletine girdiğimizde neredeyse öğle vaktiydi.
Oldukça karışık ve iç içe geçmiş kayalıklarla bölünmüş arşipel içinde dikketle ilerledik. Hep belirlediğim 2 tane yer vardır. İlki tutulmuş.
İkincisine gittik. Hakim rüzgar pek avantajımıza değil ama uzun zincir döşeyerek yanaştık. Biraz zorlu bir manevra oldu ama demir şimdilik bizi tartıyor. Hakan’lar da hemen arkamızdan yetiştiler. Onları da üzerimize aldık… Bakalım bizim emektar delta hepimizi taşıyacak mı?
Raşit’in ellerinden mükellef bir kahvaltı. Menü menemen, sucuk tava, söğüş domates ve salatalık, bilumum reçeller ve tabi ki çay.
Hakan’ın tam bu aşamada Umut’a seslendiği, “oğlum gel bak burada çok eğlenceli ağabeyler var” lafı bence seyahatin sözüydü…
Önce biraz tekne temizliği, güverteyi suladık. Bordada bir önceki Sakız limanından kalma siyah lastik izlerini ve hatıralarını temizledik. Kaan daldı, diğerlerimiz birazcık denizin keyfini çıkarttıktan sonra vakitlice çözüldük ve ayrıldık. Hakan’lar akşamı Lipsi’de geçirecekler. Raşit’in isteği ile biz rotayı Lipsi-Makronisi’ye kırdık… Daha önce birkaç kez gittiğimiz, önünde devasa bir mağaranın olduğu yerde denize girmek istiyor.
Yolda biminin tutamaklarını  monte ettim.
Tam düşündüğüm gibi, günübirlik tur tekneleri küçük koyda mutad demirledikleri yerden ayrılmış. Ancak boğazdan dolayı içerisi çok sert esiyor. Onun yerine biraz dışarı, bizimle beraber alargada demirdeki 2-3 yelkenlinin yanına zincir serdik.
Mağaraya botla gideceğiz. Herkes bindi.
Maske ve şnorkel bu turun olmazsa olmazı! Varsa palet de…
Suyun altındaki mağarayı Kaan’a gösterdim. Hemen bir fok balığı (irice bir tane))) edasıyla karşıya geçti. Nusret’in cesaretini toplaması çok uzun sürmedi ama Raşit tam olarak gözünde canlandıramıyor. Sözkonusu mesafeyi geçme denemeleri yapıyor, nefes egzersizleri falan en son o geçti. Alper’e bir kez daha baktım. “Benim burada kalıp bota göz kulak olmam daha yerinde olur” dedi, üstelemedim.
Suyun altından yaklaşık 4-5 metrelik mesafeyi bir kez daha yüzmek, yine bile tedirgin edici ve heyecanlı. Çıktığımda herkesin yüzünde o meşhum gülümseme ve neşe var!
Raşit’in deyimiyle gayet “seksi bir tecrübe bu!”
İçerideki lagünü tavaf ettik. Küçük mağaraya girdik ve Alper’i sıkıntılı sıkıntılı daha da fazla bekletmeden, botun olduğu tarafa geri geçtik.
Büyük ısrarlar ve telkinlerimize rağmen, geçmemekte kararlı. Bir dahaki sefere…
Tekneye çıkınca hep bir elden, kromları parlatmaya giriştik, Lotus kısa sürede pırıl pırıl olmuştu bile…
Deniz sefası bittiğinde saat henüz 17.00 idi. Rüzgar hala şiddetinden bir şey kaybetmemiş. Yaklaşık 1 saatlik yol olan Lipsi analiman yerine, güneye Leros Pandelis’e rota tutmanın bir sonraki günkü yolumuzu kısaltması adına daha anlamlı olduğunda hem fikiriz.
Demir alıp yelkenleri bastık…
Gönder ile beraber uçarak Pandelis’e yelkenle girmemiz 2 saat sürmedi.
Mendirek içerisinde direkler var ancak ben pek hazetmem, dışarıya kıçtankara olmak daha anlamlı gibi. Bir motoryat ile uzakyolcu olduğu tüm donanımından belli 38’lik bir Najad arasına, mutad önce kıç halatı, sonra demir sonra kıçtankara manevrası ile zıpkın gibi yanaştık. Ekip kuvvetli tabii!!
Sert esiyor, iskele kıç omuzluktan alıyoruz ama bayağı çok zincir serdik sanmıyorum tarasın.
Akşam botla sahile çıktık. Buranın en meşhur tavernası Zorba. Hemen sağında ve solundakilere baktık ama yine onda karar kıldık. Her zamanki iri yarı kız servis yapıyor…
Kumsaldaki masalardan birisinde hem Türkiye’yi kurtardık hem de bir önceki geceye göre çok daha başarılı bir sunumla servis edilen yemeğimizi yedik.
Greek salad, baby shrimps, octopus grilled, muscle marinier ve bu sefer Ouzo Plomari…
Hesap aynı 84 Euro!
Akşam turu için taksi tutup şehre gitmek istiyoruz. Nedense şeytan dürttü, Agia Maria yerine Lakki Marina’ya gidelim dedik. Meğer tatilin önemli bir diğer tesadüfü ile karşılaşacakmışız bu sefer…
Rıhtım her zamankinden de boş. Deniz kenarından yürüyüp, teknelere bakarken, bir sesle irkildim! Mehmet Türkiye’de sık rastlanan bir isim kabul ediyorum. Hatta bazen başkalarına olan seslenmelere bile yakalandığım olur ama Leros adasında adıma bağrılmasının tek bir açıklaması var!
Nurettin Ağabey ve sevgili eşi Ebru, tekneyle bağlandıkları limanda bizi görünce önce çok şaşırmış sonra da sevinmişler. Biz de aynı şekilde, hemen kucaklaştık…
Ben tekneye atladım, ekibin geri kalanı hem biraz bacakları açmak isteği hem de rahatsızlık vermemek endişesi ile kısa bir tur yapmayı tercih ettiler.
Bayağıdır bir araya gelemediğimiz bu çok eski olmayan ama çok sağlam dostlarımızla görüşmenin heyecanıyla, sohbeti hemencecik koyulaştırdık ve birbirinden bağımsız birçok mevzuyu konuşma fırsatı bulduk. Cumartesi gecesi olmasına rağmen sahilde umdukları gibi bir ortam bulamayan grubun geri kalanı kısa sürede geri döndü ve onlar da sohbete katıldı.

Akşam çok da geç olmadan vedalaşıp, geldiğimiz gibi taksiyle Pandelis’e geri döndük. Hesap 10E.

3 Mart 2014 Pazartesi

Eski Seyirlerden Devam...

07 Temmuz 2012
Sığacık-Samos
Yaz dönemi için Lotus’u Bodrum’a indireceğiz. Temmuz ayında geleneksel temmuz ayı Yunan Adaları turumuz var. Akyarlar’da bir otelde kalmayı düşünüyoruz bu sene, onun önü uygunmuş dendi, alargada demirde kalmak gibi bir fikrimiz var. Raşit, ahbabı Alper bizim ekipten Nusret Ağabey (Başaran) ve her zamanki gibi Kaan.
Uçak sabah, İzmir uçağı. Elimizde yeni diktiğimiz fırtına floğu, balık takımları, metal piyano yazıları ve pasarella için özel yapım civatalar ile kabine girmemiz mümkün değil aslında. Ancak havalimanının girişinde bir kalabalık, yine her zamanki gibi uçağa son saniyede bindik! Artık bu duruma, benimle birkaç kere seyahat etmiş hiç kimse şaşırmıyor NEDENSE?
Dolayısıyla son kontrolden geçerken elimizde taşıdığımız koca beyaz “şeyin” fırtına yelkeni olduğunu anlatmakla vakit kaybedemezdim, "basit bir branda" dedim… Uzun uzun yüzüme baktı polis, peki geçin bakalım dedi. Rahatladık.
Raşit ile İzmir havalimanında buluştuk, Alper otobüs ile dün geceden binmiş. O direkt Sığacık’a gelecek. Güven Birkan sağolsun, verdiği telefondan taksi şoförünü aradık. 100TL imiş, geçen sene 80’di… Değişmeyen tek şey, malum değişimin kendisi!
Kayık uzunca bir zamandır Sığacık’ta tonozda duruyordu. Sağolsun Nurettin ağabey’in arkadaşı Gidon’un ağır bir tonozu var, limanın girişinde hemen, dingi ise marinada. Dostlar kayığa göz kulak oldular hep, arada haberlerini aldım, hiç hasretini çekmedim.
Marina’nın girişinde Migros’tan yolluk alışveriş. Ekibi ikiye ayırdık bir kısım eşyaları, öte beriyi ve valizleri mazot iskelesine taşıyacak. Ben de Raşit ile kayığa gidip, bağlı olduğu yerden çözüp iskeleye getireceğiz diye düşündük.
Bot yerinde sıkıntı yok…
Tekne de yerinde, o konuda da bir sıkıntı yok… )))
Melih ağabeyler bırakırken sağlam bağlamışlar. Şamandıranın üstündeki halkaya bağ yapılmamış bu birinci doğru, bunun tek bir istisnası var. O da ağır iş için üretilmiş büyük şamandıralar. Onların üst metal halkaları kendinden fırdöndülü olabiliyor. Keza alttaki bağ da izbarço değil bu da ikinci doğru. Bu tür tonoz bağlantılarında izbarço gide gele halatı aşındırıyor, zamanla kopuyor. İzbarçonun kasası iki kez volta edilerek aşınmaya engel olmak mümkün ya da anele veya balıkçı bağı kullanılmalı,  biraz halat israfı tabi ama teknenin başıboş kalmasından iyidir.
Şamandıranın altndaki bağlantıda fırdöndü olması ve kuvvetli olması da hayati, tonoz bağlantılarında en zayıf halka genelde hep fırdöndü oluyor. Alargada kalınacaksa fırdöndü şart.
Esasen en iyi yol, ucunda radansa ve kasa dikişi olan 3 kollu birer halatı kilit ile, hem sancaktan hem de iskeleden şamandıraya bağlamak. Nitekim öyle bir düzenek var Lotus’ta. Bunların tekne tarafına yangın hortumları geçirilmiş, halatlarda aşınma kopma falan yok.
Ege’nin sert rüzgarı başladı, kayığı çözüp, mazota yanaştık. Adet yerini bulsun diye de 200TL mazot aldık. Sonra avara!
Çıkışta Matay’a rastladık, ailesi ile yakında bir koya gidiyorlarmış. Sanırım Güven Bey’ler de oralarda bir yerdeler. Peşlerine takıldık, bu sayede dostları görür, hasret gideririz diye düşündük.  Nitekim koyun içinde alargada 3 tekne olduk birden.
Kısa bir yüzme molası, hava çok güzel. Sohbeti çok iesetemize rağmen kısa tuttuk.  Yolumuz uzun, dostlarla vedalaşarak  yola koyulduk. Samos’a kadar en az 20 milimiz var. Henüz neresinde duracağımıza karar vermedim.
Rüzgar iyi, rota Dar Boğaz’a doğru. Adaya yaklaştıkça dalgalar biraz büyüdü, Alper etkileniyor ama henüz daha dayanılmayacak gibi değil. Hem yolu kısaltmak amacıyla hem de bu kadar sert kuzeyli havada kuzey kıyısında durmak istemediğim için rotayı böyle planladık. 
Kanala girmeden önce oltalardan birisine bir balık geldi. Diğerini Nusret sararken ben büyük oltadaki balığı kaçırdım. Bu sularda aynı takıma geçen sene de bir şey gelmiş, aynı böyle, daha ne olduğunu anlayamadan kaçırmıştık. Diğer oltayı el altından kaldırmak için, o kargaşada biminin üstüne koydum ve haliyle unuttum.
Nitekim ilk rüzgarda, tekne yan yatınca cup suya. Gitti güzelim takım, çıkrığı da yeniydi halbuki!

Limana girişte alargada demirli birçok tekne var. Geç bir saatte vardık, normalde kıçtankara bağlanmak için yer var ancak hiçbirimizde pasaport olmadığı için karaya bağlı kalmak istemiyoruz. Karaya botla çıkacağız.
Bu tip demirlemelerde mümkün olduğu kadar karaya yakın durup, sığ suya bırakmak lazım çapayı  ancak en avantajlı yerler tutulmuş. Daha derin suya demirlememiz gerekli, tandem çapa hazırlayıp ikisini beraber attık. Yeterli kalomayla beraber biraz liman girişini kapatıyor gibiyiz ancak, çakarlı, güneşe duyarlı-gündüz sönen, su geçirmez balıkçı şamandırasından bozma portatif demir fenerimizi genova ıskotasına astık, güvendeyiz…
Tek seferde, bu kez kimseyi ıslatmadan beton mendireğe çıktık.
Yeni aldığımız dıştan takma gayet güzel çalışıyor, hepimizi taşıdı.
Alargada demirli teknelerden bir tanesi gayet tanıdık bir sima. Birkaç hafta önce Istanbul’dan uğurladığımız sevgili dostumuz Hakan Erim’i cepten aradık, ulaşamadık. Cüsse itibarıyla en kolay fark edilecek bir yapıya sahip olduğu için çok fazla üstünde durmadım, nasılsa kolayca buluruz dememe kalmadı rıhtım boyunca dizilmiş masalardan birisinde sevgili eşi Yeşim ve oğlu Umut ile yemek yerken rastlaştık…
Dünya küçük GeKo büyük!
Ayaküstü bir sohbetten sonra, şehir turu sonrasında buluşmak üzere sözleştik ve ayrıldık. Yarın ve önümüzdeki günlerde beraber seyir yapmak istiyoruz… Rotalar çakıştı.
GeKo’da yaklaşık iki yıldır devam eden,  seyirdeki teknelerin bulundukları yeri ve  yakın dönem rota planlarını bildirdikleri bir bölüm var. Bence inanılmaz yararlı ve zevkli bir bölüm. Belli bir rotada ilerlerken, yakın çevredeki diğer GeKo teknelerinin yerlerini sanki bir AIS programı gibi bilmek, karşılaşılmasa bile hem kendini yalnız hissetmeme hem de bir çapariz durumunda yardım isteme veya eğlenceli bir seyri beraber tamamlama gibi çok önemli olanaklar sağlıyor.
Pithagarion Samos’un en sevimi limanlarından birisi. Kuzeydeki analiman Vathi hem ticari olması, hem de rüzgarla olan ilişkisi açısından daha az uygun. Üstelik şehir de o kadar sevimli değil.
Pithagarion gerçi daha turistik, limanda kısa bir tur attıktan sonra ara sokakta, iki sene önce keşfettiğimiz dut ağacı altındaki tavernayı elimle koymuş gibi buldum. Ortam biraz sakindi, yine dönüp dolaşıp sahildeki lokantalardan birisine oturduk.
Oldukça kalabalık, küçük bir masaya sıkıştık. Menü standart, greek salad, ouzo, kalamar ızgara, ahtapot salatası, jumbo karides. Bence çok başarılı değil ama tarife belli, 5 kişi 84 euro.
Yemeğin sonuna doğru Hakan Erim geldi. Elindeki IPad ile biraz rota konuştuk.
Lipsi, Arkhi civarına seyretmenin daha zevkli olacağına hem fikiriz. Ertesi sabah 6 da demir almak üzere sözleştik.

Biz ana caddeye kısa bir dondurma turu daha yapıp, yatmak niyetindeyiz. Bakkaldan kısa bir metaxa alışverişi ve Nalan’a Babylonian bileklik, bu seferki mavi…
Yattık uyuduk...