10 Ekim 2009 Cumartesi

Alaçatı-Chios/Marmaro

Ertesi sabah erken uyandık. Yolumuz uzun ama asıl sebep bu değil, Nurettin Ağabey pek çaktırmıyor ama bu konulrda oldukça titiz bir yapıya sahip.

Teknecilik bir disiplin işidir, bu kesin! Doğrusu ilk defa tanıştığım insanlarda, çok da "disiplinli" bir intiba bırakmadığımın altını çizmem gerek sanırım. Bu yüzden olsa gerek O da çelişkili duygular içersinde. İlk defa bizimle çıkacak, zor bir durumdur bu. Bilirim. Ama bir yandan da güveniyor, bunu hissediyorum.
Ben de çok samimi olmadığım bir arkadaşımın teknesine gittiğimde, benzer çelişkiler yaşarım hep. Neyse buraya keyif yapmaya geldik, zamanla ilgili sorunumuz yok. Esnek bir planımız var.
Bu rotada zaman açısından kısıtlı ve zorlayıcı planlar yapmanın başa ne dolu dertler açtığını öncelerde defalarca yaşadık.
Plan şu biz çıkabildiğimiz kadar çıkacağız.
Sergün Levent'te bir yerlere park ettiğimiz arabamızı alıp bizi karşılamaya gelecek, artık o sürede nerede olursak. Biz arabayla dönerken, O da kendi ekibiyle tekneye geçecek ve Istanbul'a veya gidebildiği kadar kuzeye gidecek.
Dolayısıyla erken çıktık.
Marina parasını bir önceki gece her ihtimale karşı vermiştik.
Alaçatı marina son geldiğimden beri bayağı kalabalıklaşmış. Etraf balık avlama turnuvasına katılmak için gelmiş, açık deniz balık tekneleri ile dolu.
Biz de kendi oltamızı, mendirekten çıkar çıkmaz attık. Burada olur mu sorumu daha tamamlamadan, malum sesle herkes irkildi. O an bir şaşkınlık olur hep. Kısa sürdü, tekneyi durdurup sarmaya başlayıncaya kadar, bir boşalma oldu, ses kesildi.
Kısmet değilmiş...

Dümdüz denizde koydan çıkıp, boğaza doğru yollandık. Karşıdan gelen çok da kaba olmamasına rağmen dalgaları kolaylamak için karşı kıyıya-yani Sakız Adası tarafına- geçtik.Ana limanı, yeni inşa halindeki marinası önünden kuzeye doğru tırmanıyoruz.
Nurettin Ağabey bu suları iyi biliyor.
Bize Koyun Adası (Inoussa) ve adanın diğer limanları ile kıyılarını anlatıyor.
Sakız ana limanında kontroller sıkı. Karaya çıkmak taraftarı değiliz, kimsede pasaport yok, Nurettin Ağabey hariç. O tedbirli haliyle...
Önce Pantoukios. Küçük bir liman girişinde balık çftliği var. Çok sevimli değil. Girşte solda bir çekek yeri var. Rivayete göre çok ucuzmuş, çekme atma işleri...
Sonra Langada. Girişte sağ taraf (kuzeyi) askeri bölge...
Liman şirin, 3-4 tane taverna var. Kalamarı tavsiye edildi, ama çıkıp deneyemedik.
Marmaro'ya doğru çıkacağız. Hem yolu kısaltacak hem de kuzeyli havalarda bizi koruyacak bir mendireği var.
Sancak bordamızda, girişi doğudan olan Koyun Adalarını bırakarak, burunda üstünde feneri de olan Strovilo adasının etrafında balığa yatan sandalların arasından batıya dönüyoruz.
Marmaro'nun koyuna girmeden, yine feneri olan bir başka ada olan Margariti'nin etrafından dönüyoruz. Kanalda, doğudan batıya doğru geçerken sığlıklara dikkat.
Limana erkenden girmek istemediğimizden, demir atıp kendimizi sulara bırakıyoruz. Gayet hoi berrak bir su bekliyor bizi.
Kaan günün ilk ganimetini alıyor. Dipte bir anforaya saklanmaya çalışan sekiz kollu, akşam yemeğinde meze olmak üzre usulünce mutfağa giriyor.
Karaya çıkıp, bağlanıyoruz. Gelen giden yok. Tekneyi özellikle açık bırakıp, 3-4 km yukardaki asıl yerleşim olam Kardamila'ya doğru yürümeye başlıyoruz. Etraf daha çok kafe dolu, hiç taverna yok. Çoğu kapalı, evler bakımlı. Hali vakti yerinde Yunanlıların sayfiye yeri belli.
Ekim sonunda Silivri-Kumburgaz'da gibiyiz, ruh hali aynen bu...
Kardamila'da çınaraltında birer kahve içip, dönüşte bulduğumuz bir marketten içki stoğunu destekliyoruz. Lotus'un bu iyiliği var, sintinesi geniş... Yolculuğun kalan kısmında uçk ya da otobüse elimizde tangır tungur şişelerle binme zorunluluğundan da kurtarıyor adamı.
Limana döndüğümüzde bizi Liman Polisi karşılıyor...
Bingoo...
İki elimde, şişe dolu iki torba kötü bir niyetimiz olmadığını ifade etmekte zorlanmıyoruz. Bu arada çok az ingilizce biliyormuş numarası yapmak yine işe yarıyor.
Bu Yunan polisleri aynı bizimkilerin kafasında.
Şişeler mi? Onlar da global ekonominin işleyişinin parçası bence!
Gözümüze kestirdiğimiz güzelce bir taverna da bulamayınca, ahtapotu da düşünerek tekneye girdik. Bence sofra bu tarz el-ayak çekilmiş bir sahil sayfiyesinde bulabileceğimizden çok daha iyiydi.
Bir takım gürültülerle kafamı kapıdan uzatınca, dibimize yanaşmaya çalışan dev gibi bir balıkçı kayığı ile burun buruna geldik.
Avdan dönüyorlardı ve göz hakkı geleneği biz de olduğu kadar, tüm Ege'de geçerli.
Diğer açıdan bakarsak, bir torba uskumruya karşılık iki adet türk cevizi bence gayet iyi bir alışverişti.