20 Mart 2014 Perşembe

14-17 EYLÜL 2012
Orhaniye-Simi

İki Lotus seyahati
Haldun, Elif, Kadir, Mehmet Okutan ve… bir grup. Biz ise Nalan, Nihal, Nejat, ben, Ömer, Firuz, Erol ağabey’den ibaretiz… ))) Ekip çok kuvvetli yani.
Haldunlar Bodrum tarafından, biz Orhaniye’den aynı anda çıkıp Simi’de buluşacağız. Bu sene yaz döneminde hep düşündüğümüz ama bir türlü gerçekleştiremediğimiz seyahati yapacağız. Bizim kız turda. Noyan Bakır korsan bir haftadır, ailesi ile beraber Hisarönü koylarını geziyor. Biz sabah uçağı ile uçuyoruz. Ömerler, bütün gece araba kullanıp, sabah erken Begonville’de buluşacağız. Erol Akyğit de turda, toplam 3 tekne olduk .
İlk gün kahvaltı idi, şuydu buydu derken çıkmamız öğleyi buldu. Begonvil’den çıkış yaptık. Bizden önce Noyan Ağabey ailesi ile kısa bir tur yapmıştı, memnun ayrılmışlar. Onlarla da tanışmış olduk.
Ömer biz gelmeden tekneyi temizlemiş, hazırlamış. Biz de aldıklarımızı yerleştirdik. Rota Simi. Haldun’larla orada buluşacağız.
Önce Thessalona’da kısa bir yüzme molası verdik. Avara yakınımızda, demir atmakla hiç uğraşmayıp üzerine bordaladık.  Sonrasında limana girmek için çok da geç kalmamak için yola çıkıp, motor seyriyle Pedi’ye girdik. Haldun da hemen arkamızdan geldi, alargada 3 tekne üst üste bağlandık.
Her kayıkta 3-5 kişi var, tek bot ve motorla karaya çıkmamız haliyle uzun sürdü. Git gel 3-4 sefer yapmak zorunda kaldık. Her zamanki gibi kısa bir şehir turundan sonra yemek için Meraklis. Simi’ye ilk defa gelenler var.  Çoğu beğendi. İtiraf etmek lazım ki Simi’nin güzel bir duygusu var.  Restaurant’ın her zamanki, uzun boylu, hızlı servis veren garsonu yoktu ama yine de işleyiş kötü değildi. Garson değişmiş ama hesap aynı... Kaç zamandır görmediğimiz dostlar gelince sohbet iyice koyulaştı. Ruşen ağbeyler hemen yan masada, oğlu Derin’i ne zamandır görmemiştim iyi oldu, hasret giderdik. Bir ara Erol Kaptan, arkadaşlarıyla Manos’ta demlenen Esat Ağabeyi almaya gitti. Onlar da sohbete katılınca daha da bir kalabalıklaştık.  
Akşam sokak aralarında dolaşma, kısa turist alışverişleri. Dönüş yolunda vasıta yok artık tabanvaya talim. Yokuşu çıkıp adaya yollandık. Yolda bir yunan düğününe dahil olduk, sonra tekne.
Ertesi gün;
Ben gece güvertede yattım. Sabaha kadar sahilden gelen House of the Rising Sun şarkısını çalıp, doğan güneşi bekleyen bar müdavimlerinin eğlencelerini dinledim. Erol’lar erken çıkıp, Türkiye tarafına geçtiler. İki Lotus’un mutfağını birleştirince ortaya süper zengin bir kahvaltı sofrası çıktı.
Bol fotoğraf, kısa bir yüzme molası sonrası demir alıp, yola koyulduk.  Haldun’lar görmedikleri Thessalona’da bir mola verdiler. Biz güneye devam ettik. Seneler önce Nalan ile yalnız başımıza turlarken tesadüfen keşfettiğimiz rehber kitaplarda bile belirtilmemiş adı olmayan koyu arıyoruz. Biz adını Manastır koyu, koymuştuk. Çok da detaylı hatırlayamıyoruz aslında ama küçük bir manastır ve deniz kıyısına inen merdivenlerin olduğu, suyu pırıl pırıl bir koydu. Simi’nin güneydoğusundaki tüm kıyı şeridini tarayıp koyu bulduk. Tam hatırladığız gibi! SÜPERRR!
Hemen manevra için hazırlıklar yapıldı, Nalan dümende. Ben bota bindim. Upuzun bir halat ile sahile gidip bağladım. Halatın tekne tarafındaki ucu elimde bekliyorum. Gelmediler de gelmediler… Ağaç oldum koyun ortasında meğer, ırgat bozulmuş! Bir Lotus klasiği!
Neyse Erol ağabey ve Ömer’in olduğu bir teknede endişelenmeye gerek yok. Netekim, demiri atıp, güzelce sererek bana kadar geldiler. Zıpkın gibi yerleştirdik tekneyi koyun en güzel yerine. Birazdan Haldun’lar gelirlerse olar da bizim üstümüze yanaşırlar dedik.
Herkes suya. Deniz gerçekten burada harika.  Şnorkeller çıkartıldı, koy tavaf edildi, gözümüz açık denizde ama diğer Lotus görünürde yok. Sahildeki kayalıklar arasında havuz gibi bir yer bulduk, ortam uygun. Herkes kendisine birer kaya buldu, yarı belimize kadar suyun içindeyiz, sohbet süper keyfimiz yerinde. Bunu mutlaka ıslatmamız lazım.
Derhal bir ekip, Lotus’a yüzdü. At nalı şamandıradan bozma yüzer-seyyar bir masa oluşturuldu. Üzerine mebzul miktarda, muhtelif içkiler, kadehler, yemişler, mezeler ve makul miktarda tütünle, malzemenin ıslanmamasına azami özen gösterilerek kaya sofrasına geri dönüldü! YÜZEN BAR!
Tabi kısa sürede kelle-paça kıvamına geldik. Diğer Lotus koya girdiğinde, sofrada hala yarım şişe bir şarap kalmıştı. )) Onları önce üzerimize bağladık, ama sorun büyük. Dün apar topar çıktıkları için içki stoğu bayağı azalmış durumda, bizdeki zaten bize bile yetmez. Biz gibi Panormitis’ten alalım dediler. Kızlar eski kayığa doluştu, biz erkekler büyük Lotus’ta kalıp pinekleyelim diye düşündük.
Daha doğrusu düşündüğümüzü sandık.
Kıçtankara olunduğunda, kıç koltuğun gevşememesi ve sarkıp suya değmemesi racondandır. Eğer koltuklar gevşer, teknenin kıçı sağa sola oynar ise o ekibe hiç prim verilmez! Ama bizimki de iyice abartmış, keman teli gibi duruyor mübarek. Bu aklıma şeytanca bir fikir gelmesine sebep oldu. İP CAMBAZLIĞI!
Dışardan bakınca kolay gibi görülüyor, ama hiç de öyle değil. Ben ilk denememde sadece 3 adım atıp, burun üstü aşağıya düşünce herkes dalgaya vurdu haliyle. Bunun  üzerine ortaya çıkan iddialaşma derhal küçük çapta bir şampiyona düzenlenmesini sağladı. Geleneksel Simi İp Cambazlığı Enternasyonal Şampiyonası!
Sonuç hüsran. Geçtim sahile kadar falan yürümeyi, üçten fazla adım atamadık hiçbirimiz. Hoş tekne güvertesi üzerinde bile düz bir çizgide yürüyebilecek ayıklığa sahip değildik hiç birimiz ama yine de denemek güzeldi, özellikle de düşülen yer deniz olunca.
Haldun’ların içki alışverişi uzayınca burada gece kalmayıp, adanın etrafını tam tavaf etmeye karar verdik. Bulunduğumuz yerden demir alıp, boğazı geçip adanın batısına geçtik. Hava batılı olmadığı için gayet düz bir denizde, normalde ağır dalga yapan bu sularda, motora kuvvet kuzeye doğru çıkıyoruz. Rota adanın kuzeybatısındaki Aia Nicholas manastırının olduğu koy.
Koya biraz geç vardık. Neredeyse güneş batmak üzereydi. Hemen yanaşıldı. Diğer Lotus yine ilkinin üzerine bordaladı. Hızlıca bir deniz banyosu akabinde hemen sofraya giriştik.   
17 Eylül 2012
Sabah harika bir hava ile uyandık. Rüzgar neredeyse sıfır. Koy sessiz. Denize girmiş, etrafı dolaşmışlar var. Ömer tam altımızda irice bir dil balığı olduğunu söylüyor. Uzun kakıca bir çatal bantlayarak sabah avcılığı başarıya ulaşmadı. Pırıl pırıl suda balığı görüyoruz ama bir türlü isabet kaydedemiyoruz, bence çatalın eğriliğinden… )))
Dil balığından vazgeçip, kahvaltıya giriştik. Menü sucuklu yumurta, muhtelif reçeller, bol çay…
Lotus’ta bir elektrik sorunu var. Erol ağabey ile Kadir aküleri ölçmeye gidince, ben de peşlerinden seyirttim. Buzdolabına yönelik kısa ama etkili bir girişimde bulundum. 10 adet Mythos bize dönüş yolu için yeter. 
Akşam dönüş var, çok da oyalanmadan bizim tarafa geçeceğiz. Belki Dirsek’te kısa bir mola veririz dedik.  Biz önce varınca demir attık, kıçtankara olduk. Haldun gelince “biz de demir atmayalım, size bordalayalım” deyince, hiçbirimiz itiraz etmedik. O an, hiç kimse bu masum teklifin o kadar karışık ve alengirli olaylara sebep olabileceğini tahmin edememişti haliyle.
Yüzen bar hadisesi için kıyıya çıkınca, kumsalın pek de temiz olmadığını tespit ettik. Plastik pet şişeler, naylon torbalardan oluşan çöpleri, birkaç battal boy torba doluncaya kadar temizledik. Kumsal tertemiz…
Bunu hemen her seyahatte en azından bir kere yapıyoruz.  Battal boy çöp torbası, birkaç eldiven ve çevreye duyarlı 3-5 gönüllü. Benim tespitim özellikle çocuklarda, çok doğru bir etki bırakıyor. Herhangi bir şeyi atarken iki kere düşünen çocuk, çok kısa sürede küçük de olsa bir kumsalı temizlemenin verdiği gururu uzun zaman içinde taşıyor. Hangi malzemenin tabiatta en zor eridiği ve yok olduğunu görüyor, yarın bir gün yanında çevreye çöp atan birisi ile karşılaşınca da duyarsız olmuyor.
Yemek, yüzme ve temizleme olayından sonra yola çıkma vakti geldi. Haldunları baştan çözmedik. Sonradan o da motor çalıştırdı, yarım yolla iki tekne üst üste bordalamış vaziyette koyun dışına çıktık. Usturmaça desteği ve uygun ayarlanmış, koltuk halatları ile rahat bir seyirdeyiz. Sorun yok. Hatta iyi bile oldu denilebilir, yan yana sohbet etmek de mümkün oluyor böyle.
Sonra rüzgar çıkınca, tam da güzel güzel arkamızdan esiyor, ben “balon açalım” dedim. Olur mu? Olur. İşe giriştik kısa sürede motorları stop edildi, gayet de güzel oldu. Yalnız rüzgar yön değiştirince biraz sorun oldu gibi oldu, çünkü kavança atarsak, balon ıskotasını geçirmemiz gereken tarafta diğer Lotus var! “Eh biz de ona bağlarız iskotayı” diye düşündük… O da gayet güzel oldu.
Herşey yolundayken kim tarafından başlatıldığı bilinmeyen su savaşı yüzünden, ayrılmaya karar verdik. Her iki tekne de yolluyken biraz sorun oldu ama fazla bir hasar oluşmadan neta olduk. Kırık bir çıkrık makine haricinde hasar yok.
İstikamet Begonville. Akşam yemeği büyük bir sofrada…
Gece uçağı ile dönüş.