15 Haziran 2009 Pazartesi

Lotus Tamir Günlüğü-2008/2009

Her sene özellikle yaz başında yapılan tamirat ve bakımların detaylarını unutmamak ve bir sezon sonra ihtiyacımız olduğunda başvurmak için oluşturduğumuz "tamir-bakım günlüğünü"de bu vesileyle pazara çıkartalım diye düşündük...

Bu kış ve yaz başı 3 ana sorunla uğraştık. Bunlar şaft, motor basit sorunları ve vernik idi. Tabi bir de tekneciliğin olmazsa olmazı "ufk-tefek" tamirler...

ŞAFT
Yaz sonunda tekneyi karaya aldığımızda, esnek kaplin ile değiştirmiştik. Ermaksan dan 75 milyon, bizim sistemde işe yaramıyor. Sergün halat sardıktan sonra, vuruntu yapmaya başladı. Rıza ustadan rica ettim, o da sökmüş. Vidaları zaten gevşekti diyor. Çekim yapacağımız gün, Taner'in ırgatını tamir ederken ben de kaplini söktüm. Eskisi gibi taktım. Oldu!

MOTOR
Devridaimin altından su kaçırıyor. Rıza usta keçesi kaçırıyor dedi. Sökmemiz lazım. Sökmesi oldukça zor. İmpeller kapağının altında, tam ortada bir mil, üstünde bir keçe arkasında bir bilyalı rulman var. Tamir takımı yanmar da 200 milyonu buluyor neredeyse. Keçe ve rulmanı oto tamircilerinden Bostancı da bulduk, 3-5 milyon bişey. Konuya hakim olanlar, keçenin marin olması gerektiğini söylüyorlar. Yanmar orjinal 25 Euro. Söylendiğine göre bizim aldığımız ucuz keçelerin içindeki yaylar paslanır kısa sürede görevini yerine getiremez olurmuş. Biz keçeyi ters taktık, yani yayın su ile teması yok. Başlangıçta kaçırmıyor, bakalım zamanla göreceğiz.
Bir tane de yedek aldım. İmpeller yedeği zaten vardı. Eskisini sakladık. Yenisini taktık. Ters takmamak önemli, dikkat etmek lazım. Takarken deterjan ya da vazelinle kaygan hale getirip takmak işi kolaylaştırıyor. Rulman biraz zarar görmüş, o eksenden çıkartmak çok zor. 3 kollu çektirme ile ancak çıkarttık. Mazot filtresi ve separatörü söktük. Kağıt filtreyi değiştirdik. 75 milyon. Mazot tankının altında bir musluk var, onu kapat. Separı tamamen sök. İçini temizle elle tak. İn rokoru biraz kaçırıyor gibi, içine teflon bant. Ama şimdilik değiştirmeye gerek yok.
Out rokorun da kaçırdığını Küçük Çatı'da farkettik. (Haziran 2009) Etrafındaki süngerler falan ıslanmış, yoklayarak sıktık, paslanmış borular her an elimizde kalabilir. Halloldu.

VERNİK
Bu iş Ömer sayesinde oldu diyebilirim. 2 tane kapağı söküp bir akşamüstü Erol ağabeyle beraber Ömerin atölyeye götürdük. Orbital makine ile 2 dk da tüm verniği kazıdı. Vernikte kazıma esas. Kaplamalar önemli, masif ağaçlar sorun değil. Tekne içinde en ön planda sorun, farş tahtalarında var, basamaklarda var, kuzine ve harita masası kenarlıklarında var. Bir orbital de sağolsun Cem'den geldi. Onun kafası arızalıymış ama yaptırdı, sırf bu iş için Duratekten guletler için dizayn edilmiş özel bir vernik temin etti. Sürümü kolay, tek komponentli ve en önemlisi bedava. )) Ahşaba kadar indiğimiz yerlerde de çift komponentli özel bir epoksi empregne ürün kullanacağız. 1 Kilosu, yeter gibi duruyor, 30 milyon falan. Karıştırırken ölçü lazım, çabuk kuruyor. Kurumaya başlarken, ısınıyor.
1 mayıs en erken satte Ömer ile LOTUS'ta buluştuk. Önce bir kısmını çıkarttık, farştan başladık. Gayet güzel oldu. Kaplama incelmiş, çok fazla toleransı yok. Tek bir yerde deldik hatta, Psari deki gibi, neredeyse aynı yerde bizim de bir deliğimiz var. Pontonda zımpara yapmak haliyle yasak, anında güvenlik damladı. Taner'in de gelmesiyle, güç kazandık. Tüm farşları ve sökülebilir malzemeyi çekek yerine taşıdık. Elektrik bulmamız zor oldu. Çekek yeri zaten acayip kalabalık bir de elektrik işiyle ilgili acayip yoğunlar 1 saate yakın elektrik bekledik. Sonunda bir tekne sahibi, acıdı 3 lü prizinden yararlanmamıza izin verdi. Ömer sağolsun acayip girişti. 60 lıklarla kalın yerlere girdik, ön yüzleri 80 liklerle. Beyaz zımpara ahşap için daha iyi, tercihen zımpara tabanına uygun delikleri olması, içinin dolmasına engel oluyor. Bu renk olanlarda yerli malı yok. Perşembe pazarında toptan almak mümkün. Sabri ağabeyin 1 üst sokakta, zımparacı kime sorsan gösterir. Ya da bauhauss, ama çok daha pahalı. Bizim zımparalar 1o luk çap. Ömerin makine Black& Decker, Ceminki Bosch. Bosch’un devri daha düşük ama kenarlıkları yok, tutarken daha çok güç harcıyorsun ama kenara köşeye daha çok giriyor. Velcro Ceminkinde güzel ama, Ömerinkinde çalışmıyor, bally ile yapıştırarak kullandık. Bir de kenarı üçgen, olan bir makine daha var, Çin malı. parmak gibi bir ucu monte edip kenarları yapmak mümkün olabiliyor.
Yüksek devir küçük zımpara vernik işinde esas. Birçok kenar köşeyi zaten elle yapıyoruz. İçi lastik takozlar bu konuda çok iyi, her yerde yok. Erol ağabey sistre dediği kenarı keskinleştirilebilen bir malzeme getirdi, sağolsun ama zaten çok kullanmadık. Cuma günü bittiğinde teknenin neredeyse tamamını boşaltmış, tüm delikleri kapamış, hoparlör, telsz tarafını tamam yakın örtmüş, kabinleri boşaltıp hepsini arka tarafta, tuvalet ve tüp kabine yığmıştık. Sökülebilir her şey o gün sökülmüş, ve bunların tamamı zımparalanmıştı. Tekneyi boşaltmak çok önemli. Ön kabinin duvarını, yan pencereyi, tavandaki papeli kazıdık. Tavanı, aydınlatmayı ve hatch girişini söktük. Lastiğin aynısından bulamadık. Hırdavatçılar çarşısı bu iş için ideal. Bofor hatch üretiyor ama onlarda bu tarz bir fitil yok.Bu arada hırdavatçılar kişiye özel fitilin aynısını üretiyo ama, çok pahalı. Biz 3 metre fitile 5 lira falan verdik...
Masayı söktük, Emre sağolsun menteşeleri atölyede temizleyecek.Kapıların ön yüzü, giriş sağ ve sol taraf, harita masası, kenarları, ön paneli, mutfak kenarlığı, salon ortasındaki tutamak direk, alt dolaplar, panelleri, kapı üst ve alt kenarları ile merdiven basamakları tamamen ahşaba kadar temizlendi ve verniklendi. Pasarella, dış kapı-iç ve dış yüzeyi, mutfak-fırın altı kapaklar ahşaba inildi. Pazar günü akşamüstüne doğru, tüm söküm, zımpara ve bantlama işi bitmişti. İlk kat empregne malzeme (çift komponentli- epoksi) ve üstüne 3 kat vernik uygulandı. Ara katlarda 220-320 arası zımparalar ile yüzey perdahlaması yapmak lazım. Selülozik tinerle tozu alıyorsun, her seferinde etrafı tekrar toz oluyor, elektrik süpürgesi ile temizle… dışarıda yola yakın çok ciddi toz oluyor, pontonun ucuna kadar taşıdık. Ptesi ve hafta içi hemen hergün çalıştık. Ara katlar, harita masasının üstünü yaptık, tuvaletteki farşı unutmuşuz, tuvalet kapısı altını keza. Hepsini sonradan yaptık. Mutfaktaki ön panele meşe kaplama yaptık. Epoksi sonrasına bakacağız. Bally ie yapıştırmak kolay. Ama denemeyi tavsiye etmem, ustalık isteyen iş. 2 kat bally sürüyorsun.Çekiç ince tarafı ile bastırarak yapıştırdık.Kaplama 1 mm kalınlığında meşe. Yüksek kaldırımdan aldım. Artık çoğu kapanmış orada ellerinde kalan malları satıyorlar. Aynı şeklide, giriş yeri altında, eski sigortalardan sadece negatif olanı saklamıştık, onu sökerek orayı da kapladık. Her ikisini de epoksi ile empregne ettik.Buzdolabı etrafına akrilik-antibakteryel yapıştırıcı sıktık. Kadıköy nalburlarda var, ucuz bişey. Lavabo kenarına sıkmak oldukça zor.

DİĞER
SprayHoodun naylonlarından sağdaki kötü durumda, bir de kenar köşe bağlantıları sorun. Tamire yolladık. 150 TL. Cemilin adamı halletti. (Aralık 2008)
Borda fenerinin her sene bozulan kablosunu bir GK etkinliğinde girişerek yaptık. Vardavela puntellerinin içini freze ile deldik, kabloyu bu aradan geçirdik. Uçları Erol Ağabey sıkma pensesi ile sıkarak spreyledi. Bir daha da bişeycik olmaması gerekir. (Şubat 2009)
Yer zemin, kokpitte, gevşemiş tik çıtaları sağolsun Erol Ağabey ile Serdar yapıştırdı. Yapıştırıcı özel. Genel marin kullanım için. Bayağı para vermişler. (Mart 2009)
Özellikle sancak kıç omuzluk vardevelaları çok çizilmişti, sağolsun Erol ağabey zımparaladı (Nisan 2009)
At nalını değiştirdim. Marintekten. 65 milyon. Plastimo en pahalısı, Lalizas, bu bizimki en ucuzu.
İspanya malı kauçuk kova- Amorgos’ta suya düşen gibi.
Piyan ipi. İnce olan da var, kalın olandan aldım.
Lastik süspansiyon. 16 milyon. Demir bosası için ideal.
Marintekten dolap kapaklarına ön-zincirlik ve arka kokpit sağ tarafına kenarı lastikli ağ-cepler yapıştıracağız.
70 metre yüzer polipropilen halat aldım Kaya'dan, petrol mavisi özellikle, geçen seneki siyah polyesterle karışmasın için rengi farklı. Toplam 100 milyon. Film halat diye sattı. 12 mm den biraz kalın.
Tüpün detantörünü değiştirdim, Kızıltoprak’ta, Caminin karşısındaki Aygaz’da var. Borusunu dik açı 90derecelik, Erta da Mehmet Usta yaptı sağolsun.
Döşemeleri değiştirelim Cenk Tuzcudan 20 metre döşeme aldık, bağışladı sağolsun. 150 ilyona dikiyorlar. ama vakit kalmadı, Lotus aşşa iniyor.
(9 Mayıs) Pupa feneri’ni değiştirdik. Sergün Ön taraf, borda fenerleri yapıldı. Sergün. Kablosunu yeni değiştirmiştik.
Kıç demiri düzeneği, sağolsun Mehmet usta-Nazım usta ile beraber yaptılar. Vardevela üzerine 25 mm lik çap var. Kestamid iki yarım daire yanakları pirinç allen civatalar ve set uskurlar ile duruyor. İyi çalışyor gibi bakacağız
Demir koymak için benzer bir tutamaç yaptık, yine pirinçten, dikmeye monte edeceğim. Baştaki demiri çıkartıp boyadık, önce fırça ile antipas sonra kızıl yağlı boya. Yedek demirin galvanizi daha iyi, onu da başa geçirdim. Kilitlerini yeniledim.10 metre 8’lik zincirini de değiştireyim dedim ama bakacağız. Yaklaşık 100 milyona geliyor. 1,5 kilosu 1 metre. Krom olanda metresi 35 milyon en ucuz. Küçük bir kova almam lazım. Geçen sene aldığım batan polyester halatı kullanacağız, ucuna radansasız bir halka ördük. Direk zincir kilidinden, sonra 2 adet kilit, araya fırdöndü. Kilitler allen başlı, demir için. Son kilit, zincire sabitlemek için, mandar kilidi, 6 mm lik.
(16 Mayıs) Genova yine yırtık. En tepede, daha önce de yırtılan, kapela tarafı. Yine Turgutreis de UK dikmişti. Bir de güngörmez yakası UV bandı sökülmüş. Dikmesi zor, bayağı bir uğraştım, 1 saatte en az 6 iğne kırıldı, vazgeçtim sonunda UK e yolladım. 65 milyon aldılar sağolsun, iki adet iğne ve yama hediye…
(17 Mayıs) sağolsun Erol ağabey ile Ömer otopilot fişini yaptılar. Hatch kapağının kenar lastiğini 3M çift taraflı bant ile yapıştırdılar. Gayet iyi oldu.
(18 Mayıs) pasarellaya dremelle amblem kazıma. Umut sağolsun.
(19 Mayıs) Şanzıman yağını tamamlamışlar, ama biraz fazla koymuşlar. Biraz kaçırabilir, sorun değil.
(25 mayıs 2009). Tuvaleti sonunda yaptım. check valfi bozuk tespit ediliyor ama olmyor işte. Önce bol bol deniz suyu çekmek lazım. Boşalırsa deniz suyu boşalır. Arkasından söktüm, su boşaldı. Taktım olmadı, kaçırıyor. Yenisini arkasında kalın hortumuyla takmak işe yaramıyor. Hortumunu mutlaka sökmek lazım. Taktım. Şimdi tamam. Sintine pompasını çalışır hale getirdim. Çorap takmak lazım.

Karacasöğüt-II

Karacasöğüt
Sabah yine mükemmel bir Gökova güneşiyle uyandım. Etrafta koşturan çocukların kıkırdamaları, ağdan dönen bir balıkçının oflaya puflaya çalışan pancar motoru ve günübirlik tura tekneyi hazırlayan bir tayfanın taşıdığı tabak çanak sesleri koca koyun yavaş yavaş uyandığına işaret seslerdi, ufak ufak...
Hemen yanımızda kimbilir kaç gün önce suya bıraktığı sepetlerini toplayan Yaşar Kaptan ile selamlaştık. Karacasöğüt ve Gökova'da sepetçilik pek bir revaçta avlanma şekli. Benim de çok sevdiğim, mümkün mertebe uyguladığım bir yöntem. Kabaca bahsedersek Güney Ege ve Akdeniz sahillerinde sıkça kullanılan bu sepetler, tam tarif etmek gerekirse şeklen ortasında fındığı olmayan şekerpare tatlısına benziyor )). Yaklaşık, en az 70-80 cm çapında, 30-40 cm yüksekliğinde telden ya da sazdan elde yapılıyor. Yapım işi tam bir sanat, özellikle Bozburun'lu ustalar bu konuda çok meşhurlar. Tel bildiğimiz inşaat teli, ancak sepetin belli bir formu ve kavisi var. Bu kavis çok önemli, sepetin çalışmasını yani iş yapmasını bu sağlıyor, köşeli sepetler pek işe yaramıyor. Sepetin içine yerleştirilen ve dibine tespit edilen yeşillik (marul, ıspanak vs) ile ekmek ve kokmuş peynir balığı çekiyor. Uzaktan kokuyu alan balık, sepete yaklaşıyor ancak avına ulaşamayınca sepetin tellerini ve kavisini takip ederek üst tarafındaki delikten içeri giriyor. İçine grdikten sonra, görme fizyolojisi müsade etmediği için ve dolayısıyla yukarı bakamadığı için tekrar dışarı çıkamıyor. Sepetin içinde dolaşıp duruyor. Ta ki ertesi gün ya da her ne zamansa sepeti su üstündeki şamandırasına bağlı olan misina ile çekip alıncaya kadar. Bu şekilde avcılığın iyi tarafı istediğin kadar balık tutuyorsun, istemediğin balıkları çıkartıp geri atabilirsin. Yem kısmı gayet kolay. Her yere atabilirsin ve ucuz. En pahalısından sepetler 30-40 TL'yi geçmiyor. Dikkat edilecek en önemli husus sepetin pırıl pırıl olmaması. Eskimiş hatta paslanmış sepetler daha avcı! )))
Bu yüzden işi bilenler sepeti ilk aldığında suya atıyor 1-2 hafta paslanması için bekletiyor. Hatta toprağa gömenler de var! Tercihen sazlık (yani erişteliğin) yanına indirmek lazım. Sepetin gözlerinden 1-2 sine de koparttığınız eriştelereden koyarsanız yanında yenmez )) Sokkan, kupez, karagöz ve hatta çipura olası avlardan. İçinde balık olduğunda ahtapot girmesi işten bile değil )))Rutin bir av sonrasındaki görüntüyü aşağıda izleyebilirsiniz. http://vimeo.com/5214441
Sepetçilikle ilgili bu kadar geyik yaptıktan sonra Karacasöğüt'e dönelim tekrar.Çözülmesi gereken birkaç sorunumuz var. Birincisi bumba. Ayhan ağabeyle, direğe bağlanan parçayı söktük. Üstündeki kırılmış perçinleri çıkarttık. çelik perçinler, aluminyum olanlardan farklı hiç de kolay sökülmüyorlar. Elimde aynı perçinlerden var, bunlar metrik sistemde ifade ediliyor ve bendekiler 6,4'lük. Yanlış hatırlamıyorsam 4 mm'in üstündeki perçinler hepimizin bildiği perçin tabancası ile sıkılamıyor. Bu iş için iki koldan destek alınarak (aynı tel kesme makası gibi) kullanılan bir perçin aleti var. Evvelki sene sormuştum bir ara 200 küsur Euro deyince vazgeçmiştim, nasılsa bir kez kullanacağım değer mi demiştim, kendi kendime... Yanılmışım )))Sağa sola sorduk kimsede yok. O civarda çalışan Mümtaz Usta vardır, aslında marangoz ama elinden her iş gelir. "Bende de yok, üzgünüm" dedi... Demir Ağabey öğleden sonra, dümeniyle uğraşmak için Marmaris'ten bir ekip geleceğini, onlardan yanlarında getirmeleri için rica edebileceğini söyledi. Çok teşekkür ettim. Bu durumda plan biraz bozuldu. Ankara ekibinin uçağı saat 15.30 da, Dalaman'dan. Aslında Bodrum Havalimanına neredeyse aynı mesafe olmasına rağmen, Karacasöğüt'ten uçmak için Dalaman'a bilet almak lazım. Marmaristen uçuştan her 2 saat öncesinde Havaş servisi var. 25 TL.Karacasöğüt'ten Marmaris'e 20 km kadar. 40-50 dk da ulaşmak mümkün. Yaz aylarında minibüs seferleri var, ama biz oradayken henüz başlamamıştı. Kooperatiften dolmuş kiralamak mümkün 70-80 liraya Marmaris'e, 170-180 TL'ye de Dalaman'a götürüyorlar. Neyse, sonuç olarak onlar gidecekler, benim uçak geç vakit, akşam saat 19.40'da. Öğleden sonra bu tamir işleriyle uğraşırım diye düşündüm. Güzel bir kahvaltı ederek ve suyumuzu elektriğimizi doldurarak, Bayram'a da gecelik 20 TL verip, tekneyi bağlı olduğu belediye iskeleden çıkartarak kıçtankara demirde duran teknelerin arasına, uygun bir yere, uygun şekilde yanaştırdık. Koyun batısı, meltemlere kapalı. Dip yavaşça derinleşiyor, ve oldukça iyi demir tutuyor. Yaz sonlarında ve sonbaharda ciddi keşişleme yapıyor ancak bu mevsimde kötü bişey beklemiyoruz. Birçok tekne dolayısıyla çift demir ve tonozla duruyorlar. Biz tek demir attık, uzun zincir döşedik, kıçtan da iki koltuk aldık. Tekneyi derleyip toplamamız ve son bir kez denize girmemizle zaten saati öğlen yaptık. Ben hariç herkes toparlandı, minibüs almaya geldi ve ekibin bir kısmı yola koyuldu. Yalnız yalnız iskelede dolaşırken, Tuncer Ağabey'in neşeli sesiyle irkildim...
-Doktorrr...
-Buyur Tuncer Ağabey??
-Müjdemi isterim...
-Emrin olur! Nedir?
-Murat (AvoII) da senin istediğin perçin makinası varmış.
-Ne diyyossun?
-Tamamen tesadüf öğrendik. Biz bahsederken araya girdi "var bende ne getiriyorlar Marmaris'ten" dedi...
-Şaka!-...
Sanki yeni hediye bisikletini görmeye koşan çocuklar gibi, neşeyle koca Tayvan keçine neredeyse zıplayarak çıktık. Murat Ağabey, kamaranın zeminindeki bir dolaba beline kadar girmiş, aşağısı bir derin kuyu, bir takım aletleri-edavatları çıkartıp çıkartıp kenara koyuyor... Bir yandan da söyleniyor "en son kim bilir ne zaman kullanmıştım? Bak şimdi kesin en dipten çıkacaktır, hep böyledir bu iş" diye öfürdeyip duruyor!
Nitekim öyle de oldu )) en dipten çıktı mendebur. Ama tam istediğim alet. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle "bu yaşlı kızda torna aleti hariç her şeyi bulmak mümkün ama bazen biraz aramak gerekiyor" dedi... )))
Hemen bir koşu tekneye gittim. Hazırlıklarımı yaptım ve 2 dakika da hallettim mevzuyu... Ne demişler: Takım çalışır! Kendisine teşekkür etmek için bir küçük el emeği türk cevizini de ihmal etmeden, birkaç yedek perçini de torbasına koyarak geri verdim. Etrafta dostlarla pinekledim, hemen yan komşumuz olan seneler önce yine burada tanıştığımız Banu ve Deniz çiftiyle (Tapir) sohbet ettim, ciddi bir balıkçı komünotesi olan iskelede Oktay Şaktimur ve Tümer ağabeyle lafladım, İngiliz limanından dönen Arı teknesine ziyarette bulundum, Lotus'a son bir kez uğrayarak etrafı kolaçan ettim her bir şeyi kontrol edip, şimdiden üzgün kızmıza içimden hoşçakal dedim...
Karacasöğüt'ten ayrılmak hep zor gelmiştir bana! Neden bilmem...

14 Haziran 2009 Pazar

Karacasöğüt


Gulet Kaptanının hediyesi litrelik Smirnoff ganimetimizle beraber, koydan çıkıp hemen doğusundaki koy olan Karacasöğüt'e girdik. Rüzgar oldukça hafif. Yelkenle girme fikrinden hemen vazgeçtik...

Karacasöğüt bizim geçmişimizde önemli anlara imza attığı için olsa gerek, hep duygusal olarak etkilendiğimiz bir yer olarak hafızalarımıza kazındı. Düşünüyorum da herhangi bir koyun ya da bir adanın ya da bir limanın bizde çok özel bir duygulanım yaratmasının sebebini sorguladım, kendi kendime. Acaba neden bazı yerleri çok beğeniyor, ona çok benzeyenlerde aynı beğeniye ulaşamıyoruz? Bu duygulanımda tek sorumlu acaba koy ya da ya ada her neyse o mu? Mevsim mi? Ya da algımızı değiştiren başka faktörler var mı diye düşünürüm hep! Galiba herkes için geçerli olan "in ve "out" yerler listesi var, ve bu kesinlikle bilimsel kriterlerden bağımsız olarak değerlendiriliyor. Yani tamamen duygusal olarak yorumlanıyor. Dolayısıyla tartışmaya çok açık bir konu, ben şahsen çözemedim...

Bildiğim şu, Karacasöğüt beni hep etkiledi... ve sanırım da hep etkileyecek.

Bunda önemli sebeplerden bir tanesi ama, bunu itiraf etmem lazım, sadece koyun kendisi ya da doğası değil, hasbelkader oraya yerleşmiş-hatta bunun müsebbibi olduğumu sandığım-dostlar. Sanki aileme kavuşuyormuşum gibi bir duygu sarıyor beni, Tuzla Burnu'nu bordaladıktan sonra! Sanki Lotus artık evinin arka bahçesinde... O kadar rahatım, o kadar rahat!

Nitekim Belediye iskelesine doğru yöneldiğimizde teknelerinden çıkan, bizi bekleyen, yolumuzu gözleyen dostlar sardı etrafımızı... Palamarımızı alanlar, "hoşgeldiniz" diyenler, hepsinin yüzünde gepgeniş bir gülümseme... Sanki hiç ayrılmamış gibiyiz. Aslında tersine koca bir kış devirdik arada, ve her sene yaptığımızdan farklı, malum sebeplerden dolayı gidemedik tüm kış boyunca. Halbuki ne de güzel olur kışları Karaca, sadece Karaca mı? Hepsi, tüm Gökova muhteşem olur. Eylül ortası gibi el ayak çekilir ve tekneler azalır... Gelen giden de... Sadece yerlileri ve bir de sevenleri kalır! Sonra Sarıyaz başlar... Ah o ne doyumsuz bir andır Güney Ege'de! Sonra güya kış başlar. En tehlikelisi budur bence. Kış vakti, yağmur-çamurda Istanbul'dan çıkıp da güneye gidenlerdeki duygulanımı bence ölçmenin tek bir yolu var: Buradan oraya göçenlerin tamama yakını kışın gördüğü için gitmiştir oraya kesin. Bunun bir istatistiğini çıkartmadım ama bence kesin öyle...

Girişte sağda (yani Batıda) Gökova Sailing Club'un doğayı hiç bozmadan inşa edilmiş küçük mütevazı binaları ve iskelesi vardır. Arada kendileri kıçtan kara olmuş tekneler, sonrasında upuzun Belediye iskelesi vardır. Daha da Doğu'da Martı Marinanın kışları tamamen kapanan-sadece yazları açık iskelesi ve restaurantı yer alır, bu gittiğimizde el değiştirdiğini öğrendik. Marmaris'e dolmuş vardır, özellikle mevsiminde. Kışın bunlar iyice azalır ama zaten şehre 20 km kadar olduğu için çok sorun olmaz. Sahildeki bakkal-marketlerden öte beri almak gayet mümkündür. İskeleye kıçtankara olduk, dibi iyi demir tutar. Elektirk, su bulmak mümkündür, Belediyeye makbuz kesilir, 20 TL geceliği. Çoğunluğu yaz kış kaldığından tonozların sahibi olup olmadığını sormak lazımdır. Zaten iskele sorumlusu Bayram olmasa bile komşular uyarır dışardan gelenleri. İskelenin Batı tarafına doğru "komün" yaşantı ağırlığını iyice hissettirir zaten. Bilenler oraya "ChinaTown" der... Müdavimleri eksik olmaz, kıskandırıcı bir dayanışma, hangi ulustan olursa olsun içine alıp, nereden gelirse gelsin sorgulamadan kabul eder bir yapıdadır yaşantı! Ciddi, irdelenmesi gereken sosyolojik bir olaydır bence... Ayrı konu!
Bizi de aldılar içlerine, "tüm gün sizi bekledik, neredeydiniz?" diye neredeyse azarlar tonda sordular. Deniz hali bu bumba koptu, balık kaçtı falan diye geçiştirdik ama utandık da bir yandan... Tekneye davetler hoşbeşten ve acil ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra, tahta iskeleye kurdukları upuzun sofra ve hemen yanıbaşındaki mangal sefasına sanki onur konuğuymuş gibi davet edildik.

Bol bol içildi... Çokça konuşuldu... Bir müşterekte anlaşıldı... Denizin ve denizciliğin bu ortak lisanına olan hayranlığım, galiba hiç bitmeyecek. Gecenin çok ilerlememiş bir saatinde, başımızdan geçenleri anlattık. Teknik bir konuydu, ne düşünürsünüz dedik... Çok mütevazi bir tonda, ellerinden gelen herşeyi yapacaklarını söyledi ayrı ayrı herkes... ve nitekim de yaptılar!Uzun bir sohbet, bol içki, bol kahkaha, bol anı ile çok mutlu geldiğimiz iskelenin (ki dönüşte bana göre ciddi sallanıyordu, şahsi fikrim Belediye'nin kesin çivi yoklaması yapması lazım!) en ucundaki teknemize düşmeden-kalkmadan sağ salim hasıl olduk! Yatmamızla uyumamız bir oldu ))

Amazon-Karacasöğüt

Amazon-İngiliz Limanı-Karacasöğüt
Ertesi gün, yine güzel bir Gökova sabahına uyandık. Bir önceki gün üfüren meltem gitmiş, yerine ılık ılık ve tatlı tatlı, insanın tenini okşayan serin bir esinti kalmıştı. Güvertede yattığım için, alışkanlık, hemen doğrulup etrafı bir kolaçan ettim. Alman ekip beklendiği üzere bizden önce kalkmış bir takım aktivitelere girişmişti bile. El sallayıp, selamlaştık. Sahildeki şezlonglar da bu arada birer ikişer parsellenip, su başında geçirilecek güne hazırlıklar yapılıyordu.Tekneyi toplayıp, kahvaltı hazırladık. Sağolsun Ankaralı Kaptanlar, özellikle Raşit, yeme-içme konusunda oldukça ileri bilgi birikim ve deneyimine sahipler, yemekten yana hiç sıkıntımız olmadı. Bu sabah için menüde, sucuklu yumurta, peynir-zeytin, tavada hellim ve bol söğüş domates-salatalık var! Mükellef...
Çöpümüz oldukça fazla ve botumuz olmadığı için teknede biriktiriyoruz mecburen ve eğer bir gün daha bu tempoda devam edersek, koku dayanılmaz bir hal alacak. Karaya çıkıp, çöpleri atacak bir rıhtım ya da iskele o civarda bilmiyorum. Yediadalar kuzey koyunda yıllar önce turmepanın bir servisi vardı ama hala devam ediyor mu emin değilim. Küçük migros poşetlerini birer ikişer büyük battal boy olanların içine koyup, ağızlarını sıkıca bağlayıp, sahile mümkün olduğu kadar yanaşıp yüzerek karaya çıkartma fikri kabul gördü... ve yaptık... ve oldu )))
Çok da geç kalmadan koydan çıkıp önce kuzeye sonra doğuya dönüp o akşamüstü Karacasöğüt'te olmayı hedefliyoruz. Bördübet Körfezinden çıkarken, Mersincik Burnunun hemen güneyindeki döküntülere dikkat ederek, açıktan geçerek koyları tarayarak kuzeye doğru çıkıyoruz. Rüzgar, öğle öncesi henüz sertleşmiş değil. Yol boyu çektiğimiz ağır takımı çıkartıp bu sular için daha uygun olan bir başka düzenek taktım. Uygun kamışı içerden çıkartmaya üşendim, netekim... Gelmesiyle oltayı koparması bir oldu! Bu "kaçan" balıkların büyük mü küçük mü olduğunu kim görmüş de söylemiş! Bir yandan da onu düşünüyorum... Neyse gün Poseidon'a bir rapala hediyesiyle başladı... Bakalım listede daha neler var?
Kardinalleri kollayarak ve Mersincik burnunu açıktan dönerek Yedi Adalara doğru rota tuttuk. En güneydeki koya 5 metreye demir atarak, kıçtan upuzun koltuk almış bir guletin yanında durduk. Kısa bir deniz molası ve hızlı bir öğle yemeği sonrasında rüzgarın da hızlanmasını fırsat bilerek yukarı doğru tırmanışımıza devam etme kararı aldık. Her iki yelkene de birinci düzeyde camadan, sert rüzgar ama henüz kabarmamış denizde orsa seyrindeyken, içerdeki tangırtıdan bişeylerin ters gittiğini hemen anladım. Ama küçücük bir ihmalin bu kadar büyük bir tahribata sebep olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu! Ahşap kaplamaları temizlemek için bir gün önce çıkarttığımız ve kullandığımız deterjanın kapağı demek ki iyi kapanmamış ki devrildiğinde 1 litre koyu kıvamlı deterjan tüm harita masasının içine akmış. Sahne korkunç ötesi! Tüm evraklar, haritalar şu bu hepsi orada saklı, üstelik teknede ahşap temizleyicisine de hiç ihtiyacı olmayan bir lokalizasyon!! Daha önce de benzer bişey başımıza gelmişti ama ihmal işte, teknede yeri yok! Bu tarz deterjanlar acayip, köpürüyorlar, temizlenmeleri için ciddi miktarda suya ihtiyaç duyuyorlar ve demirdeyken bile zahmetli olan iş, hele de yan yatmış, fındık kabuğu gibi sallanan bir yelkenlide en sevimsiz ameliyeler listesinin başına yerleşebiliyor!
Neyse bir şekilde halletttik. Bu arada Tuzla Burnuna kadar yükselmiş olduğumuzdan Gökova Körfezinin Doğusuna doğru rota tutma için kavança attık. Rüzgar tam iğnecikten geliyor, biraz da hafifledi, 1 saatten fazla yolumuz var. Genovaya ayı bacağı yapmak için başüstüne gittiğimde, bumba bağlantısını taşıyan direkteki 4 perçinin yerinden çıkmak üzere olduğunu gördüm. "Dikkaat" falan dememe kalmadan, bumba olduğu yerden kurtuldu ve direk tarafı serbest kaldı. Bereket kimseye bişey olmadı! Hemen anayelkeni indirdik, motor çalıştırıldı. Lotus'ta bu bağlantı şimdiye kadar toplamda 4 kez falan kırıldı! Artık "yalama" oldu diyebiliriz. Her seferinde farklı bir yerden kırılıyor, bağlantıyı söküp Istanbul'da atölyeye getiriyoruz, sağolsun ERTA'dan ustalar eskisinden sağlam yapıyorlar. Getirip takıyoruz, bu sefer orası değil bir yanı kırılıyor!! Hay bin acılı köfte!!
Direkteki perçinler ise başlı başına bir dert, bunlar 6.4'lük çelik perçin. Her yerde bulunmuyor, neyseki yedekte var ama normal perçin makinası ile sıkılmıyor. Büyük kollu, iki elle sıkılan bişey lazım. Bu aletin fiyatı da bayağı fazla. Her seferinde de bir şekilde hallettiğimiz için, paraya kıyıp satın almaya bir türlü elim varmıyor. Istanbul'da sorun değil de, Gökova'nın ortasında bu aleti nereden bulurum, nasıl temin ederim? İçim daraldı...
Neyse burada seyir halinde yapılacak iş değil, hele bir Karacasöğüt'e girelim de... Yolda o bu şu derken, stresi bir şekilde atmak için Değirmen Büküne girelim dedik. Girişte sağda Hırsız Koyu, sonra İngiliz Limanı etrafı seyrede seyrede giderken birden koyun dibinde, demirde yatan tanıdık bir sima gördüm: ARI!
Hemen üstüne dümen kırdık, yanaşıp selam ettik! İçerden bir kafa: Ahmet Özdiktaş, tüm yüzüne yayılan o gepgeniş gülümsemesiyle belirdi...
-ooooo... Çocuklar hoşgeldiniz bu ne güzel süpriz? -)))
Hemen rüzgaraltına bordaladık, sağdan soldan aldığı bir dolu halatlar, açmazlar ile Arı, sanki önümüzdeki 20 yılı orada geçirecekmiş gibi bağlanmış zaten. Bizzim de bir demir atmamıza hiç gerek yok, sert rüzgara rağmen ite kaka yanaştık. Sağolsun bizi teknelerine davet ettiler. Beraber seyir yaptıkları eski arkadaşlarıyla tanıştık, buzlu rakılar kondu, mekanik sorunlar konuşulmaya, çözümler tartışılmaya başlandı! Eski günler yad edildi... Çok da vaktimiz yok, akşam bizi Karacasöğüt'de sofraya bekliyorlar diye izin istedik kalktık. Buraya kadar gelmişken, Okluk Koyuna uğramadan dönmek olmaz. Denizkızını seyrederek, meşhur çam ağacına bağlı meşhur tekneyi ve meşhur sahibini gıyabında selamladık ve görevimizi tamamlamış olmanın getirdiği huzurla Karacasöğüt'e yollandık. Hala üstümüzdeki stresi denize boşaltmış değiliz, uygun bir koyda durmak istiyoruz, baka baka yol yapıyoruz. Karacasöğüt ile Okluk arası bilenler bilir, motorla 40 dklık falan bir yoldur. Arada, Değirmenbükünden sonra 2-3 tane koy ancak vardır. Bir tanesi (36º 56' 50" - 28º 10' 26") yakın zamana kadar, bir balık çiftliğinin işgalindeydi. Geçen sene sonunda oluşan kamuoyu baskısı sebebiyle güney sahillerindeki bir kısım çiftlik kaldırıldı ya da daha uygun koylara transfer edildi. Dolayısıyla bu çiftliğin olduğu cennet koy da bu sayede tekrar eski günlerine kavuştu. Bunun ne kadar isabetli bir karar olduğunu o koya gidip suyuna girmeyen kimse bilemez! Balık çiftliklerine karşı değilim, yanlış anlaşılmasın. Mutlaka ülkemiz için önemli bir endüstri, büyük bir gelir kaynağı ama ne pahasına? Bu soruya iyi cevap verilmesi gerekiyor bence...
Koy içinde çiftliğin varlığına ipucu sayılabilecek sadece birkaç şey var. Bir tanesi sahildeki koca metruk baraka... Herşeyi söken, koydan çıkartan zihniyet neden bu izbe lehundayı burada tutar anlamak mümkün değil. Neyse, rağmen güzel koyun tam ortasına demirledikten sonra, dingin sulara kendimizi bıraktık. Harika bir doğa parçası... ve anın tadını çıkartırken, açık denizden içeri doğru dümen kıran bir büyük guletle resim tamamlandı. O saatte buraya girdiğine göre muhtemel gece kalmak istiyordu, uzaktan el edip selam verdik. Selamımızı görmedi ben de üstünde durmadım, içeri girdim. Dışarda konuşmalar gelince tekrar çıktım, Kaptan haliyle kendine güvenli bir yer arıyor ama bizim demir koyun ortasındayken geometrik açıdan bunu yapabilmesi pek mümkün değil. "Sorun değil, biz gece kalmayacağız, çıkarız" deyip demiri çekmeye başladık. Herkes sudan çıktı, tekneye binip koydan çıkarken, zodyak arkamızdan yetişti ve kaptanın hediyesi olarak bir büyük Smirnoff'umuz oldu! Onca beladan sonra sonunda şansımız dönüyor artık galiba... )))

11 Haziran 2009 Perşembe

Bodrum

Bodrum

Uzun, soğuk ve kasvetli bir kışı geride bıraktıktan sonra, Haziran başı, henüz okullar kapanmamış ve Bodrum ve Gökova!Bu kaçmaz fırsatlardan... Lotus'un en sevdiği sularda yeniden yelken yapmak, rüzgarla uçmak, olta sallamak, dostlarla olmak var işin ucunda! Nalan, Ömer'i de alıp gelmek istiyor ama henüz karar vermiş değiliz. Çok zorlama olur diyerek vazgeçince, Ankara'dan kayınbirader ve bacanaktan kurulu "yeni" kaptanlardan bir ekip oluşturuldu ve ben kendimi yine havalimanı yollarında buldum!

Bu tarz seyahatlere yanımda çok fazla giyecek taşımayı sevmediğim için küçük bir el çantam vardı ama içine attığım olta malzemeleri ve kıç demiri için hazırladığımız pirinç metalden fatura uçak kontrolünde sorun yaratınca mecburen bagaja verdim. Bu arada bir bilgi: Uçağa "misina" alınmıyor!! Tehlikeli malzeme sınıfına giriyormuş! Çeşme-Bodrum arasındaki son etabı tamamlayan, sağolsunlar Sergün ve İlke ile, denize bakan bir barda buluştuk. Bodrum alışılagelmiş, yaz kalabalığından uzak durgun ve sakin bir havadaydı. Lotus'u hemen yandaki, Halikarnas Disko ile yeni yapılan mendirek arasına alargada demirlediklerini ve botla karaya çıktıklarını söylediler. Barlar caddesinde yürüyerek, akşam yemeği için manavların yanında, Deniz Feneri adlı meyhaneye oturduk. Güzel bir muhabbet, yandaki balıkçılardan kişi başı 10 TL'ye gelen porsiyonluk çipuralara da gereken saygıyı gösterdikten sonra, bana göre o mevsim için makul sayılabilecek bir fiyata lokantadan kalktık tekneye yollandık!

Ama orada küçük bir süpriz bizi bekliyordu! Lotus'un botu olması gereken yerde değildi... Sergün nereye çektiklerini çok iyi hatırladığını ve ağaca da güzelce bağladığını söyledi. Sağa sola baktık ama bulamadık! Yapacak bişey yok, yattık uyuduk.

12 Haziran 2009
Bodrum-Orak Adası-Küçük Çatı-Amazon

Raşit Özdemir, Ayhan Istanbullu, Gürkan ve Ben

Ertesi sabah durumda değişen bişey yoktu. Sinir bozucu bişey aslında tabii ama ben bu tarz meselelerde konuyu gerektiğinden fazla büyüten bir karakterde değilimdir hiç. Hele de tatilin iilk gününde... En nihayetinde bir mal kaybolan ya da çalınan, fiyatı da belli! Tatilin kendisinden daha önemli değil. Üstelik bizim herhangi bir ihmalimizden ya da yanlışımızdan da kaynaklanmamış... Sergün suçlamak da mümkün değil, ben de olsam aynısını yapardım ve muhtemel benim de başıma gelirdi. Serserinin biri almış sağda ya da solda bırakmıştır diye optimist yaklaşımlarımızın tamamı foss çıktı! Demir alıp, limana yollandık.Şimdi bu başa geldiğinde yapılacak şeyler var. İlki Sahil Güvenliğe haber vermek. Bunu aksatmamak gerekiyor. Geceyse gece! Çünkü alınan bot kötü amaçla kullanılabilir, sorun çıkabilir, oluşan durumda bir suç sözkonusuysa direkt kaptan sorummlu. Bizim botun üstünde "LOTUS" yazıyordu zaten.

Sahil Güvenliğe ulaşmak için, Bodrum Limanına girişte sağda bir adet, solda da bir başka, toplam 2 adet bot var. Ofisleri de içerde, Marina tarafında konteynerlerin olduğu tarafta. Olayın nerede, ne zaman olduğunu belirten bir ifade alıyorlar ve tutanak tutuyorlar. Bütün bu gidip gelmeler bayağı bir zaman aldı, bir yandan da Ankara Kaptanları geldiler. Limana hiç girmedim, Marina girişte mazot iskelesine geçici olarak bağlandık. Bir yandan da alışveriş yaptık 3 günlük seyahat için.Her iş bittikten sonra Sergün ve İlke ayrıldı tekneden. Onlar Bodrum'da kaldı, limandan ayrılırken arkamızdan biraz buruk biraz da üzgün bakıyorlardı hala... Önce Orak Adası'na rota tuttuk. Bir yandan da gözüm etrafı tarıyor, belki buluruz ümidiyle sağa sola bakıyorum. Orak Adası, henüz sezon başlamamış olduğu için boştu. Oldum olası adalara kıçtan kara olmayı sevmem, alargada demirde durduk. Yeni mürettebat deniz sefası yaparken, Lotus'u seyre hazırladım. İçini güzelce neta ettim, bir mazot kokusu var. Separın out çıkışından sızdırıyor. Etraftaki süngerlere bulaşmış, temizledim. Rekoru kırılmayacak şekilde, "yoklayarak" sıktım. Şimdilik iyi gibi. İçeriyi toparladım, eşyalar derli toplu. Bördübet tarafına doğru yelkenle yaklaşık 4 saatlik bir yolumuz var sanıyorum. Çok da fazla oyalanmadan yola çıkmamız gerek. Herkes toparlandı, ekip de seyre hazır. Dümen tutma heveslisinden bol bişey yok, iyi haber!Bayağı sağlam deniz şartları ve sert rüzgarla Gökova Körfezini yanlamasına uzunlamasına ve hafif çapraz geçtik. Ama kıç omuzluktan geliyor, bundan iyisi Şam'da kayısı! Küçük Çatı koyuna geldiğimizde güneş henüz azalmamıştı, kum zemine 5 metreye funda demir! Çatı'lar (yani hem büyük hem küçük Çatı) dışarda esen sert melteme rağmen içerde herşeyden habersiz rahatlıkla demirde kalınabilecek harika doğa parçaları. Orada bayağı bir oyalandıktan ve açlığımızı giderdikten sonra, yan tarafta Büyük Çatı'ya geçtik. Bu arada ilginç bir tespit, Rod Heikell bu koy için Büyük Çatı adını kullanmıyor. O tarafta da fazlaca kalmayıp, Bördübet Körfezinin kuzeyinde Amazon Creek adıyla bilinen koya geçtik. Açık denizden gelirken girişi pek belli olmayan bu koy oldukça hoş doğası, çok hızlı bir şekilde sığlaşan, hemen önünde güzel bir kumsalı ile batılı meltemlere kapalı bir koy. Koyun tercihen Doğu tarafına uzun zincir döşeyerek kıçtan kara olarak güvenle gecelenebilir. Dip kum/balçık iyi demir tutuyor. Küçük bir tahta iskele var ama biz yanaşmayı düşünmedik. Kıyıda, tepeye doğru bir toprak yol var, araba geçebiliyor. Sanıyorum koyu dolaşarak öteki tarafta, kumsalın olduğu tarafa kadar devam ediyor. Ama yolun devamı ile nereye ulaşılabileceğinden emin değilim.Kumsalda bulunan şemsiyeler, şezlonglar ve denizde bulunan saldan ve gelenlerden anladığım kadarıyla burası ya özel bir plaj ya da bir hotel gibi bişey ait kapalı bir mekan. Ama tam bilemiyorum.Bu arada tahta iskelenin hemen üstündeki tabelada kanal 77 ile restaurant ile konuşulabileceği yazılı. Bir de cep telefonu vermişler. Aradık ama tekneye servis yapmadıklarını söylediler.Hemen solumuzda 43 feet bir Jeanneau var. Türk bayraklı ama sanıyorum, üstündekilerin tamamı Alman. Farklı kültürden, farklı memleketlerden ekiplerin tekne üstünde yaptıkları ya da yapmadıklarını, davranış patternlerini incelemek eskiden beri hep hoşuma gitmiştir. Böyle bir Alman ekiple de karşılaşınca bu fırsat kaçmaz diyerekten seyre koyuldum!6-8 tane, orta yaşı az geçmiş, yaş ortalaması 50+ olan bu ilginç ekipte hiç hanım "katılımcı" yoktu ve hareketlerinden ve yapılan "sulu-ötesi" şakalardan uzun zamandır birbirlerini tanıdıkları anlaşılıyordu. Bir tür eski güneri "yad etme" törenine şahit oluyoruz sanıyorum. Tekne bu arada acayip neta. Koltuk halatları-lar diyorum çünkü neden olduğunu hala anlayamadığım sebeplerden toplam 3 adet var- o kadar gergin duruyorki, iyi bir ip cambazı rahatlıkla üzerinde yürüyerek, bağlı bulunduğu çam ağacına ulaşabilir! Biz geldiğimizde çoktan yanaşmış oldukları için, kaç metreye kaç metre zincir döşediklerini tabi göremedim ama havanın sert olduğu saatlerde girdilerse, hele de açık denizde biraz dayak da yemişlerse bu tarz "ultra" önlemleri normal karşılamak gerek diye üstünde durmadım.

Tahmin edildiği üzere bir tanesi kaptanlık müessesine en ufak bir zeval gelmeyecek tarzda gayet karakterli, otoriter hatta sert düzeyde hareket ve konuşmalarla güverte üstünde en küçük bir gayr-i ciddi hareketi bile affetmeyecek toleransızlık ile, muhtemel onlarca yıldır tanıdığı, tahminen okul arkadaşlarını zapturapt altında tutma görevini gayet kusursuz ifa ediyordu!Haldun'un lafıdır ve çok severim, sık sık kullanırım: "Bir kaptan en az emir vererek gemisini rotasında tutuyorsa iyi kaptandır!"