25 Ağustos 2010 Çarşamba

Bodrum-Yediadalar/Uzun Liman

Nihal erkenden kalkıp, kimseyi rahatsız etmeden uçağa gitmiş. Ben rahatsız oldum doğrusu, onu uğurlamak isterdim, çok büyük yardımcımızdı bizim. Olmasaydı çok zorlanırdık...
Sabah sakin bir Bodrum havasına uyandık. 2 gün üst üste elektik aldıktan sonra akülerimiz artık iyi durumda. Hemen hiç eksiğimiz yok. Olan ufak tefekleri de hemen o civardan temin ettik.
Günşıray'lar ile yaptığımız konuşmadan, Baluna'nın sabah erkenden Gümüşlük'ten çıkıp, Poyraz Limanı'nda kısa bir deniz molasından sonra Gökova'da açıkdenizde seyir halinde olduklarını öğreniyoruz. Lotus (Haldun) Bodrum'da kalacak. Haldun yeni misafirleri ile Kos'a gidecek. Kadir'in işi yok. Bizimle gelme teklifini severek kabul ettik.
Serdar'lar, Gökova'dan dönüşte. Orak Adası civarında öğleyin buluşmak için sözleşmiştik. Bakalım.
Düşündüğümüzden fazla oyalandık. Çıkışımız 12'yi buldu. Rota doğu. Mahir'lere yetişmemiz olası değil, onlar dümeni Yedi Adalar'a doğru kırdılar bile ama Serdar'larla kısa da olsa görüşmek amacıyla kuzey kıyısında kalıyoruz.
Pabuç burnunu geçerken, malum sesle irkildik... ))
Bota atladım sahile oldukça yakınız, derinlik fazla değil. Bir taş balığı sanırım. Kolaylıkla bota aldım. 20 cm-neredeyse rapalanın boyu kadar- bir lagos... Be hayvan, niye atlarsın boyundan büyük yeme?
Zarar vermemek için azami gayret gösterdim. Bir de nasıl çırpınıyor yavrucak?
Neyse zarar vermeden, kurtardım oltadan. Sonra da saldım haliyle... Bu boyda Lagos ve orfozların avlanması yasak. Ama olmasaydı da bırakırdık. Bunlar taş balığı ve hepsi uzun ömürleri olan yerli balıklar, açık denizde yakalanan palamut-toriğe benzemiyorlar yani.
Yanlış bir anlaşma sonucu, biz Pabuç'tan önce durduk-demirledik, Serdar da sonrasında yerleşmiş. O bizi bekler, biz onu bekleriz durumu yani...
Yanaşmamız biraz karışık oldu. Ama becerdik bir şekilde...
Sonrasında da Elifim'e aborda olduğumuzda bir de halatı pervaneye dolayınca iyice inanasım geldi, bugün başımızda bir "şansızlık" olduğuna! Nereden bilebilirdim?
Rüzgarı kaçırmamak için, ertesi gün gayet yanık bir hava olacağı ihbarını da göz önüne alarak; Serdar, Alev ve Elif ile olan kısa sohbetimizi daha da kısa tutarak yola koyulduk.



Arkadan gelen rüzgarla 4 saatlik güzel bir seyrimiz var. Oltalar suda. Rüzgar tam iğnecikten geldiği için gönderi de bastık. Herşey yolunda, zamanında orada olacağız derken, "yine o ses"!!!
Bu kadar açık denizde geldiğine göre küçük bişey değil belli ki. Hazırlıklarımızı yaptık, kısmetimizi görecek kadar yakına sabırla çektik. Bir lambuka! Ama düşündüümden çok daha büyük, neredeyse 1,5 metre boyu var! Bota almak oldukça zor olacak...
Nitekim alamadık, neredeyse elimi uzatsam değecekmiş kadar yaklaşmışken son bir darbeyle misinayı koparttı ve kaçtı, ama balığın kendisi çok güzeldi, sırf o ana değer.
Linki ektedir: http://vimeo.com/14519899

Kaçan balık büyük olurmuş diye söylene söylene, tekrar yelken basıp, akşam saati çok uygun rüzgarla Yedi Adalara girdik. Baluna, Uzun Liman'ın hemen başında 4 gurcatalı dev bir megayatın yanında demirde.
Koy çok hoş, tekrar Gökova'da olmak çok güzel. Gayet sakin bir havada, Baluna'ya aborda olduk. Günşıray'lar biz gemeden sahilden iki tane koltuk almış, upuzun zincir döşemiş.
Balığı kaçırınca, malum, akşam yemekte yine makarna var! Ama Mahir ve Claude'un gurme kabiliyetleri sayesinde mükemmel bir yemek yedik.
Günün yorgunluğu ile yattık uyuduk

Yalıkavak-Bodrum

Sabah çok da erken kalkamadım. Zaten 2-3 gündür, bir kırgınlık var üstümde. Nalan ve Ömer Deniz de keza, çok iyi durumda değiller. Ömer de bir de kabızlık durumu var. Ne yaptıysak çözemiyoruz, bizi zorlayacak gibi gözüküyor.
Biraz da bu yüzden tekrar Yunan Adaları falan fikrinden vazgeçtik. Rotayı Bodrum'a tutacağız. Lotus (Haldun) zaten 2 gündür orada, Baluna da bizden birgün sonra çıkıp Bodrum'a ya da direkt Gökova'ya geçecek.
Sabahtan alışveriş ve tekne işleriyle uğraştık. Çamaşırlarımızı aldık. Her hazırlığımız tamam, artık yola çıkabiliriz.
Denizler dünden kalma havayla biraz kabarık ama rüzgar en azından şimdilik sert değil. Rota Çatal Ada... Öğle arasında kısa da olsa bir yüzme sefası yapmayı düşünüyoruz. Deniz sefasına makarna molasını da ekledik. Elimin pansumanı sebebiyle ben zaten denize giremiyorum.
Akşamüstü rüzgarını da alarak, Çatal Ada Bodrum arasını 1,5 saatte yaptık. Olta suda ama henüz bir tıkırtı yok!
Haldun geleceğimizi ön büroya bildirmiş. İlginç dialoglar olmuş aralarında:
-Bir arkadaşım 1 geceliğine kalmak için Milta'ya gelecek. Yeriniz var mı?
-Var efendim... tekne adı?
-Lotus.
-Eh Lotus zaten sizin tekneniz??
-Bu başka Lotus...
-Peki. Sahibi kim?
-Mehmet Erem.
-Ama nasıl olur Mehmet Bey sizin teknenin de sahibi görülüyor bizim kayıtlarda...
-Eh deli kızın çeyizi, malum... ))

Nitekim tam ilk göz ağrımız ile, kıç-kıça demirledik. Pontondan yürüyenler, iki Lotus arasından geçerken dilek tutacak haldeler!
Sesimizi duyan Haldun ve Kadir hemen tekneden çıkıp yanımıza geldiler. Küçük bir kokteyl oluşturduk hemen. Hemen akabinde çok da vakit kaybetmeden, işlere giriştik. Marinanın nimetlerinden yararlanmak isteyen bir grup, duşlara giderken, Emre ile ben girişimizi halletmek için ön büroya geçtik. Sonrasında akşam yemeği için ekibin büyük kısmı Sünger Pizzaya yerleşti, Nalan ile ben teknede kaldık. Haldun'un anne ve babası gelince onları tekneye misafir ettik, çok beğendiler.
Akşam Ömer Deniz için ilaç almak için nöbetçi eczaneyi bulmaya, manavlar mevkine kadar yürüdük. Bodrum yaz dönemiminin hareketliliğini, muhtemel ramazan sebebiyle kaybetmiş gibi.
Çok da geç olmadan tekneye geçtik, ben zaten bayağı yorgunum. yarın sabah Nihal erkenden dönüyor, ama o da yorgun anlaşılan. Keza Haldun'lar da pek "gecelere akma" modunda değiller...
Nitekim, yattık uyuduk.

24 Ağustos 2010 Salı

Gümüşlük-Yalıkavak

Hem tekneleri toparlamak, hem eksikleri tamamlamak hem de o akşam gelmesi planlanan Istanbulluoğulları ekibini karşılamak için, Gümüşlük'te durmaktansa Yalıkavak tarafına geçmeye karar verdik.
Sabah erkenden Mahir Ağabey'in sahildeki pastaneden getirdiği börek-çörek ile güzel bir kahvaltı yaptık. Çok da fazla oyalanmadan, denizin de sertleşmediği erken saatte demir alıp kuzeye yollandık.
Oldukça batılı esiyor, yolda yelkenle motora destek oluyoruz.
Hemen önümüzde iki gündür demirde duran, Fransız bandıralı Super Maramu da bizimle beraber seyirde. Yalıkavak'ta, yan yana bir yere bağlandık.
İlk iş temizlik. Kendimiz uğraşmayıp profesyonellere bırakmaya karar verdik. Tekne temizlemek, özellikle de içini temizlemek aslında önemli bir iş. Bunu çok iyi yapan firmalar olduğu gibi, tersine büyük hayal kırıklıklarına yol açabilecek olaylar da oluyor. Bizimkisi maalesef ikinci gruptaydı, kadının yaptığı-daha doğrusu yapmadığı- işe o kadar sinirlendim ki resmen kavga çıkarttım!
Sonra biz tekneye girerek bir daha temizledik.
Ancak bu arada teknenin nereden tatlı su kaçırdığını buldum. İskele deposu, giderinden-yani hidrofora olan bağlantısından-gayet güzel ses çıkartarak damlatıyor. Ancak, oraya ulaşmak çok zor. Bakalım nasıl çözeceğiz?
Öğleden sonra, işlerini bitiren Mahir Ağabey'lere misafir olarak Küçük Kremit adasına denize gittik. Oldukça kaba dalga var, bayağı sallandık.
Akşamüstü gün batımında tekrar Yalıkavak Marina. Güneşin tam battığı sırada ters taraftan doğan dolunay, inanılmaz bir manzaraydı.
Akşam yemeği Yalıkavak içinde, Gönül Abla. Yunan Adalarında bir süre kaldıktan sonra, Bodrum'a döndüğümüzde, özellikle akşam yemeklerinde hep şaşırırız bir süre. Bu sefer de aynı oldu. Yani nasıl olup da mütevazı bir sulu yemek lokantasında, tam karşı kıyıdaki alkol falan dahil, mükellef bir balık-deniz ürünleri sofrasından daha pahalı olduğunu ben bir türlü anlayamamıyorum!
Zeynep annesi ile beraber, arabayla bizi ziyarete geldi. Çok hoşumuza gitti, ancak kısa kaldılar. Herkes yattıktan sonra, Istanbulluları beklerken, teknenin öte berisiyle uğraştım, seyir günlüklerini güncelledim.
Gece 2 gibi geldiler. Geçen sefere kıyasla yerleşmemiz çok daha kolay oldu... Yattık uyuduk.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Vathi-Gümüşlük

Sabah kalktığımızda hava düşmüştü. Poseidon da zaten buna uygun bir tahminde bulunuyordu.
Bugün adalardaki son günümüz, Ömer ve Firuz'u Türkiye'ye geçireceğiz. Turhan Ağabeyler de uçaklarını ayarlamışlar, akşam Bodrum'dan uçuyorlar.
Biz Ömer'leri bırakmak amacıyla erken ayrılacağız Vathi'den, Turhan Ağabeyler Mahir Günşıray ile kalıyorlar. Hem yardım etmek amaçlı, hem de Mahir çıkışlarını ayarlamak için, tekneyle değil ama karadan Kalimnos Liman'a gitmek istiyor. Orayı görmek değişik olur diye düşünüyorlar. Onlarla "şimdilik" vedalaştık, halatlarımızı çözüp ayrıldık.
Yandan gelen güzel bir apaz rüzgar ile kısa sürede Türk tarafına geçtik, sancak gurcatadaki bayrak indi, Lotus forsuyla yer değiştirdi.
Rota Gümüşlük, koya girişte yandan gelen dalgalardan birisiyle, güvertede takılan ana yelken sarma sistemini açmak için uğraşırken elimi sıkıştırdım. Gümüşlük Sağlık Ocağı'nda üç dikiş diyeti varmış!
Halbuki kaç kez de dedik, eldivensiz hiçbir iş yapmamak lazım diye... Ama insanın basireti bağlanıyor.
Motoru braketinden indirip, alargadaki tekneden karaya çıktık. Ömer'leri geçirdikten sonra, çay bahçesine yayıldık. Ömer Deniz tekrar vatan toprağına çıkıtğını farketti mi nedir? Neşeyle koşturuyor, çay bahçesinde oturan herkesle cilveleşiyor.
Elimdeki hasarı onardıktan sonra, tekrar tekneye döndüm, birkaç meselesini halletim. Yağına suyuna baktım. Buzdolapçı ile konuştum ama bu sistemden hayır yok. Boruların değişmesi lazım. Sintine pompasını çalışır hale getirdim.
Tekrar sahile döndüm ama sıcak fena, kumsaldan denize girme olayından hemen vazgeçtik. Tekrar tekneye geldik.
Genel temizliğini yaptıktan ve denize girdikten sonra, Ömer uyudu. Mahir Günşıraylar ise tam bu sırada koya geldiler. Önceden hazır ettiğimiz "velkam kokteylleri" ile karşıladık onları. Sanki yıllardır görüşmeyen kadim dostlarmış gibi kucaklaştık...
Üstümüze demir atan bir koca katamaran sebebiyle biraz gerginlik yaşanmasına rağmen, neşemizi kaybetmedik. Balık tutma aksiyonu, bir önceki gece sofrada kalan ızgara ahtapot ve kalamar ile... Nalan güzel bir karagöz tuttu ama devamı gelmeyince, çorba malzemesini sahilden temin etme cihetine gittik.
Sofra yine kusursuzdu. Zeynep (Çatay) Yalıkavak'tan ziyaretimize geldi, tekneye ilk gelişi, çok beğendi...
Turhan Ağabey'leri ve Zeynep'i yolcu etmek için sahile çıkınca, Gümüşlük takıcılarını ziyaret ettik. Eşe dosta küçük hediyeler.
Yattık uyuduk...

22 Ağustos 2010 Pazar

Xerocampos-Vathi

Herhangi bir coğrafyada uzun süredir yelken yapılıyorsa eğer, ister istemez bazı favori yerler ve mekanlar oluşuyor, ve keza "istenmeyen" koylar ve limanlar...
Hem Xerocampos (Leros) hem Vathi (Kalymnos) kesinlikle bizim "favori" mekanlarımız.
Doğrusu bu tarz bir yerin teknedekileri ve sahiplerini nasıl ve niye etkilediğini çözebilmiş değiliz, ama belki de bunun çok da önemi yok!
Ömer ve Firuz seyehatlerini birgün daha uzatınca, Vathi ve Kalymnos güzel bir alternatif olarak karşımıza çıktı, hemen değerlendirdik.
Güzel bir Xerocampos sabahına uyanıp, herkesi bağlı bulunduğu tonozda sağ salim görünce sevindik, gece sert esmesine rağmen aksilik çıkmamış...
Mütevazi bir kahvaltı ve sonrasında direğe çıkma aksiyonunu takiben hem bir önceki gece için teşekkür etmek adına hem de ayrılmadan görüp vedalaşmak için Hayk'ı aramaya koyulduk ancak ulaşamadık...
Haldun'lar hala ciddi bir "kebap" halet-i ruhiyesi içindeler. Peşimizden geleceklerini söylediler ama ben pek inanmıyorum...
Arkadan gelen rüzgarla, güzel bir seyirle, Baluna ile beraber iki tekne güneye doğru yelken açtık.
Vathi'nin hemen kuzeyinde, Almeires diye bilinen, ıssız koylardan birisine kıçtan kara olduk. Güzel bir deniz sefası ve iri çakıllı kumsalda Ömer Deniz'in "hafriyat" tutkusunu biraz olsun giderdikten sonra, demir alıp asıl destinasyonumuza yollandık.
Vathi yine kalabalıktı. Sağımızda iri bir katamaran ile Alman bandıralı bir 45 liğin arasında demir atacak tek bir yere, kıçtankara bağlandık.
Hem sağımız hem de solumuzdaki ekiptekiler, anlamsız şekilde, yardımcı olmama hukuklarını kullanmayı tercih ettiler. Bir şekilde hallettik, sorun olmadı...
Baluna da bizim iki yanımıza, nispeten daha kolay şekilde girdi. Rahatız...
Kızlar deniz sefasına, erkekler bira keyfine daldılar.
Köyde kısa bir yürüyüşten sonra, tekneleri yukardan gören terasıyla köşedeki tavernaya kurulduk. Yoğurtlu etli "dolmades" ler ve ahtapot ızgara gayet başarılı idi...
Yattık uyuduk.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Lipsi-Xerocampos



Rüzgar bütün gece deli gibi esti. Birkaç kez dışarı çıkıp demirleri ve halatları kontrol ettim. Kıç koltukları boşta olduğunda, teknenin kıçı yönü değişen sağanaklarla uyumlu olduğu için, demirlere de daha az yük biniyor. Pontondan 2-3 metre açıktayız, hemen hiç yaslanmıyor...
Sabah oldukça erken kalktım. Beni duyan Ömer ve Turhan Ağabeyler de kalkmışlar.
Havuzlukta oturmuş, yeni doğan güneşin limanda ışık oyunları oynadığı bir sırada, Ömer'in seslenmesiyle irkildik...
"Şu gelen Lotus değil mi?"...
Aynen de öyle. Bu tekneyi ne kadar uzaktan da olsa tanırım ama gözümden kaçmış işte. Haldun tek başına dümende, bir yandan da usturmaçaları falan ayarlıyor. Pontona atladık, yanaşmasına yardım ettik. Kadir ve Emine içerdeler, henüz uyanmamışlar.
Tüm gece yol yapıp, sert denizler geçmişler. Agathonisi civarında, anayelken yırtılmış. Artık tamir edilemeyecek kadar kötü...
Yedeğini Istanbul'dan istetmek lazım ama, artık Bodrum'u beklemesi lazım.
Bizim tekne eşrafı da kalkınca, Leros sabahında kahvaltı için favori mekanımız Bakery'ye gittik. Upuzun bir sofraya hep beraber kurulduk.
Biraz şehirde ve kilisenin etrafındaki dar sokaklarda dolaşma, fesleğen alma, tekne eksiklerini tamamlama, biraz bacak açma sonrasında hep beraber, 3 tekne Xerocampos'a yollanmak için hazırlıklara giriştik. Lotus'un ve Baluna'nın çıkışları kolay. Bizde bayağı teçhizat var.
Açılı atılmış iki demiri aynı anda toplayamayacağımız için, Ömer'i botla ağır admiraltiye gitti, onu elle boşunu alacak. Ben asıl demiri ırgatla topladıktan sonra manevra edip, onunla buluşacağım.
Kafadan bastıran ağır rüzgara rağmen demir tutuyor bizi, kıç koltukları rüzgaraltında olduğu için çözdük, kızlar boşunu alıyor, ben ırgattayım, bu sırada bir çağrış-bağrış! Pontonun ilerisinde devasa bir katamaranın sahibi, bağıra bağıra bişeyler diyor. Önce anlamadım, her ihtimale karşı, dümene geçtim. Koltukları alınca tabi tekne dönmüş, ama panik edecek bir durum yok. Adamdan da uzağız bayağı neden bağırıyor anlamadım.
Haldun'lar ve Turhan Ağabeyler pontonda, adamla bağrışıyorlar.
Ben tekrar ırgata geçtim, zinciri almaya başladım. Başarılı bir şekilde, Ömer'i de yakaladık, ikinci demiri elle aldık. Salimen çıktık limandan...
Sonradan öğrendiğimize göre, adam daha biz manevraya başlamadan, Haldun'a gidip, "tecrübeli mi bunlar? yanlış yapıyorlar galiba" gibilerinden bişey söylemiş. Haldun da "sen işine bak, merak etme" gibilerinden başından savmış... Kompleksli bir tip anlaşılan, var bir meselesi ama ben çözemedim, neden panik olduğunu da hiç birimiz anlayamadık, neyse!
Üç tekne de koyun çıkışında yelken basıp, arkadan gelen rüzgarla güneye yollandık. 17 mil gibi bir yolumuz var. Lotus yırtık yelkenine rağmen, bayağı performanslı. Resmen yarış yapıyor bizimle )) Tabii biz de altta kalmadık. Seyir bir anda küçük çaplı bir yarışa dönüştü...



Xerocampos her zamanki gibi kalabalık. Tonozların çoğu dolu. Kendimize bir yer bulduk, bağlandık. Lotus da yakınımızda, ama Baluna kendine çok da sağlam olmayan bir tonoz alınca, tedbir amaçlı demir de attı. İyi ki de atmış, akşam korkulan olmuş, tonoz halatı kopmuş ama demir tekneyi tutmuş.
Motorları koyup, sahile çıktık. Bir tavernaya yayıldık. Haldun'lar hayk ile buluşmaya gittiler, akşam yemeği için sözleştik.
Ömer ve Firuz normalde, yarın gitmeleri gerek ama baskılara dayanamayıp tatillerini birgün uzattılar. Bu harika, bu sayede bir ada daha yapabileceğiz, belki yolumuz üstünde, Vathi'ye geçeriz.
Hayk çok eski bir dostumuz. İlk Xerocampos'ta yıllar önce tanışmıştık. Burayı o kadar beğenmişti ki uzun uğraşlardan sonra yamaçta bir ev almıştı kendine. Evin bir bölümün apart otel haline dönüşürmüş. Bence çok başarılı...
Tekneye gidip akşam hazırlıklarımızı yaptık, yaklaşık 25 kişi upuzun bir sofraya kurulduk. Menüde kılıç ızgara var. Psari Taverna'nın sahibi, adından da anlaşılacağı gibi yaşlı bir balıkçı.
Hayk meze kültürüne çok hakim bir gurme olduğu için, kendi eliyle hazırladığı dolmalarla kalpleri fethetti. Uzun uzun sohbet ettik.
Ömer Deniz'in durumu sebebiyle, erken ayrıldık. Yattık uyuduk.

20 Ağustos 2010 Cuma

Arkhi-Lipsi

Sabah oldukça taze ve dingin şekilde uyandık. Yatağından kalkan denize atlıyor. Su pırıl pırıl ve sıcaklığı insanı kendine getirecek cinsten...
Ömer dalışa geçmiş bile. Hemen sabah kahvaltısı hazırlıkları yapıldı. İki tekne nevaleyi birleştirip mükellef bir sofra kurduk.
Bugünkü rotamız Lipsi analiman. Adanın doğusundan geçip, orada daha önce görmediğimiz adalarda denize girilecek yerlere bakacağız. Alternatifi iki sene önce tamamen tesadüfen bulduğumuz, Makronisi mağaraları.
Meteo akşamüstünden sonra rüzgarın bu civarda ve özellikle batıda, Ege kanalında şideetleneceği, fırtına düzeyine ulaşacağı yönünde... Haldun, halen Sığacık'ta demirde duran Lotus'a bu akşam gidecek ve onu alıp bizim tarafa yelken açacak. "Gece seyri yapacağız" dedi ama merak ediyorum. Dar Boğaz hep sert denizler yapar, öncesi ve sonrasında da bayağı bir yolu var, umarım bir terslik çıkmaz...
Demir aldık ve bağlandığımız sahilden ayrıldık. Arkadan gelen 4 kuvvetinde rüzgarla, iki tekne güneye doğru süzülüyoruz. Yelken yaparken yakınlarda tanıdık, 2-3 tekne ile beraber seyretmek, yeni edindiğimiz çok hoşumuza giden bir aksiyon... Yine öyle yaptık.



Lipsi doğusunda Aspronisi denilen adalarda günübirlikçiler var. Oldukça vahşi görünümlü demir yerleri buralar. Eskiden beri bu tip alengirli yerlere demirlemeyi sevmişimdir, ama bu sefer değil.
Adanın etrafını dönerken, sığlıklara azami dikkat ederek, hatta bir iki yerde rota değiştirip geri dönerek, yelkenle Makronisi'ye kadar geldik. Tam düşündüğüm gibi etrafta 1-2 tekne var, ama mağaranın girişi boş!
Baştan demir atıp, kotuk almaya müsait tek bir taşa kıç halatımızı bağladık. Süperrr!!!
Herkes şnorkel ve maskeleri ile dalışta, su altı mağarasını keşfe çıktı! Yaklaşık 2 metre derindeki bir kanaldan dışarısıyla irtibatı olmayan bir yere geçiliyor. Etkileyici.
Tekneye dönüşte votka-limonata akşamüstü içkimiz oldu. Sonrasında, durmadan üstüne koyan sağanakları da göz önüne alarak, zaten küçük bir liman olan Lipsi'de erken erken yer bulabilmek amaçlı demir aldık, Makronisi'den ayrıldık.
Köşeyi dönünce kafadan gelen 35 knotları bulan sağanaklar ve tekne üstünü sık sık yıkayan serpintilerle Lipsi'ye geldik. Liman içi, rüzgaraltı tarafta sadece tek bir teknelik yer var. Orayı bizden hemen sonra gelen Baluna'ya bırakıp, alternatiflere bakmak için koy içine çıktık. Onların mutlaka yanaşması lazım, su deposu neredeyse tamamen bitmiş. Biz nasılsa başımızın çaresine bakarız diye düşündük...
Beton rıhtımın rüzgarüstü tarafında demirde kimse yok. Şiddetli sağanaklara rağmen, rüzgarüstüne uzun zincir döşeyip, kıçtankara olmaya karar verdik. Dip çamur iyi demir tutuyor. Şimdilik iyi gibiyiz...
Hemen sancağımıza bir gulet geldi. Ancak sadece demirde duramıyor, koyun karşı tarafından neredeyse, 200 metreden upuzun bir koltuk aldı. Bu sırada iskele tarafımıza yanaşmaya çalışan bir motoryat bir türlü tutunamadı, sonunda pontona bordaladı. Kocaman flybridge'i yüzünden, rüzgar yüklendiğinde, araya koyduğu usturmaçalar kağıt gibi oluyor. Dur bakalım ne olacak?
Hep beraber karaya çıkıp, etrafı dolaştık. Sahil tarafta, rüzgara rağmen, bir tavernada kendimize yer bulup nasiplendik.
Bir süre sonra, Ömer Deniz'i yatırmaya giden Nalan aceleyle geldi ve teknenin yaslandığını söyledi. Ömer (Kırcal) ile koşup, duruma baktık. Sağımızda gulet kaptanı, solumuzda motoryatınki herkes ırgatın başında teyakkuz halinde. Liman içinde 40 knotları bulan bir hava var. Yüklendiğinde, tüm zincir geriliyor ve yük tamamen 25 kiloluk Delta çapaya biniyor. Eğer bir tararsa, sülük gibi pontona yapışmamız an meselesi!
Ömer ile kısa bir durum değerlendirmesi. Diğer tekne sahipleri de geldi, yardıma ihtiyacımız olup olmadığını sordular... Teşekkür edip, kibarca savuşturduk. Bu gibi durumlarda tanımadığımız-hele de yabancı-tekne sahiplerinden pek bir yardım almayı sevmem. Durumu daha da karışık bir hale getirir!
Bence yapılacak tek bişey var: Ambardaki 35 kiloluk admiralti!
Demonte vaziyette, katlanmış çapayı çıkartıp, kurduk. Yanımıza 70 metrelik bir halat alıp bir ucunu bota bağladık. Bu aşamada halatın güzel açılıp, botun zeminine serilmesi ve ağır demirin onun üstüne yerleştirilmesi önemli. Öteki türlü demiri en alttan çıkartıp atınca ciddi çapariz oluşabiliyor.
Oldukça uzun bir mesafe katedip, neredeyse koyun ortasına, ilk zincirimizle yaklaşık 30 derece açı yapacak şekilde, ağır admiraltiyi zemine yolladık. Halatı döşeyerek, tekneye geldik. Boşunu alınca teknenin kafası topladı. Sağanaklarla çok daha az yaslanmaya başladı. Geceyarısı yatarken, herkes tekneye çıktıktan sonra biraz daha boşunu alabiliriz.
Nitekim öyle yaptık. Zaten yemeğimiz bitmişti. Kıç koltuklarını da boşaltıp, teknenin kafasını rüzgara döndürmesini sağlayınca, şimdi artık ne kadar bindirse içimiz rahat!
Yattık uyuduk...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Didim-Arkhi




Didim Marina'yı hep merak ediyorduk. Yepyeni bir işletme. Çok iyi bir servis ve bakımlı bir tesis. Şimdilik oldukça boş...
Mimarisi alışık olduğumuz marinalardan farklı. En azından uçaktan kuşbakışı görünüşü çok etkileyici. Marina Didim şehrine biraz uzak, keza Bodrum Havalimanına da, neredeyse 1,5 saat kadar yol yapmak gerekiyor, ancak bence değer...
Marina müdürü, aynı zamanda bir Gezgin Korsan olan Murat Yaprak. Hem telefonda yaptığımız görüşmelerde, hem de yoğun iş temposuna rağmen bizzat Lotus'a kadar gelerek büyük incelik sahibi bir kişiliğe sahip olduğunu gösterdi. Kendisine ve ekibine buradan bir kez daha teşekkür ediyoruz...
Lotus'ta ufak tefek eksiklikler var. Anayelken güngörmez gergisi kopmuş, makara dili parçalandığı için sürtünmeden aşınmış anlaşılan. Bir kılavuz tel bularak 16'lık halatı geçirdik, bir de yüksük ayarlayarak sürtünmenin önüne geçtik. Anayelken rollerı takılıyor. Halatı ince geliyor galiba, değiştirdik. Sistemi yağladık. Nispeten düzeldi ama asıl seyirde denemek lazım, bakacağız...
Motor yolda hararet yapmış. Yağına suyuna baktık, iyi gibi. Buzdolabı motor kompresyonu güya Bodrum'da Sergün'ün bulduğu bir usta tarafından daha dün elden geçirildi ama yine çalışmıyor...
Alışverişi tamamladık, suyumuzu, mazotumuzu aldık ama çıkışımız da saat 13.00'ı buldu. Baluna Arkhi'de demirde... Bizi bekliyor.
Haliyle rüzgar tam kafadan esiyor. Meteoya göre, bugün 4-5 esecek. Ama yarından (Cuma) itibaren sertleşecek, nitekim ilgili dostlar arayıp uyardılar. Ama bir kez Arkhi'ye geçtikten sonra diğer durakların hepsi rüzgaraltı arkadan geldikten sonra ne eserse essin...
Farmakonisi'yi iskelede bıraktıktan sonra, akşamüstü melteminin üstüne koymasına rağmen, motor devrini çok da arttırmamıza gerek kalmaksızın biraz zorlanarak ama sorun yaşamadan akşam olmadan Arkhi'ye vardık.




Baluna, adanın doğu tarafında lagoon denilen yerde, alargada demirde. Kısa bir yüzme molası için, üstüne demir atmadan bordaladık. Ultra çapa, 20 üstü esen rüzgarda iki havaleli tekneyi tutamadı. Taradık!
Ömer balık peşinde, suda olmasına rağmen, Baluna'ya bağlı koltukları çözüp ayrıldık. Civarda geceyi geçirmek için 3 alternatif var. İlki Marathi. Çok uzaktan bile birçok motoryat tarafından işgal edilmiş gibi hemen vazgeçtik. Arkhi'nin analimanı Port Augusta, muhtemel o da kalabalıktır. Buzdolabındaki birçok nevaleyi düşününce, bir limana girip tavernada yemektense, nispeten ıssız bir koyda kendi yağımızda kavrulmayı tercih ettik.
Çok da güzel oldu... Mahir Ağabey'in mangalda yaptığı sucuklar ve etler, yanında diğer mezelerle bana göre iki teknelik harika bir sofra oluşturduk.
Gece geç saate kadar devam eden, köyden gelen mzik sesini merak ederek iki otla karaya çıktık. Meğer adanın önemli bir düğünüymüş, çok eğlendik...
Tekneye döndüğümüzde, saat 4'tü ama durmadık. Yakamozun etkisiyle herkes denize atladı... Maalesef video ve fotoları çok kötü! Bu kadar para vererek alınan makineler nasıl olur da insan gözünün gördüğünü belgeleyemez? Anlayamıyorum...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Didim


Nilgün ve Turhan Akman'a çok önceden sözümüz vardı, yeni Lotus ile bir seyir yapmıştık gerçi ama beraber Yunan Adaları fikrine hep sıcak baktılar sağolsunlar. Hep beraber arabayla Sabiha Gökçen'e yollandık...
Nihal Ankara'dan aynı saatlerde başka bir uçakla gelecek...
Zaten o taraflarda, "kara" tatilinde olan Ömer ve Firuz, son dakikada organize olup bizle beraber gelmek istediklerini söyleyince neredeyse bayram yaptık! Süper ekip...
Ama asıl zor organizasyon kısmı diğer teknelerle buluşma bölümünde. Mahir Günşıray ve sevgili Claude, Agathonisi'de bizden haber bekliyor. Arkhi-Marathi-Lipsi üçgeni içinde bir yerde buluşacağız. Haldun Cuma akşamı Sığacık'tan yola çıkacak. İki Lotus'u beraber Leros'ta Hayk'ın evinin önüne demirlemek istiyoruz bu sefer!
Keza Serdar da Elifim ile, Cuma akşamı Yalıkavak'tan çıkacak... Ama Serdar titiz adamdır, yanlarında geçerli vize ve pasaport yoksa boğazına bıçak dayasak, o tarafa geçmez. )))
Yolu kısaltmak için bizden önceki 5 gün boyunca Sergün ve ekibi Lotus'u Karacasöğüt'ten Didim'e getirdi. Başarılı bir seyir olmuş, ufak tefek aksaklıklar haricinde sorun yok.
Didim Marina'dan transfer işini Atilla Bey halledecek sağolsun. Taksi 115 TL, minibüs 165 TL. Sergünleri marinadan alan araç, havalimanına gelen Ömerlerin arabayı geri Bodrum'a bırakacak. Dolayısıyla tekrar Didim'e dönmek zorunda kalmayacaklar...
Yine karışık-kuruşuk organizasyonlar! James Bond gibiyiz ama bir misyonumuz yok... Deniz üstünde daha fazla vakit geçirmek haricinde.
Firuz ve Ömer tekneye çok hoş hediyeler getirmişler. Bir tanesi de saksıda acı biber! Ama asıl süpriz salonun köşesine konan soğan-patates kurtlanmış! İnanılmaz kötü kokuyor, zaten Nalan'ın koku hassasiyeti en üst düzeyde... )))
Didim marina'yı ilk uçaktan, tepeden gördük. Etkileyici...
Dubai'deki otellere benziyor biraz yapı olarak...
Yine teknemizdeyiz, mutlu-kutlu yattık uyuduk

3 Ağustos 2010 Salı

Dönüş

Erol korsan, salı günü Lotus'a geleceği o gece netleşen Raşit korsana yarenlik etmek amacıyla Lotus'ta kalma kararı üzerine, Ahmet korsanla ben Salı sabahı Marmaris üzerinden Milas'a hareket ettik. Bodrumdan gelen eşimin arabasına 11:00 de Milas'ın İzmir kavşağında güzel bir zamanlama ile o sıcakta hiç beklemeden binip İstanbul’a yola koyulduk.

Süper güzel bir 5 günlük Lotus "vapuru" ! tatili hepimize harika oldu. Bu vesile ile başta Sevgili Merem korsanıma, Erol üstada, ve Ahmet korsana çok teşekkürler ediyorum. Hem süper keyif aldık, hem de Ahmet Korsanla birlikte kısıtlı bilgi ve tecrübelerimizi genişletebilme imkanı bulabilmiş olmaktan dolayı son derece memnun olduk.

Bundan sonra aynı rotada (Erol üstadın da yüreklendirmesi ile) uygun bir kiralık tekneyi Ahmet korsanla birlikte beraber abralayabileceğimize bizde inanmaya başladık. Umarım tez zamanda yeni edineceğimiz tecrübelerimizi de yazabilme imkanı bulurum.

Ey Lotus, pruvan daima neta, rüzgarların da hep kolayına ola inşallah. Tez zamanda yeni keyifler yaşatman dileğiyle…

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Okluk-Karacasöğüt

02 Ağustos Pazartesi Lotustaki son günümüzdü.. Okluk koyundan 11:00 gibi avara olup, rüzgar bizi nereye götürürse oraya gitmek niyetiyle yelkenlerimizi fora ettik.

Kolayına rüzgarla Sedir adasının doğusundaki koya demirledik demirlemesine de çevredeki birçok günübirlik teknesinin cıstakları sebebiyle bir - iki Lotus çevresi yüzme ve (sevgili HakanZ korsanın tabiriyle) bir alümyon kutu likit içimi süresi sonrasında demirimizi alıp tekrar körfezin mavi sularına yelken bastık.

Yelkeni bastık basmasına da gitgide azalan rüzgar bizi tam olarak Akbük'e vardıramadıysa da karşı kıyıya yakın bir yerlere kadar getirdi. Bir tramola ile rotamızı, varış limanımız olan Karacasöğüt’e tutup ne kadar rüzgar, o kadar knot şeklinde bir aheste tavırla gezimizin son ayağının seyirine başladık. Ancak yolumuzun ortalarına doğru neredeyse tamamen duran hava sonucunda yine dizelus tanrısı yardımımıza koştu.

Koy girişinde hava tekrar esmeye başladı ise de biz motorla devam ettik. Koya girişte tam önümüzde yaklaşık 25 - 30 kadar yelken kulübü öğrencileri lazer ile eğitimde idiler.

Boş bulduğumuz bir aradan onlara çapariz vermeden rahat bir şekilde geçip iskeledeki yerimize, Ahmet korsan demirde, ben halatlarda ve Erol üstadın da kıvrak dümen manevraları ile koca Lotusu iki tekne arasındaki tek boş kalmış yere tabir-i caiz ise "zıpkın" gibi kıçtan kara yaparak bağladık.

Her ne kadar seyirimizi tamamlamış isek de Lotus keyfini o gece de vapurda kalarak devam ettirdik. Ertesi sabah bizi yarım saat mesafedeki Marmaris’e götürecek yegane minibüsün 07:30 da olduğunu öğrenip yerimizi ayırtarak son gecemizin kandilini de keyifle söndürebileceğimiz bir mekan bakınırken, çok geçmeden en güzel mekanın Lotus havuzluğu olduğu sonucuna vararak gereken nevaleleri temin edip derhal teknemize döndük ve sabah 06:30'a saatlerimizi ayarlayıp 01:30'a kadar komşu teknenin sorumlusunun da katılımıyla keyifli bir sohbetle son 70 liğimizi de neta ettik.

1 Ağustos 2010 Pazar

Yedi Adalar-Okluk

Yani ez cümle, ulu yaradanımıza hamd-ü senalar olsun ki sabah uyanınca daha az arılı olabileceğini düşünerek gittiğimiz Küfre koyunda dişli Amet korsanın hazırlamış olduğu sucuklu yumurtalı brançımsı kahvaltıda parmaklarımızı yememeği başarabildik

Amet korsanın beslenmemize olan katkılarını Lotusun etrafında atılan 9 - 10 tur yüzme marifetiyle kalori dengeleme çalışmalarımızı müteakip rotamızı kafadan gelen rüzgarı Euro Dizelius tanrısının da katkılarıyla halledip değirmen büküne vasıl olduk.

Bükteki koyların tavafı tamamlanıp birde üstüne üstlük deniz kızı heykelinin de resmi iskele bordadan 10 mt mesafeden çekilince artik sıra meşhur Okluk koyunda Deniz kızı restoranın iskelesine bağlanmaya gelmiş oldu.

Erol korsan hariç bizim ilk defa gelmiş olduğumuz Okluk koyu gerçekten muhteşemliği ile bizi çok etkiledi. İnsan mavi’ye mi yoksa yeşil’e mi baksın şaşırıyor.
Büyük Sadun üstat boşuna benimsememiş Okluk koyunu…

Bağlanmamızı müteakiben sırasıyla yüzme, tekne yıkama, yüzme, tente donatma, yüzme, likit tüketimi, yüzme likit tüketimi gibi birbirini birçok defa tekrar eden filler sonrasında kendimizi bağlı diğer 21 teknenin mürettebatı gibi abiye şortlarımızı giyere k restorandaki masamıza gitmeden evvel yan tekne komsularımızın davetiyle güzel bir Bodrum sohbeti esliğinde rutin akşamlık 70 lik mesaimizin adını bu aksam için 90 lik olarak tanımlamış olduk