10 Ekim 2010 Pazar

Boğaz'dan Boğaz'a...

Gece gürültüyle uyandım. Zaten 2 haftadır, başımıza gelenler yüzünden, evde bile artık tilki uykusunda uyuyorum. Bilenler bilir, uyku konusunda karanlık bir geçmişim var! Bu gibi anlarda iyice arpalıyorum...
Ama bu seferki yanlış alarm değil galiba. Don gömlek güverteye fırlayınca Ömer ve Turhan Ağabey'i, çıldırmış bir boğa gibi direğin tepesinde bir o yana bir bu yana tepinen balonla boğuşurken buldum. İndireceğiz mecbur, karanlıkta "tut orasını-çek burasını" nidalarıyla öfkeli lehundayı kutusuna koyduk, çok şükür...
Ömer tüm bunlara sebep olan, koca bir gemiyi gösterdi. İlginç! Yanında devasa ağ atmış bir de balıkçı var. Büyük geminin seyir ışıkları yanıyor ama güverte ışıkları da faal! Bunun mümkün olamayacağını-yani güverte ışıkları yanan bir geminin gece seyredemeyeceğini-ertesi gün Erol Ağabey'den öğrenecektik... Ama heyhatt!!
Neyse balonu takmadan ve yırtmadan indirdik ya, bu da bişey.
"Daha vardiya değişimine var, istersen yat uyu" denilince itirazsız kendimi kamaraya attım. Bana sanki sadece 2 dk geçmiş gibi gelmişti ki Turhan Ağabey'in sarsmasıyla uyandım...
"Arada fena yağmur bindiriyor, sıkı giyinin" dedi. Dediğini yaptık. Erol Ağabey'le güverteye çıktığımızda ara ara serpiştiren bir yağmur vardı, aman fazlası "aşık usandırır"...
Ömer bize Şarköy ve Hayırsız Ada fenerini gösterdi. İlginç, bayağı uzağız ama herhalde Lodos'tan olsa gerek gökyüzü pırıl-pırıl. 15 milden görmemiz gereken feneri neredeyse, 25 milden şıkır-şıkır görüyoruz.
Bu aslında iyi bişey mi kötü mü emin değilim. Çünkü motor yelken neredeyse 7-8 millerde gidiyoruz ama bir türlü karaya yaklaşamıyoruz! Moral bozucu yani...
Lapseki'de 40 litre takviye etmemize rağmen, mazot durumumuz kötü. Marmara Adası'nda yanaşıp mutlaka depoyu doldurmamız lazım.
Ada'ya geldiğimizde saat 06.00'dı, henüz gün ağarmamıştı. Mazot iskelesine bir şekilde yanaştık, ama pompacı etrafta yok. Eyüp Ağabey "ben pompacıyı bulurum" diyerek, köye aramaya çıktı. Ağarlaşan göz kapaklarımın baskısına artık dayanamayıp, uyumuşum.
Uyandığımda hava aydınlanmış, Eyüp Ağabey'i hala pontonda, pompacıyı beklerken buldum. Sabah kahveye gitmiş, köy halkıyla sohbet etmiş, kahvaltı etmiş, sokaklarda dolaşmış biraz ama pompacıya ulaşamamış bir türlü.
Marmara Ada'lı Hüsam'ı (Özenç)arayıp, meseleyi çözelim diye telefonu elime aldığımda pompacı da geldi.
Depoyu doldurduk, ufak tefek eksikliklerimizi tamamladık ve Ada'dan avara olduk. Boğaz'da güneyden gelen bir rüzgar, işimizi kolaylaştırıyor. Anayelken ve genova fora. Rüzgar tam istediğimiz yön ve şiddette olunca, genovayı indirip balonu bastık.
Asmalı'yı bordalayınca nispeten azaldı, güzel bir seyirle Istanbul rotasındayız artık. Önümüzde 11-12 saatlik bir açık deniz seyri var.



Durum böyle olunca sohbet koyulaştı. Eyüp Ağabey, geçmişten gelen çok ilginç ve heyecanlı, yaşantı-anı tadında, ototbiyografik bir giriş yaptı. Şahsen çok etkilendim. Ben vardiyayı bıraktığımda, öğle güneşi iyice etkisini göstermiş, sohbet de yakın zamanda Avrupa ve Dünya'yı etkisi altına alan siyasi akımların masaya yatırılmasına dönüşmüştü.
Uyandığımda, rüzgar kuzeye dönmüştü. Batı-Karayel doğrultusunda 3-4 kuuvetinde esiyordu. Buna da şükür. Anayelken artan dalgalarla iyi abrıyor ama balon veya genova zorlanıyor.
Birden bire ortaya çıkan yunuslarla, seyrimiz bir anda neşelendi. Hava zaten oldukça ısındı, keyfimiz yerine geldi. Turhan Ağabey'in devreye girmesiyle harika bir sofra yaptık!



Büyükçekmece açıklarında güneye dönen ve sertleşen havadan yararlanmak için tekrar balon bastık. 4-5 kuvvetinde hava ile kuzeye yükseliyoruz.
Boğaz'ın girişinde, önümüzden çok yakın geçen bir konteynır gemisinin dalgası tüm güvereteyi süpürdü, açık heçlerden giren su miktarı inanılmaz.
Bu kadar dalga kaldıracağına hiç birimiz ihtimal vermemiştik. Toparlayabildiğimiz kadar içerisini toplarladık, balon ıslak, sintineyi bastım, şilteler ve minderler hatta salonda masanın üstündeki haritalar bile nasıl ıslanmış anlatamam. Artık nasıl kurutacağız kış vakti emin değilim?
Boğaz'a girdiğimizde, güneş batıyordu. O şehr-i Istanbul ki, üstündeki inanılmaz güzel ışık oyunları eşliğinde ilk defa bu sulara gelen Lotus'a, sanki "hoşgeldin" der gibiydi...
Kız Kulesi, Dolmabahçe, Ortaköy , Köprü ve Akıntı Burnu derken işte Bebek!