3 Ekim 2008 Cuma

Samos-Pithagarion

Samos
Doğu Sporades adalar grubunda. Türkiye’ye (Meis’i saymazsak) en yakın Yunan Adası. Dar Boğaz’ın genişliği ortalama 1200 metre kadar, hani derler ya neredeyse taş atımı mesafede. Diğer Yunan adalarıyla karşılaştırınca-özellikle Sikladlar ile- oldukça yeşil bir ada. Kuzeyi çok yağış alıyor, güneyi tarıma elverişli. Bağcılık ve zeytincilik gelişmiş. Tarihte, özellikle hemen kuzeyindeki Sakız (Chios) ile karşılaştırınca, Osmanlı’ya daha yakın durmuş. Sakız bir dolu isyanlar ve savaşlar ile uğraşırken, Samos en azından idari olarak Osmanlı’dan kopmamış. Belki buna bağlı olarak mimarisi Türk mimarisine daha yakın gibi, en azından bize öyle geldi.
Ada antik Yunan’ın en önemli matematikçilerinden Pitagor’un doğum yeri. Onun adına ithafen, bizim de kaldığımız Pithagarion şehri, adanın en büyük ikinci şehri. Vathi kuzeyde, ticari limanı var, küçük yatlar tarafından pek tercih edilmiyor. Üçüncü büyük limanı Karlovassi, kuzey batıda, bize bayağı uzak…
Rivayete göre mitolojinin en önemli kadın karakterlerinden, Zeus’un karısı Hera da burada doğmuş. Ireon arkeolojik yönden oldukça zengin bir şehir, Pithagarion’a yakın. Müzesi meşhur.

Sabah nispeten bulutlu bir havada uyandım. Kalkıp bir ortalığı kolaçan etmek adettendir, kafamı hatchden çıkarttım, her şey yolunda. Etraf sessiz. Teknesinden çıkıp, sabah duşunu almaya giden elinde şampuanlar-diş fırçaları yatçılar, sessiz ve kibarca birbirlerini selamlıyorlar. Marina yaşantısını seviyorum. Bugünkü plan kahvaltıdan falan sonra tekneyi alıp, analiman-Pithagarion’a gitmek. Bu gece orada kalalım diyoruz. Şehirden bir araba kiralayacağız, adayı gezeceğiz. Tatilin bitmesine iki gece kaldı. Nasıl yedik koskoca 9 günü? Anlamak mümkün değil.Toparlanıp çıkmamız öğleyi buldu. Bir gecelik bağlama 19 Euro. Hizmetten genelde memnunuz. Suyumuzu-elektriğimizi aldık, yıkandık paklandık.Ofiste parayı öderken gözüm meteo ihbar panosuna ilişti… Uuu!Bu geceden başlayan lodos fırtınası veriyor. 2 gün sürecek gibi. İnternete girdik. Sitelere bakıyoruz. Bu gibi bir durumda siteler arasında fark olabiliyor. Özellikle hep aynı yerden takip ediyorsanız bunu yorumlamak daha kolay, misal iki gün önceki sert rüzgarı fırtına olarak yorumlamış bir yerdeki sert rüzgar ihbarını biraz kulak arkası ederken, rüzgar şiddetini olduğundan biraz az ifade eden bir sitedeki fırtına ihbarını görmezden gelmek bence cesaret işi… Neyse bu akşam, gece yarısı esmeye başlıyor, ertesi gün içinde düşüyor, sonraki gün gittikçe hızlanarak, fırtına boyutuna ulaşıyor. Bu gece limandayız sorun yok. Yarın gün içinde hava hafifleyince adanın kuzeyine dönüp, oralarda bir yerde konaklamak ve yolu kısaltmak, bir sonraki günkü havayı kollayarak zaten arkadan gelen rüzgarla Kuşadası’na dönmek… Bir diğer alternatif de hemen demir alıp Ege kanalına çıkmak, balon basmak ve Pazar akşamüstü Istanbul’da olmak! Çünkü güya bizim olduğumuz yerlerde hava hafif yani 7-8 falan ortalama, renk skalasına bakmaksızın, tüm sitelerde kanalın içi kıpkırmızı! Nerde olmak değil ama nerde olmamak istediğimi çok iyi biliyorum.Marinadan çıkmadan önce mazotlarımızı doldurduk. Tekne bundan sonra hep kuzeye gidecek ve Yunanistan’da mazot daha ucuz. Mazot iskelesine gelirken rüzgar iyice sert, bizi uzağa atıyor. Sancağa yanaşmayı oldum olası sevmemişimdir, eh buraya da git-dön açıktan geri geri gir! Üşendim doğrusu. Nasılsa yaparız bişeyler diye. Teknenin burnu açıkta kaldı, Haldun bir çırpıda atladı rıhtıma kıç koltuğu aldı ama hoooop teknenin burnu anında açıldı. Rıhtıma yanaşmış büyükçe bir Bavaria’da 5-6 tane iri yapılı adam var. Bize bakıyor. Sonradan öğrendik hepsi profesyonel, Hırvatistan ‘dan tekne getiriyorlarmış. Her kafadan bir ses çıkıyor. Yok iskele alabanda bas dümeni, tornistan ver, yok açmaz al ileri ver!Bir durum değerlendirmesi hemen kafada, yapılacak belli. Uzun bir koltukla Haldun rıhtımdan çekiverince, bizim kız uslu uslu yanaştı yerine. Lotus’u bu yüzden çok seviyorum. Rüzgar sert bile olsa, iki kişi rahatlıkla kol kuvvetiyle abrayabiliyor. Hava güzel, yolumuz kısa. Sırf genoa ile Pithagarion’a girdik. Rıhtıma kıçtan kara. Teknenin burnu güneye bakıyor. Bu geceki lodosta burada kalacaksak bütün yük demire binecek. Uzun tuttuk. Bağlanabileceğimiz pek başka bir yer yok. Rıhtımın da en civcivli yeri. Dur bakalım. Bir araba kiraladık, en ucuz olanını tabi ki, tankırdayan bir Nissan. Pazarlık-mazarlık 20 Euro’ya bıraktı. Bayağı ucuz doğrusu, muhtemel sezon sonu diye. Önce kuzeye yönlendik, o tarafın doğası daha etkileyici-ymiş. Chora çok çarpıcı bir şehir değil. Sevmedik. Kuzey sahilini takip ederek batıya doğru gidiyoruz. Yunan adalarında görmeye alışmadığımız, oldukça yeşil hatta ormanlık denilebilecek bir bitki örtüsü hakim. Küçük kumsallar var. Normalde kuzeyli havalarda sevimsiz olabilir ancak lodosta gayet hoş, ilki Kokkari. Sahilde hoş cafe-bar ve bazı lokantalar mevcut.
Hepsi güzel ama yolumuz uzun durmadık devam ettik. Asfalt ağaçlar arasından bazen deniz kıyısına inerek bazen yukarlara çıkarak Avlakia’ya kadar devam ediyor. Oradan yukarı, dağlara doğru köylere çıkan iki yol var. İlki Vourliotes. Dar sokaklardan oluşan, dağlık şirin bir köy. Aralardan ilerleyerek bir küçük meydana ulaşıyoruz. İki restaurant var. İkisi de şirin ancak ancak girdiğimiz ilki sofraları topluyor, gülümseyerek servisinin bittiğini istersek yan taraftaki lokantaya gidebileceğimizi söylüyor. Yunanistan’da özellikle bu tarz mütevazı yerlerde sıklıkla karşılaştığımız bir davranış. Doğrusu etkilenmemek mümkün değil. Yandaki lokanta daha da küçük. Et yemekleri ile meşhur, denemiş olmak için her türden ısmarlıyoruz. Şarap soslu domuz eti, salçalı köfte, kuzu pirzola ve yanında ev şarabı. Fiyatlar gayet makul, 4 kişi 30 Euro.


Oybirliği ile b şıkkı kabul gördü. Kızlar rıhtımda, ayakta bize bakıyorlar, motor çalıştırdık tekneyi hazırlıyoruz. Etraftaki tekne sahiplerinin ve rıhtımdan gelen-geçenlerin şaşkın bakışları altında sahilden avara olduk. Bir tanesi uzaktan seslendi: nereye gidiyorsunuz diye, hiçbir yer buradan kötü olamaz diye bağırdık biz de ona. Bağırdık ama gözüm bir yandan mendirekte patlayan dalgalarda.Korka korka burnumuzu dışarı çıkarttık, bu arada ciddi dayak yersek dışarıda, erkekliğe laf ettirmemek adına nasıl tekrar geri dönüp içeri gireceğiz onu düşünüyorum. Yoksa havalı havalı dışarı çıkarken iyiydi de…Eski bir deyiş vardır, demir atmayı bilmek kadar almayı bilmek de bir meziyettir diye. Tekne işinde doğru zamanda doğru bir karar verilince birden her şey normale dönüyor, stres uzaklaşıyor, her şey kolaylaşıyor. O gece de öyle oldu.Rüzgaraltı mendireklerden çıkarken ilk dalga her zaman en kötüsüdür. Şamarın ilkini yedikten sonra her şey sağlamsa gerisi kolaydır. Baktık çok sert bir deniz yok işin ilginci, peki neden o kadar çırpıntı yapıyordu limanın içinde?Neyse biz işimize bakalım, motorla açıldık iyice, yandan almamak için, sonra hızlı bir dönüş, küçücük genoa yarım saate girdik marinaya. Girdik ama telsiz falan, cevap yok. İn cin top oynuyor. Ne yapalım, geri dönecek halimiz yok ya. Sabah çıktığımız yere gittik, kendi kendimize bağlandık. İyi. Burası iyi. Her şey yolunda. Gayet de kolay oldu. Tam önümüzde bir bar var. Bir iki tane "old salts" oturmuş, bişeyler içiyorlar, 3-4 tane de Alman. Biz havalı havalı tekneden atladık. Bu arada üstümüzde de offshore montlar, bereler, çizmeler, 700 metrelik yol ama ıslanırız diye giymişiz. Adamlar dedi herhalde bunlar deli. Halimizden çünkü zannedersin Ege’yi geçtik geldik. Ne bilsin adamcağız yandaki koydan geldiğimizi?Birer bira söyledik. Şöyle hani elimizin tersiyle köpüğünü silerken tam, kornalar-mornalar kızlar geldi arabayla! Birinin karnı burnunda, sarılmalar öpüşmeler falan…Bardaki adamlar, barmen dahil, hiçbişey anlamadılar, birbirlerine bakıyorlar anlamsız ifadelerle. Durumu anlatınca herkes kahkahayı koyverdi. İyi yapmışsınız falan dediler.Ertesi sabah anladım ne kadar iyi yaptığımızı. Bize seslenen-Arkhi’de tanıştığımız- İngiliz çift, saat sabahın 6 sı mendirekte bizim yanımıza yanaşmış gördüm. Adam da kadın da kokpitte horul horul uyuyorlardı. Sonradan anlattılar, bütün gece ayakta, alarm durumunda Limanda beklemişler. Gece çıkmak da istememişler. Adam dayanılacak gibi değildi dedi. Hani açık denizde dayak yemeyi anlarım ama limanda olunca insanın daha bir zoruna gidiyor. Uzun bir sohbetten sonra yattık uyuduk.