11 Haziran 2009 Perşembe

Bodrum

Bodrum

Uzun, soğuk ve kasvetli bir kışı geride bıraktıktan sonra, Haziran başı, henüz okullar kapanmamış ve Bodrum ve Gökova!Bu kaçmaz fırsatlardan... Lotus'un en sevdiği sularda yeniden yelken yapmak, rüzgarla uçmak, olta sallamak, dostlarla olmak var işin ucunda! Nalan, Ömer'i de alıp gelmek istiyor ama henüz karar vermiş değiliz. Çok zorlama olur diyerek vazgeçince, Ankara'dan kayınbirader ve bacanaktan kurulu "yeni" kaptanlardan bir ekip oluşturuldu ve ben kendimi yine havalimanı yollarında buldum!

Bu tarz seyahatlere yanımda çok fazla giyecek taşımayı sevmediğim için küçük bir el çantam vardı ama içine attığım olta malzemeleri ve kıç demiri için hazırladığımız pirinç metalden fatura uçak kontrolünde sorun yaratınca mecburen bagaja verdim. Bu arada bir bilgi: Uçağa "misina" alınmıyor!! Tehlikeli malzeme sınıfına giriyormuş! Çeşme-Bodrum arasındaki son etabı tamamlayan, sağolsunlar Sergün ve İlke ile, denize bakan bir barda buluştuk. Bodrum alışılagelmiş, yaz kalabalığından uzak durgun ve sakin bir havadaydı. Lotus'u hemen yandaki, Halikarnas Disko ile yeni yapılan mendirek arasına alargada demirlediklerini ve botla karaya çıktıklarını söylediler. Barlar caddesinde yürüyerek, akşam yemeği için manavların yanında, Deniz Feneri adlı meyhaneye oturduk. Güzel bir muhabbet, yandaki balıkçılardan kişi başı 10 TL'ye gelen porsiyonluk çipuralara da gereken saygıyı gösterdikten sonra, bana göre o mevsim için makul sayılabilecek bir fiyata lokantadan kalktık tekneye yollandık!

Ama orada küçük bir süpriz bizi bekliyordu! Lotus'un botu olması gereken yerde değildi... Sergün nereye çektiklerini çok iyi hatırladığını ve ağaca da güzelce bağladığını söyledi. Sağa sola baktık ama bulamadık! Yapacak bişey yok, yattık uyuduk.

12 Haziran 2009
Bodrum-Orak Adası-Küçük Çatı-Amazon

Raşit Özdemir, Ayhan Istanbullu, Gürkan ve Ben

Ertesi sabah durumda değişen bişey yoktu. Sinir bozucu bişey aslında tabii ama ben bu tarz meselelerde konuyu gerektiğinden fazla büyüten bir karakterde değilimdir hiç. Hele de tatilin iilk gününde... En nihayetinde bir mal kaybolan ya da çalınan, fiyatı da belli! Tatilin kendisinden daha önemli değil. Üstelik bizim herhangi bir ihmalimizden ya da yanlışımızdan da kaynaklanmamış... Sergün suçlamak da mümkün değil, ben de olsam aynısını yapardım ve muhtemel benim de başıma gelirdi. Serserinin biri almış sağda ya da solda bırakmıştır diye optimist yaklaşımlarımızın tamamı foss çıktı! Demir alıp, limana yollandık.Şimdi bu başa geldiğinde yapılacak şeyler var. İlki Sahil Güvenliğe haber vermek. Bunu aksatmamak gerekiyor. Geceyse gece! Çünkü alınan bot kötü amaçla kullanılabilir, sorun çıkabilir, oluşan durumda bir suç sözkonusuysa direkt kaptan sorummlu. Bizim botun üstünde "LOTUS" yazıyordu zaten.

Sahil Güvenliğe ulaşmak için, Bodrum Limanına girişte sağda bir adet, solda da bir başka, toplam 2 adet bot var. Ofisleri de içerde, Marina tarafında konteynerlerin olduğu tarafta. Olayın nerede, ne zaman olduğunu belirten bir ifade alıyorlar ve tutanak tutuyorlar. Bütün bu gidip gelmeler bayağı bir zaman aldı, bir yandan da Ankara Kaptanları geldiler. Limana hiç girmedim, Marina girişte mazot iskelesine geçici olarak bağlandık. Bir yandan da alışveriş yaptık 3 günlük seyahat için.Her iş bittikten sonra Sergün ve İlke ayrıldı tekneden. Onlar Bodrum'da kaldı, limandan ayrılırken arkamızdan biraz buruk biraz da üzgün bakıyorlardı hala... Önce Orak Adası'na rota tuttuk. Bir yandan da gözüm etrafı tarıyor, belki buluruz ümidiyle sağa sola bakıyorum. Orak Adası, henüz sezon başlamamış olduğu için boştu. Oldum olası adalara kıçtan kara olmayı sevmem, alargada demirde durduk. Yeni mürettebat deniz sefası yaparken, Lotus'u seyre hazırladım. İçini güzelce neta ettim, bir mazot kokusu var. Separın out çıkışından sızdırıyor. Etraftaki süngerlere bulaşmış, temizledim. Rekoru kırılmayacak şekilde, "yoklayarak" sıktım. Şimdilik iyi gibi. İçeriyi toparladım, eşyalar derli toplu. Bördübet tarafına doğru yelkenle yaklaşık 4 saatlik bir yolumuz var sanıyorum. Çok da fazla oyalanmadan yola çıkmamız gerek. Herkes toparlandı, ekip de seyre hazır. Dümen tutma heveslisinden bol bişey yok, iyi haber!Bayağı sağlam deniz şartları ve sert rüzgarla Gökova Körfezini yanlamasına uzunlamasına ve hafif çapraz geçtik. Ama kıç omuzluktan geliyor, bundan iyisi Şam'da kayısı! Küçük Çatı koyuna geldiğimizde güneş henüz azalmamıştı, kum zemine 5 metreye funda demir! Çatı'lar (yani hem büyük hem küçük Çatı) dışarda esen sert melteme rağmen içerde herşeyden habersiz rahatlıkla demirde kalınabilecek harika doğa parçaları. Orada bayağı bir oyalandıktan ve açlığımızı giderdikten sonra, yan tarafta Büyük Çatı'ya geçtik. Bu arada ilginç bir tespit, Rod Heikell bu koy için Büyük Çatı adını kullanmıyor. O tarafta da fazlaca kalmayıp, Bördübet Körfezinin kuzeyinde Amazon Creek adıyla bilinen koya geçtik. Açık denizden gelirken girişi pek belli olmayan bu koy oldukça hoş doğası, çok hızlı bir şekilde sığlaşan, hemen önünde güzel bir kumsalı ile batılı meltemlere kapalı bir koy. Koyun tercihen Doğu tarafına uzun zincir döşeyerek kıçtan kara olarak güvenle gecelenebilir. Dip kum/balçık iyi demir tutuyor. Küçük bir tahta iskele var ama biz yanaşmayı düşünmedik. Kıyıda, tepeye doğru bir toprak yol var, araba geçebiliyor. Sanıyorum koyu dolaşarak öteki tarafta, kumsalın olduğu tarafa kadar devam ediyor. Ama yolun devamı ile nereye ulaşılabileceğinden emin değilim.Kumsalda bulunan şemsiyeler, şezlonglar ve denizde bulunan saldan ve gelenlerden anladığım kadarıyla burası ya özel bir plaj ya da bir hotel gibi bişey ait kapalı bir mekan. Ama tam bilemiyorum.Bu arada tahta iskelenin hemen üstündeki tabelada kanal 77 ile restaurant ile konuşulabileceği yazılı. Bir de cep telefonu vermişler. Aradık ama tekneye servis yapmadıklarını söylediler.Hemen solumuzda 43 feet bir Jeanneau var. Türk bayraklı ama sanıyorum, üstündekilerin tamamı Alman. Farklı kültürden, farklı memleketlerden ekiplerin tekne üstünde yaptıkları ya da yapmadıklarını, davranış patternlerini incelemek eskiden beri hep hoşuma gitmiştir. Böyle bir Alman ekiple de karşılaşınca bu fırsat kaçmaz diyerekten seyre koyuldum!6-8 tane, orta yaşı az geçmiş, yaş ortalaması 50+ olan bu ilginç ekipte hiç hanım "katılımcı" yoktu ve hareketlerinden ve yapılan "sulu-ötesi" şakalardan uzun zamandır birbirlerini tanıdıkları anlaşılıyordu. Bir tür eski güneri "yad etme" törenine şahit oluyoruz sanıyorum. Tekne bu arada acayip neta. Koltuk halatları-lar diyorum çünkü neden olduğunu hala anlayamadığım sebeplerden toplam 3 adet var- o kadar gergin duruyorki, iyi bir ip cambazı rahatlıkla üzerinde yürüyerek, bağlı bulunduğu çam ağacına ulaşabilir! Biz geldiğimizde çoktan yanaşmış oldukları için, kaç metreye kaç metre zincir döşediklerini tabi göremedim ama havanın sert olduğu saatlerde girdilerse, hele de açık denizde biraz dayak da yemişlerse bu tarz "ultra" önlemleri normal karşılamak gerek diye üstünde durmadım.

Tahmin edildiği üzere bir tanesi kaptanlık müessesine en ufak bir zeval gelmeyecek tarzda gayet karakterli, otoriter hatta sert düzeyde hareket ve konuşmalarla güverte üstünde en küçük bir gayr-i ciddi hareketi bile affetmeyecek toleransızlık ile, muhtemel onlarca yıldır tanıdığı, tahminen okul arkadaşlarını zapturapt altında tutma görevini gayet kusursuz ifa ediyordu!Haldun'un lafıdır ve çok severim, sık sık kullanırım: "Bir kaptan en az emir vererek gemisini rotasında tutuyorsa iyi kaptandır!"