3 Ekim 2010 Pazar

Karaburun-Ayvalık

Yemek harikaydı. Ancak yolumuz uzun, biz masada otururken yavaş yavaş rüzgarın arttığını izliyordum göz ucuyla. Koy içinde demirdeki teknenin yalpaya düşmesi dalgaların da yavaş yavaş kabalaştığının belirtisi, gece zorlu olacağa benzer...
Kıyıboyunda kısa bir tur atıp, tesadüfen karşılaştığımız düğün eğlencesini seyrettik. Birkaç ay önce benzerini bir Yunan adasında izlemiştik. Aradaki farklar ne kadar küçük ve şekilsel, esas aynı! Her kim dediyse aynı suyun iki devletiyiz biz, doğru demiş )))
Dıştan takmayı, ayarını kaçırıp biraz bolca içine eklediğimiz yağ yüzünden biraz zor çalıştırdık. Ama iki seferde herkes teknede.
Bot başüstüne alındı, motor çalıştı, fenerler yandı, teknenin içi neta, seyre hazırız. Şehrin tam karşısındaki Büyükada'yı sancakta bıraktık. Açıktan gelen dalgalar ağır. Cumhur ile ben vardiyadayım. İyice sağlam giyindik. 30 knotlarda poyraz Çandarlı körfezinin içinden ağır denizler taşıyor. Sadece motorla bazen 3,5-4 metreye varan dalgalarla boğuşmak akıl işi değil. Yelken basıp, rotayı 25-30 derece kadar iskeleye çevirdim. Bu şekilde 1-2 saatlik seyirle Midilli'nin kuytusuna gireriz diye düşünüyoruz. Nitekim de öyle oldu. Hem daha stabil bir seyir oldu hem de çok daha hızla kuzeye doğru çıktık.
Ancak aklım fikrim palada. Denizler sağdan geliyor, o taraf da dümenin sağlam yüzeyi diye kendimi avutuyorum ama nafile! Acaba dayanacak mı? Bunu ancak zaman gösterecek...
Midilli'nin güneydoğu ucundaki fenerlere iyice yaklaşıp, denizler azaldığında vardiyayı bıraktım ve yattım. 3 saat sonra kalktığımda henüz hava ağarmamıştı. Dikili açıklarında hafif-orta deniz ve 15-20 knotlarda rüzgara rağmen kuzeye seyrimiz devam ediyordu. Aradan Güneş Adası'nın fenerlerini görünce rahatladık, seyrimiz kolaylaştı.
Gün ağarmasıyla Ayvalık Kanalı'ndan geçip, Balıkçı Barınağı'na kıçtankara olduk. Ferit ve Cumhur buradan bir otobüse binip İzmir'e geçecekler. Erol Ağabey, Ömer, Kaan ve Ben yola devam edeceğiz, diye düşünürken gelen kötü haberle tüm moralimiz dibe vurdu! Anlaşılan o ki palanın sağlam tarafı da parçalanmış, tutunduğu yerden tamamen çıkmış, 2 gece önce bağladığımız kuşaklar bir kısmını yerinde tutmuş ve dümen görevi görmüş ama bu palayla Istanbul'a kadar gitmemiz mümkün değil, o kesin!
Taş Kahve'de oturup bir durum değerlendirmesi yaptık. Şıklar belli.
a-Tekneyi burada bırakıp, tamir edildikten sonra gelip alacağız
b-Tekneyi karaya alıp biz tamir edeceğiz ya da palayı İstanbul'a kargolatıp orada tamir edeceğiz
c-Dümeni denizde söküp duruma bakacağız.

Bu işleri yapmak için en uygun yer Setur Marina. Arayıp konuştum, ofisteki çocuk ya durumu tam kavrayamadı ya da anladı ama elinden bişey gelmiyormuş gibi davrandı. Her ikisi de birbirinden kötü ama bu aşamada çocuğa sinirlenmenin bir yararı yok. Kaldı ki sadece lifte almak için istedikleri para neredeyse dümen parası kadar! Dolayısıyla ilk iki şıkkı hemen eledik.
Erol Ağabey ben dümeni denizde sökerim, merak etmeyin dedi. Ömer sökersek nasılsa tamir ederiz dedi. Kaan atladı, ben de dalarım ve güzel yemek yaparım dedi. Ekip tamam!
Ayvalık tostlarımızı bitirip, Ferit'leri yolcu ettikten sonra, palamar çözüp Setur'a yollandık. Bizi bir pontona aldılar.
Erol Ağabey kendisinin "dümen dairesi" dediği kıç boşluğa zar zor sığdı, önce otopilot bağlantılarını çıkarttı, sonra dümen düzeneğini, ama dümeni taşıyan yük asıl yedek yekenin bağlantısı olarak da kullanılan üst tarafta. Oraya bir küçük kapakla ulaşılıyor.
Dümeni suyun içinde askıya aldık. Mil üzerinde bulunan 6 metrik yive vira ettiğimiz vardavela teli civatası sayesinde harika bir düzenek kendiliğinden oluştu bile. Vardavela telinin diğer ucunu direkten gelen balançinaya bağladık, direk dibindeki vinçten Ömer bu sistemi kontrol ediyor. Asılınca, Erol Ağabey yükü taşıyan kamayı çıkarttı, dümen boşta. Ancak meret üstünde kapkalın onca mil ve metal ağırlığa rağmen yüzüyor. Üstüne çıkınca kendiliğinden düştü aşağıya!
Pontona yatırdık kuzu gibi...
Şimdi olay 3 nalla bir ata kaldı diye düşünürken, yanımızdan geçen orta yaşlı bir tekne sahibi, merakla "hayrola çocuklar, geçmiş olsun" dedi. "Ağabey dün gece seyirdeyken köpekbalıkları saldırdı, şanslıyız ki sadece dümenimizi ısırmışlar" diye atılınca herkes kahkahayı koyverdi...
Bazı insanlarla "dost" olmak ne kadar kolaydır! Yıldıray Albay'la da aynen öyle oldu. Tanışmamızın üstünden daha 15 dk geçmeden onun arabasında civarın meşhur bir yapı marketinin yolunu tutmuştuk bile.
Sarf malzeme eksiklerimizi kısa sürede tamamladık, diğer alet-edevat Lotus'ta fazlasıyla mevcut zaten...
Dümenin neredeyse tekrar inşa edilmesi, 3 saatimizi aldı. Bu sırada ponton tam bir atölyeye dönüşmüştü, jet taşıyla civata kesenler, işkencelerle kontraplak sıkanlar, matkaplar, gürültüler ve toz sebebiyle etrafımıza verdiğimiz rahatsızlık için tüm Marina sakinlerinden burada tekrar özür dileriz!
Marina yönetimi hariç, hepsi bizi anlayışla karşıladı, "sizinki acil durum çocuklar, bizim yapabileceğimiz bişey var mı?" diye soranlar bile oldu... Ayrı ayrı hepsine teşekkürler.
Dümen tamam olunca bir güzel boyadık, iş takmaya geldi. Pontonda bizi izleyen meraklı gözlere rağmen, sanki hergün dümen söküyor takıyormuşçasına kendimizden emin adımlarla, dümeni tek seferde yerine oturttuk.
İş bitti, motor çalıştırıldı, alet edavatı toplayıp, palamar çözüp çıkmamız 15 dk sürmedi. Pontondaki yeni dostlarımızın şaşkın bakışları altında, geldiğimiz gibi çıktığımız marinadan gecenin karanlığına doğru dümen tuttuk.
Tüm bu koşturmaca sırasında hepimiz çok yorulmuştuk. O kafayla, açıkdeniz bile olsa, seyre çıkmak akıl karı değil. Ayvalık Kanalı'nı geçtikten sonra Poyraz adanın kuytusunda kalan kampın önüne demirledik.
Kaan maharetini konuşturup, harika yemekler yaptı. Herkese vitamin ve ağrı kesici takviyesi.
Kafamı yastığa koymadan uyumuşum...


Tamirden önceki hali


Kontraplaklar hazırlanıyor


Sabitleme


Tesviye


...ve boya