1 Ekim 2008 Çarşamba

Marathi-Arkhi

Marathi-Arkhi
Güzel bir sabahla uyandık. Hafif bir rüzgar esiyor, koy sakin. Etrafta demirli tekneler, bazısı gitmiş. Henüz yerlerine pek gelen giden yok. Kürekle kıyıya çıkıyoruz. Kahvaltı yine aynı adamda, nedense diğer restauranta gitmek istemedik, aldatmak gibi gldi. Ancak yürüdük, sağolsun onun sahibi de çok anlayışla karşıladı. Koyun içine açıkdenizden giren bir tekne gördüğünde koşarak, etrafı yararak, dikkat çekmeye çalışan Türk Restaurantları hatırladım. Adamlar kimsenin olmadığı yere 3 tane işletme açmışlar, Kimse kimseye karışmıyor, yan tarafa giderseniz de kompleks yapmıyor. Müşteri çekmenin yolunun işini iyi yapmak olduğu, kimsenin hele de kendi komşularının üstüne basarak yükselemeyeceğini anlamış, kendileriyle barışık insanlar. Yunanistan standartlarına göre iyi bir kahvaltı, sadece çay hep olduğu gibi demleme değil, poşet maalesef. Toplam 40 Euro verdik, yemekten pahalı. Bunu hiç anlayamadım bu memlekette, galiba da hiç anlayamayacağım. Neyse...
Yürüyüş yapmak için tepeye çıktık. Manzara etkileyici. Marathi ve Arkhi hemen güneyindeki Lipso ile beraber bir ada arşipeli. Etrafta irili ufaklı birçok ada ve kayalık bulunuyor. Belki de bu yüzden balık açısından zengin. Hemen batımızda Grilousa duruyor. Yerleşim yok, denizden dimdik yükselen dev bir kaya bloğu. Onun üstünde, Marathi’nin kuzeybatısında Strongylo. Aralarından geçiş var gibi, ama işaretli değiler. Karşıda, yani doğuda Arkhi var, onun da altında 5-6 tane irili ufaklı ada var, aralarında su çok berrak. Burası cidden bir lagoon gibi. Marathi’nin güneydoğusunda Spalato var. RH’e göre iki ada arasından geçiş sakıncalı ama biz geçtik. En sığ yeri 5 metrelerdeydi.
Arkhi’nin yerleşimi, batıya bakıyor, Port Augusta. Girişi fenerle işaretli, bir düzine kadar evin olduğu, rıhtımına bağlanabileceğiniz, yazın kalabalık dönemlerinde açık olan bir ufak marketi olan bir yer. Sahilde 2-3 tane taverna var. Hepsi iyi. Benzer şekilde Lipso’nun kuzeyinde de birçok kayalık ve adacık var. Bu bölge iyi haritalarla dolaşılması gereken bir bölge. Rod Heikell detaylı haritalar vermemiş Geçişler zor olabiliyor. Özellikle gece girmek, iyi bilinmiyorsa riskli olabilir. Biz tekneye binip önce Arkhi’nin güneyine gittik. Makronisi ile asıl ada arasında çok berrak suyu olan, hemen her havaya kapalı harika bir demir yeri var, derinlik 1 metre! Altımızdan kaçışan kol kadar levreklerin cirit attığı bir dere ağzına neredeyse salma kuma sürtünecek tarzda demirledik. Bu Haldun’un küçüklüğünden kalma bir tutkusu.
Rivayete göre 30-35 yıl önce Gökova’da Mavi Yolculuk yaparken gulet kaptanları hep böyle demirlerlermiş. Özellikle Sedir Adasının kumsalını öyle ballandıra ballandıra anlatıyor ki acaba yanlış dönemde mi yaşıyoruz sorusunu sormadan edemedim.
Su çok çekici cidden, hava hafif bulutlu olmasına rağmen daldım, dipte ilginç 15 cm çapında, dikenleri beyaz olan şu meşhur kızıl kestanelerden var, ama inanılmaz çok miktarda. Bunun yendiğini falan biliyorum ama nasıl yapılır, nasıl seçilir, her kestane yenir mi? Bilgim yok. Haldun ve İdil sahile çıkıp adanın en yüksek yerine yürüdüler. Ben de ufak tefek tamiratlarla uğraştım, otopilot prizinin bir civatası paslanmış, değiştirdim. Botun küreği kırıktı ne zamandır, kesip kısalttım, şimdi biri kısa biri uzun ama, söylemesem kimse dikkat etmez. Nitekim öyle oldu, ertesi gün ritimli ritimli kürek çekerken Haldun’a sağdakinin daha kısa olduğunu söyledim, kaçırdı ritmi, sağlı sollu dönmeye başladık. Hani şu sayı saymayı öğrendikten sonra dengesini kaybedip düşen kırkayağın hikayesi gibi...

Akşam menüde balık çorbası var. Balık çorbası işi, konuya aşina olanlar bilir, bazıları için bir ritüeldir. Yemesi de pişirmesi de… Konunun erbapları bazı hükümler bile yayınlamışlar. Misal Yaman Koray çorbaya yumurta ve terbiye eklenmesine kesinlikle karşıdır, benzer şekilde Ali Pasiner balıkların içinde piştiği çorba tenceresindeki suda biriken köpükleri “tahta kaşıkla” alınmasını önerir. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün tabi…Biz kendi uygulamamızda şunlara çok önem veriyoruz. 1-Balıkların taze olmasına. Bu tabii çok beylik bir söylem ama benim anlatmak istediğim, buzdolabına falan girmemiş, tercihen yeni ayıklanmış balıkları kast ediyorum. Bunu tabi teknede sağlamak nispeten kolay, balıkçıdan alınıp evde pişirildiğinde pek mümkün değil. Genelde 4 kişi için zaten çok fazla sayıda balığa ihtiyaç yok. 8-10 cm boylarında 10 adet hanos veya kupez bu iş için yeterli. Ege ve akdenizde maalesef iskorpit veya kırlangıç gibi ideal balıklardan bulmak zor. Ancak Lipsos veya Lahos temin edilebilir. Biz kendi tuttuğumuz balığı genelde tercih ediyoruz. Balığı yakaladıktan sonra portatif tel bir livara koyarak teknenin yanına asıyoruz. Bütün gün kendi doğal sayılabilecek ortamında canlı kaldıktan sonra, akşam saatlerinde ayıklandıktan sonra direkt mutfağa giriyor. Buzdolabını kokutmuyor, etrafa bulaşmıyor. 2-Balıkları ayıklarken mutlaka denizsuyu kullanıyoruz. Bu kural mutlaka midye için de geçerli. Kullanma suyuna değdirmiyoruz bile. Pullarını iyi ayıklamak lazım, kimisi tüm derisini, kafasına yakın bir yerden hafifçe keserek, tulum çıkartıyor. Ali Pasiner özellikle İskorpit, Lipsos veya Trakonya gibi dikenli ve zehirli dip balıkları için-ki hepsi de çorba için çok iyi adaylar- “eğer bilmiyorsanız kalkışmayın, bırakın balıkçınız ayıklasın” diyor.3-Kereviz sapı, mutlaka margarin.4-Teknede balık yapıldığı zaman ortalığı hemen toplamak, ertesi güne bırakmamak önemli husus. Üşenmemek lazım…Yunanlılar yaptıkları çorbaya Kakavia diyorlar. Onlar için çorba bir tür ana yemek. Bizden farklı olarak balıkları içinde haşladıktan sonra ayıklayıp, buğulama gibi ayrı bir tabakta yanında servis ediyorlar. Bunu anlatma sebebim şu, gerçekten iyi bir çorba bence akşam yemeği için yeterli. Fakat o akşam, buzdolabından çıkarttığımız orkinos da çözülmüş olduğu için onu da fırına verelim dedik. Dördümüzün o kadar yemeği bitirebilmesi mümkün değil.


Pontonda bizim gibi kıçtankara olmuş uzakyolcular var. Her iki bordamızda da birer İngiliz teknesi var. Baktım onlar da içeri girmiş yemek hazırlama derdindeler, her ikisine de birer kase yolladık. Küçüklüğümüzde öğrendik… Eve yollanan kase boş geri gitmez diye, ama bu İngilizler’de anlaşılan böyle bir adet yokmuş, bereket yıkayıp getirdiler kaseleri. Gece tavernaya gittik. Güya kahve içmek için. Nerdeee? Önce kahve, kahvenin yanına bir Metaxa geldi, ondan sonra şaraplar açıldı, metaxa tek gitmez bir puro, bir tane daha.. Sahildeki tavernada bol şarap, “türk kahveli”, partagas’lı sohbet… Hepsine 15 Euro. Seviyorum böyle Yunanlıları…Rıhtıma döndüğümüzde, kıçtankara teknelerin hepsinin, panik içinde, etrafa dağılmış yandaki İngiliz’in kaybolan tek bacaklı kedisini ararken bulduk. Biz de baktık biraz ama ümit yok. Geç oldu yattık.