30 Ekim 2010 Cumartesi

29 Ekim Kutlamaları ve Gösteriler



Kız geldi ya artık Boğaz Seferleri ve eğlenceleri başladı. Bunların en vazgeçilmez olanı kesinlikle 29 Ekim kutlamaları. Geçen sene de ondan önceki senelerde de hep yaptık, Lotus'a doluşan farklı farklı misafirlerimizle, suyun üstünden müthiş ışık gösterisini izlemek çok zevkli oluyor.
Ancak bu seferki misafirlerimiz çok farklı ve çıkış için bir önemli nedenimiz daha var! Müyesser ve Celal Özdemir'in 50. evlilik kutlaması amacıyla denizdeyiz.
Aslı ve Raşit Özdemir'in de sene-i devriyesi ama henüz onlar "altın" yıldan birazcık uzaklar ))
Velhasıl hava soğuk falan ama, Boğaz'daki gösterinin iptal edilmediğini öğrenince doğru Lotus'a gittik. Önden giden ekip olarak motoru çalıştırdık, Webasto'yu falan açıp, tekneyi ısıttık.
Ekibin geri kalanının gelmesiyle, Bebek Taxi ile tekneye doluştuk.
Palamar çözüp, Boğaz Köprüsü altına geldiğimizde, tekneler yerlerini almıştı. Sahil Güvenlik cirit atıyor, atılan havai fişeklerden kimsenin bir zarar görmemesini sağlamaya çalışıyordu.

Hava geçtiğimiz senelere göre oldukça serin. Dümen tutanın vay haline..



Birbirimize sarılarak ısınmaya çalıştık.



...ve sonra gösteri başladı!!!

21 Ekim 2010 Perşembe

Boğaz Seferi

Lotus artık Boğaz'da, Bebek'te şimdilik alargada demirde. Kuruçeşme'de kıçtankara bir yer kolluyoruz. Kış sezonu için ayrılacak bir tanıdığımız yerini boşaltınca, 1 Kasım'da oraya geçeceğiz.
Sağolsun Bebek Taksi Grubu hizmet veriyor, Murat'ın adamları her zamanki gibi zıpkınlar... İlk bağlandığımız gece tek tonozdan halat aldık. Tüm gece üstünde dönmüş, kontrole gittiğimde, tüm halatların karman-çorman olduğunu görmüştüm. Meğer tonoz şamandırası altında fırdöndü yokmuş, önlü-arkalı bağlamak lazımmış. Ruşen Kaptan bizi yan tarafa aldı, salimen bağladı.
Teknede malum eksikler hiç bitmiyor. Tüm seyahat boyunca su yapıyordu Lotus. Sanırım bu sefer bulduk. Meğer ön ardiye içindeki pis su tankının giriş dirseğinden kaçırıyormuş. Devre dışı bıraktık. Kontrol amaçlı 2 gün sonra gittiğimde içerisinin kupkuru olduğunu gördüm. Şimdilik problemi çözdük. Pis su tankı ya değişecek, zaten orada koskoca bir krom lehunda olmasından hiç hazetmiyordum. Plastik (tercihen polietilen) bir tankla değiştireceğiz. Benzerini eski Lotus'da yapmıştık, linki Lotus Tamir Günlüğü-Kasım 2009'dan bulunabilir

Daha bir dolu ıvır-zıvır var. Perşembe Pazarı'nda, elimde liste yapılacaklar ve alınacakları tamamlamaya çalışıyorum. Nem alıcı, kakıç ucu, LED navigasyon ampulleri, bağlanmak için kalın galvaniz kilitler ve radansalar, temizlik malzemeleri, 2x4'lük kablo, kokpit dolapları için Masterlock kilit, sürtünme ve aşınmaya engel olması için yangın hortumu, vıdı-vıdı... Bir dolu malı motorsiklete yükledim tekneye geldim.

Akşam kalabalık bir davetimiz var, kutlama gibi olacak... Mümkün mertebe herkese haber verdim. Önce Eyüp Ağabey ile Erol Ağabey geldi. Biz hemen tekne içini dağıtıp, Webasto'nun elektriğini çektik. Başka bir devreden almaktansa, direkt panele çekmeyi tercih ettik. Erol ağabey sağolsun hazır girmişken iki büklüm, kıç ambarda borusunun izolasyonunu yaptı, termostatının yerini ayarladık. Salonda sabitledik.
Webasto ile ilgili dikkat edilmesi gereken şey, kesinlikle elektriğinden kapatmamak. Ayar düğmesinden off konumuna getirdikten sonra, iyice soğumasını bekleyip ondan sonra elektriği kapatmak gerekiyor.
Bu arada telefon geldi, Turhan Ağabey (Akman) Kandilli vapur iskelesindeymiş, "gelip alır mısınız?" diye sordu. Onu orada bırakacak halimiz yok ya, atlayıp gittik. Lotus'u şamandıralardan çözdük, sonra da tekrar eski yerimize yanaştık.
Teknede hala bir dolu iş var, Turhan Ağabey de girişti, ufak tefek işleri tamamlayıp, teknenin içini ve aletleri toparlayınca da millet gelmeye başladı.
Bebek'ten alacaklarımızdan sonra yine karşıya geçip, Ömer, Hakan (Zorlu) ve Taner'i yine Kandilli'den ama bu sefer daha alengirli bir manevrayla aldık.
Herkes tamam gibi diye düşünürken, telefon çaldı Hakan (Irıklı) "yetişiyorum" dedi... Onu da Beykoz'a yanaşıp alacağız... Tam Dilenci Sefası gibi oldu Lotus, her iskeleye yanaşıp birilerini alıyoruz )))
Neyse, rota Erol Ağabey'in haklı baskısıyla Kavak. Poyraz'a dönen hava sebebiyle güneye kaçan balıkçıların arasından sıyrılarak kuzeye yükseldik. Kavak'ta, iskelede üst-üste bordalamış bir dolu balıkçı kayığının en üstüne yanaştık. Sağolsunlar halatımızı aldılar.

Sahilde anlaştığımız bir lokantanın en üst katını resmen kapattık. Sohbet süperdi, servis de fena değildi ancak bu mevsimde bize bu kadar kötü balık vermeleri, Kavak'ın ününe hiç yakışmadı...



Bu sırada Ömer ile beraber aynı anda, Lotus'un kıçının açtığını farkettik. Atlayıp gittiğimizde, balıkçının bağladığı tarafın çözülmüş olduğunu gördük. "Kim olursa olsun, ne kadar güvenirsen güven, karaya çıkmadan atılan bütün bağları kontrol et de tekneden öyle çık" sözü kendini haklı çıkardı...
Lokantadan vakitlice ayrıldık. Akıntının da yardımıyla hızlı bir seyirle Bebek'e döndük. Yanaşmamız yine bir olay. Kakıçımız suya düştü. Allahtan Serdar var... Yaklaşık 100 metreden, gecenin o karanlığında kakıçın su üstünde duran minicik ucunu gördü de tekrar bulduk, evlayilekliğimizi...
Yardıma gelen Emrah Taxi ile yanaştık. Karşıya geçenlere bir de Kandilli seferi yaptı sağolsun. Harika bir Boğaz gecesi, yine ufak-tefek aksilikler ama kazasız-belasız mutlu bir şekilde bitti... Darısı nicelerine

10 Ekim 2010 Pazar

Boğaz'dan Boğaz'a...

Gece gürültüyle uyandım. Zaten 2 haftadır, başımıza gelenler yüzünden, evde bile artık tilki uykusunda uyuyorum. Bilenler bilir, uyku konusunda karanlık bir geçmişim var! Bu gibi anlarda iyice arpalıyorum...
Ama bu seferki yanlış alarm değil galiba. Don gömlek güverteye fırlayınca Ömer ve Turhan Ağabey'i, çıldırmış bir boğa gibi direğin tepesinde bir o yana bir bu yana tepinen balonla boğuşurken buldum. İndireceğiz mecbur, karanlıkta "tut orasını-çek burasını" nidalarıyla öfkeli lehundayı kutusuna koyduk, çok şükür...
Ömer tüm bunlara sebep olan, koca bir gemiyi gösterdi. İlginç! Yanında devasa ağ atmış bir de balıkçı var. Büyük geminin seyir ışıkları yanıyor ama güverte ışıkları da faal! Bunun mümkün olamayacağını-yani güverte ışıkları yanan bir geminin gece seyredemeyeceğini-ertesi gün Erol Ağabey'den öğrenecektik... Ama heyhatt!!
Neyse balonu takmadan ve yırtmadan indirdik ya, bu da bişey.
"Daha vardiya değişimine var, istersen yat uyu" denilince itirazsız kendimi kamaraya attım. Bana sanki sadece 2 dk geçmiş gibi gelmişti ki Turhan Ağabey'in sarsmasıyla uyandım...
"Arada fena yağmur bindiriyor, sıkı giyinin" dedi. Dediğini yaptık. Erol Ağabey'le güverteye çıktığımızda ara ara serpiştiren bir yağmur vardı, aman fazlası "aşık usandırır"...
Ömer bize Şarköy ve Hayırsız Ada fenerini gösterdi. İlginç, bayağı uzağız ama herhalde Lodos'tan olsa gerek gökyüzü pırıl-pırıl. 15 milden görmemiz gereken feneri neredeyse, 25 milden şıkır-şıkır görüyoruz.
Bu aslında iyi bişey mi kötü mü emin değilim. Çünkü motor yelken neredeyse 7-8 millerde gidiyoruz ama bir türlü karaya yaklaşamıyoruz! Moral bozucu yani...
Lapseki'de 40 litre takviye etmemize rağmen, mazot durumumuz kötü. Marmara Adası'nda yanaşıp mutlaka depoyu doldurmamız lazım.
Ada'ya geldiğimizde saat 06.00'dı, henüz gün ağarmamıştı. Mazot iskelesine bir şekilde yanaştık, ama pompacı etrafta yok. Eyüp Ağabey "ben pompacıyı bulurum" diyerek, köye aramaya çıktı. Ağarlaşan göz kapaklarımın baskısına artık dayanamayıp, uyumuşum.
Uyandığımda hava aydınlanmış, Eyüp Ağabey'i hala pontonda, pompacıyı beklerken buldum. Sabah kahveye gitmiş, köy halkıyla sohbet etmiş, kahvaltı etmiş, sokaklarda dolaşmış biraz ama pompacıya ulaşamamış bir türlü.
Marmara Ada'lı Hüsam'ı (Özenç)arayıp, meseleyi çözelim diye telefonu elime aldığımda pompacı da geldi.
Depoyu doldurduk, ufak tefek eksikliklerimizi tamamladık ve Ada'dan avara olduk. Boğaz'da güneyden gelen bir rüzgar, işimizi kolaylaştırıyor. Anayelken ve genova fora. Rüzgar tam istediğimiz yön ve şiddette olunca, genovayı indirip balonu bastık.
Asmalı'yı bordalayınca nispeten azaldı, güzel bir seyirle Istanbul rotasındayız artık. Önümüzde 11-12 saatlik bir açık deniz seyri var.



Durum böyle olunca sohbet koyulaştı. Eyüp Ağabey, geçmişten gelen çok ilginç ve heyecanlı, yaşantı-anı tadında, ototbiyografik bir giriş yaptı. Şahsen çok etkilendim. Ben vardiyayı bıraktığımda, öğle güneşi iyice etkisini göstermiş, sohbet de yakın zamanda Avrupa ve Dünya'yı etkisi altına alan siyasi akımların masaya yatırılmasına dönüşmüştü.
Uyandığımda, rüzgar kuzeye dönmüştü. Batı-Karayel doğrultusunda 3-4 kuuvetinde esiyordu. Buna da şükür. Anayelken artan dalgalarla iyi abrıyor ama balon veya genova zorlanıyor.
Birden bire ortaya çıkan yunuslarla, seyrimiz bir anda neşelendi. Hava zaten oldukça ısındı, keyfimiz yerine geldi. Turhan Ağabey'in devreye girmesiyle harika bir sofra yaptık!



Büyükçekmece açıklarında güneye dönen ve sertleşen havadan yararlanmak için tekrar balon bastık. 4-5 kuvvetinde hava ile kuzeye yükseliyoruz.
Boğaz'ın girişinde, önümüzden çok yakın geçen bir konteynır gemisinin dalgası tüm güvereteyi süpürdü, açık heçlerden giren su miktarı inanılmaz.
Bu kadar dalga kaldıracağına hiç birimiz ihtimal vermemiştik. Toparlayabildiğimiz kadar içerisini toplarladık, balon ıslak, sintineyi bastım, şilteler ve minderler hatta salonda masanın üstündeki haritalar bile nasıl ıslanmış anlatamam. Artık nasıl kurutacağız kış vakti emin değilim?
Boğaz'a girdiğimizde, güneş batıyordu. O şehr-i Istanbul ki, üstündeki inanılmaz güzel ışık oyunları eşliğinde ilk defa bu sulara gelen Lotus'a, sanki "hoşgeldin" der gibiydi...
Kız Kulesi, Dolmabahçe, Ortaköy , Köprü ve Akıntı Burnu derken işte Bebek!

8 Ekim 2010 Cuma

Bozcaada-Lapseki



Lotus'u Bozcaada Balıkçı Barınağı'nda bırakıp geri dönmemizin üstünden daha henüz 3 gün geçmemişti ki tekrar yola koyulmak üzere hazırlıklara başladık. Melih Ağabey veya Raşit'in gelmesini çok istiyorum ama ikisi de meşguller, bakalım.
Erol Ağabey müsait, Ömer "benim için de uygun" deyince, çekirdek kadro oluştu. Uzun bir motor seyri olacağa benziyor, işin kötüsü otopilotumuz arızalı. Dümen tutacak, teknecilikten anlayanlara ihtiyacımız var. Eyüp (Oğan) Ağabey ve Turhan (Akman) geliyoruz deyince doğrusu çok sevindim...
Tek yön seyir olacağı için, bizi oraya bırakacak birilerine ihtiyacımız var. Bu konuda Sergün sağolsun tüm imkanlarını seferber etti. Oldukça lüks bir minibüsümüz ve bizi oraya bırakıp geri dönecek bir şoförümüz var.
Yolculuk Cuma gece yarısı, saat 03.00 gibi başladı. Sohbet muhabbet şeklinde, Gelibolu'ya oradan motorlarla Çardak tarafına geçtik. Geyikli sahiline ulaştığımızda, ilk sefer 09.00 vapurunun kalkmasına daha yarım saat vardı.
Hemen sahildeki çardakta, çaylarımızı içip tavla oynadık. Kahvehane kültüründe geniş bir tecrübesi olduğu aşikar olan Eyüp Ağabey'i karşıma almamakla ne isabetli davrandığım kısa sürede ortaya çıktı... Meğer sadece tavlada değil, tüm kağıt oyunlarında tam bir "kurt" olan Eyüp Ağabey'le en kısa sürede kanlı bir partide buluşmak üzere sözleştik, koştura koştura vapura bindik.
Taze bir poyrazla Ada'ya geçtik. Birgün önce zar-zor da olsa, Babakale'yi geçip Bozcaada'ya sığınmış Erol Akyiğit ve arkadaşlarıyla buluştuk. Onlar da bizimle beraber aynı rotada yukarı devam edecekler, ancak biraz zaman kısıtlamaları var.
Bozcaada'ya yayılıp, çorba içtik, yiyecek-içecekleri temin ettik, şarap siparişlerini Çamlıbağ'dan tedarik ettik ve tekneye döndük.
Çıkmamız, öğleyi buldu.
Rota Boğaz!



İhbarlara göre, Karadeniz ve Marmara'nın doğusunda çok şiddetli fırtına var, ancak şimdilik bu civarı etkilemiyor. Marmara'yı geçmeyi planladığımız Pazar gününe kadar, şiddetini büyük oranda kaybedecek, denizi geçerken hatta hafif bir lodosla bize destek bile verebilir bakacağız.
Tam karşımızdan gelen şiddetli akıntıya rağmen, Boğaz'ı tutturduk. Bu arada Erol Ağabey'in hummalı otopilot tamir çalışması netice vermedi, dümen mecburen elde...
Ara ara eğilip dümen palamıza bakıyoruz. Boğaz trafiğini geçerken, dümensiz kalmak en istenmeyen şey. Otopilot tamirinden başarısızlıkla çıkınca teknenin orasına-burasına saldırmaya başladık. Önce sarma anayelken mekanizmasını neredeyse tamamen söktük. Ancak sorunu bir türlü tespit edemedik. Yaptığımız değişikliklerle sanki biraz daha kolay gibi ama, takıldı mı yine takılıyor...
Tekneye giren suyu boşalttık. Ancak giriş yeri hala muamma!
Anayelkendeki yırtık biraz büyümüş, tamir etmek için direğe çıkmak gerekiyor. Bir şekilde geçici de olsa hallettik, bu yolda bizi idare etsin de...
Akşam saatlerinde, Nara Burnu'nu bordalayıp, kuzeye Lapseki'ye doğru Anadolu yakasından yükseldik. Lapseki açıklarına geldiğimizde, akşam olmuştu.
Mendireğe su kesimimiz dolayısıyla giremedik, koya demirledik. Güzel bir makarna, eşliğinde şarap ve peynir ile akşam yemeğimizi yedikten sonra demir alıp Boğaz'dan çıktık. Güzel bir güneyli rüzgar var, balon bastık.
Rotamızdayız ve gayet güzel bir seyirle gidiyoruz. Yattım uyudum.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Ayvalık-Bozcaada

Ömer'in dürtmesiyle uyandım...
-Hemen kalk, başımız dertte!
-Hayrola?
-Taramışız, şu an açık denize doğru sürükleniyoruz...
-Yok canım! Daha neler??
-Ciddiyim...

Ömer gibi birisinin bu cümleyi etmesi zaten başlı başına tedirgin edici birşey. Hemen kalktım, ama inanasım gelmiyor. Tamam çok sert rüzgar vardı, tamam nereye attığımızı görmedik, ama buralar daha önce defalarca demirlediğimiz-güya-bildiğimiz sular!
Güverteye çıktığımda, tekne rüzgara bordasını vermiş, rüzgaraltındaki Poyraz adanın batı ucuna doğru, yavaş ama kararlı bir devinimle sürükleniyordu!
Resmen taramışız... Olacak şey değil, ama oldu işte!
Hemen dümene geçtim, motoru çalıştırdık, Ömer ırgatta, diğerleri hala günün yorgunluğu sebebiyle içerde horul horullar.
Saat geceyarısı 2 gibi, saatin alarmini 4'e kurmuştuk, ama tekrar gidip demir atmak kadar saçma bişey olamaz. Çıktık bir kere gideceğiz....
Hazırlıkları yaptık, 25 üstü esen sert rüzgar var, karadan geliyor. Çapa çıkınca tüm etrafının erişte dolu olduğunu gördük. Herhalde gidip bir erişte yığınına attık demiri, gece vakti o karanlıkta nasıl göreceğiz? Verilmiş sadakamız varmış diyorum, bir yandan da kendi kendime muhakeme ediyorum.
Bu denizcilik işi en ufak bir ihmale gelmeyen, ciddi bir iş. Tüm gün boyunca çok başarılı bir şekilde inanılmaz kısa sürede, inanılmaz bir konstrüksiyonu tamamlamış olmamız bizi başarılı bir denizci yapmıyor... Ya da o konunun burada buraya demir atmakla hiçbir alakası yok! Yukardan bakan, "dur şimdi çocuklar yorgundur, onları kollamak iyi olur" falan demiyor. Eğer doğru zamanda doğru hareketi yaparsan herşey yolunda gidiyor-gün içinde olduğu gibi-ama başka şeylere, şansa, özellikle de geçmişine güvenip "ahkam kesme" pozisyonuna girince hiç affetmiyor...
Ve işin ilginci, intikam almak, hırs yapmak falan gibi insani duyguları da yok doğanın... Esiyorsa esiyor işte, mesela "Çanakkale Boğazı geçit vermedi" gibi ifadeler, ne kadar insani ama gerçekten uzak yaklaşımlar...
Çanakkale Boğaz'ında esen rüzgarın umurunda değil ki bunlar, onbinlerce yıldır esiyor. Geçersin-geçemezsin tamamen sana kalmış!
Neyse uzatmayıp, konuya dönelim...
Poyraz Adayı sancakta bordalayıp, Güneş Adası fenerlerine doğru yelken açtık. GPS'te 10 knotla gidiyoruz. Adayı geçtikten sonra yelkenleri ayarlamak için rüzgara döndüğümüz sırada, Ömer'in dehşetle büyüyen gözleriyle kendime geldim! Başüstünden bana "gördün mü?" diye bağırıyordu...
Neyi göreceğim diye geriye baktım, teknenin pupasında kalmış, sudan 1-2 metre yükselen devasa beyaz bir cisim gördüm! Ahanda bu ne?
İlk aklıma gelen mülteci kayığı oldu! O civarda bu mevsim, insan kaçakçılığı çok artmış olduğu için bir şişme bot ve içinde nice insani dramlarla karşılaşabileceğimiz endişesiyle, korka korka geri döndük. Beyaz cisme doğru kısa bir süre seyredince, denizin ortasında devasa bir gemi şamadırası olduğunu tespit ettik. Yine şanslıyız... Bu gece 2 oldu, dur bakalım işallah 3 olmaz!
Edremit Körfezi içinden gelen sert rüzgarla Müsellim Kanalı'na doğru rota tuttuk. İhbarlara göre, kanala girdikçe hava hafifleyecek. Cidden de öyle oldu...
Yelkenle seyrediyoruz, bir önceki gece sert dalgada iskele seyir fenerimizi kaybettiğimiz için, fenerlerin hepsini söndürdük, gece seyrinde ampulu gözünü alıyor insanın. Harika bir gökyüzü altında, nefis yelken yapıyoruz.
4 saate varmadan Babakale'yi bordaladık. Güneş henüz ağarıyor.



Oltaları suya atıp, yattım uyudum. Vardiya Erol Ağabey'de.
Babakale-Bozcaada arası yaklaşık 20 millik, dikine-kuzeye bir seyir. Rüzgarın sert ama poyraz olması avantajımıza, Anadolu kıyısına yakın seyredince çok kaba deniz kaldırmıyor. Motor yelken tırmanıyoruz.
Saat 10.00 gibi Bozcaada mendireğine girdik.
Net bir manevra ile kıçtankara olduk. Sabah mahmurluğunu üstünden atamamış Ada, henüz yeni yeni uyanıyor. Zaten kışın gelmiş olmasıyla da ritmi oldukça yavaşlamış, yazın hareketliliği, yerini huzurlu bir dinginliğe bırakmış.



Ada'nın bu halini hep sevmişimdir. Tekneyi toparlayıp, Çamlık'a uzadık. Amaç tartışmasız "sulu yemek"! Çorba var mı sorumuza negatif cevap veren tüm esnaf homurdanmamızdan nasibini alıyor.
Çamlık'ın altındaki lokantaya yayılıyoruz. Nefis yemekler.
Ufak tefek eksikleri tamamlayıp, otobüs bileti için Kaan'ı ofise yolluyoruz. İki vapur olduğunu, ilkinin saat 13.00'te diğerinin 18.00 de olduğunu öğreniyoruz.
İlkine yetişmemiz imkansız. Diğerinin ototbüsleri ise geceyarısı Çanakkale'den kalkıyor. Bu ertesi gün Istanbul'da olacağımız anlamına geliyor, ama yapacak bişey yok.
Kaan önden gidiyor, onu yolcu ediyoruz.
1-2 saatlik uykudan sonra tekneyi toparlamaya girişiyoruz. Uzun sürüyor, ama kılpranga oldu kızımız...
Bozcaada'da 3-4 günlüğüne bırakınca, taramasından endişe ettiğimiz için, kıç koltukları gevşetip, Lotus'u 2-3 metre kadar açığa alıyoruz. Varagele ile botu sabitliyoruz, yoksa inip-binmek mümkün değil.
18 vapuuruna neredeyse tam zamamnında atlıyoruz. Sert poyraza rağmen sıcak çay, güvertede kendimize gelmemizi sağlıyor.



Sallantılı bir minibüs yolculuğu ile Geyikli'den Çanakkale'ye sefer, terminalde sona eriyor. Otobüs biletlerimizi aldıktan sonra, ver elini kordon. Bilinen Yalova Restaurant yerine, Rıhım Lokantası'na oturuyoruz. Menü palamut, salata, meze ve rakı!
Herşey harika...
Otobüsün koltuğuna kafam değer değmez uyuyorum.
Uyandığımda Istanbul'dayız...

3 Ekim 2010 Pazar

Karaburun-Ayvalık

Yemek harikaydı. Ancak yolumuz uzun, biz masada otururken yavaş yavaş rüzgarın arttığını izliyordum göz ucuyla. Koy içinde demirdeki teknenin yalpaya düşmesi dalgaların da yavaş yavaş kabalaştığının belirtisi, gece zorlu olacağa benzer...
Kıyıboyunda kısa bir tur atıp, tesadüfen karşılaştığımız düğün eğlencesini seyrettik. Birkaç ay önce benzerini bir Yunan adasında izlemiştik. Aradaki farklar ne kadar küçük ve şekilsel, esas aynı! Her kim dediyse aynı suyun iki devletiyiz biz, doğru demiş )))
Dıştan takmayı, ayarını kaçırıp biraz bolca içine eklediğimiz yağ yüzünden biraz zor çalıştırdık. Ama iki seferde herkes teknede.
Bot başüstüne alındı, motor çalıştı, fenerler yandı, teknenin içi neta, seyre hazırız. Şehrin tam karşısındaki Büyükada'yı sancakta bıraktık. Açıktan gelen dalgalar ağır. Cumhur ile ben vardiyadayım. İyice sağlam giyindik. 30 knotlarda poyraz Çandarlı körfezinin içinden ağır denizler taşıyor. Sadece motorla bazen 3,5-4 metreye varan dalgalarla boğuşmak akıl işi değil. Yelken basıp, rotayı 25-30 derece kadar iskeleye çevirdim. Bu şekilde 1-2 saatlik seyirle Midilli'nin kuytusuna gireriz diye düşünüyoruz. Nitekim de öyle oldu. Hem daha stabil bir seyir oldu hem de çok daha hızla kuzeye doğru çıktık.
Ancak aklım fikrim palada. Denizler sağdan geliyor, o taraf da dümenin sağlam yüzeyi diye kendimi avutuyorum ama nafile! Acaba dayanacak mı? Bunu ancak zaman gösterecek...
Midilli'nin güneydoğu ucundaki fenerlere iyice yaklaşıp, denizler azaldığında vardiyayı bıraktım ve yattım. 3 saat sonra kalktığımda henüz hava ağarmamıştı. Dikili açıklarında hafif-orta deniz ve 15-20 knotlarda rüzgara rağmen kuzeye seyrimiz devam ediyordu. Aradan Güneş Adası'nın fenerlerini görünce rahatladık, seyrimiz kolaylaştı.
Gün ağarmasıyla Ayvalık Kanalı'ndan geçip, Balıkçı Barınağı'na kıçtankara olduk. Ferit ve Cumhur buradan bir otobüse binip İzmir'e geçecekler. Erol Ağabey, Ömer, Kaan ve Ben yola devam edeceğiz, diye düşünürken gelen kötü haberle tüm moralimiz dibe vurdu! Anlaşılan o ki palanın sağlam tarafı da parçalanmış, tutunduğu yerden tamamen çıkmış, 2 gece önce bağladığımız kuşaklar bir kısmını yerinde tutmuş ve dümen görevi görmüş ama bu palayla Istanbul'a kadar gitmemiz mümkün değil, o kesin!
Taş Kahve'de oturup bir durum değerlendirmesi yaptık. Şıklar belli.
a-Tekneyi burada bırakıp, tamir edildikten sonra gelip alacağız
b-Tekneyi karaya alıp biz tamir edeceğiz ya da palayı İstanbul'a kargolatıp orada tamir edeceğiz
c-Dümeni denizde söküp duruma bakacağız.

Bu işleri yapmak için en uygun yer Setur Marina. Arayıp konuştum, ofisteki çocuk ya durumu tam kavrayamadı ya da anladı ama elinden bişey gelmiyormuş gibi davrandı. Her ikisi de birbirinden kötü ama bu aşamada çocuğa sinirlenmenin bir yararı yok. Kaldı ki sadece lifte almak için istedikleri para neredeyse dümen parası kadar! Dolayısıyla ilk iki şıkkı hemen eledik.
Erol Ağabey ben dümeni denizde sökerim, merak etmeyin dedi. Ömer sökersek nasılsa tamir ederiz dedi. Kaan atladı, ben de dalarım ve güzel yemek yaparım dedi. Ekip tamam!
Ayvalık tostlarımızı bitirip, Ferit'leri yolcu ettikten sonra, palamar çözüp Setur'a yollandık. Bizi bir pontona aldılar.
Erol Ağabey kendisinin "dümen dairesi" dediği kıç boşluğa zar zor sığdı, önce otopilot bağlantılarını çıkarttı, sonra dümen düzeneğini, ama dümeni taşıyan yük asıl yedek yekenin bağlantısı olarak da kullanılan üst tarafta. Oraya bir küçük kapakla ulaşılıyor.
Dümeni suyun içinde askıya aldık. Mil üzerinde bulunan 6 metrik yive vira ettiğimiz vardavela teli civatası sayesinde harika bir düzenek kendiliğinden oluştu bile. Vardavela telinin diğer ucunu direkten gelen balançinaya bağladık, direk dibindeki vinçten Ömer bu sistemi kontrol ediyor. Asılınca, Erol Ağabey yükü taşıyan kamayı çıkarttı, dümen boşta. Ancak meret üstünde kapkalın onca mil ve metal ağırlığa rağmen yüzüyor. Üstüne çıkınca kendiliğinden düştü aşağıya!
Pontona yatırdık kuzu gibi...
Şimdi olay 3 nalla bir ata kaldı diye düşünürken, yanımızdan geçen orta yaşlı bir tekne sahibi, merakla "hayrola çocuklar, geçmiş olsun" dedi. "Ağabey dün gece seyirdeyken köpekbalıkları saldırdı, şanslıyız ki sadece dümenimizi ısırmışlar" diye atılınca herkes kahkahayı koyverdi...
Bazı insanlarla "dost" olmak ne kadar kolaydır! Yıldıray Albay'la da aynen öyle oldu. Tanışmamızın üstünden daha 15 dk geçmeden onun arabasında civarın meşhur bir yapı marketinin yolunu tutmuştuk bile.
Sarf malzeme eksiklerimizi kısa sürede tamamladık, diğer alet-edevat Lotus'ta fazlasıyla mevcut zaten...
Dümenin neredeyse tekrar inşa edilmesi, 3 saatimizi aldı. Bu sırada ponton tam bir atölyeye dönüşmüştü, jet taşıyla civata kesenler, işkencelerle kontraplak sıkanlar, matkaplar, gürültüler ve toz sebebiyle etrafımıza verdiğimiz rahatsızlık için tüm Marina sakinlerinden burada tekrar özür dileriz!
Marina yönetimi hariç, hepsi bizi anlayışla karşıladı, "sizinki acil durum çocuklar, bizim yapabileceğimiz bişey var mı?" diye soranlar bile oldu... Ayrı ayrı hepsine teşekkürler.
Dümen tamam olunca bir güzel boyadık, iş takmaya geldi. Pontonda bizi izleyen meraklı gözlere rağmen, sanki hergün dümen söküyor takıyormuşçasına kendimizden emin adımlarla, dümeni tek seferde yerine oturttuk.
İş bitti, motor çalıştırıldı, alet edavatı toplayıp, palamar çözüp çıkmamız 15 dk sürmedi. Pontondaki yeni dostlarımızın şaşkın bakışları altında, geldiğimiz gibi çıktığımız marinadan gecenin karanlığına doğru dümen tuttuk.
Tüm bu koşturmaca sırasında hepimiz çok yorulmuştuk. O kafayla, açıkdeniz bile olsa, seyre çıkmak akıl karı değil. Ayvalık Kanalı'nı geçtikten sonra Poyraz adanın kuytusunda kalan kampın önüne demirledik.
Kaan maharetini konuşturup, harika yemekler yaptı. Herkese vitamin ve ağrı kesici takviyesi.
Kafamı yastığa koymadan uyumuşum...


Tamirden önceki hali


Kontraplaklar hazırlanıyor


Sabitleme


Tesviye


...ve boya

2 Ekim 2010 Cumartesi

Marathi-Karaburun

Gecenin zifiri karanlığında, herhangi bir tonozla-halatla halvet olmadan koydan çıktık. Arkhi-Marathi arasındaki boğazdan kuzeye doğru yükseldik. Nalan'ın ilettiği raporlar bu gece rüzgarın şiddetlenmeyeceği ancak bir sonraki gece itibarıyla tüm Ege'de fırtına şiddetinde rüzgar beklendiğini söylüyor. Vaktimiz var, Samos'u sancakta bırakıp Fourni kanalından yukarı çıkacağız
Açık denize çıkınca dalgalar büyümeye başladı ancak motor zorlanmıyor, camadanlı bir anayelken ile stabil bir şekilde rotayı tuttuğumuzu görünce saat 03.00 gibi nöbeti devredip yattım.
Saat 06.00 civarında kalktığımda güneş henüz ışıklarını göstermemişti, Ikaria boğazını biraz geçmiş, açıkdenizde Çeşme'ye doğru yükseliyorduk.
Buralar balık için bereketli sular, hava karanlık olmasına rağmen, her iki oltayı da iki taraftan sallandırdım. Açık deniz için hazırlanmış ağır takımlar bunlar, zaten bu civarda ufak balık gelme olasılığı da sıfır...
Tekrar yattım uyudum...
Saat 09.00 gibi, Kaan'ın bağrışıyla yerimden fırladım. Malum ses! Ekip tecrübeli. Güverteye çıktığımda, oltada hala vızıltı var, kimse dokunmamış, motor boşta, tekne iyice yavaşlamış...
Yüzme platformuna oturup, kamışı elime aldım, kemer takıldı, hazırlıklar yapıldı, kakıç-kepçe falan hepsi hazır. Hissedebildiğim kadarıyla 10 kilo civarı bir orkinos bu! Lambukalar için hem kuzeydeyiz hem de bu hayvanın hareketleri daha hantal ve ağır. Arada yol istiyor, kaloma veriyorum.
Yaklaşık 20 dk kadar sürdü, toparlayıp, görünecek hale getirmemiz. Güzel bir orkinosumuz var. Bot bir önceki gece başüstüne alındığı için balığı yüzme platformunun basamağından alacağız. Biraz alengirli bir iş, dur bakalım! Uzun kakıç Ömer'de... Punduna getirip alıyoruz içeri.



Videosu ekte: http://vimeo.com/15766951

Çok güzel bir hayvan, ama teknede bizim pişirmemiz mümkün değil, yazık ederiz. Hemen Ahmet (Semiz) Ağabey'i aradım, durumu anlattım. Ne zaman Çeşme'de olursunuz diye sordu. Kabaca saati hesaplayıp söyledik. Sağolsun hem babası hem de uzun zamandır tanışmak istediğimiz ama bir türlü fırsatını buılamadığımız Celal Üstünbaş ile buluşmuş, bizi karşılamaya Çeşme Marina'ya gelmişler.
Yanaşırken koltuğumuzu bile aldılar, sert rüzgar ile beraber geç davranınca biraz zor oldu manevra! Rezil olduk hafiften )))Ama kibarlıklarından çaktırmadılar pek...
Neyse karşılıklı hediyeler, iltifatlar, bu güzel insanları Lotus'da ağırlamak hepimizi memnun etti. Bu Gezgin Korsan oluşumuna hayranım!



Eksiklerimizi tamamladık, su ve mazotumuzu aldık, yola devam edeceğiz.
Çeşme kanalında, karşıdan gelen rüzgarla yükseldik. Rota Karaburun. Gece olmadan akşam yemeği için uygun bir yer arıyoruz. Bu balık için en ideal yerin Karaburun'da İsmet'in Yeri olduğunu öğrendik.
Boğazın çıkışında rüzgar hemen tamamen kaldı. Hafif havada balon bastık. Karaburun'a geldiğimizde hava çoktan kararmıştı. Karanlıkta bizim tekneyi mendirekten içeri sokmaya cesaret edemedim, açıkta demirledik. Botu indirip, motorunu taktık.
Balığı alıp pazarlık için biz önden gittik. Diğerleri hemen sonrasında geldi. Güzel bir masaya birkaç parça meze ve rakı eşliğinde oturduk. Servis gayet iyi, ortam da...
Ocağın başındaki kişi-adını bir türlü öğrenemedik- masamıza kadar gelip tebrik etti. restaurantın sahibiymiş. Balığı pişirme tekniklerinden falan biraz konuştuk, harika bir ziyafet çektik.
Gece rüzgar sertleyecek ama Ayvalık'a kadar yükselmeyi düşünüyoruz. Bakalım gece nelere gebe?

1 Ekim 2010 Cuma

Gökova/Karaada-Marathi

Sabah uyandığımda gün ağarmak üzereydi. Oltaları suya atıp, dümene geçtim. Cumhur ve Ömer tüm gece vardiya tutmuşlar, "gece kuşları"... ))
Orak Adasını geçip rotayı Karaada-Poyraz limanına tuttum. Dümen tamiri için uygun bir yer...
Yöre halkının sarıyaz dediği bu mevsimler teknecilik ve yelkencilik için biçilmiş kaftan, el ayak çekiliyor, sonbaharın dinginliği ve huzuru her yanı kaplıyor. Ancak seyrimiz uzun ve yorucu olacak, Gökova'nın bu güzelliklerine fazla vakit ayırmamız maalesef mümkün değil.
Biraz yavaş bir manevrayla karaya koltuk aldık. Dalıp duruma baktım. Palanın sancak yüzünde çerçeve nispeten sağlam, diğer taraf ise neredeyse tamamen uçmuş gitmiş. Bir önceki gece yarısı marangoz Mümtaz'dan aldığımız 6 lık konrtayı şekillendirip suya batırdık. Kamyoncuların kullandığı cinsten kelepçeler ve gergilerle bir güzel sıktık! Bana göre zıpkın gibi oldu.
Bodrum'a kadar 1 saatlik yolumuz var. Bakalım ne olacak?
Bodrum'a girip, her ihtimale karşılık, Yunan Adaları için Euro alacağız, hem de birkaç eksik var onları tamamlayacağız. Erol Ağabey motorun termostatının olmadığını düşünüyor. Kaan ve Erol Ağabey'i botla karaya yolladık. Bu arada teknede biz de ufak tefek işlerle uğraştık. Ferit'i direğe çektik, radar reflektörünü çarmıka sabitledi, sağolsun...
Oltaları düzenlerken, her tatilin vazgeçilmez "kurbanını" Poseidon'a adadık... Bu seferki benim cep telefonum. Lanet şey için, satıcısı su geçirmiyor denmişti. Nerdee?? Utanmasa içinde balıklar yüzecek, akvaryuma dönüştü garibim.
Her denize düşen telefonda olduğu gibi, soğukkanlılığımızı hiç kaybetmeden, sudan çıkarttık. Kapattık. Kapandı kerata allahtan! Sonra yıkadık tatlı suyla. Contalı bir model ancak tornavida veya bozuk para ile açılıyor. Açıp içini iyice bir silkeledik. Sonra güneşe bıraktık! Bakalım kuruyacak mı? Bu aşamada yapılan en büyük yanlış telefonu tekrar açmaya çalışmak.
Kaan ve Erol zamanında şehirden döndüler bu arada, Bodrum'dan vakitlice ayrıldık.



Güzel bir rüzgarla Bodrum koyundan çıktık, Hüseyin burnuna doğru yükseldik. Lipsi veya Arkhi'ye kadar ilerlemek istiyoruz. Yolda dıştan takmanın pervane tamiri, metale yapışan epoksi çift komponenetli yapıştırıcı ile göbeği tutturduk.
Yemek ve şarap sonrasında herkes mayıştı...



Lipsi önlerine geldiğimizde harika gün batımı manzaralarına rağmen, Marathi'ye yönlenmeye karar verdik. Gece karanlıkta girişi buldurmak zor olacak ama, bakalım...
Sağolsun Ufuk Timer'in tekne için hediye ettiği kalem pille çalışan ancak çok güçlü el fenerleri sayesinde, tekneyi (tamamen işaretsiz ve fenersiz) bu adalar arasından salimen geçirip, Pandelis Taverna'nın önündeki tonozlardan tekine yanaştırdık...
Yemek harikaydı. Servis, dekorasyon ve ambiyansta. Bildiğimiz ada lokantalarından birazcık daha pahalı ama bence değer...
Harika bir gökyüzü altında 2'şer 3'er, botla tekneye döndük. İnanılmaz yıldız kayıyor, gece olmasına rağmen altımızda cam gibi bir su...
Fakat kötü haber! Palanın sol tarafına yapıştırdığımız kontra tamamen parçalanmış ve/veya uçmuş gitmiş. Kayışlardan sadece 2'si yerinde. Gece gece dalıp onları sıkıştırdım. Onların kalan gövdeyi tutacağına dair, iyi niyetli düşünmekten başka çare yok! Burada yapabileceğimiz başka hiçbir tamir söz konusu değil.
Fazla oyalanmadan gecenin karanlığına doğru yola koyulduk.