8 Ağustos 2016 Pazartesi

Gökliman-Samos

Sabah rüzgar çok hafif. Su harika. Teknede tatilin vazgeçilmezi denize girerek uyanmak!
Fakat suyun dibi, senelerce devam etmiş balık çiftliğinin endüstriyel atıkları ile dolu.
Bu cennet koya yazık olmuş. Tabiatın tek başına bu kirlenmeyi temizlemesi mümkün değil, en kısa zamanda makro kirlenmeyi en azından ortadan kaldırmak için bir girişim yapmamız lazım...
Delice'ler ile sabah kahvaltısı sonrasında vedalaştık. Onlar kuzeye doğru çıkıyorlar. Biz güneye.
Rotamız Samos üzerinden Arkhi ve Marathi ama hala daha karar vermiş değilim, Fourni mi yoksa Dar Boğaz'dan mı dolaşacağımıza...
Tektaş Burnu'nu dönüp açıkdenize çıktığımızda gelen rüzgarın yönünün rotayı kurtardığını, batıdan dolaşırsak yaklaşık 15-20 mil kazanacağımızı gördüm. Dar apaz seyirle otomatik pilotta 180 derece rotasında seyrediyoruz. Karlovassi'yi pas geçtim, güney batısındaki koylardan birisinde konaklayacağız eğer uygun olursa.
Çocuklar uykuda, oltalar suda. İçeride tamiratla uğraşıyorum.
Otopilot devreden çıktığında oltanın misinası rüzgar jeneratörüne takılmış, dönmeye devam ettikçe de iyice sarılmış 0,40 dyneema. Öyle sevimsiz bir şekilde dolaşmış ki çözmeye imkan yok.
Misinayı kesip ortadan yine bağladım. Yola devam.
Samos'un batı burnuna yaklaştıkça rüzgar güneybatıya doğru drise etti, şiddetlendi ve sanırım akıntı da eklendi. Hepsi aleyhimize, SOG oldukça düştü. Motor devrini arttırıp, hava kararmadan rahat demirlenecek bir koya girme isteğindeyiz.
Samos'un batısı ve Fourni Kanalı'nın girişinde çok ilginç bir deneyim yaşadık. Adanın kuzeyinde güneybatı eserken, güneyinde kuzeybatı rüzgarı vardı. Arada yaklaşık 3-4 millik bir üçgende, adanın her iki batı burnu arasında da akıntı ve rüzgar karmakarışık şekilde esiyordu. Birçok olta balıkçısı vardı avda...
Fenerin olduğu Dhomenikos burnunu dönüp, doğuya rota tuttuğumuzda, kaba dalgalar kesildi, devasa Kherkis (1300 m)  dağından kopup gelen sağanaklar ile uçarak gidiyoruz...
İlk iki koy oldukça vahşi ve sadece özel mülk olan yerlerdi. Pas geçtik. Makriya Punda olarak gösterilen dar koya girdik ancak burada da sert esiyor, sahilde küçük bir iskele ve 1-2 ev var. Beğenmedik. Haritada adı verilmeyen, sonradan Limnionas olduğunu öğrendiğimiz koyda 2 yabancı bayraklı yelkenli var, demirde. Onların etrafından dolaşıp, derinlik ve dip yapısına baktık. Henüz hava aydınlık. En batıda, önünde bir beton iskele ve tonozda bir küçük balıkçı sandalı olan, çok hoş dekoru olan bir taş evin önüne demirlemeye karar verdik.
Ona hiçbir çapariz çıkartmamamıza rağmen, endişeli gözlerle bizi izleyen alman tekne sahibi defalarca zincirini nasıl döşediğini hatırlattı... Sorun yok.
Rahatça demirledik. Bulunduğumuz yer kuytuda kalıyor. Sahildeki yapının ev mi? otel mi olduğunu anlamamız ertesi sabah tesadüfen karşılaştığımız dostlarımız sayesinde mümkün oldu.
Karaya botla çıkıp, hemen tepede uzaktan gördüğümüz kadarıyla taverna olduğundan fazlasıyla şüphelendiğimiz ışıklı mekana doğru seyirttik. Doğruymuş...
Çok hoş dekorasyonu olan, tepeden koya hakim tavernanın en güzel masasına kurulduk. Aşağıda usul usul sallanan Lotus'un görüntüsü eşliğinde, et ağırlıklı güzel bir yemek yedik. Hesap makul.
Fazla da geç olmadan botla geri dönüp, yattık uyuduk.