31 Ağustos 2009 Pazartesi

Karacasöğüt-Akbük


Ertesi sabah, yine mükemmel bir Ege sabahına uyandık. Gece dönerken, Ömer "Paşa'nın" makam arabasını suya düşürdüğümüz için, teknenin kıçında bir dolu öte-beri, suyun dibinde yatıyor. Dalıp onları çıkardım... Bu vesileyle sabah banyomuzu da yapmış olduk.
Teknede ufak tefek tamiratlardan sonra, Tuncer Ağabey'lere kahvaltıya geçtik.
Bugün tatilin son günü, iyi değerlendirmek istiyoruz...
Ya Okluk tarafına, ya da Akbük' e geçeceğiz, henüz karar vermedik. Tuncer ve sevgili Meryem, iskele yazın çok kalabalık olduğu için ve çıkıp dışarda uzun kaldıklarında, yerlerinin gelen teknelere verildiği için dışarda kalmak pek istemiyorlar. Bize belki de karadan gelecekler...

O sıralarda bu coğrafyada olan Erol Akyiğit Kaptan ile de görüşme fırsatı buluruz diye düşünüyoruz, bakacağız.

Öğle olmadan, palamar çözüp, ayrıldık.
Rüzgar henüz artmamış, yukarı çıkıp Akbük'e gitmeye karar verdik. Kendisi oldukça büyük bir koy. Girişinde bir kumsalı gözümüze kestirdik. Harika bir kumu, harika berrak suyu ve etraf çam ağaçları ile çevrili nefis bir doğası var...

Bir aydır Nalan ile aradığımız cennet köşe işte! Ömer etrafa yayıldı, diz boyu suda deniz banyosu yapıyor, yorgunluktan "farıyınca" kumsala çıkıp, sere serpe uyuyor. Mamalar, ördekler, renkli renkli bir dolu hayvanat ve nebatat doğanın bu eşsiz parçasını bir anda daha da renklendirdi...

Akbük'ün dibinde, büyük bir kumsal ve karadan ulaşımın da olduğu iki restoran ve bunlara ait iskeleler var. Soldaki Doğa Restoran, tam karşıdakinin adı yok. Nedense ona yanaştık.

Meğer diğerinde, su-elektrik falan da varmış, neyse bir dahaki sefere...
Çok da matah olmayan bir mutfaktan gelme, ama parası da makul bira-patates tecrübesinden sonra, palamar çözüp Akbük'ten ayrıldık.
Yandan gelen denizlerle, harika bir güneş batışı manzarası eşliğinde, Gökova'ya bir sonraki sefere kadar "hoşçakal" derken, süpriz geliyorum demez, cırrr sesiyle irkildik...
Bu balıklar neden hep en beklemediğimiz anda geliyorlar? Anlamak mümkün değil. Koydan çıkarken, artık otomatikleşmiş hareketlerle suya bıraktığım oltayı tamamen unutmuştum. Nalan'la kısa bir bakışmadan sonra, manevrayı yaptık, rüzgarüstüne döndük. Küçük takım vardı, tam güneş batışı, balığın zaten iyi av verdiği saatler... Dalga da var gerçi ama, tekneyi döndürüp, oltayı toplamaya başladık. 40-45 cm boyutlarında bir lambuka, su içinde mücadele veren, renkten renge giren balığı ilk gördüğümüzde ikimiz de hayran olmadık dersem yalan olur. Bu kısa bir an duraklamama ve balığın neredeyse teknenin dibinden, oltayı koparıp kaçmasına fırsat verdi, alamadık...
Zaten eve de dönüyorduk, bu saatten sonra kim uğraşacak balık ayıklamakla, yemekle diye kendimizi avutarak tekrar rotaya girdik.
Bilinen çam ağacına kıçtan kara olarak, Lotus'u usulunce bağladık. 3-4 gün kadar yine yalnız, bir sonraki seferi bekleyecek, yorgunluk atacak.