23 Mayıs 2009 Cumartesi

Çanakkale-Bozcaada

Bu seyahat çok sevdiğimiz dostlarımız Emel ve Mehmet Ömür çiftinin, Bozcaada'da gerçekleştirdikleri evlilik yıldönümüne isabet etmesi sebebiyle düzenlendi. Çok sevdiğimiz bu coğrafyayı, her yerin yemyeşil olduğu, gelinciklerin yamaçları kapladığı, bu ilkbahar döneminde tekrar görmek fırsatını da kaçıramazdık...
Ekip Emel-Mehmet Ömür, Selma-Melih Ömür, Nalan-Ömer Deniz "Paşa" ve Bendenizden oluşuyordu. Lotus bir önceki hafta Erol Ağabey ve Ömer Kırcal tarafından, “YAZA MERHABA ETKİNLİĞİNİN” devamında Çanakkale’ye götürülmüştü zaten, kendilerine ne kadar teşekkür etsek az. Marina’ya koymuşlar, Erol Ağabey sonradan harika bir seyir yaptıklarını anlattı, arkadan gelen sert rüzgar ile çok kısa zamanda o koca yolu yapmışlar. Sağolsunlar yolda tekneyle ilgili birçok eksiği gidermiş, tamirat yapmışlar. Lotus’un formunda olduğunu, misafirlerini beklediğini söyledi.
Sabah erkenden yola çıktık. Önlü arkalı iki araba gidiyoruz. Ömer yolda hemen hiç sorun çıkarmadı. Istanbul Gelibolu yeni yol yapımlarıyla hemen tamamı çift yol olmuş. Dolayısıyla gayet rahat bir yolculukla sağsalim vardık, sadece Tekirdağ girişinde yeni çevreyolu düzenlemesi ile bir süre çalışmanın içinden geçiliyor, toz-toprak falan ama kısa bir süre, bereket uzun sürmüyor. Malkara civarında bir mola verip, çay içtik. Gelibolu'ya saat 10.30 gibi vardık, sadece Koru dağından inişte radar kontrolü vardı, biz yakalanmadık. Koru dağını aşıp Ege'yi uzun süre sonra tekrar karadan görünce doğrusu çok heyecanlandım, hani Bodrum girişinde Balıkçının dediği gibi, "yokuşbaşından ilk defa Ege'yi görmenin" verdiği gibi bir haz içimi ısıttı! Biz Çanakkale'ye geçerken hemen her zaman Gelibolu'yu kullanıyoruz. Buradan buçuklarda kalkan feribot Lapseki'ye geçiyor. Araba 24 TL. Bir de hemen yanından kalkan özel motorlar var, birazcık daha kısa sürede geçiyorlar, saatleri yok, dolunca kalkıyorlar ve Lapseki'nin 4-5 km kadar kuzeyinde Çardak Limanına yanaşıyorlar. Parkı şusu busu çok az daha ucuz, birkaç TL fark var. Yaklaşık 25-30 dk da karşıya geçtik. Lapseki-Çanakkale arası, Gelibolu-Eceabat arası yola kıyasla daha düzgün, az virajlı dolayısıyla daha kolayımıza geliyor. Çanakkale'ye iner inmez, şehir içinde, limana çok yakın Yalova Restaurant'a oturup öğle yemeğine geçtik. Her açıdan gayet başarılıydı.

Lotus yine formunda, o kadar kişiyi ve özellikle Ömer "Paşa" nın yerleşmesi haliyle bayağı meşakkatli bir iş... )) Kazasızca hallettik. Bu aşamada yeri geldi, biraz da teknede 4-5 aylık bir çocukla neler olur-neler olmaz konusunu konuşmakta yarar var sanırım. Şahsi fikrimiz, aslında bu yaşta bir çocuk teknede çok zorlanmıyor, asıl zorlanan anne ve babalar! Yoksa tekne yaşantısı iyi hazırlanıldığında, süreler ve şartlar çok zorlanmadığında herkes için çok keyifli olabiliyor. Ama diğer birçok konuda olduğu gibi asıl yük annelerin omuzlarında, dolayısıyla belki bu kısmı Nalan’ın ağzından dinlemek, benim anlatmamdan daha iyi olurdu ama benim şahsi fikrim, çocuklar, etraflarındaki tüm elektriği (ister iyi-ister kötü olsun) çok rahat algılıyorlar. Eğer anne-baba ve etrafta kim varsa rahatsa, onlar da rahat oluyorlar. Yoksa bir çocuğun esas ihtiyacı olan yemek-uyku ve tuvalet ihtiyacını giderdikten ve ona rahat edeceği ortamı sağladıktan sonra fazla sorun yaşanmıyor, yani en azından biz yaşamadık. Yeğenlerimden ve arkadaşların çocuklarından, Lotus’ta yaşadığımız tecrübeler ışığında okul çağı çocukları için tekne yaşantısının çok zevkli, çok değişik ve aslında düşünüldüğünden kolay olduğuna inanıyorum. Denizin zor şartlarına çocuklar birçok anne-babanın olduğundan çok daha kolay adapte oluyorlar. Belirtmeden geçemeyeceğim, bence deniz tutması bir yetişkin hastalığıdır! Şimdiye kadar deniz-domuz şartlarda, 2 metre dalgada deniz tutan ve kusan çok az çocuk tanıdım. Genelde hepsi, özellikle de motor çalışıyorsa uyuyorlar. Ancak o şartlarda istemeden de olsa kalınırsa, tekne içinde veya güvertede çocuğun düşmemesine ve güvende kalmasına azami dikkat etmek lazım. Tekne içi yaralanmaları ve denize düşme olayları çok ciddi sonuçlar doğurabilir.
Şimdiye kadar ikisi uzun, üçü kısa-kısa günübirlik, toplam 5 deniz seyahati yaptık. Lotus’ta Ömer “Paşa” nın ihtiyaçlarının hemen tamamı depolanmış vaziyette. Bezler, alt değiştirme yatağı -ki bunu normal yatak olarak da kullanıyoruz, kenarları yüksek olduğu için daha güvenli- çeşitli battaniyeleri, kremler, temizlik malzemeleri vs ancak şimdiye kadar çözemediğimiz tek bir sorun vardı! BANYO! Bir kez sağolsun Caner Korsan sayesinde Mira'da, bir kez de Lotus’ta yaptığımız uzun seyahatlerde, belki evdeki gibi hergün değil ama 2 günde bir banyo yaptırma ihtiyacı doğuyor. Bunun için bir çamaşır leğeni ile başta çözüyorduk! Hemen her yerde bulunan ve 4 ila duruma göre 6 TL arasında fiyatlara rahatlıkla temin edilen bu plastik leğenler-ki biz genelde kırmızıyı tercih ediyoruz -tekne içinde banyo yapmak gayet kolay. İyi tarafı giderken yanımızda da götürmüyoruz, taşıma sorunu yok! Ha arkamızdan o 1 metrelik kırmızı leğeni ne yapıyorlar, ben bilmem! Caner Korsan’a sormak lazım. ))

Tekneyi Çanakkale gibi limanlara ya da benzer marinalara bağlarken, çok özel bir durum yoksa kesinlikle elektrik almıyoruz, içerdeki her türlü elektrik çekecek şeyi kapatıp, both şalteri off konumuna getirip tekneyi öyle terk ediyoruz. Buzdolabının içini boşaltıp kapağını açmayı unutmamak lazım tabii. Birkaç kez nahoş tecrübeler yaşadık, kablo çekiliyor, aküler bitiyor. Tekne içine 220 volt girmesi ayrıca bir sorun. Genelde de her tarafı kilitleyip anahtarı ya güvendiğimiz şehirden birisine ya da marina ön büroya veriyoruz. Çanakkale'de sağolsun Zekeriya Ağabey (tanıdığım en sağlam balıkçılardandır), tekneyle ilgilenmiş. Onunla buluştuk, biz tekneyle Ada'ya geçerken, o ve bir arkadaşı da karadan arabaları Geyikli İskelesine getirecek. Aslında Ada'da arabaya ihtiyaç yok ama yine de dönüş için kolaylık olur diye düşündük, nitekim öyle de oldu. Çanakkale Marina günlük 50 TL istiyor, biraz indirim yapıyorlar, kredi kartı kullandırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ciddi uyanıklık söz konusu, eskiden beri hazetmem! Pişman olarak ayrıldım bir kez daha!

Çıkışımız öğleden sonrayı buldu. Hemen Kilitbahir tarafına vurduk, hafiten 3 Bofor bir lodos var. İnişte Avrupa, Seddülbahir-Kilitbahir arası ciddi akıntı arkadan destek oluyor, (kuzeye) çıkarken kesinlikle Asya yakasını takip etmek uygun olur, Kumbağ burnundaki sığlıklara dikkat ederek kıyıya yaklaşmak akıntının etkisini azaltıyor, zaten gemi yolu da bu şekilde. Onları takip etmekte yarar var. Bir diğer husus da Çanakkale'ye kuzeyden girerken. Nara burnunda malum ciddi akıntı var, aşağıdan gelen tankerler burada yaklaşık 100-120 derecelere varan manevralar yapabiliyorlar. Burun askeri bölge, sahilde metruk binayı görmek gündüz vakti gayet mümkün. Hemen önünde bir fener ve karayla arasında geçişe izin vermeyecek kadar sığ bir su var. Aynı sırada Boğaz'ın neredeyse ortasına kadar ilerde, bir diğer lateral ışıklı şamandıra daha var. Bunların aralarında 6-10 metre civarında derinlik var, geçilebilir. Gelibolu tarafından gelişte, biz tercihen Nara'ya yaklaşmadan önce geçiş yolunu dik keserek, Asya tarafına geçiyor ve kıyıya çok yakın seyrederek bu iki işaret arasından geçiyoruz.
Burnu döndükten sonra, Liman'a kadar olan bölgenin hemen tamamı yine askeri. Önlerinde neredeyse 5-6 metre eninde, toplam 3 adet devasa metal şamandıra var ve işaretli değiller, özellikle gece dikkat etmek lazım. Liman girişini şehrin ışıklarından bulmak zor olabiliyor, yanaşan feribotlar ve Kilitbahir'e geçen motorların ışıklarını takip etmek yararlı olabilir. Marina ticari limanın hemen kuzeyinde, girişi de kuzeye bakıyor ve çakarla işaretli. Biz seyrimize devam edelim...


Abide'yi usulünce bordaladıktan ve Mehmetçik fenerini geçtikten sonra, zaten ufukta belirgin Mavri (Tavşan) adası ve Bozcaada'ya doğru rota tuttuk. Hava sıcak, akıntının hızıyla, normalde çıkışta 6 saat kadar süren bu yolu neredeyse yarı zamanında alacağımız önceden belli, Mavri’de durup "şehir elektriğini" suya verme fikri herkes tarafından kabul gördü. Yörel olarak Mavri diye bilinen, coğrafi adı Tavşan Adası olan, üzerlerinde yerleşim olmayan toplam 4-5 kayalıktan oluşan bu adalar, boğazın hemen çıkışında, Bozcaada yolunun hemen yarısında etrafa serpilmiş, balık ve sualtı yönünden zengin, doğa olarak fakir ada topluluğudur. En büyüğünün üzerinde bir fener var. Bazılarının aralarında ciddi sığlıklar ve döküntüler mevcut. Dikkatli geçilmesi tavsiye edilir. Özellikle yaz aylarında oldukça hızlı bir akıntı hakim. Kuytuda demirleyip (36º 55' 53" - 26º 03' 39"), rahatladıktan sonra, ayıptır söylemesi İskoçya’nın Islay bölgesinden özel getirtilmiş Bowmore’dan ağzımızı ve midemizi tadlandırdık. Gündüz vakti bu ağır yükü vücudun kaldırması için, teni hafif tuzlamak amacıyla, Kuzey Ege’de sezonu ilk defa açtık!


Sonra ver elini Bozcaada liman. Sağolsun, Rengigül Pansiyon’dan Özcan hanım bizi mendirekte bekliyordu. Ada insanının, onu ziyarete gelenler hakkındaki duygu-düşüncelerini küçüklüğünden beri hiç unutmamış birisi olarak söylüyorum, bunu en iyi yazıya döken tartışmasız Hüsam'dır (Özenç)… Okunması tavsiye olunur…bkz. http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php/topic,2482.475.html
Bozcaada limanı , henüz sezon başlamadığı için çok kalabalık değil. Uygun bir yere kıçtan kara olduk. Arabalı vapurun da girdiği bu liman, dibi kum, mendirekte su ve elektrik bulunması her mevsim mümkün, boğaza giren ya da çıkan yatların popüler uğrak yerlerinden. Mazot ikmali, hemen sahil güvenlik botunun yanında. Liman girişi, 3 yıl kadar önce kış mevsimindeki büyük bir fırtınada dalgalardan yıkılana kadar, bir fenerle işaretliydi, halen bir yüzer şamandırayla işaretli (yeşil). Girişi Doğu’ya bakıyor. Hakim rüzgar özellikle yaz döneminde kuzeyli olduğu için güvenle demirlenebilir ve uzun kalınabilir ancak biz Lotus’u Bozcaada’da uzun süre insansız tutmayı pek istemiyoruz. Demirlerken dikkat edilecek husus, uzun zincir döşenmesi ve koltuk halatlarını aldıktan sonra, zincirin boşunun iyice alınması. Demir bir sebeple taradığında kıçtan beton rıhtıma vurmak işten bile değil. Rıhtım uygun olsa da bordalamayı ben tavsiye etmem. Akşam yemeği için hemen Balık Pazarı’na meyledip, ağdan yeni çıkmış 2 iri Lipsos’u torbaya aldık. Kilosu pazarlıkla ve ortak tanıdıklar sayesinde 20 TL.Çok güzel dülger, iri mercan ve böcek-ıstakoz vardı… Biz itibar etmedik. Odamıza çekilip biraz dinlenip kendimize geldikten sonra ve Ömer Paşa’yı ritüeline uygun hazırladıktan sonra, akşam Rengigül Pansiyon’un meşhur masasında, geniş ve mükellef bir sofraya dahil olduk. Özcan Hanım ve O’nun ihtişamlı sofrasından da biraz bahsetmem gerekirse, uzun yıllar Almanya’da yaşadıktan sonra, Türkiye’ye dönen bu humanist, geniş yürekli, sanat ve sanatçı sever hanım, adanın birkaç yıldır popüler olmaya başlayan sokaklarında inanılmaz bir bahçe içinde inanılmaz konuklar ağırlamaya devam ediyor… Rengigül Sanatevi ve şehir dışındaki ağ evi ile hizmet ve servis alanını genişletmiş, çok da iyi yapmış! Her sabah, bahçenin ortasına kadar yayılan devasa masasının her bir köşesini kendi elleriyle süslediği dekorlar ve ev yapımı reçeller ve çeşit-çeşit değişik tadlarla müşterilerine sunduğu, önünde tabelası olmayan “mütevazı” pansiyonunda, hiç de “mütevazı olmayan” kahvaltısının sanıyorum ülkede bir örneği daha yok!Tabela neden yok diye sorduğumuzda, “beni zaten beni tanıyanlar geliyor, tabelama bakarak burayı bulacaklar da hiç gelmesin” dediği pansiyonunda yüksek sezonda yer bulabilmek gerçek anlamda “torpile” ihtiyaç var… Uyarmadı demeyin!