24 Şubat 2010 Çarşamba

Satın Alma

"Closing" günümüz ticaret jargonunda, bir pazarlığı sonlandırmak için kullanılıyor. Amiyane tabirle, işi bitirmek...

Detaylarına girmeyeceğim, Demir Ağabey hem denizi ve tekneciliği biliyor olması hem de uzun yıllardır ticaretin bizzat içinde yer alıyor olması sebebiyle, bizim açımızdan kolay olmayan bir süreçti...

Rahmetli ananemin bir lafı vardır...
"Haklı olmak değil, mutlu olmak önemlidir" derdi bu gibi durumlar için.

Teknecilik en nihayetinde bir hobi. İnsanın zevki için kendisini maddi olarak zora sokacak bir projeye girmemesi gerektiğini düşünürüm hep. Bir yandan da çocukluğumdan beri sadakatla devam eden hem benim hem de ailem dahil çevremdeki birçok sevdiğim için artık neredeyse "vazgeçilmez" hale gelmiş bu uğraş için de bazı bedellerin ödenmesi gerekiyor tabi.

Bir aşamadan sonra "üzümün çöpü, armudun sapı" hesaplamayıp, gözü karartmak gerekiyor.
Gerçekten de bir süre sonra, bu tarz detayların ne nafile olduğu, esası belirlemediğini anlıyor insan...

Sonuç olarak Bağlama Kütüğü Ruhsatını alıp cebimize koyunca, artık teknenin güvertesinde bir Cubana tüttürmenin zamanı gelmişti! Sağolasın Taner ;)

18 Şubat 2010 Perşembe

Yolculuk...

Tekneyle ilgili uzun müzakereler ve gidip gelmeler sonucunda bir şekilde, bir müşterekte birleştik. Tekneyi üstümüze almak için 19 Şubat günü, Marmaris'e geçmeye karar verdik. Erol Ağabey, sağolsun kırmadı, O'nun emektar Toyota ile gideceğiz. Son dakikada Taner (Özer) de işini ayarlayabildi, üç kafadar beraberce aşağıya ineceğiz.

Daha tekneyi almadık ama, eksik listesinden bir dolu öte beriyi de arabaya tıkıştırdım: Evden büyük bir radyatör, eski (hemen de sattık sanki) Lotus'tan olta takımları, bazı ağır takımlar, denizci kıyafetleri, uyku tulumları şu bu alt-alta/üst-üste sığıştık...

Raşit de aynı gün Ankara'dan çıkıp arabayla gelecek. O'nun varlığı büyük destek... Oldum olası bu ticaret işlerinden anlamam. Son dakikada bir aksilik olmasından çok endişe ediyorum.

Erol Ağabey'in Toyota'sıyla onlarca kez yaptığımız yolu bir kez daha yedik. Tüm gece araba kullanıp, sabahın ilk ışıklarıyla Gökova Körfezi'ne bakan yamacın üstüne vardığımızda artık kalbim de yerinde duramayacak gibi çarpıp duruyordu...

14 Şubat 2010 Pazar

Sevgililer Günü Hediyesi...

İçim içimi yiyor...
Yerimde duramıyorum...
Doluya koyuyorum olmuyor, boşa koyuyorum dolmuyor...

Bu işin içinden nasıl çıkacağız, bir bilsem.

Zevkin bedeli olmaz derler gerçi ama, bu tutkuya da bir paha biçmemiz gerekiyor. İşin kötü tarafı bunu teknik olarak hesaplatmak diye bişey de yok. Yani mesela bir tekne alınacaksa, çağırırsınız bir survey size bir meblağ önerir, buraya kadar tamam! Ama ya satıcı bunu kabul etmezse, etraf aynı boy aynı yaşta teknelerle dolu değil ki...
Bir şekilde siz O'nu beğenmişsiniz...
Yine sıfıra sıfır elde var sıfır!

Galiba bu yüzden teknelere isimler veriyoruz, bir ruhu olduğuna inanıyoruz.

Daha önce benzer nahoş tecrübeler yaşadığım için bu sefer aşılıyım. Tekne alırken yapılmaması gerekenler var...

Birincisi tekneyi eski sahibine kötülemeyeceksin. Bu fiyatın düşmesini kesinlikle sağlamıyor, eski sahibin senden hoşlaşmamasını sağlıyor sadece. Buradaki amaç tekneyi kazanmak kadar asıl eski sahibin kalbini de kazanmaktan geçiyor...

İkincisi tekneyi çok iyi öğreneceksin. Forumlardan, yurt dışı testlerden olabilir, vakit varsa başka bir tekne ile çıkılabilir ya da varsa aynısından kullanan bir tanıdığa sorulabilir.
Eğer eski sahibe çok güvenmiyorsan, survey yaptırılabilir. Sistem şu şekilde işliyor, eski sahipten gelen envanter listesi surveyin yaptığı ile birebir örtüşüyorsa survey parasını alıcı ödüyor pazarlık devam ediyor.

Yıllar önce lamine maun olduğu iddia edilen, güya yepyeni motoru olan bir tekne ile ilgili gerçekleri eski sahibin makamında, yanında çalışanları olduğu halde yüzüne vurduğum için işi bitirememiş, haklı olmamıza rağmen mutsuz olmuştuk! İş sonuçlanamamış, adam tekneyi bir başkasına bizim teklif ettiğimiz fiyatın üstünde bir rakkama satmış ve biz, cebimizde paralar kös kös eve dönmek zorunda kalmıştık...

Üçüncüsü, eğer sektöre yabancıysanız, belki bir broker aracılığı ile almak uygun olur. Bu kişiler camiayı ve pazarı bildikleri için her iki tarafın da hakkını gözetiyorlar.

Dördüncüsü, eğer cebinzde paranız yoksa, yani hazır etmemişseniz bence teklif yapmamak lazım. Bu konuda doğrusu, adidas spor çantanın içinde şıkır şıkır paralarla gelip koca koca motor yatları kapatan Rus para babalarının taktiğine imrenmemek mümkün değil!

Beşincisi, bir ağabeyimin önerisidir. "Kulakların kızarana, kendi verdiğin fiyattan sen utanana kadar ineceksin" der.-Ha bu sefer biz beceremedik, o ayrı ))-

Altıncısı ve en önemlisi teklifi yüz yüze yapıp, eğer kabul edilirse hemen notere gideceksiniz. Çok sevdiğim ağabeyim Mahmut Berkman, teklifi yaparken tercihen adamın teknesinden inmekte yarar var der!

Neyse tüm cesaretimi toplayıp, o güne kadar uzun uzun devam eden konuşmaları artık sonuçlandırmak için malum telefon numarasını tuşladım...

11 Şubat 2010 Perşembe

Son ortak...

Fırtınalı bir günde bindiğimiz uçak, zar-zor Dalaman'a inince "acaba yanlış birşey mi yapıyoruz?" duygusu yüreğimi sardı...
Nalan zaten Ömer'i Istanbul'da bırakmış olmanın verdiği huzursuzlukla dolu. Aramızda en sakin duran yine Erol Ağabey. Sağolsun Ateş Ağabey taa nerelerden bizi karşılamaya gelmiş. Onun arabasıyla gece gece, üfüren bir rüzgarda Bozburun'a geçtik. Gece orada kalacağız.
Ertesi sabah, erkenden kalkıp Karacasöğüt'e geçtik. Nalan tekneyi ilk defa görecek. Son değişikliklerle Haldun, plandan tamamen vazgeçince, acaba duygularıyla güverteye çıktık...
Tam düşündüğüm gibi, herkes çok beğendi. Tekne kafa kağıdı eski olmakla beraber, özellikle içi gayet bakımlı. Tüm detaylarını inceledik, sorularımızı sorduk. Demir Ağabey mesafeli duruyor, heyecanlıysa bile elini göstermiyor.
Mutlaka eksikler var ama kafamda bir resim var. Sağlam bir bakımla ve elimiz üstünde yaşayacak şekilde kullanabilirsek bu kızı, birkaç aya varmaz, bakanları ciddi kıskandıracak hale getiririz.
Ancak hala bir önemli bir sorun var. Karşı tarafın kafamızdaki bütçeye inmeyeceği aşikar. Arada kalan parayı borçlanmak hiç istemiyorum. Tüm Dünya son 50-60 yılın en derin ekonomik krizinden geçerken de kimseye dönüp para isteyemeyeceğiz.
Acaba nasıl yapsak? diye düşünürken telefon çaldı:
-Alo..
-Alo. Melih Ağabey sen misin?
-Evet Mehmet. Teknede misiniz?
-Evet. Ciddi bişey yoktur umarım, hastalarla falan ilgili...
-Yok yok merak etme. Ben de sana tekneyle ilgili bişey söylemek istiyordum.
-???
-Mehmet? Orada mısın?
Yanımda duran Demir Ağabey'e baktım ve...
-Şu an hiç müsait değilim... Ben seni arayayım mı? dedim
-Peki deyip kapattı.

Tüm detayları konuştuk. Bu arada son zamanların en şiddetli bir Lodos fırtınası, yağmur ve dolu olarak üstümüzden geçiyor. Çok istememize rağmen, seyre çıkmak mümkün değil. Neyse bari motoru çalıştırdık. Tek marşla çalışıyor en azından...
Fakat eski, 6000 saatte bir Perkins. Bakalım başımıza ne işler açacak?

Tekneyi gördük, Karacasöğüt muhtarlık iskelesine yayılıp, artık "gelenekselleşmiş mangal" partisine dahil olduk. Taraflar birbirine mesafeli duruyor... Kimse açık etmiyor. Bir teklif yapmamız gerekecek. Ama yeri burası değil.
Hem çözmemiz gereken bir bütçe açığı daha var!

Bu duygularla uçağa bindiğimizde, çalan telefonla irkildim. Kapatmayı unutmuşum. Olacak iş değil. Arayan yine Melih Ağabey:
-Mehmet sana haberlerim var...
-Şu an hiç müsait değilim.
-İyi haberler...
-Çabuk söyle.
-Ben paranın kalanını buldum! dedi ve kapattı!!!