20 Temmuz 2016 Çarşamba

Sığacık

Tamer ile Cansu geceden arabayla Urla'ya geçtiler. Sabah erken gelip, arabayla bizi alıp uçağa bırakacaklar. Tekneyi marinadan çıkartıp alargaya demirlememiz lazım.
Hava artık o kadar da sert değil. Ancak sert rüzgarda demirlemeyi genelde tercih ediyorum.
Teknelerin zincirlerinin nerede ve ne kadar olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Hafif havada pruvaları karman çorman olmuş alargadaki teknelerin arasına demirlemek en sevmediğim iş.
Dünden su almıştık. Mazotu da Çeşme'de doldurmuştuk. Ondan beri fazla harcamadık zaten.
Çocukları ve valizleri indirdikten sonra Tamer ile ben Lotus'u demir yerine götürdük. Azami kaloma verdik, tekneyi kilitledik, bayrağı sardık, kapı ve heçleri kilitledik. Tekneyi neta edip son bir kez baktıktan sonra bot ile marinaya döndük.
Oradan da havalimanı...
Uzun bir seyahat de böylece sona erdi...

Seyahatin enleri şöyle:
1-Seyahatin sözü:  "Aman, aman, aman" Ömer Deniz'in bottan denize düşerkenki bağrışı
2-Seyahatin Şarkısı: Mamma Mia
3-En güzel yemek yeri. Agnonthas'taki taverna
4-En güzel seyir: Ege Geçişi. Denizin tam ortasında durup yüzme molası vermemiz!
5-En güzel koy: Kyra Panagia hemen kuzeyinde Vrak Sfika
6-En güzel yemek: Psara'da teknedeki kuru fasulye ))
7-En etkileyici manzara: Gündoğumunda Atos Dağı
8-En ilginç olay: Marmaro'da zar zor telefon irtibatı altında Türkiye'deki gelişmeleri izlememiz.

19 Temmuz 2016 Salı

Çeşme-Sığacık

Haliyle tüm gece kesik kesik uyudum. Biz ara kalktığımda hava iyice sertleşmişti. Tamer'i kaldırdım, İkinci demiri atacağız. Düzeneği kurduk, bota yükledik. Rüzgarın deniz suyunu her tarafımıza serpiştirdiği havada botla uygun yere gelince, demiri ve kısa zinciri peşisıra yolladım. Halatı tekneye getirip bağladık. Bu sayede gezinme azaldı. O rüzgarda gece gece güneş panellerini söküp de tenteyi kazasız belasız nasıl katladık hala aklım almıyor.
Sabah kalktığımızda hava hala aynı sertlikte esmeye devam ediyordu. Teknenin özellikle pruva tarafından gelen gıcırtılar artık gürültü seviyesine ulaşmış, her iki demire binen yükü kafamıza kazıyacak şekilde devamlı hatırlatıyordu.
Dışarıda yemek yemek mümkün değil. İçtiğim kahve fincandan rüzgarın etkisiyle uçtu gitti. Rüzgar göstergesini özellikle açtım. 52 okuyunca hemen kapattım ))
Karşı koyda, Sarpdere'de, sanırım saçak altı olduğu için daha fazla sayıda tekne var. Görebildiğim kadarıyla hemen hepsi alargada duruyorlar, ama daha mı rahatlar pek emin değilim.
İyi tarafı Nergiz içinde, demirde bizden başka tekne yok.
Tekne içinde hızlı bir kahvaltı hazırladık. Önce ikinci demiri botla aldık. Sonra demirin üzerine yürüyerek ilk demiri de aldık. Motorla koyun dışına çıktık. Küçük bir ana yelken, küçücük bir cenova ile arkamızdan gelen rüzgarla Teke Burnu'na doğru seyre geçtik. Yolda dün gelirken kırdığımız rekorların hepsini yeniledik!
Kırkdilim açıklarına gelince koridordan gelen hava bizi biraz zorladı ama sorun çıkarmadı burna doğru devam ettik.
Asıl konu burnu döndükten sonra kafadan gelecek rüzgar ve dalga.
Burnu döner dönmez, cenovayı kapatıp anayelken motor ile Sığacık'ı tutturup tutturamadığımıza baktım. Olmuyor.
Anayelkeni tamamen kapatıp, neredeyse batı sahilini yalayarak kuzeye doğru yükselme kararı aldım. Bu İstanbul ve Çanakkale boğazı'nda sık yaptığımız bir uygulama. Açıkdenizde neredeyse 2 knotlara düşen seyir hızımız hem kıyıda dalganın azalması hem de sanırım akıntının burunlar sebebiyle etkili olmaması sebebiyle hemen arttı. Neredeyse tam devirde 1 saate yakın seyir ettikten ve Sığacık'ı artık tutturacağımıza kanaat getirdikten sonra rotayı düzelttim. Mendil kadar bir cenova da bayağı bir katkı sağladı. Koya girdik.
Önceleri demirde kalırız diye düşünüyordum ancak koy içinde çok sert esiyor, marinaya girmeye ve geceyi oarada geçirmeye karar verdik.
Palamar bot sayısı ve personel az. "Sadece tek bot ile yardımcı olacağım, tonoz falan uğraşmayalım, bordalamak için hazır olun" dedi. İşi bilen bir çocuk. Ancak son dakikada rıhtımda peydah olan bir kadıncağız telaşlı telaşlı, sağa sola koşturuyor, el kol hareketleri yapıyor. Önceleri komşu tekne sahibi sandım. Değilmiş...
Gireceğimiz yer gerçekten dar, rüzgarı kafadan alacak şekilde manevra edeceğiz. Tek seferde girdik, girdik. Giremezsek ciddi sorun olacak biryer. Mühim olan hızlıca tekneyi kafadan sabitlemek. Baş koltuğunda Tamer var, sahildeki tek kişi olan kadına atacak halatı. Bot yardımıyla net bir şekilde giriyoruz yere, ama kadıncağız hala anlamsız şekilde bağırıp çağırıp koşturuyor.
Tartışma çıkmıyor ama ortam geriliyor. Herkesi sakinleştirip, kadıncağızı gönderdikten sonra öğreniyoruz meseleyi. Fırtına ihbarı olduğu için kimse girip çıkmıyormuş, "biz nereden gelmişiz ki?" diye söylene söylene ofisten gelen, neler olduğuna bakmaya çıkan marina sorumlusu imiş... ))
Neyse, biz bağlandık ya...
Tüm geceyi 50 knot rüzgarda demirde geçirmişiz... Bizim ekibe bu manevra ne yapar?
Ama bazen dışardan yardım almaktansa, tekne ve ekibin kendisiyle tüm işi çözmek, özellikle bu tip alengirli yanaşma ve ayrılmalarda daha anlamlı diye düşünmeden edemedim. Sahilden gelen yardımdan çok köstek olabiliyor.
Tekneyi temizledik, toparladık, duş aldık. Ertesi gün erkenden çıkacağız.
Akşam yemeği Dağ Restaurant'ta. Ama botla gitmeye cesaret edemedik.
Yemekte süpriz misafirlerimiz, Cansu'nun babası Mehmet Bey ve Evren-Engin Kozcu ikilisi oldu. Bu gece Nalan'ın doğumgünü.  Tabak gibi dolunay altında bol bol sohbet ve kahkaha ile dolu güzel bir doğumgünü yemeğini idrak ettik.
Arabayla tekneye dönüp, geç saatte uyuduk.

18 Temmuz 2016 Pazartesi

Laghada-Chios-Çeşme

Uykumdan bangır bangır devam eden müzik sesiyle, irkilerek kalktım. Artık nasıl bir rüya görüyorduysam, neredeyse yataktan düşüyordum. Gümbürtüye Nalan ve Tamer de kalktılar.
Önceleri romantik başlayan müzik artık gecenin 4'ü olmasına rağmen, ritminde en ufak bir azalma olmaksızın devam ediyordu. Kafamı heçten uzatıp baktığımda, saatler önce tıklım tıklım olan dans pistinde şuursuzca sallanmaya devam eden sadece birkaç figür kalmış olmasına rağmen müzisyenlerin bitirmeye niyetlerinin hiç olmadığını şaşkınlıkla farkettik. Bu eziyet daha ne kadar böyle devam edebilirdi ki?
Hızlı bir kararla, gece de olsa demir alıp ayrılmaya karar vermekte fazla tereddüt etmedik.
Motoru çalıştırdım, seyir ve güverte ışıklarını yaktım, koltuk halatlarını düzenleyerek, pasarellayı içeri aldım. Başüstünden attığımız sepeti son dakikada hatırlamamız, olası bir çaparizi engelledi. Net bir manevrayla ayrıldık.
Koyun çıkışında kafa karıştıran balık çiftliğinin tüm ışıklarını sancakta bıraktık. O karanlıkta adanın boğazına girmeye gözüm yemedi. Sakız kanalında karşıdan gelen hafif bir rüzgar var. Burnu dönmeden önce geri dönüp baktığımızda müziğin hala devam ettiğini şaşkınlıkla izledik.
Sanırım bir süre rembetiko dinleyemeyeceğim, bünyem kaldırmaz...
Güneye indikçe hava iyice kaldı. Motorla ana limana doğru seyrediyoruz. Anadolu kıyısından doğmakta olan güneşin ilk ışıkları geliyor.
Mendireği bordaladığımızda gün neredeyse ışımış gibiydi. Hala fazla rüzgar yok. Geniş liman. Demir atmakla uğraşmadık, in cin top oynayan kordon boyundaki cadde üzeri kafelerden birinin önüne bordaladık. Sakız'da en dikkat edilmesi gereken husus belli aralarla konmuş otomobil lastiklerinin tekne bordasını boyamaması. Onun haricinde yanaşma-ayrılması gayet kolay...
Yattım uyudum...
Birkaç saatlik uykudan uyandığımızda ilk iş liman polisi ve gümrüğe giderek çıkış işlemlerini yapmak. Evrakları alıp Nalan ile ikimiz yola koyulduk. Bizim kayık limanın en güneyinde duruyor, dolayısıyla tüm kıyıyı yürümemiz gerekti.
Önce liman polisi, sonra gümrük ve sonra pasaport derken işlemler kolayca halloldu. Çıkışları almış halde yine yürüyerek tekneye gelirken, yolda bizimkileri gördük. Kağıt üstünde güya çıkış yapmış olmalarına rağmen, adayı sanki daha da bir benimsemiş tarzda mükellef bir kahvaltı masasında yemek yerken bulduk onları... Biz de oturduk.
Teknenin ufak tefek eksiklerini yakında bir marketten tamamlayıp avara olduk. Çıkışta kanal 12'den ayrıldığımızı limana bildirdik.
Güzel bir rüzgar ve rahat bir seyirle Çeşme'yi bulduk. Marinanın girişindeki mazot istasyonunda kimseler yok. Kendimiz yanaştık. Rüzgar liman içinde sert esiyor ancak rahatız.
Tamer ile evrakları toplayıp bir acentadan da 65 TL'ye transitlog edinip liman başkanlığına gittik. İlk iş aramızda devlet memuru olup olmadığı soruldu, meğer darbe girişimi sonrası çıkartılan ilk uygulama devlet memurlarının ülke dışına çıkma yasağıymış.
İyi de biz içeri giriyoruz... )))
Neyse fazla zorlanmadan gümrüğe, sonra pasaport polisine sonra da karantinaya girip çıktıktan sonra işlemleri bitirdik.
Bu arada rüzgar sertleşmiş, kayık rıhtımdan iyice uzaklaşmış, hala sancak gurcatada taşıdığımız yunan bayrağı yüzünden liman görevlisinden azar işitmiş vaziyette tekneye ve ekibine geri döndük.
Limandan kolaylıkla çıktık. Mendil kadar bir anayelken ve cenova ile Boğaz Adası içinden geçerek Karaabdullah Koyu'na dümen tuttuk.
Kayınbirader Mustafa ve ailesi ile burada buluşacağız. Fun Beach önlerine demir atarak, alargada duran diğer tekneler gibi Lotus'u rüzgara bıraktık. Botla karaya çıktık.
Plaj aktiviteleri, özlem giderme, midye dolma muhabbeti, erken doğumgünü kutlaması sonrası yine bota binerek tekneye geri geldik.
Artık gece olmuştu.
Demir alıp tehlikeli sığlıklar arasından açıkdenize çıkarak Nergiz'e dümen tuttuk. Mersin koyu'ndaki balık çiftliklerinden açık geçerek, girişi tamamen karanlık hiç işaretlenmemiş koyu zar zor bulduk.
5 metreye funda demir. Uyuduğumuzda saat 02.00 idi...

17 Temmuz 2016 Pazar

Ouinoussa-Laghada (Chios)

Sabah sakin bir havaya uyandık.
Liman içi gayet huzurlu. İlginç bir limanı var Koyun Adası'nın. Şehri çevreleyen birkaç ada, birbirlerine neredeyse su seviyesinde kıstaklar ile bağlı. Bunlar doğal bir mendirek oluşturuyorlar. Zaten tamamen kuzeye ve melteme kapalı bir şehir. Limanın batı tarafında bir açıklık var. Balıkçı kayıkları ve botların çıkması için yeterli ancak bizim su çekerini kurtaracağını sanmıyorum.
Ömer Deniz'in aldığı botu denemek için kendimize uygun bir kumsal ararken, feribotun yanaştığı rıhtımın hemen yanında küçücük bir kumsal bulduk. Şehirden merdivenlerle yaya olarak da ulaşmak mümkün. Kısa süreli ve küçük çapta "armatörlük" denemesinden sonra tekneye geri döndük.
Limana girişte, hemen güneyimizde kalan deniz kızı heykelini selamlamayı unutmadık tabi...
Tekneye geldiğimizde, liman polisinin gelip evrakları istediğini öğrendim. Nalan ve çocukları da alıp hep beraber ofise gittik. Geç geldiğimiz için bizden liman ücreti almayacaklar ancak nedense çıkış saatimizle ilgili çok titizler. Çok kısa bir süre sonra çıkacağımızı söylememize rağmen transitlogu vermediler, çıkıştan hemen önce gelip almamızı özellikle üzerine basarak söylediler.
Biz de biraz daha oyalanmaya karar verdik.
Limanın en batısındaki barda, koydan esen rüzgarın serinliği altında kahve ve bira keyfi yaptık.
Bu bar Yunan Adaları'nda gördüğüm en hoş barlardan birisi diyebilirim, neredeyse kayalıkların üzerine yapılmış gibi...
Bakkaldan bir iki öteberi takviyesinden sonra yola çıkmaya karar verdik. Aslında bugünkü yolumuz kısa, sadece 5 NM seyir yapacağız. Bugünden itibaren kuzeye dönüyor ve yarın ve sonrasında sertleşiyor. Ama bu bizim kolayımıza bir seyir demek...
Akşam Laghada'da yemek yemeği düşünüyoruz. Pazartesi (yarın) ise Sakız'dan çıkış yapıp Çeşme'den giriş yapmak konusunda hala kararsızız. Türkiye'den gelen haberler hala çok açık ve net değil...
Bütün günümüz olduğu için limanın hemen batısındaki koylardan birisine demir atıp deniz sefasına giriştik. Neredeyse tüm günü orada öldürdük. Defalarca botla karaya çıkmalar, bira keyfi, kumsalda su topu, telefonu deniz suyu ile yıkamalar! gibi aktiviteler sonrasında artık demir alıp karşıya geçme vakti geldiğine karar verdiğimizde rüzgar 20-25 aralığına oturmuştu.
Etrafımızda  yüksek beygir gücüne sahip 8-10 metrelik RIB botlardan bolca var. Öğrendiğimize göre çoğu Sakız'dan çıkıyormuş. Bu civar adaları ve koyları geziyorlar, uzun mesafe seyir pek tercih etmiyorlar gibi. Yaşadıkları yerde çoğunun römorku varmış ve tabi çekme atma platformları. Çok pratik...
Adanın kuytusundan kurtulup, boğazdaki rüzgarı görünce yelkeni camadanlı açmaya karar verdik.
25-30 aralığında değişiyor, ama yön olarak kolayımıza. Rahat bir apaz seyirle Laghada'ya girdiğimizde saat 17.00 gibiydi. Koyda kıçtankara bağlanmış 2-3 yelkenli var. Geçen sene geldiğimizden beri rıhtımda yenilenme çalışmaları tamamlanmış, girişte sancaktaki rıhtıma aborda olmak mümkün. Laghada alargada kalmaya pek uygun değil.
İki yelkenli tekne arasına kıçtankara yanaşmak için manevra ettik. Hatırladığım bir tonoz düzeneği olduğu için demiri çok açıktan atmaya başladım. Bu gibi durumlarda zincir kısa gelse bile son baklasını zincirlikten ve kavaletadan çıkartıp üzerine uzun bir halat ekleyerek yanaşıyoruz. Kalın tonoz zincirlerine takılmaktansa böylesi daha iyi...
Fakat sorun şu ki sahilde sancak iskele bağlanacak yeterli baba veya anele yok. Bir bank ayağı var ama ona da bağlanılmaz ki... )))
Tam ortada duran babadan çapraz alarak koltukları sorunu şimdilik çözdük.
Bir adet pedestal var ama elektrik almadık, zaten gelip giden bir görevli de yok görünürde.
Favori tavernamız köşede deniz kıyısında olan. Standart menüyü ısmarladık. Bugün Tamer dalmadığı için tabildota tabiyiz mecburen... ))
Sahilde balık tutan gözlüklü bir çocukla arkadaş oldu bizimkiler. Bolca balık var ama oltaya gelen pek yok. Ne kadar ekmekle besleseler de kapasiteyi arttıramadılar. Çocuğun adı Deniz'miş, yan teknedeki çiftin oğulları. Lotus'a döndüğümüzde beraber sepet atacağımıza söz verdim.
Yemekten sonra biraz dolaştık, bakkaldan öte beriyi ertesi sabah almak için geleceğimizi söyledik. Nereden bilebilirdik?
Tekneye geçtiğimizde hemen ilerimizde sahile yakın kurulan müzik düzeneği önce ilgimizi çekti. Sonrasında rembetiko müziğin ezgilerine kapıldık. Yaklaşık yüzyıl önce tüm malını mülkünü hatta kimliğini bırakıp da Yunanistan'a göçen orada da hep ikinci sınıf insan muamelesi görenlerin dokunaklı müziği aslında hep ilgimi çekmiştir. Bir süre havuzlukta dinledikten sonra kamaraya indim. Yattım uyudum...


16 Temmuz 2016 Cumartesi

Marmaro-Ouinussa

Garip rüyalar görerek sıkıntılı bir uyku sonrası, sabah kalktım. Etrafta pek kimseler yok. Sanırım herkes internetin tek çektiği kafeye gitmiş, gelişmeleri takip ediyorlar. Bakalım nasıl bir Türkiye'ye uyandık bu sabah!
Ben de giyinip çıktım. Durum oldukça ilginç... Darbe girişimi bastırılmış, ancak oldukça ciddi olaylar var. Meclisin bombalanması, askerlerin bazı yerlerde sivil halka ateş açması, ordunun ileri gelenlerinin tutuklanması, Cumhurbaşkanı'nın bizzat cep telefonundan yaptığı çağrı ile halkı sokağa demokrasiyi korumaya çağırması gibi daha önceden gördüğümüz/görmediğimiz tipte olayları ile ilginç bir gece olmuş!
Oradayken anlamamıştım, ancak belli ki Türkiye'de olsaydım da anlayamayacağım tipten bir girişimmiş bu!
Teknedeyken liman polisi gelip evrakları istedi. Ben de ofisine götürdüm. Transitlogu aldı, çıkarken gelmemizi istedi. Elektrik kartı 5 euro. Hepsini harcamamız mümkün değil. Suyu doldurup, güverteyi tazyikli su ile yıkadım. Ömer Deniz ve Kuzey yardım ettiler. Tertemiz oldu Lotus...
Kafede oturup birşeyler içtik. Sonrasında bakkal.
Bu seferde bir alışkanlığımız değişti galiba teknede. Hep yaptığımızdan farklı olarak 50'lik biralar yerine küçük (33'lük) olanları tercih ediyoruz. Sıcaktan daha az etkileniyor kutular, üstelik galiba bitirme endişesi ortadan kalktığı için de daha az tüketiliyor sanki... )))
Rüzgar yön değiştirmiş, bizi artık rıhtıma yaslıyor gibi. Çıkmamız ancak zor olmadı.
Marmaro'nun girişindeki adanın içinden dolaşıp doğuya doğru seyre devam. Koyun içi mültecilerden kalan patlak bot, can yeleği parçaları ve birtakım döküntülerle dolu. Aktif bir taşıma yok. Sanırım geçen kıştan kalma çoğu. Ancak görüntü iç burkucu...
Açıktan geçen büyük bir muhrip, endişelerimizi arttırıyor. Uzaktan bandırasını göremiyoruz. Acaba bilmediğimiz gelişmeler mi var?
Sakız kanalına girdiğimizde güneyli rüzgarlar şiddetini arttıracağını bekliyorduk zaten, şaşırmadık. Küçük bir cenova açıp, motor destekli seyre devam. Ouinoussa (Koyun) adası yerleşiminin önünden geçip doğusundaki dantel gibi koylara doğru rota tutuyoruz. Bu ada etrafı tehlikeli döküntülerle dolu. Birçok arkadaşımız tatsız hadiseler atlattılar. Azami dikkat ile önünden geçiyoruz.
Aslında lodos olduğu için kuzeyi de çok ilginç olabilir. Ancak sanıyorum o kumsallarda mülteci botlarından kalan çöpler çok daha fazla sayıda olacağından endişe ediyoruz. Sanki bunları görmezsek, bir gerçeği de görmemezlikten gelmiş olacağız. Kafayı kuma gömmekten ne farkı var? Ancak kendimden çok çocuklarla ilgili endişeliyim.
Koyun girişinde bir balık çiftliği var. Önünden devam edip içeri kıvrılıyoruz. Üst (kuzey ucu) bir kanal ile kuzey tarafına açılıyor. Ancak sanırım biz Lotus ile geçemeyiz, belki Tamer botla geçer...
Nispeten sevimli bir koyda demirliyoruz. Hava sıcak...
Tamer dalışa gidiyor. Telsiz yanında.
Bu sefer karaya çıkmadık, miskinlik yapıyoruz. Bugünlük ganimet fena değil, bir sinarit, birkaç sargoz ve barbun.
Demir alıp yerleşime doğru yollanıyoruz. Tam limanın önünde demirlemiş bir savaş gemisi var, Yunan Bayraklı haliyle...
Korkutucu görüntüsü ile tezat oluşturacak şekilde, güvertesinden bize el sallıyorlar. Aynı denizin farklı iki milletiyiz aslında... Politikacılar  ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar bu gerçeği değiştiremeyecekler diye umuyorum.
Liman geniş, birkaç kıçtan kara olmuş tekne var, bolca da yanaşmış RİB. Bazı pedestallar görüyorum uzaktan ama çalışıp çalışmadıklarını öğrenmemiz için karaya çıkmamız gerekecek.
Liman girişine yakın olanlar tonoz almışlar gibi, pek güvenemiyorum. Zaten "bu tonozu alın" diyen bir görevli de yok etrafta. Daha ileri serbest olan bölgeye demir atıp, kıçtankara olmak için manevra yapıyoruz. Sahilde son anda beliren iki yunanlı yardımseverin yanlarımızdaki bot sahipleri olduğunu öğrenmemiz uzun sürmüyor. Karşılıklı teşekkürler ve iyi dileklerin arasında merakla dün geceki olayları soruyorlar... Biz bilemiyoruz ki!
Çocuklar hemen etrafı keşfe çıkıyorlar. Ben biraz tekneyi toparlıyorum. Etrafı kolaçan ediyorum. Bağlandığımız mendirek küçük bir balıkçı barınağının dış kenarı aslında. Ama derinlik sebebiyle içeri girmemiz mümkün değil, daha çok yöresel kayıklar için yapılmış gibi.
Onun önünde kocaman bir denizcilik enstitüsü var.
Sahildeki pedestaller iyi durumda ama elektrik almamız yine mümkün değil. Keza liman polisi ya da bir görevli de yok etrafta. Ne yapalım, idareli kullanamaya devam.
Tekne işleri bitince, diğerlerini bulmak için şehrin sokaklarına dalıyorum. Yazlık sinemada çocuklar için film var, fazla aramama gerek kalmıyor! En ön sıra bizimkiler tarafından işgal altında... )))
Çocuklar film seyrederken, yetişkinler şehri dolaşıp bize uygun bir taverna araştırmışlar. Perikles tarafından işletilen bir tanesine oturuyoruz.
Mezeler fena değil, ancak balığı biraz fazla pişirmiş. Yine de sevimli bir adamcağız. Kızı Atina Üniversitesi'nde Türkoloji okuyormuş.
Hesap isteyip erkenden kalktık. Köyün bakkalından bot alışverişi, yani oyuncak bot ))
Yattık uyuduk



15 Temmuz 2016 Cuma

Psara-Marmaro

Bugün hava sıcak olacak, daha sabahtan belli...
Adanın kurak toprağı üzerinden sanki buhar çıkıyor.
Hemen liman çıkışında güzel bir koy bulup, engin Ege Denizi'nin mavi sularına kendimizi atmak için adadan oyalanmadan çıkmaya karar verdik. Zaten fazlaca da oyalanacak birşey yok...
Zar zor bir açık bakkal bularak eksiklerimizi tamamladık.
Domates, biber, su, ekmek ve tabi bira ))) Nasıl bu kadar çabuk bitiyor anlamak mümkün değil.
Avara olmamız kolay oldu. Artık ekip herşeye hazırlıklı ve konuya hakim.
Liman adanın güneybatı ucunda. Harita ve pilot kitaplara göre güney kıyısında melteme kapalı koylar var. Gerçi halen denizde hiçbir şey esmiyor, beğendiğimiz her yerde kalabiliriz ancak klasik çizgiden şaşmadık. Güney kıyısını takip ederek doğuya doğru yol alıyoruz.
İlk değil ama ikinci koyu beğendik.Genelde daha vahşi görünüşlü, gözlerden uzak ıssız koy ve köşeleri daha çok beğeniyoruz. Genişçe bir koy. Tam ortada demirlemiş, bir italyan bandıralı uzak yol teknesi var. Sahibi botta dıştan takma ile uğraşıyor. Selam edemedik,
Onun iç tarafına 5 metreye demir attık. Su berrak, taşlık kumsalda çadır kurmuş birkaç ekip var. Botlarından anlaşıldığı kadarıyla onlar da dalış ve balık avı ile uğraşıyorlar. Ama çoluk çocuk artık yerleşik düzene geçmişler gibi...
Kahvaltıdan sonra deniz banyosu süper iyi geldi. Bugün yaklaşık 20 küsur mil yolumuz var. Sakız tarafına geçeceğiz. Tekneyi hala daha ne tarafta bırakacağıma karar veremedim. Sığacık bir alternatif, ya da Dalyanköy...
Bot suda. Sahile çıktık. kayalar içinde hamam adını bizim verdiğimiz harika bir oyuk var. Tam bir hamam var. Türkiye'deki adaşlarını bilemem ama bence burası gerçek bir hamam gibi... )))
Çocuklarla beraber sahilde "geleneksel taş toplama" ritüelini gerçekleştirdik. Kovamız gittikçe ağırlaşıyor gibi. Bakalım uçağa nasıl sokacağız bunları.
Tüm kumsal boyunca yayılmış taşların arasından, en güzellerini seçmeye çalışırken aklıma birşey takıldı. Misal tamamı simsiyah taşlarla dolu bu kumsalda, aradaki tek tük beyaz taşlar hemen göze çarpıyor ve haliyle dikkat çekiyor. Halbuki dün, tersine tamamı beyaz taşlarla dolu bir kumsalda idik. Orada da nedense siyah olan taşları daha çok beğeniyorduk! İnsanoğlu bir garip...
Bu konuda hepimiz hem fikiriz. Sanırım okuduğumuz Sapiens adlı bilimsel kitabın etkisi büyük. Aslında bir tarihçi olan yazar, insanlığın ilk yıllarından itibaren hem antropolojik, etnografik ve tarihi açıdan insanlığın geçtiği dönemleri ve yaşadıklarını güzel bir dille anlatıyor. Hem fikir olmadığımız noktalar var ama, bu uzun bir tartışma, yeri burası değil...
Biraz botla da eğlendikten sonra demir alıp yola koyulduk.
Deniz dümdüz, neredeyse sıfır rüzgar.
Yol yaptığımız için hafif serinliyoruz ama bumbanın üzerindeki gölgeliği bile kaldıramadık.
Bu arada tavla turnuvasına devam. Finale yaklaştıkça heyecan da artıyor...
Sakız ile Psara tam orta yerinde denizin lacivert rengi ve dümdüz su yüzeyine tav olup, "deniz molası" vermeye karar verdik. Derinlik neredeyse 500 metre, değişik bir duygu. Neredeyse herkes suda. Çocuklar bayıldılar, en çok da Kuzey. Onu teknenin arkasından sallandırdığımız yüzer halat ile çektik biraz.
Yeteri kadar serinledikten sonra, tekrar motora yol verip, doğuya doğru rota tuttuk. Sakız'ın kuzey kıyılarından çok geçtim ancak, genelde kuzeyli esen meltem rüzgarından dolayı hiç demirleme fırsatım olmadı.  İyice kıyıya yakın seyredip hoşumuza gidecek tarzda bir yer aradık ama bulamadık.
Yolda oyalandığımız için adanın doğusuna geçemeyeceğiz gibi, yolumuz üzerinde Marmaro var. Seneler önce girmiştik. Mendireği olan, kıyıda birkaç tavernası, marketi ile sevimli bir sahil beldesi. Hemen tepesinde, yürüme mesafesinde Kardamylia var. Hatırladığım ağaç altında hoş bir köy kahvesi vardı, kış vakti gelmiş kahvesinden içmiştik.
Limana girmeden önce serinlemek için son bir mola yeri ararken, Vilkadhas adlı yerleşimi geçtikten hemen sonraki burunda demir atmaya karar verdik. Taşlık bir kumsal daha... Ancak su pırıl pırıl.
Welcome Kokteyli ve ABBA müzikleri ile kendinden geçen kadroyu sudan çıkartıp, tekrar yola çıkartabilmem zor oldu. ))
Mendireğin içinde yer var. Betondakilerin yardımıyla bordalamak kolay oldu.
Liman polisinden eser yok. Dolayısıyla rıhtımdaki elektriği bağlamam da mümkün değil. Alonisos'tan aldığım kartı denedim ama beceremedim.
Yemek yeri için sahilde yürüyüş yaptık. Balık yeri pek yok. Genelde et üzerine lokantalar, bir de kafeler var...
Ama yürüyüş esnasında birkaç saat içinde olacaklardan hiç de haberdar değildik haliyle. Mutlu mutlu konuşmalarımız, esprilerimiz memleketten gelen haberler üzerine yavaş yavaş azaldı ve sonrasında tamamen yok oldu. İşin kötüsü internet çeken tek bir doğru düzgün yer var. Herkes TV'lerde Türkiye'de olan biteni anlamaya çalışıyor. Doğrusu başta olan biteni pek de önemsemedim, uzaktan bazı şeyleri anlamak daha farklı olabiliyor. Hoş burada olsaydık da o gece "herşeyi" anlar mıydık? Ciddi şüphelerim var. Hangisi daha iyi emin değilim...
Kötü bir şaka gibi yorumlamak istediğim televizyon görüntülerine ilaveten, ailenin "şimdilik biraz oyalanın, nasılsa teknedesiniz" demeleri içimizi rahatlatacağına daha da gerilmemize sebep oldu.
Gece geç saate kadar çeşitli konuşmalar, ciddi bir telefon trafiği ve fikri tartışmalar ile geçti.
Zar zor uyuduk...


14 Temmuz 2016 Perşembe

Ege Geçişi

Hava yarından itibaren kanalda iyice azalıyor, dolayısıyla en uzun geçişimizi (55NM) gündüz vakti yelkenle yapmak istiyoruz. Skopelos ve Skiros'u çok sevmemize rağmen bu adalarda maalesef, hep olduğu gibi zaman darlığından çok vakit geçiremedik.
Ama yapacak birşey yok.
Sabah neredeyse kuşluk vakti, daha fırın bile açılmamışken, tonoz halatını suya bırakıp, palamar çözüp çok sevdiğimiz Linaria'dan çıktık.
Hafif bir kuzeyli esiyordu baştan, burnu dönüp açıkdenize çıkınca o da kesti. Rota güney.
Adanın en güneyinde seneler önce Nalan ile beraber balayında geldiğimiz Ormos Rennes adlı koyda deniz ve kahvaltı molası vermek istiyoruz. Geçen sefer açıktan dolaşmıştık, bu sefer Sarakino Adası'nın içinden dolaştık. Olta suda... Ama ne arayan var, ne soran?
Adanın içerisinde, kıyıda, Allahın unuttuğu bir yerde garip, doğa ile uyuşmayan devasa yapılar gördük. Anlam veremedik... Sanırım askeri. Anlam veremediğimiz mimari oluşumları "askeri" olarak nitelendirebilmek aslında ne büyük kolaylık.
Ormos Rennes nedense hatırladığımızdan farklı gözüktü gözümüze. Halbuki su aynı, sahil aynı, sahildeki tek top ağaç da aynı, hatta sahile gelen eşekler bile belki aynı gibi ama farklı olan ne biz bulamadık!
Daha doğrusu bulduk da itiraf etmeye korktuk sanırım.
Kim bilir bu koya bir daha ne zaman tekrar gelebileceğiz? Bakalım...
Hava durgun, kahvaltı mükellef. Kısa bir deniz molasından sonra iyice kendini hissettirmeye başlayan sıcağın etkisi daha da artmadan yola koyulmaya karar verdik.
Önce hazırlıklar. Botu ön güverteye aldık. Sabitledik. Artık botu güverteye alırken motoru üstünden indirmiyorum. Bu tekniği Skip Novak'ın Pelagic adlı eğitim verdiği teknedeki uygulamalarından kopyaladım. Çok yararlı!
Teknenin içi neta, durmadan devreden çıkan otopilot bağlantıları kontrol edildi, oltalar açıkdeniz için değiştirildi, kokpit masasını katlandı... Ve Ege Kanalı için hazırız! Vira demir!
Adanın en güneyini dönünce hafif bir rüzgar başladı. Önce ana yelken sonra cenovayı açtık. Motora başlangıçta 1-2 mil yardım ediyordu. Sonraları rüzgar artmaya başlayınca devri düşürdüm en son da tamamen kapattım motoru ama bu mevsimde kanalda sadece 14-15 knot rüzgar olacağını baştan söyleseler hiç inanmazdım.
Rahat bir seyirle doğuya doğru yol alıyoruz. Bir süre sonra herkes açıkdeniz seyrine adapte oldu. Bira, Tavla turnuvası, Bira, Ömer Deniz'in geliştirdiği FıkraPolis oyunu, tekrar Bira derken bir sonraki durağımız Psara adası karşımızda belirdi. Bu gibi geçişlerde, ufukta gidilmesi planlanan ada belirdiğinde insan nedense rahatlıyor. Halbuki oraya varmamıza daha 5 saat var! AIS'ten gemi yolundaki ticari sevkiyatı izliyorum. Çok yoğun değil.
Teknenin içinde denizin çok kaba dalgalı olmamasını da fırsat bilip birkaç tamirat bile yaptım. Harita masası ve ön ardiye ışığı da tamam. Lehim yaparken biraz zorlandım, mutfağın kenar formikasını yakıyordum az daha ama şükür erken farkettim!
Psara'nın limanı en güneybatıda. Öncesinde vaktimiz var, kısa bir deniz molası çok iyi gelecek. Andipsara adlı hemen güneybatısındaki kayalık topluluğunda durmaya karar verdik. Oldukça vahşi neredeyse "ot bitmemiş" çıplak kayalık grubu bunlar.
Tamer saatlerdir aynı yerde oturmuş olmanın getirdiği ruh hali ile kendini suya attı, zıpkınıyla. Kuzey de peşinden. Ama suda gördüğü müren yüzünden Kuzi'nin girmesiyle çıkması bir oldu denilebilir...
Tamer de sonradan itiraf ettiği gibi, şimdiye kadar daldığı adaların hepsinden farklı bir su altı yapısı ile karşılaştığını söyledi. Nitekim etrafımızda RIB'leri ile dalış yapanlar var.
Bu kadar uzak bir noktaya manzara sebebiyle gelmiş olamazlar.
O geceki menümüz kuru fasulye pilav olduğu için ve sabahtan beri hazırlanıldığı için balık avı işini tadında bıraktık. Kovuğundan çıkmaya bir türlü ikna edemediğimiz istakozu da...
Bu seyahatte Lotus'un envanterine eklenen en yeni ürün 3,5 litrelik tamamı paslanmaz bir düdüklü. Kuru fasulye  de nitekim, "seyahatin en"leri listesine en üst seviyeden dahil oldu.
Hemen güneyimizdeki Katonisi denilen kayalığı dışarıdan değil, içeriden dolaşmaya karar verdik. Tamer'ler her zamanki gibi sığlıkları kontrol etmek için pruvada. Oldukça dar bir aralıktan geçerek, limana doğru yollandık. Batıdan Psara'ya gelirken şehrin iki tarafına da yayılması sebebiyle kafa karıştıran bir yarımada oluşumu var. Erken farkedip, burna doğru rota tuttuk. Liman içine girerken batıda bir büyük mendirek, doğuda ise sığlığı gösteren bir lateral var. Bunun da açığında alargada kalmak mümkün.
Liman içi geniş, derinlikler uygun, rüzgar da sert değil. Rahat bir manevra ile iki yelkenli tekne arasına  kıçtankara olduk. Palamarımızı birkaç gün önce Denizler kanal72'den konuştuğumuz Alpaslan Bey aldı. Sağolsun. Onlar da kuzeyden bu tarafa inmiş. Yarın itibarıyla batıya doğru rota tutacaklarmış. Denizdekilerin bu tip sosyal medya üzerinden birbirleri ile haberleşmesi/buluşması ne büyük nimet. "Öğleden beri sizi gözlüyorum, 1-2 saat daha gelmeseydiniz, aramaya çıkacaktım neredeyse" dedi... )))
Psara Yunan isyanları sırasında Osmanlı'nın en şiddetli karşılık verdiği adalardan biri. Bu yüzden Türklerden hoşlanmıyorlar mı acaba? diye oluşan peşin hükmümüzü bizi gülerek karşılayan Liman Polisi'nin sevimliliği ortadan kaldırdı.
İşin bürokratik tarafı bitince, meydanda devam eden gösterileri takip ettik bir süre. Limanın hemen doğusunda güzel bir bar ve koyun diğer tarafında bir bakkal bulduk. Ekmek ihtiyacımızı tamamlayıp fasulyeye gömüldük! On numara beş yıldız!
Rıhtımdaki pedestalden elektrik temini sonrasında vakitlice yattık uyuduk.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Skopelos-Skiros

Elimizdeki eşyalar ve dolduramadığımız mazot bidonları ile bota sığışamadık. Haliyle, iki tur yaptık. Diğerlerini beklerken ben bu arada tekneyi hazırlıyorum. Çocuklar uyudu bile.
Yaklaşık 40 millik yolumuz var. Başta motorla gideceğiz ama Ege Kanalının ortasına yaklaştıkça rüzgar artacak gibi duruyor, belki artık mazot yakmayı bırakıp yelkenle seyredebiliriz. Bakalım.
Diğer ekip de geldi, kıç omuzluktan alacağımız için çok fazla yatmayacak tekne.
Yine de bir grup alınanları yerleştiriyor, teknenin içini neta ediyor.
Biz Tamer ile sonradan attığımız ikinci çapayı almaya gittik. İki günde iyice saplanmış mendebur, botun içinde kuvvet alıp sökmek zor olabiliyor. Bir şekilde çözdük...
Tamer kıç koltuklarını almaya gitti. Ben demirdeyim. Hafif rüzgarda koydan çıkıp açıkdenize rotta tuttuk. Gece seyri kutlaması, yıldızlar ve meteor yağmuru, yelken seyrine geçiş, sabaha karşı sertleşen kuzeyli hava ile Linaria'ya giriş.
Adanın kuytusundan değil aıkdenizden girdik koya. Saat sabahın altısı...
Skiros'un meşhur mavi feribotu Akhileus rıhtımda.
Karşı kıyıda dip dibe sırlanmış 4-5 tane yelkenli tekne var. Aralarında bir adam el kol işaretleri yapıyor. Tonoz olduğunu anladık. Manevra edip kıçtankara yanaştık.
Liman görevlisi tek kelime ingilizce konuşmuyor, şimdilik uyumak haricinde hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Yine de kısa bir karaya ayak basıp pastaneden birşeyler atıştırdık. Saat 8 gibi feribot kalkacak. Acele acele pastanaeden yolluk temin etmeye çalışan yolcuların arasına karıştık. Feribot her zamanki gibi tüm limanı selamlayarak avara olduğunda ben artık uyumuştum bile...
Liman görevlisinin geldiğini söylediklerinde uyanmış ama yatakta miskinlik yapıyordum. Kalktım. Sakis adlı çok sevecen, iyi niyetli her yere koşturan bir karakter. Uzun uzun bana limanın kolaylıklarını anlattı. Elektrik bedava. Keza jetonla çalışan bir çamaşırhane var. Duşlar gayet temiz ve güzel dekore edilmiş. Şimdiye kadar Yunanistan'da karşılaştığım en düzgün tuvalet ve duşu burada aldım diyebilirim. Gecelik üsret 18Euro gerçi ama bence değdi...
En son 7 sene önce gelmişiz Skiros'a. O zamana göre bayağı değişmiş ve gelişmiş denilebilir-pozitif anlamda-. Doğrusu benim hoşuma gitti. Hem duygu olarak hem de çevre ile uyumlu basit ama hoş estetiği yönden biz çok beğendik doğrusu...
Tüm tekne nevresim ve çarşafları yıkadık...
Tekneyi su tutarak yıkamamak gerektiğini kibarca belirttiği için o kısmına burada girişmedik. Bu arada hemen sancağımızda demirli Beneteau F45'in sahibesi, İngiltere kraliyet ailesinden tavırlar ve aksanla bizim botun motorunun bordalarına zarar vereceğinden dolayı endişelerini dile getirdiler. )))
Biz de gereğini yerine getirdik. Normalde botu, hele de makine üzerinde olduğu için hep arkamızdan çekiyoruz. Güvenlik açısından, iş gücü yönünden ve ağır makineyi kaldırmak zorunda olmadığımız için çok avantajlı ancak sanıyorum tek komplikasyonu bu... Limana girerken ve çıkarken birilerinin botla ilgilenmesi gerekiyor.
Çocuklarla benzin istasyonuna gidip mazot alıp alamayacağımız sorduk. Yeni açılmış bir Shell ama çok misafirperver davrandılar. Bidonla taşımayı göze almıştım ama yanaşarak daha kolay olacağını düşündük. Üzerinde kurumak için asılı çarşaflar ve nevresimlerle panayır yerine dönmüş Lotus'u bulunduğu yerden çıkartıp yanaştırdık.
Gündüz vakti hemen karşımızdaki tavernada bira patates yaptık. Linaria'nın kötü tarafı Chora'ya biraz uzak. En iyi yöntem araba kiralamak. Tesadüf yan masada yemek yiyen adamcağızın Rent a Car şirketi olduğunu öğreniyoruz. 35Euro günlüğü. Bir tane aldık.
Nalan çocukları hemen yakınımızdaki "küçük at" çiftliğine götürmek istiyor. Bu atlar sadece Skiros adasına özgü imiş. Neslini devam ettirmek için bir vakıf destekli çiftlik kurmuşlar. Çocuklar at binmeye bayıldılar. Biz de hemen yanındaki meşhur restaurant'ta birşeyler atıştırdık.
Kalamitsa Koyu'nda kısa bir deniz molası. Çok da cezbedici değil, sanırım günlerdir kimselerin uğramadığı şahane cennet köşelerde demirlediğimiz için bize pek de cazip gelmedi.
Chora ziyaretini öteleyip, vakitlice limana döndük. Tamer dalışta.
Akşam yemeği hemen köşedeki "böcekçi" de, kıç aynaya yeni bağlama limanı yazısı, akü sularını tamamlama, kordonboyundaki halka açık kütüphane ve yemek oyunları sonrası tatlı bir sohbet ile yattık uyuduk.

12 Temmuz 2016 Salı

Skopelos

Kaldığımız yeri çok beğendik. Agnontas koyunun girişinde, gözlerden uzak, ama yine de şehre botla sadece 2-3 dk mesafede küçücük bir koy. Suya değen çam ağaçları arasında sadece biz sığabiliyoruz içine... Arada bir sahildeki yoldan yürüyerek kamp yapmaya gelenler oluyor, ama karşılıklı selamlaşmalar ve saygı çerçevesinde bir ilişkimiz var. Ne onlar bizi rahatsız ediyor ne de biz onları. Sahildeki 5 metre uzunluğundaki tek kumsal bu gibi durumlarda emperyal duygularla bezenmiş insanoğlunun karanlık yüzünü ortaya çıkartabiliyor yine de ... Çocuklara kumsalın bize ait olmadığını anlatmakta zorlanıyoruz bazen. ))
Adanın aslında bu tarafında muhtemelen de bize yakın birçok güzel koy var. Limnonaria'dan başka Panormou, Neo Klima ve Loutraki en bilinenleri. Ancak bulunduğumuz yeri o kadar sahiplendik ki çıkıp dolaşmak hiç istemiyoruz.
Bugün esmesi beklenen sert rüzgar için önlem adına sabahtan Tamer ile beraber ikinci çapa düzeneğini hazırlayıp baştan attık. Onun sancaktan boşunu alıp, kıç koltuklarını da ayarlayınca tekne rüzgarı yandan değil kafadan almaya başladı, rahatladı. Aslında koy o kadar küçük ki biraz ilerideki kayadan bile açmaz alabiliriz neredeyse... )))
Biz erkekler tayfası olarak toplanıp hazırlanıp sahile çıktık. Kiralık araba var mı diye soracağız. Keza çöpleri atmamız da gerekiyor, biraz da internet işleri...
Hava sert kuzeyli estiğinde adanın feribotunun buraya yanaştığı söyleniyor. Bizimle ilgisi yok. Koy oldukça küçük, sancak tarafı devasa bir mendirek. Muhtemel koya akan dere yüzünden su bulanık,  dip gözükmüyor. Rıhtıma dizilmiş levrekçiler bunun ispatı gibi...
Sahilde küçük bir kumsal ve hemen yanında küçük bir iskele var. Çok fazla ev veya otel yok. Bir bakkal, birkaç da yerleşim. Hergün belli saatlerde buradan 7 km uzaktaki ana şehre otobüs var.
Koyun tartışmasız en kayda değer görüntüsü, neredeyse denize kadar uzanan devasa dallarıyla kumsalın yarısını kaplamış bir dut ağacı. Ağacın gölgesinin altına tavernanın masaları atılmış. Önceleri sadece 1-2 soru sorup bilgi almak için oturduğumuz masaların, sonradan adanın belki de en başarılı tavernalarından biri olduğunu öğrenince bizim balıkları burada pişirtebilir miyiz fikri doğdu kendiliğinden. Sonradan tavernanın sahibi olduğunu öğrendiğimiz genç çok sıcak karşıladı... Bizim de zıpkınla avcılığa yönelik Yunan tarafındaki disiplin ile kafamızdaki soru işaretleri dağıldı. Akşam yemeğinde nerede olacağımız belli...
Ancak asıl amacımızdan uzaklaştık mecburen. İstediğimiz kiralık bir araba bulmaktı. Fakat adada o gün için araba yok. Adada birgün daha kalmak mümkün fakat bu durumda Ege Kanalı geçişini havanın yanık olduğu Cuma gününe ertelememiz gerekecek. Zaten buraya kadar çok mazot yaktık. Tüm Ege'yi motorla geçmek çok istediğimiz bir durum da değil haliyle...
Esasen çocuklarla beraber sert rüzgar sorun olmuyor ancak kaba dalga her zaman bir konu. Tekne içi yaşam zorlaşıyor, 3-4 saatten uzun süren ağır deniz durumunda çocukların kamarada sıkılmasına sebep oluyor. Onun için genel hava ve deniz durumundan memnunum. Çok ağır şartlar da olabilirdi...
Tekneye dönüp de tekrar konuyu beraberce masaya yatırdığımızda en mantıklı olanın bulunduğumuz yerden hiç kıpırdamayıp, akşam yemeğini bizim tavernada halledip ama belki şehri görmek için kısa bir otobüs seyahati planlamak. Saati konusunda farklı fikirler var, sonunda yemeği erken bitirip, çocuklar uyumadan kısa bir şehir turuna  karar verdik. Sonrasında da zaten gece seyri ile Skiros'a geçeceğiz.
Tamer dalmaya gitti. Ben teknede ufak tefek tamirler yapıyorum. Bugünün konusu sintinedeki su. Birkaç parmak suyu dert etmiyorum ama motor bölümünün altında da var. Tuzlu su. Bu işler için ayırdığım diyaframlı mobil bir pompa ve Ömer Deniz'in yardımıyla tüm hazneleri tamamen boşalttım. O kontrol butonunda ben hortumu hazneye daldırıyorum hava yapana kadar. Pırıl pırıl bir koyda olduğumuz için denize vermedim, gerçi su temiz ama... Bu gibi durumlarda acil durum için biriktirdiğim vakumlanmış 5-10 litrelik kapaklı petlerden yararlanıyorum. Sahile çıkınca onları ayrıca atacağım. Motorun üzerindeki koltuk düzeneğini kaldırınca iş anlaşıldı. Çalışmıyorken bile deep seal'den damlatıyor. Sıvı vazelini enjektörle aralığından sıktım ama suyu kesemedim. Bu iş için Volvo'nun özel ürettiği bir gres var ama bende yok... Sonradan öğrendiğim bir tekniği bir sonraki gelişte deneyeceğim, bakalım. Eğer olmazsa yine suda deep seal değiştirmek gözüküyor ufukta!
Akşamüstü olmadan balıkları tavernaya götürdük. Çorba veya buğulamaya uygun balıklar. Ancak yunan mutfağı bu konuda bizim uygulamadan farklı. Balığı iyice temizledikten sonra kazana atıyorlar, sonra içinden çıkartıp suyunu ayrı balığı ayrı servis ediyorlar. Çok güzel olmuştu.
Aslında büyük kısmı da kaldı, ama utandık kalan çorbayı kazandan istemeye. Halbuki gece seyrinde on numara servis edilirmiş... )))
Otobüs ile ana şehre geçtik. 1,5 euro. Çocuklardan almıyorlar. Oldukça kalabalık. Biz ayakta gittik. Şehir de bayağı kalabalık. Anlaşılan film çekiminden sonra bayağı popüler olmuş ada...
Sokaklarında turlamalar, bol miktarda selfi, büyük yapraklı fesleğen, yiyecek-içecek takviyesi, saat on olmadan kapanan benzinci sebebiyle mazot alamamamız, taksi ile Agnontas'a dönüş.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Alonissos-Skopelos

Sabaha karşı başlayan rüzgar ile liman içinde solugan arttı. Esneticilere rağmen gıcırtılar iyice artınca, pijamalarla sahile çıkıp birer koltuk daha aldım. İkinci koltukları  esneticilerin en gergin olduğu aşamada kasılacak şekilde ayarladım. Aslında bu ikinci koltukları, Boğaz'da kışladığımız dönemden kalma tecrübe, farklı vinç veya koç boynuzuna almakta yarar var, ama gecenin o saatinde üşendim doğrusu... Sabah rüzgar azalmıştı. Sorun olmamış.
Sabah ben liman polisine gittim. Makbuzu bir önceden sevimli bir görevli kesmişti zaten, 2,40 Euro. Eletriği geri vermek istedim. Almadılar. Kart bizde kalacakmış. 3,50 Euro'luk bölümünü geri yükledim. Bakalım işimize yarayacak mı?
Ada 10 sene önce geldiğimize göre oldukça gelişmiş. Sanıyorum Skopelos'ta çekimi yapılan Mama Mia filminin bu iki adanın turizmine ciddi katkısı olmuş. Skiathos için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, çünkü o zaten 1970'lerden beri hep gelişkin sayılırmış.
Alonissos'ta araba kiralayıp uzun uzun adayı gezmek istemedik. Bunun yerine devam eden lodosu da fırsat bilip tekne ile adanın batısına geçelim diye düşündük.
Bu arada ekibin geri kalanı kahvaltılık için alışverişe gitmişler. Ama liman içinde çok sallandığımız için çıkıp dışarıda yiyelim dedik. Patitiri'nin hemen güneyinde birkaç koy var. Ancak keşif duygumuz ağır bastı. Kuzeye doğru tırmanıyoruz. Ancak adanın batısı haliyle daha dalgalı. Megalo Ammos'a daha önce kara yoluyla gitmiştik.
Biraz güneyinde Ormos Yialia'da kıçtankara olup mola verdik. Kahvaltı sofrası biraz geç kurulmakla beraber  şahane...
Tamer dalışa gitti. Biz botla sahile çıktık. Hemen yamaçta bir rüzgar değirmeni var, çalışır halde.  Anladığım kadarıyla hemen yanındaki evde yaşıyor, sahipleri. Uzaktan bizi görüp selam verdiler...
Öğleden sonra çok da geç olmadan yola koyulup Skopelos'a geçeceğiz. Kanalda rüzgar artınca yelken açtık. Ana limanın olduğu taraf değil ama güneyine dönüyoruz. Salı günü itibarıyla hava kuzeyli sertleyecek gibi.  Stafilos Koyu'nu pas geçtik. Velona Burnu açıklarında olta çırladı. Hemen boşa aldık, Ama kaçırdık... Kesin büyük bir balıktı! ))
Agnontas koyuna girdik, sonrasında yer beğenemeyip LimLimnonari'ye de geçtik. Sahili plaj. Demirde iki tane büyük yelkenli var. Bir tanesi en az 20 yıllık 80 feet bir Swan. Diğeri ise bir Super Maramu. Sanıyorum birbirlerini tanıyorlar. Tekneleri çok beğendik ama koyu beğenmedik. Nispeten gözden uzakta, koyun güney doğusundaki burnun içinde kıçtankara olduk. Neredeyse sadece bize özel bir kumsalımız var. Koyu resmen kapattık.
Kıçtan koltuk alma işlemi biraz uzun sürdü ama sorun yok. Kayalara tel ile bağladım. Oldukça keskinler. Belli ki birkaç gün buralardayız.
Çocuklar hemen kumsala çıktılar. Su pırıl pırıl. Hemen yanımızdan, orman içinden bir yol sanırım şehrin olduğu tarafa doğru devam ediyor. Belki yarın yürüyüş yaparız.
Tamer güneş batışına yakın dalışa gitti. Bu günkü nevalemiz 2 kg'luk bir lahos!
Akşam yemeği teknede, mantı ve spaghetti ))
Gece sohbet koyulaştı, yattık uyuduk...

10 Temmuz 2016 Pazar

Kiria Panagia-Alonissos

Rüzgar tüm gece esti. Gerçi dalıp bakmadım ama demir iyi, taramayız diye düşünüyorum.
Ancak nedense bir tedirginlik var içimde, sanırım önümüzde upuzun 3 büyük geçiş var, onlarla ilgili.
Saat 4'te kalktım. Etrafı kolaçan ediyorum, herşey normal görünüyor halbuki. Ama bir husursuzluk var, nedendir belli değil.
Nalan da kalktı... Rüzgar azalmış. Henüz erken, kimse kalkmadı ama biz yola çıkalım. Denizi nasılsa motorla geçeceğiz, hem de aküler şarj olur diye düşündük.
Kimseyi uyandırmamaya çalışarak-nasıl olacaksa-motoru çalıştırdım, seyir ışıklarını ve navigasyonu açtım, güverte hazırlıklarını yaptım. Çay suyunun altını açtım...
Koyun çıkışında, hemen güneydeki kayalıklarda girerken farkettiğimiz ciddi döküntüler var. Açıktan alacağız. Saat 04.30, henüz her yer karanlık. Hemen altımızda dün gece gelmiş, demirli balıkçı teknesi de demir aldı. Biz de demiri toplayıp onun peşine takıldım. Gözüm derinlikte ve dijital haritada...
Koydan çıkınca tüm ihtişamıyla, meşhur Atos Dağı ile karşılaştık. Gerçekten dağ gibi dağ!
Çok hafif bir rüzgar var, dağın hemen arkasından doğan güneşin ilk ışıkları sanki yolculuğumuzu kutsuyor...
Açık denize çıkınca rahatladım, nedense. Sebebini bilmediğim huzursuzluk kayboldu. Nalan ile beraber kokpitte sohbet ediyoruz. Diğerleri uykuda...
Yıllar önce eski Lotus ile geldiğimiz ve motor arızası yaşadığımız için tamamen plandan sapıp, tüm Ege'yi motorsuz ve elektriksiz, sadece yelkenle geçmek zorunda kalmamızın üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş.
Aynı sulara yine kendi teknemizle, bu sefer çoluk çocuk gelmek cesaret işi mi bilemiyorum gerçi, ama nahoş bir tecrübeden dolayı bir Yunan Adası'nı ve hatta koca bir coğrafyayı da "lanetlememek" lazım değil mi? ))
Gerçi denizciler biraz batıl inançlı olurlar ama biz çok denizci değiliz demek...
Şaka bir yana bu coğrafya bizim bildiğimiz Ege çizgilerinden farklı. Rüzgarı bildiğimiz "eşek poyrazı" değil. Sabahları daha kuvvetli hatta, sonradan azalıyor. Keza coğrafya da bildiğimiz Yunan Adaları'nın en yeşili bol olanlarından.
Rotamız 180 hemen güneydeki Kiria Panagia. Dümdüz denizde tüm sabah motorla yol alıyoruz. Oltalar suda ancak pek bir hareket yok.
Koyun girişine öğle gibi vardık. İçeride sadece tek bir tekne var. Hava palpa... İçeride kalmayıp, dışarıda mağaranın olduğu kayalığın kuytusuna demir attık. Sahilde küçük de bir kumsalı var.
Mağara dalışı, tekne altı tamirleri, çocuklarla kumsal muhabbeti ve Tamer'in dalışı derken zaten öğleden sonra oldu bile. Akşamüstü gibi demir alıp, Alonissos ana limana rota tuttuk. Hafif bir rüzgar var kanalda. Yine motor ile destek mecburen. Steni Valla'nın hemen güneyindeki küçük koyda kısa bir deniz molasını takiben, ana limanda mendirek tarafına demirlemiş teknelerin en başına kıçtankara olduk.
Liman polisi gelip açıklamalarda bulundu, vapur iskelesinde dans eden kalabalığın ne olduğunu sorduk. "Dans festivali" olduğunu, bugün itibarıyla sona erdiğini söyledi... Bir gün ile kaçırmışız. Ne acı! Artık dans edemeyecek miyiz yani Sporadlar'da? ))
Demirimiz sağlam tuttu, hafif bir solugan var ama rahatsız etmiyor. Yine de esneticili halatları kullanıyoruz. Bunlarda en büyük problem doblin olarak kullanmamak gerekliliği. Bu sebeple ayrılırken veya yanaşırken biraz zorluk çıkıyor. Sahilde izbarço atmasını bilen birilerinin yardımına ihtiyaç var ya da yanaşırken doblin bir başka halat ile yanaşıyoruz ve sonrasında esneticili halatlar ile değiştiriyoruz. Eğer esneticili halat doblin yapılırsa birgün bile dayanmadan çok fazla aşınıyor hatta kopuyor.
Limanda ahtapot şov, dans festivalinin sonu, kiralık araba bulamamamız, otobüs ile Chora, hemen girişinde "belediye gazinosu" kılıklı tavernada yemek, Avo kafeden elektrik kartı temini ve Avrupa Kupası finali ile geceyi sonlandırıyoruz...

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Halkidiki

Tekne üzerinde bulunan, transitlog'da isimleri kayıtlı  bir ekibin inip bir başkasının binebilmesi için liman polisinde crew list değişikliği yapmak gerekiyor. Port polisin olmadığı limanlarda bunu yapabilmek pek mümkün değil. Hele de son günlerdeki değişikliklerden sonra...
Ancak transitlog'un değişmesine gerek yok, dolayısıyla da gümrük olan bir yere ihtiyacımız yok.
Halkidiki'de bu tanıma uyan sadece birkaç yer var. Birisi de Neo Marmara...
Porto Carras marinanın hemen yanında, Sithonia adlı orta parmağın bartı kıyısında.
Doğudaki parmak zaten neredeyse tamamen kara ulaşımına kapalı. Atos dağı olarak bilinen Ortodoks kiliselerin resmi kontolündeki bu coğrafyayı denizden çok merak ediyoruz. Bakalım seyir yapabilecek miyiz?
Neo Marmara'ya sabah geldik. Pastahaneden öte beri aldıktan sonra, şehri keşfe çıktık. Lotus dışarda, geceyi alargada geçirmişler. Yelkenlilerin yanaşması için yapılmış yüzer pontonlar dolu ve riskli geldi gözümüze. Limanın tam ortasındaki beton pontona aborda olmak, hem eşyaları indirip bindirmek hem de yanaşma kolaylığı açısından mantıklı. Kuzey köşesi biraz sığ gibi...
Biz de iskelenin bariyerini kaldırıp minibüsü içeri soktuk kolayca.
İlk işimiz saat 8.30-9.00 gibi açılacağı söylenen Liman Polisi'ne gidip bürokrasiyi halletmek. Pek rastlaştıkları bir durum olmadığı için biraz uzun sürdü işlemler ama sonunda halloldu. Ağaç altında biraz sohbet ve hoş beşten sonra Melih Ömür'ler yola koyulmak üzere kalktılar. Gelişte 8 saatlik bir gümrük geçişi sebebiyle herkes tedirgin. Umuyoruz dönüşte böyle bir trafiğe yakalanmazlar dileklerimizle, uğurladık minibüsü...
Nitekim sanırım Cumartesi olduğu için çok rahat geçmişler İpsala'dan...
Biz marketten bazı eksiklerimizi tamamlayıp erken çıkmak istiyoruz. Tekne formunda, aksilik yok. Ufak tefek şeyler var tabi ama onlar nasılsa yolda halledilir. ))
Lotus'ta tamirat bitmez! Bitince satıp, eskisini alacağız  ;))
Limandan çıkar çıkmaz, hemen güneyimizde kalan Porto Carras'a sırf merak ettiğimiz için girdik. Zengin bir Yunan işadamının yaptırdığı devasa bir yatırım. Dap dar bir kanaldan geçilerek girilen marina ağzı, yarış amacıyla dışarı çıkmaya çalışan yelken tekneleriyle zaten iyice karışmış durumda. Onları kollayarak içeri girdik. Ancak  içerisi oldukça geniş, gayet modern bir marina. Fiyatı da bununla paralel haliyle. ))
Biz sadece mazot ikmalimizi yaptık, kredi kartı yok. Nakit parayla ödeyip çıktık.
İlk deniz molamızı marinanın hemen güneyindeki koylardan birinde yaptık. Halkidiki yarımadası'nın kendine has bir iklimi. Güney Ege ve Akdeniz'de hakim meltem etkisi burada pek yok. Hava oldukça mutedil devam ediyor. Her havaya kapalı koy sayısı da pek yok gerçi ve mesafeler nispeten uzun ancak bizim gittiğimiz dönemde çok hafif bir lodos estiği için biz pek zorlanmadık. Atos Dağı ikibin küsur metre yüksekliği ile sudan çıkan dev bir kütle gibi, etrafında hep sert rüzgarlar ve hava akımları oluşturması ile ünlü. Bakalım bugün akşam kendisiyle karşılaştığımızda bize ne gibi süprizler hazırlamış olacak?
Çamların içindeki koyda (40.03.87N 23.47.31E) 5 metreye funda demir. Koyda baştan 2 adet RIB vardı, biz gelince çıktılar. Huzurlu, pırıl pırıl bir kumsalda tek başımıza kaldık.
Kısa bir deniz molası, biraz şnorkel sonrası tekrar demir alıp yola koyulduk.
Spalathronisia adalarının içinden geçemedik, mecburen rota değiştirip dışarıdan dolaştık. Derinlikler bu sularda çok değişken. Her an   bir sığlık ile karşılaşmak mümkün. Gece seyirlerinde dikkatli olmakta yarar var.
Burnu döndükten sonra coğrafya değişti. Porto Koufa'ya kadar sığınılacak pek bir liman yok gibi. Porto Koufo'nun girişi çok ilginç. Ancak içerisini beğenmedik pek. Yola devam edip yarımadanın doğu kıyısına seyredeceğiz. Hava yanık. Hafiften güneyli esiyor.
Ampelos Burnu'nda balık tutan kayıkların arasında bir kumsal gözüme kestirdim. Oldukça ıssız ve vahşi bir görünüşü var. Ama geceyi burada geçirmeye cesaret edemedim doğrusu, yola devam ettik.
Fenerin olduğu Pseudokavos Burnu'ndan sonra hava doğuya döndü, sertledi ve denizler büyümeye başladı.
Bu kıyının daha da korunaklı olacağına dair ön yargım suya düşmüş durumda. Bakına bakına kuzeye kadar çıkarız artık nereyi beğenirsek orada kalırız düşüncesini bir kenara koydum. Korunacak bir yer arıyoruz.
Kayalıkları kollayarak, motor yelken seyriyle Sykias'a kadar tırmandık. Burnun saçakaltında bir yere, bizimle beraber birkaç teknenin de kaldığı  koya demir attık. 
Çocuklar bota binip sahile çıktılar. Tamer balık için daldı. 
Ben teknede ufak tefek işlerle uğraştım biraz.
Sahilde seyahatin en kötü kalamar ve ahtapotunu yedik. Ama ilk sefer olduğu için sanırım rahatsız etmedi baştan... ))
Gece alargadayız.
Yattık uyuduk

8 Temmuz 2016 Cuma

Halkidiki Yolunda

Bu seferki Kuzey Ege programı aslında oldukça sofistike olarak planlandı. Mustafa Çam Sığacık'ta demirli olan Lotus'u alıp Çeşme'den Sakız'a geçirecek. Oradan Ege Kanal'ını yanlamasına geçerek Kuzey Sporad'lara ulaşacak. Bizden bir hafta önce Melih Ömür'ler ile orada bir yerde buluşacak. Eğer mümkün olursa Halkidiki'ye geçecekler. Biz de aynı onlar gibi kara yoluyla gideceğimiz bir limanda mürettebat listesi değişikliği yaparak tekneye geçeceğiz. Onlar da bizim geldiğimiz arabayla İstanbul'a geri gelecekler.
Bundan sonrası aslında kolay. Herhangi bir zaman sınırlamamız yok. Varmak istediğimiz nihai bir liman kararı da vermedik. Kuzey Ege'de herhangi bir Türkiye  limanından giriş yapacağız.
Plan genel olarak iyi ama iki yerde hata yaptık. Bir tanesi Mustafa Çam için bir vekaletname çıkardık, en nihayetinde tekneyi yurt dışına o çıkartacak ama imza sirkülü eklemeyi unutmuşuz dosyaya. Hem çıkış hem de girişte çok zorlanmış.
İkincisi ise işin kara yolu transferi ile ilgili bölümü. Önceleri kendi arabamızla gideceğiz diye düşünmüştük ancak yeni katılımcılarla sayımız 8'e ulaşınca standart bir araba ile Yunanistan'a geçme planımız suya düştü. Alternatifimiz bir tanıdıktan bulacağımız bir minibüs. Hele de ticari olan bir minibüsü yurt dışına çıkartma prosedürlerini öğrenince ondan da vazgeçtik.
Profesyonel bir transfer firması ile anlaştım. Harika bir VIP Mercedes Sprinter minibüsümüz var! Yolu bilen bir de şoförümüz var.  Kaporası çok önceden ödendi.
Biz gece seyahat edeceğiz. Çocukların uyuması açısından ama daha önemlisi Melih Ömür'lerin bayram dönüş trafiğine takılmaması açısından böyle tercih ettik.
Hesap etmediğim şey son dakikada ortaya çıkacak bir aksilikte uygulayacağımız bir B planımızın yokluğuydu. Nitekim yola çıkmadan sadece 4-5 saat önce firma yetkilisinin arayıp "maalesef..." dediği an başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu...
Uzun konuşmalar, hiç bitmeyecek gibi gelen bekleme süreleri, sıkılıp öfürdenmelerle geçen 2 saatin sonunda yola çıkmamıza ancak dakikalar kaldığında tekrar çalan telefon sesiyle irkildim. Arayan firma yetkilisiydi. "Tamam" dedi hallettim, "hatta size bir büyük boy, 13+1 minibüs buldum aynı marka deyince" keyfim yerine geldi...
Nalan ve Cansu harika yolluklar hazırlamışlar. Kocaman bir buz kutumuz var. Biz kullanmak zorunda olmadığımız için istediğimiz kadar içebiliriz... ))
Tatil olması sebebiyle İstanbul zaten bomboş. Şehirden rahatlıkla çıktık. Havalimanından Nihal'i aldık. Bu arada ekip Tamer ve Cansu Hartevioğlu, oğulları Kuzey. Bizim aile ve Lotus'un benzer seyahatlerinin vazgeçilmez karakteri Nihal'den oluşuyor.
Tekirdağ'da köfte molası, kırmızı pul biber takviyesi, gece yarısı sınır geçme, rahat bir seyirle Kavala ve Halkidiki. O civarda çok fazla port polis yok. Biz Neo Marmara'yı seçtik.
Sabaha karşı saat 8 gibi Marmara'ya geldik. Lotus alargada demirli. Onlarla liman içinde beton iskelede buluşacağız.