25 Temmuz 2010 Pazar

Vathi-Çatalada (Bodrum)



Motor gürültüleriyle uyandım. Yandaki komşumuz, Feeling motor çalıştırmış, diğer teknelerin zincirlerinden nasıl kurtulup, demir alacaklarını düşünüyorlar...
Bayağı karışık bir durum. Üstlerinde 4 tane zincir var-keza bizim de-.
Allahtan ilk iki tekne kendiliklerinden çıktılar zaten. Yolları uzunmuş, güneye gidiyorlar. Diğer ikisinn ilkini zincirle halatın yerini değiştirerek halletiler. Diğeri de kibarlık edip demirini aldı ve beton pontonda daha ileri bir yere geçti. Sorun çözüldü gibi... Rahatlıkla demir aldılar ve çıktılar.
Herkes demir almışken biz de çıkalım diye düşündüm. Birazdan aynı şekilde bir dolu teknenin gelip yine bizim üstümüze zincir sermeleri gayet olası! Pontonda herkes çıkınca, bizim altımızda kalan son tekne "eh bari biz de çıkalım" deyince işimiz iyice kolaylaştı! Sanıyordum, yanılmışım!!
Nalan ve Shane o kadar gürültüye kalktı zaten, hemen motor çalıştırdım. Rüzgar tamamen yön değiştirmiş açıkdenizden yani doğudan geliyor. Dolayısıyla bizi sığlığa doğru itiyor. Kavaleta sıkışınca ve ırgatın sigortası atınca bir anda kendimizi koyun en sığ yerinde oturmuş olarak bulduk. Bir şekilde kurtulduk, motorla falan ama bu sefer de rüzgar bizi en dipteki tonoz halatlarının üstüne yapıştırdı... Yapacak bişey yok! Gaz kestim. ekne durdu, başladım elle incecik tonoz halatıyla koca 15 ton tekneyi çekmeye... Her zamanki gibi elimde eldiven falan yok! Bu lanet olasıcılar zaten en ihtiyacınız olduğu anda kaybolurlar ya da unuutulurlar ya hep, bizimki de o hesap!
Neyse allahtan rüzgar fazla basmıyor tekneyi, çektim ettim bir şekilde. Sonra bir hata daha yapıp, tornistanla çıkmaktansa, tekneyi döndürmeye karar verdim. Al bir mesele daha... Zaten koyun artık en dar yerine sürüklenmişiz, tonoz halatları arasından dans ederek çıkarken, denize dimdik inen kaya duvarı neredeyse yaladık! Verilmiş sadakamız varmış...
Koydan çıkınca herkesi bir rahatlama aldı. Hemen kuzeyde Almeires adıyla bilinen koya, yüzme molası verme amaçlı demirledik. Almeires Yunanca'da badem demek, sahilde bulunan, bazen de kıçtankara koltuğun bağlandığı badem ağaçları sebebiyle bu ismin verilmiş olduğunu düşünürüm hep.
Biz ağaçtan değil ama bir kayadan koltuk aldık. Bu sırada egzosttan siyah bir duman geldiğini gördüm. Su da geliyor, demek devridaim iyi. Motoru açtım sağına soluna baktım sorun yok gibi. Devri arttırdım. Pek düzelmedi. Motoru kapatıp ve suyuna yağına baktım onlar da iyi. Erol ağabey ile telefonda görüştüm, mazot girişlerinin rokorlarını gevşetip devrini dinle dedi. Ama bizim yaşlı kızın rokorları pek tekin durmuyor, kıçtankara kuş uçmaz-kervan geçmez bir Yunan Adası'na kıçtan kara bağlıyken, sıfır rüzgarda rokorlarla oynamak pek bana göre bir iş değil. Vazgeçtim...
Küçük bir sahil var, botla gittik. Taşların üstüne yayılmış yaklaşık 20 kişilik bir grup, karadan ulaşımın olmadığı bu koya gelmişler, küçük bir çadır kent inşaa etmişler, kıyafetlerinden hepsinin dalgıç ve zıpkıncı oldukları anlaşılıyor. Leonardo DiCaprio'nun başrolünü oynadığı "The Beach" filminin seti sanki...
Kahvaltı faslını da bitirip, yola koyulacağız.
Aslında amaç daha kuzeye doğru çıkıp, Leros ve belki Lipsi yapmaktı ama bu motor işi canımı sıktı. Serdar'larla yaptığımız telefon görüşmesinden onların da tam karşımızdaki Çatal Ada'ya gelip demirlediklerini öğrenince, rotayı değiştirip Türkiye tarafına geçmeye karar verdik.
Yunusların eşlik ettiği, güzel ve kolay bir motor seyriyle görünmes sınırı geçtik. Meltemin tamamen kalmış olmasını fırsat bilerek adanın hiç tanımadığım ve girmeye fırsat bulamadığımız batı tarafı koylarında durduk.
Harika bir denize funda demir!
Ahtapotlarle beraber bir şnorkel ve su altı çekimi sonrasında demir alıp, yine motorla adanın etkileyici güney tarafından, Serdar'ların alargada olduğu taraf geçtik. Bu sırada tam önümüzde seyreden balıkçı sandalından atılmış sırtıyı çok geç farkettim, adamcağızın haklı isyanına rağmen, misinayı pervaneye doladım... Maalesef! Elimle özür diledim ama nafile. Benim bile başıma geldiyse bu?
Serdar'ları bulmamız uzun sürmedi. Üstlerine bordaladık. "Oldukça uzun zincir serdim, bu havada ikimizi de rahat rahat tutar" dedi.
Tam bu sırada, kıçtan takma motoruyla yanımızdan geçen yüzü yabancı değil bir simayı, tanımamız ve seslenmemiz üzerine, yolunu değiştirip yanaştı: Orhan Barut Hoca!
Davet ettik, kırmadı, geldi, kucaklaştık, hasret giderdik...
Adettendir, yeni kızımızı gezdirdim. Beğendi...
Perim, aşağıya doğru inecekmiş. Fenike'ye kadar gideceğim dedi. karşılıklı selametler dileklerimizle ayrıldık.
Gece buradayız, koca koyda bizden başka demirde kalan sadece 3-4 tekne var. Bir tanesi en az 100 yıllık bir masterpiece.
Her iki teknenin birleştirilen erzağı ile güzel bir yemek organizasyonu ve şarabın etkisiyle yattık uyuduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder