29 Ekim 2008 Çarşamba

Lotus Tamir Bakım Günlüğü-2007/2008

KIŞ 2007-2008
Elektriklerini değiştireceğiz. İç aydınlatmalar kötü. En az elektrik harcayan kesinlikle fluorescen LED in yarısı, halogen ampulerin 1/4 ‘ü kadar elektrik çekiyor. Ampulleri piyasada var. 12 volt olanlar çok çeşitli değil ancak Cem buldu Karaköy’den. Bir tane yedeği ile beraber toplam 6-7 tanesi, 100 YTL ye geldi bize. Ampulleri beyazdan günışığına çevirdik. Daha loş, güzel ışık verdi. Kamara içlerini ve tuvaleti mecburen halogen yaptık. 15 watt ampulleri var, oldukça iyi aydınlatıyor. Tuvaletin penceresinden dümendeki adamın gözünü alıyor, ampulunu küçülttüm. Karaya çekeceğiz. Yaz için hazırlanması lazım, uzun seyahat. En önemlisi dümen mili takozu gibi, kış sonuna doğru iyice kaçırmaya başladı. Her an dümeni suda kaybedebiliriz. Takozu sökmekte tecrübeliyiz, bir sene önce Psarinin sökmüş takmıştık. Onunkinde mecburen pimleri çürütmüştük. Takoz sarıdan (atölyedekiler kızıl diyor, daha sert bir materyalmiş) dolayısıyla ciddi zarar görüyor. Ama yine de zor iş. Sol yanda başı kesik, saplama bir cıvata var. Arkaya biz Göcek’te Haldunla 10 luk bir set uskur saplamıştık. Önde başı dışarıda muhtemel çekiçle çakılmış bir saplama daha var. Asıl iş ama söktükten sonra başlıyor, 10 luk kapkalın çelik pimlerin nasıl olup da kırıldığı. İlk söktüğümüzde kolay girsin diye Erol ağabey takozun yuvasının içini zımparalamıştı. Bundan dolayı bollaştı, boşluk oldu, ufak ufak yiyor pimleri, metal yorgunluğundan kırılıyorlar diye düşünüyoruz. Tek tarafını kesip, set uskur ile sıkarak yuvaya tam oturmasını sağlayalım diye düşünüyoruz. Çıkartırkan pimlerden tekini çürüttük. Ana mil zarar gördü hafif. Mehmet tekneye gelip el matkabıyla, orada rayba açacak.
Zincirliğin kapağı kötü, menteşesi kırıldı. İsmail usta yaptı sağolsun.Zinciri markaladık. Yeşil yağlı boya ile. 10 metrede bir
Bot hava kaçırıyor. Marintekten tamir servis buldum. 75 milyona, transfer dahil verdik.
Erol ağabey bir voltmetre bağlayacaktı, 5 milyona almış. Ama randımanlı değil dedi takmadı. Borda fenerinde sorun var, ampulünü değiştirdiler. Yanlış bağlamışlar. Kapağını da kaybedince, tüm feneri söktük. Haldun son gün taktı. Tören bayrakları hazırladık. Malum büyük gün Sancak bayraktan… Uzun flandra yapmışlar. Nalan sebebiyle yuvarlak içine alıp, yıldız ekleyeceğim. Yuvarlak ayı temsil ediyor. Yıldız ise malum.. Toplam 180 TL ye geldi
Tuvalet pompası yine bozuldu. Söküp Jabsco takacağım. Tuvalet taşı sağlam. Altı standartmış. 4 tane 12 lik vida tutuyor. Tuvalet taşına monte ederken tek vida bağlantısı, seramik kırıldı, hiç kasmadan sokmak lazım dediler. Yol boyunca ufak ufak kaçırdı. Contasını mı değiştirseydim acaba falan dedim. Yalıkavakta sonradan Adnan usta ile epoxy yaptık. Oldu.
Usturmaça kılıflarını değiştirdim. Polyester olanlardan, yeşil rengi bitmiş gibi. Ancak 5 tane yapabildiler. 15 milyon tanesi. Şentürk ten.
Yeni balık oltası tutucusu. Şentürkten 75 milyon. Ama kaliteli bişey. Oltanın misinasını değiştirdim. Dyneema, çekeri çok daha fazla, monofilamentin 3 katından fazla çekeri var. 47 mm, neredeyse 50 kg balık çekiyor. 350 metre aldım sardım. Renkli bişey. Serdar’dan seyahat hediyesi, güneş enerjisi ile çalışan aydınlatma, kırmızısı var, beyazı var.Erol ağabey sağolsun hoparlör ile CD-Radyo çalar almış. Kablo ile İpodu bağlamak mümkün. Hakan sağolsun taktı. Hoparlörleri koymak için maundan yuva yaptırdım. 70 YTL istedi. 50 verdim. Yanımızda karaya çekmiş Şirvan’ın kaptanına verniklettim. Çanakkale de taktım.
Aküler kötü durumda, su eksiltmiş, Daha 1 ay önce bakmıştım. Sorun yoktu. 1 ayda nasıl bu kadar eksilmiş anlamadım. Cemille beraber bir gece sabaha kadar şarj ettik, sularını tamamladık. Biri hariç yeşil oldular. Cem ölçtü yeşil olanlar sadece %50 kapasite ile çalışıyor. Diğeri bitik. Erta dan Recep ağabey aracı oldu. Akücülerden bilgi aldık. dükkanda Serdar bey var konuyla ilgili. Bilgili birisi. Deep Cycle olanlar kullanma aküsü için daha uygun gibi ama çok pahalı. Bu dükkanda bize, dost işi iki katı (250 milyona) verecekler. Redresörleri falan değiştirmek gerekiyor. Bir dolu iş. 3 tane bildiğimiz bakımlı, 90 amper, 390 milyona verdiler. Eski akülerin haznelerini 15 milyona geri alıyorlar.
Son gün ırgat bozuldu. Haldunla beraber söktük. Ertesi gün, düğün sabahı atölyeye gidecek. Elektrik motoru problemli bu sefer. İki dakkada söktüler, boyadılar. Aynı sorun hep, zincirlikte durmadan su içinde tabii, habire biyerleri kırılıyor. Neyse hallettiler, Haldun Erolağabeyle beraber aynı gün yetiştirecekler, Kablolar falan sorun olmuş, ama halletmişler. Bayrakları çekerken mandarları kaçırmışlar. Saat 7 ye kadar uğraşmışlar ama sonunda halletmişler, tam vaktinde düğüne yetişip H şahitlik görevine geldi.
YAZ 2008
Bozcaada da pervaneye halat sardık. Düşük devirde bayağı vuruntu yapıyor. 2400 lerde sağlam. Daha ileri devirlerde yine vuruntu yapıyor. Daldım baktım, pervaneyi temizledik, braketin boyası dökülmüş. Ama sağlam gibi. Sorun yok gibi duruyor. Cemille ve Erol ağabey ile konuştuk. Biraz da bu yüzden seyahati kısa tutmaya karar verdik. Sonradan alıştık, yol yaptıkça azaldı. Çanakkale de hoparlörleri taktım. Maun yuvaları Kalamışta, çıkmadan hazırlamış, verniklemiştik. Hidrofordan ses geliyor. Kendi içinde kaçırıyor. Bayağı ısınıyor. Otopilot da aynı fişe bağlı. Sorun çıkaracak, uzun yolda hidroforun elektriğini evyenin altındaki dolaptan kesiyorum. Hidroforu söktüm, valflerini zeytinyağıyla yağladım. Kesildi gibi bir süre. Sonra yine başladı. Yaz sonunda kendiliğinden durdu.
Doro kanalında (Andros-Evia arasında) yelken genova yırtıldı. En yakın Olympic Marina var. Tamir işleri yapılıyor denmiş kitapta. Kötü iş yaptılar. 100 euromuzu aldılar. Sinir olduğumuzla kaldık. Zincirliğin kapağını vidaladım. Serifos Temmuz
Güverte boyunca uzanan güvenlik halatlarına, kasa yaptım. Diktim. 6 lık kilit ile borda küpeştesine sabitledim. Serifos TemmuzYolda iplerimizi kaybettik. Serifos-Ios arası. Ios ta 14 lük 25 metre ip aldık. Geri kalanları Kaya’dan Sabri ağabey bila bedel verdi. Bir tane 50 metre 14 lük siyah, polyester. Bir tane 9 metrelik 14 lük, Yunanistan da hemen hiçbir yerde elektrik almadık. Böyle bir hizmet yok bir tek Amorgos’ta buldum. Aküler kötü durumda, Ios’ta 3-5 gün önce limanda 4 saat motor çalıştırıp şarj etmiştik. Biraz toparlanmışlardı. Şimdi de bayağı siyah gibiler. Amorgos’ta uzun süre manuelde takip ederek şarj ettim. En çok 7 ampere kadar düştü. Ama hepsi yeşil oldular. Yelken yine yırtıldı. Direğin tepesi. Bodrum da UK e verdik. 40 YTL Bir sonraki sefer anayelken arabalarından bazıları kopmuş. Haldun Bodrum da bir ustaya vermiş. İyi iş yapmış. Fazladan kızak alalım demiştim. Bot hava kaçırıyordu, onu da yapmışlar. Ama çok para istemişler (75 TL). Verdik mecburen. Otopilotun fişinde ve pupa fenerinde paslanmış vidalar var. Haldunla değiştirdik. Eylül Arkhi Tuvalet geri tepiyor. Daha yeni değiştirmiştim. Tamir takımından aldım. Samos ta 12 Euro. Sintine pompası yine bozuk, uzun saçlar sebep oluyor buna, motoru çalışıyor ama pompa görevini yapmıyor. Teknenin içinde su var. Güverteden geliyor. Su deposu kapağından. Etrafını gelcoat filler ile doldurdum, sertleştirici var. Eylül Kuşadası. Dönüş yolunda Marmara adasından sonra Erol ağabeylerde açık denizde giderken birden vuruntu artmış, sadece 1400 devirde çok az-yine de var- çok yavaş devirle 35 NM geldiler. Gece gece dalamamışlar. Yeni mazot almıştık dedi. Acaba filtrede, injektörde mi sorun var diye düşündük. Mantıksız, boşta çalışırken olmuyor.İstanbula geldiklerinde altına yattım. Takozlar sağlam gibi. Suya girdim, girmemle çıkmam bir oldu. Onca yolu, tek kanatlı pervaneyle gelmişler.Hemen organize olduk, karaya aldık. Hemen dümeni indirdik. Zor olmadı bu sefer. Şaftı söktük, Braketin saplamaları gevşemiş. Sökmedik. Güçlendirdik. Kovanı berbat, lastiği gitmiş. Ermaksan da aynısı var. Sadece biraz daha uzun. Onunkiler 10 cm, bizimki 73-75 falan. Adedi 20 YTL. Ucunu traşladıar. Bir tane de esnek kaplin aldım. 75 YTL. Yanmarınkiler standartmış. Pervanelerden folding propeller olanlar iki tip. Biri kendinden kapanıyor ama çok pahalı. Diğerleri eklemlerinde kekamoz yapıyorlar. Bir süre sonra çalışmıyorlar. Ama çıkma bulamadık Selahattin Usta’da (0532 2717746) çıkma yok. Bizim pervane 16 /11, 16 inch cinsinden pervanenin dairesel çapı. 11 pitch. Sola eğimli, (yüsek tarafı sağda), terse de koysan pervaneyi aynı, yine yüksek tarafı sağda. Tornistan da çoğu pervane sola çeker. Bu da öyle. Pis su tankının tahliye hortumu delikti, koku yapıyor. Sergün değiştirdi, sağolsun. 3 günlüğüne çektik, çekmişken altının boyasını rötuşladık. Pervane yetişmedi denizde taktık.

6 Ekim 2008 Pazartesi

Kerveli-Kuşadası

Samos-Kuşadası
Yağmurla uyanıyorum Saat 6 falan, gece uyku tulumuyla güvertede yattım. Rüzgar henüz şiddetli değil, demir sağlam her şey yolunda. İçeri girip kamarada devam ediyorum uykuya. Sabah benzer hava durmuyla uyanıyoruz. Barometre dün geceden beri 10mB düşmüş ve de devam ediyor. Güneyden gelen fırtına bulutları gittikçe alçalmış ve hızlanmış durumda, özellikle Türkiye ana karası üzerinde. Poseidon’un haşmetli nefesinden çıkanlar, hızla ve karma çorman ve önüne çıkan her şeyi beraberinde sürükleyerek kuzeye doğu koşturuyor.
Demir alıp çıkıyoruz daha fazla oyalanmanın anlamı yok. 15 NM civarında bir yolumuz var yolda bu kargaşaya yakalanıp sucuk gibi ıslanmanın bir gereği de yok. Birinci dereceden camadan ve küçültülmüş genoa ile geniş apaz 15-20° Kuzey. Yaklaşık 30 knotlarda esen bir rüzgar var, kanaldan gelen akıntı ve bir süre sonra büyüyen dalgalarla yaklaşık 1,5 saati biraz geçe Kuşadası açıklarına geliyoruz. Güneyden Kuşadası’na yaklaşırken sığlıklara dikkat etmek lazım. Kuşadası bordalanana kadar açıkta kalmakta yarar var. Ancak rüzgar yönü buna pek müsaade etmiyor, o dalgada, sert rüzgarda hepsinden önemlisi kırık bir bumba bağlantısıyla kavança atmak istemiyoruz. Yelkenleri indirip motorla giriyoruz Kuşadası Setur Marina’ya. Dar bir yere kıçtan kara oluyoruz. Girer girmez de yağmur bindiriyor. Oldukça şiddetli ancak kamaradayız, son öğle yemeği. Menüde teknede kalan her şey var… Elektrik almayacağız, buzdolabını boşaltmakta yarar var. Midelerimiz çöp sepetine dönecek!

4 Ekim 2008 Cumartesi

Samos Marina-Kerveli

Samos-Kerveli
Gece huzurlu uyuduk. Marina içindeki sallantı, Limanla kıyas kabul etmiyor. Sabah kalktığımda rüzgar oldukça hafifti. Yağmur bulutları dünküne kıyasla daha fazla. Bugün için öğleden önce iyi hava veriyor. Akşamüstüne doğru hafif sertleşiyor, gece fena değil ama yarın öğleden itibaren bütün bölgede fırtına düzeyinde. Arabamız öğleye kadar bizde. Onu şehirde teslim edeceğiz, oradan son alışverişimiz yapar, taksiyle döneriz diye düşündük. Sabah kahvaltısı hep olduğu gibi teknede, bugün menüdefırında tost var. Etraftaki teknecilerle sohbet ettik biraz. Bir önceki gece limanda ciddi dayak yiyen İngilizler, Arkhi’de iki akşam önce karşılaştığımız çift. Şu tek bacaksız kedileri kaybolanlar… Hemen akıbetini sorduk, onlar uzun süre aramışlar ama bulamayınca yatıp uyumuşlar. Sabah kalktıklarında ufaklık teknedeymiş. Akıllı bişey zaten belli, gözlerinden anlamak mümkün. Bugünkü rotamız adanın güney kıyısı. İlk durak Pithagarion’a yakın Evpalinos tüneli. Giriş kişi başı 4 Euro. Rivayete göre 600 metre uzunluğunda tünel şehre su getirmek için inşa edilmiş, bir diğer söylenceye göre ise korsanlardan korunmak amacıyla da kullanıldığı söyleniyor. Girişi çok dar. Ama içi geniş. Değişik bir duygusu var.
Yola devam, Ireon’u pas geçiyoruz. Hiçbirimizin arkeoloji ile pek arası yok. İkinci durak Hora üzerinden Koumaradei, orada çok kalmadık. Toprak testileri ve taş işçiliği ile meşhur. Servi ağaçlarından zengin tabiatı olan Pyrgos üzerinden Ormos Marathokampos’a doğru devam ediyoruz. Yolda arıcılar ve bal satan küçük dükkanlar var. Düzgün asfalt yol, virajlarla sık bitki örtüsü arasından, Ege denizinin güzel manzaralı fırsatlarıyla batıya doğru devam ediyoruz. Vaktimiz az tam bir “being there done that” seyahatindeyiz…”Maratho” düz demek, “campos” ise şehir, Türkçedeki kamp sözünün olası kaynağı. Marathokampos, paradoksik olarak aslında tepede, düz falan değil yani. Buna mukabil sahilindeki Ormos Marathokampos oldukça düz ayak… Güzel bir mendirek var. Büyük bir liman değil. Adanın batı ucuna en yakın sığınak olarak kabul edilebilir.
Saat 14.00 gibi arabayı bırakmış olmamız gerekiyor. Geri dönüş yoluna geçiyoruz. Pithagarion’da son alışverişler. Taksiyle Marina’ya dönüş. Rüzgar gayet iyi, 20 kontlar civarında esiyor. Rota doğu. Bayrak adasını bordalayıp, içeri giriyoruz. Sahilde küçük bir taverna var. Kuzeyli rüzgarlara kapalı küçük bir koy ve şirin bir yerleşim, adı Posidonnio, diğer adı Molla Ibrahim koyu! Birkaç tonoz var, ancak boğaza rağmen içeri giren soluganlar sebebiyle kalmayı düşünmüyoruz. Burnu döndüğümüzde denizler iyice azalıyor. Oldukça hoş bir koy var, Ormos Gatos, ama insan kaçakçılığının izleri burada da gayet belirgin. Beğenmedik. Kuzeye doğru devam edip sakin bir yere giriyoruz.
Tepelere yayılan yerleşimler mevcut, bir tanesi oldukça büyük, sonradan otel olduğunu öğreniyoruz. Sahilde bir taverna, birkaç bakkal var. Şirin bir yer, insanları ve duygusu hoşumuza gidiyor. 4 metrelere funda demir, alargada kalıyoruz. Yanımıza Türk bandıralı bir Bavaria daha geliyor, muhtemel Kuşadası'ndan. Bir çift var içinde uzaktan selamlaşıyoruz. Ama pek bir sohbet ortamı olmuyor. Akşam botla karaya çıkıp tavernada son akşam yemeğimizi yiyoruz. Çok da matah değil, ancak ucuz. Koyun adının Kerveli olduğunu öğreniyoruz. Servis yapan iyi bir garsonumuz var. Barda oturan yaşlı bir adam başıyla selam veriyor, yok İngilizcesiyle sert havanın geldiğini söylüyor. Sohbet ilerleyince garsonun babası olduğunu ve köyün en yaşlı ve sözüne güvenilir bir denizcisi olduğunu öğreniyoruz. Rivayete göre en çok balığı hep o tutarmış. Hepsiyle ayrı ayrı selamlaşıp, tekneye dönüyoruz. Rüzgar sert ancak demirde sağlamız. Üzerimizden hızla geçen fırtına bulutlarını seyrederek uykuya dalıyoruz.

3 Ekim 2008 Cuma

Samos-Pithagarion

Samos
Doğu Sporades adalar grubunda. Türkiye’ye (Meis’i saymazsak) en yakın Yunan Adası. Dar Boğaz’ın genişliği ortalama 1200 metre kadar, hani derler ya neredeyse taş atımı mesafede. Diğer Yunan adalarıyla karşılaştırınca-özellikle Sikladlar ile- oldukça yeşil bir ada. Kuzeyi çok yağış alıyor, güneyi tarıma elverişli. Bağcılık ve zeytincilik gelişmiş. Tarihte, özellikle hemen kuzeyindeki Sakız (Chios) ile karşılaştırınca, Osmanlı’ya daha yakın durmuş. Sakız bir dolu isyanlar ve savaşlar ile uğraşırken, Samos en azından idari olarak Osmanlı’dan kopmamış. Belki buna bağlı olarak mimarisi Türk mimarisine daha yakın gibi, en azından bize öyle geldi.
Ada antik Yunan’ın en önemli matematikçilerinden Pitagor’un doğum yeri. Onun adına ithafen, bizim de kaldığımız Pithagarion şehri, adanın en büyük ikinci şehri. Vathi kuzeyde, ticari limanı var, küçük yatlar tarafından pek tercih edilmiyor. Üçüncü büyük limanı Karlovassi, kuzey batıda, bize bayağı uzak…
Rivayete göre mitolojinin en önemli kadın karakterlerinden, Zeus’un karısı Hera da burada doğmuş. Ireon arkeolojik yönden oldukça zengin bir şehir, Pithagarion’a yakın. Müzesi meşhur.

Sabah nispeten bulutlu bir havada uyandım. Kalkıp bir ortalığı kolaçan etmek adettendir, kafamı hatchden çıkarttım, her şey yolunda. Etraf sessiz. Teknesinden çıkıp, sabah duşunu almaya giden elinde şampuanlar-diş fırçaları yatçılar, sessiz ve kibarca birbirlerini selamlıyorlar. Marina yaşantısını seviyorum. Bugünkü plan kahvaltıdan falan sonra tekneyi alıp, analiman-Pithagarion’a gitmek. Bu gece orada kalalım diyoruz. Şehirden bir araba kiralayacağız, adayı gezeceğiz. Tatilin bitmesine iki gece kaldı. Nasıl yedik koskoca 9 günü? Anlamak mümkün değil.Toparlanıp çıkmamız öğleyi buldu. Bir gecelik bağlama 19 Euro. Hizmetten genelde memnunuz. Suyumuzu-elektriğimizi aldık, yıkandık paklandık.Ofiste parayı öderken gözüm meteo ihbar panosuna ilişti… Uuu!Bu geceden başlayan lodos fırtınası veriyor. 2 gün sürecek gibi. İnternete girdik. Sitelere bakıyoruz. Bu gibi bir durumda siteler arasında fark olabiliyor. Özellikle hep aynı yerden takip ediyorsanız bunu yorumlamak daha kolay, misal iki gün önceki sert rüzgarı fırtına olarak yorumlamış bir yerdeki sert rüzgar ihbarını biraz kulak arkası ederken, rüzgar şiddetini olduğundan biraz az ifade eden bir sitedeki fırtına ihbarını görmezden gelmek bence cesaret işi… Neyse bu akşam, gece yarısı esmeye başlıyor, ertesi gün içinde düşüyor, sonraki gün gittikçe hızlanarak, fırtına boyutuna ulaşıyor. Bu gece limandayız sorun yok. Yarın gün içinde hava hafifleyince adanın kuzeyine dönüp, oralarda bir yerde konaklamak ve yolu kısaltmak, bir sonraki günkü havayı kollayarak zaten arkadan gelen rüzgarla Kuşadası’na dönmek… Bir diğer alternatif de hemen demir alıp Ege kanalına çıkmak, balon basmak ve Pazar akşamüstü Istanbul’da olmak! Çünkü güya bizim olduğumuz yerlerde hava hafif yani 7-8 falan ortalama, renk skalasına bakmaksızın, tüm sitelerde kanalın içi kıpkırmızı! Nerde olmak değil ama nerde olmamak istediğimi çok iyi biliyorum.Marinadan çıkmadan önce mazotlarımızı doldurduk. Tekne bundan sonra hep kuzeye gidecek ve Yunanistan’da mazot daha ucuz. Mazot iskelesine gelirken rüzgar iyice sert, bizi uzağa atıyor. Sancağa yanaşmayı oldum olası sevmemişimdir, eh buraya da git-dön açıktan geri geri gir! Üşendim doğrusu. Nasılsa yaparız bişeyler diye. Teknenin burnu açıkta kaldı, Haldun bir çırpıda atladı rıhtıma kıç koltuğu aldı ama hoooop teknenin burnu anında açıldı. Rıhtıma yanaşmış büyükçe bir Bavaria’da 5-6 tane iri yapılı adam var. Bize bakıyor. Sonradan öğrendik hepsi profesyonel, Hırvatistan ‘dan tekne getiriyorlarmış. Her kafadan bir ses çıkıyor. Yok iskele alabanda bas dümeni, tornistan ver, yok açmaz al ileri ver!Bir durum değerlendirmesi hemen kafada, yapılacak belli. Uzun bir koltukla Haldun rıhtımdan çekiverince, bizim kız uslu uslu yanaştı yerine. Lotus’u bu yüzden çok seviyorum. Rüzgar sert bile olsa, iki kişi rahatlıkla kol kuvvetiyle abrayabiliyor. Hava güzel, yolumuz kısa. Sırf genoa ile Pithagarion’a girdik. Rıhtıma kıçtan kara. Teknenin burnu güneye bakıyor. Bu geceki lodosta burada kalacaksak bütün yük demire binecek. Uzun tuttuk. Bağlanabileceğimiz pek başka bir yer yok. Rıhtımın da en civcivli yeri. Dur bakalım. Bir araba kiraladık, en ucuz olanını tabi ki, tankırdayan bir Nissan. Pazarlık-mazarlık 20 Euro’ya bıraktı. Bayağı ucuz doğrusu, muhtemel sezon sonu diye. Önce kuzeye yönlendik, o tarafın doğası daha etkileyici-ymiş. Chora çok çarpıcı bir şehir değil. Sevmedik. Kuzey sahilini takip ederek batıya doğru gidiyoruz. Yunan adalarında görmeye alışmadığımız, oldukça yeşil hatta ormanlık denilebilecek bir bitki örtüsü hakim. Küçük kumsallar var. Normalde kuzeyli havalarda sevimsiz olabilir ancak lodosta gayet hoş, ilki Kokkari. Sahilde hoş cafe-bar ve bazı lokantalar mevcut.
Hepsi güzel ama yolumuz uzun durmadık devam ettik. Asfalt ağaçlar arasından bazen deniz kıyısına inerek bazen yukarlara çıkarak Avlakia’ya kadar devam ediyor. Oradan yukarı, dağlara doğru köylere çıkan iki yol var. İlki Vourliotes. Dar sokaklardan oluşan, dağlık şirin bir köy. Aralardan ilerleyerek bir küçük meydana ulaşıyoruz. İki restaurant var. İkisi de şirin ancak ancak girdiğimiz ilki sofraları topluyor, gülümseyerek servisinin bittiğini istersek yan taraftaki lokantaya gidebileceğimizi söylüyor. Yunanistan’da özellikle bu tarz mütevazı yerlerde sıklıkla karşılaştığımız bir davranış. Doğrusu etkilenmemek mümkün değil. Yandaki lokanta daha da küçük. Et yemekleri ile meşhur, denemiş olmak için her türden ısmarlıyoruz. Şarap soslu domuz eti, salçalı köfte, kuzu pirzola ve yanında ev şarabı. Fiyatlar gayet makul, 4 kişi 30 Euro.


Oybirliği ile b şıkkı kabul gördü. Kızlar rıhtımda, ayakta bize bakıyorlar, motor çalıştırdık tekneyi hazırlıyoruz. Etraftaki tekne sahiplerinin ve rıhtımdan gelen-geçenlerin şaşkın bakışları altında sahilden avara olduk. Bir tanesi uzaktan seslendi: nereye gidiyorsunuz diye, hiçbir yer buradan kötü olamaz diye bağırdık biz de ona. Bağırdık ama gözüm bir yandan mendirekte patlayan dalgalarda.Korka korka burnumuzu dışarı çıkarttık, bu arada ciddi dayak yersek dışarıda, erkekliğe laf ettirmemek adına nasıl tekrar geri dönüp içeri gireceğiz onu düşünüyorum. Yoksa havalı havalı dışarı çıkarken iyiydi de…Eski bir deyiş vardır, demir atmayı bilmek kadar almayı bilmek de bir meziyettir diye. Tekne işinde doğru zamanda doğru bir karar verilince birden her şey normale dönüyor, stres uzaklaşıyor, her şey kolaylaşıyor. O gece de öyle oldu.Rüzgaraltı mendireklerden çıkarken ilk dalga her zaman en kötüsüdür. Şamarın ilkini yedikten sonra her şey sağlamsa gerisi kolaydır. Baktık çok sert bir deniz yok işin ilginci, peki neden o kadar çırpıntı yapıyordu limanın içinde?Neyse biz işimize bakalım, motorla açıldık iyice, yandan almamak için, sonra hızlı bir dönüş, küçücük genoa yarım saate girdik marinaya. Girdik ama telsiz falan, cevap yok. İn cin top oynuyor. Ne yapalım, geri dönecek halimiz yok ya. Sabah çıktığımız yere gittik, kendi kendimize bağlandık. İyi. Burası iyi. Her şey yolunda. Gayet de kolay oldu. Tam önümüzde bir bar var. Bir iki tane "old salts" oturmuş, bişeyler içiyorlar, 3-4 tane de Alman. Biz havalı havalı tekneden atladık. Bu arada üstümüzde de offshore montlar, bereler, çizmeler, 700 metrelik yol ama ıslanırız diye giymişiz. Adamlar dedi herhalde bunlar deli. Halimizden çünkü zannedersin Ege’yi geçtik geldik. Ne bilsin adamcağız yandaki koydan geldiğimizi?Birer bira söyledik. Şöyle hani elimizin tersiyle köpüğünü silerken tam, kornalar-mornalar kızlar geldi arabayla! Birinin karnı burnunda, sarılmalar öpüşmeler falan…Bardaki adamlar, barmen dahil, hiçbişey anlamadılar, birbirlerine bakıyorlar anlamsız ifadelerle. Durumu anlatınca herkes kahkahayı koyverdi. İyi yapmışsınız falan dediler.Ertesi sabah anladım ne kadar iyi yaptığımızı. Bize seslenen-Arkhi’de tanıştığımız- İngiliz çift, saat sabahın 6 sı mendirekte bizim yanımıza yanaşmış gördüm. Adam da kadın da kokpitte horul horul uyuyorlardı. Sonradan anlattılar, bütün gece ayakta, alarm durumunda Limanda beklemişler. Gece çıkmak da istememişler. Adam dayanılacak gibi değildi dedi. Hani açık denizde dayak yemeyi anlarım ama limanda olunca insanın daha bir zoruna gidiyor. Uzun bir sohbetten sonra yattık uyuduk.

2 Ekim 2008 Perşembe

Arkhi-Samos

Arkhi-Agathonisi/Samos
Sabah erken kalktık, hava kapalı. Doğudan 4 kuvvetinde bir rüzgar var. Haldun ve İdil Agathonisi’yi çok görmek istiyorlar, 12 mil doğumuzda. Yolumuzu çok da uzatmıyor. Ada Gaidaros adıyla da bilinen çok da büyük olmayan bir balıkçı adası. Yukardaki Samos’u saymazsanız bu civarda Türkiye’ye en yakın yerleşim olan adalardan biri. Denizler kafadan ama çok sert değil, yine de teknenin içini neta ettik, hatchleri kapattık. Neme lazım?
Elimizde çay bardakları, hafif sohbet ile öğleden önce Agathonisi’deyiz. Yerleşim az, güneye bakan bir koyda, girişi fenerle işaretli, küçük bir mendirek ve limanı var. Dışardan bakınca etrafta pek kimseler yok gibi. Bir süre liman içine demir atalım mı? Atmayalım mı? Düşündük. Başkasının tonozunu alacağımıza, güzel güzel kıçtankara olmak en iyisi. Dip gözüküyor zaten, 5-6 metre, mendirekte tam sahil güvenliğin bağlandığı yere yakın yanaştık. Her zamanki gibi giriş yapmadığımız için biraz tedirginiz. Fakat sebebi bu değilmiş. Hep beraber sahile çıktık. İnsanlar alışık olduğumuzdan farklı davranıyor, ürkek ve çekingen herkes. Henüz dükkanlar yeni yeni açılıyor. Çok bişey aramıyoruz zaten, biraz ekmek, şekerimiz bitmiş, bir de bulursak taze yumurta.İçerlere doğru ilerleyince merdivenlerde oturmuş kalabalık bir gruba rastlıyoruz. Bazısı zenci, kimisi Iraklı ama kesin hiçbiri Yunanlı değil. Henüz! İlginç olan, bir tanesi bize Türkçe selam veriyor. Bir önceki gece geldiklerini feribot beklediklerini söylüyor. Belki de mihmandarları. Doğrusu seyahatlerinin detaylarını öğrenmeye hiç de hevesli değiliz. Tedirginlik bize de bulaştı. Hızlı adımlarla bulabildiklerimizi alıp, limandan çıkıyoruz. Liman polisi ya da SG’den kimseler yok etrafta. İnsan kaçakçılığı son yıllarda artan oranda bir sektör olmuş durumda, hepimiz konuyla ilgili haberleri okuyor ve duyuyorduk ama bu kadar gerçek bir şekilde karşılaşınca derinden etkiledi bizi. Durgunlaştık. O insancıkları buralara sürükleyen dramları merak ediyorum. Ne sebeple yerini yurdunu bırakıp, bıçak sırtında bir seyahatle, bilmediği bu topraklarda umuda yolculuk için varını yoğunu ortaya koyar birisi… Kıyaftlerinden anlaşılan kendi memleketlerinin kalbur üstü insanlarıydı bizim gördüklerimiz, hepsinin kimbilir ne sert hikayeleri vardır diye düşündük. Yazın gelen birçok tanıdığımız halbuki böyle bişeyden bahsetmemişlerdi. İhtimaldir ki insan kaçakçılığı yaz mevsimi sona erip, el ayak çekilince artıyor. Yolda gördüğümüz batmış bot da keza bu rol dağılımının bir parçası anlaşılan, iyi ki almamışız.Doğu tarafından adayı dönüyoruz, Türkiye’ye bakan kıyılarda, dikkat edince fark ettik birçok parçalanmış bot, kayalara takılmış can yeleği var. Dramın izleri her yerde…Adanın etrafında bolca parakete şamandırası var. Belli ki balık bol. Doğudaki koya kahvaltı için demirlemeye karar verdik. Hiçbir yelkenli tekne vb yok. Etraf çok sessiz.Koya girerken sakin suda atlayan büyük balıklar gördük, uzaktan. Palamut ya da levrek muhtemel. Buralarda o kadar büyük kefal olacağını sanmıyorum. Sakin bir sabah kahvaltısı, denize girme seansı...
Hava bulutlu ancak soğuk değil. Bu sene nedense geçtiğimiz senelere göre oldukça serin. Sadece 2-3 kez denize girebildik. Her sene Lotus’u yukarı çıkarma girişimleri genelde bayrama geliyor. Bayramlar gittikçe daha erken olmasına rağmen-yani ısınıyor olmasına rağmen- bu sene neden bu kadar serin oldu anlamış değilim. Dümdüz denizde motor seyri, tam kuzeye doğru çıkıyoruz. Yaklaşık 14 NM yolumuz var, Rota Samos’un güneyinde, Dar Boğaz’ın hemen batısında Pithagarion. Adanın en büyük ikinci yerleşimi. Büyük bir limanı ve hemen yakınında Marina mevcut. Kitaba göre rüzgar değirmenlerinin altında, uzaktan Dar Boğaz seçiliyor, belli belirsiz. Önce limana giriyoruz, büyükçe bir liman. Tam ortada bir fener var, etrafı sığlık. İç limana girişte soldaki mendirek oldukça sığ. Büyük bir U şeklinde, etrafı bir yürüyüş yoluyla çevrili, önünde kafe ve barlar. Kıçtankara yapılabilir. Su bulmak, bazı yerlerinden elektrik almak mümkün. Ancak haftasonu geceleri kalabalık ve gürültülü oluyor. 3-4 gündür teknedeyiz, Marina’ya girmek ve duş falan alır, kendimize geliriz biraz. Zaten yakınmış, yürüyerek bile ulaşılır deniyor Pithagarion.Samos Marina, Yunanistan’daki ender marinalardan biri. Marinacılık pek gelişmiş değil Yunanistan’da maalesef. Bizim Marmaris-Bodrum ayarındaki marinalarla karşılaştırılacak gibi bir tane hiç görmedik biz. Doğu tarafı marinaları (Samos, Kos, Leros-Lakki) nispeten ucuz. Chios, Mikonos ve Lesbos’da (Midilli) birer marina inşa edildiğine dair bilgiler gerçeği pek yansıtmıyor. Henüz bunlar tamamlanmış değil. Samos Marina, +30-227030.61600 samosmarina.com, girişte 09 VHF den ulaşılıyor. Girişi doğuya bakıyor. Mendirekteki fener aktif, kıyı tarafında sığlıklar gece de işaretli, mendireğe yakın geçilmesi önemli. Girişte telsizle irtibat kurduk, pontona aldılar bizi. Lipsi’de gördüğümüz İtalyanlar ve Arkhi’deki Almanlar burada, selam verdik selam aldık. Tam önümüzde teçhizatlı bir yedek parçacısı var, Yunan bayrağına ihtiyacımız var. Biraz toparlandıktan sonra taksi çağırıp şehre geçtik. Limana komşu bir sahil-yürüyüş yolu ve ona dik bir ana cadde. Dükkanlar güzel, takıcısı çok meşhur, Babylonnia diye tanınmış bir marka var, burada üretiliyormuş. Hemen yanında bir içki dükkanı var, Yunan adalarında içkiler bize göre oldukça ucuz. En favori mağazalarımız Chios (Sakız) ve Rodos’ta. Buradaki de fena değil ama. Bizim favori içkilerimiz 12 yıllık Lagavulin-single malt, 7 yıldız metaxa, sakız likörü (ben çok sevmiyorum ama fanatikleri var, hediye ediyoruz) ve Barbayanni uzo. Samos’un vin doux denilen tatlı beyaz şarapları meşhur. 9-10 E civarında. Açız ve yemek yememiz lazım Lonely Planet’ten bulduğumuz Anna 2 yıl önce kapanmış. Aynı sokakta, karşılıklı iki restaurant var. Biz soldakine oturduk. Dev gibi bir dut ağacının gölge yaptığı hoş bir mekan. Etrafta bol bol İsviçreli var. Bu zaman tatilleriymiş ülkece, İtalyanların Ağustos’ta çıkmaları gibi, onlarda da herkes işi kapatıp 1 aylığına tatile çıkarmış.Girişte solda bir fırın var, fırıncısı gayet nev-i şahsına münhasır yaşlı bir amca, üstü başı çok tertipli değil, kesinlikle kimseyle konuşmuyor, bir ara ağaca doğru meyletti ve o yaşta adam tıkır tıkır o oca ağaca çıkıverdi, baktım yalınayak! Sorduk meğer lokantanın sahibiymiş.Yemekler ve servis gayet iyiydi. Ben Naan’la kuzu eti yedim, ev şarabı güzeldi, tavuk-fasulye köfte idare eder. Yemekten sonra hazmetmek için sahile yürüyüş, biz erken döndük. Haldunlar devam ettiler.

1 Ekim 2008 Çarşamba

Marathi-Arkhi

Marathi-Arkhi
Güzel bir sabahla uyandık. Hafif bir rüzgar esiyor, koy sakin. Etrafta demirli tekneler, bazısı gitmiş. Henüz yerlerine pek gelen giden yok. Kürekle kıyıya çıkıyoruz. Kahvaltı yine aynı adamda, nedense diğer restauranta gitmek istemedik, aldatmak gibi gldi. Ancak yürüdük, sağolsun onun sahibi de çok anlayışla karşıladı. Koyun içine açıkdenizden giren bir tekne gördüğünde koşarak, etrafı yararak, dikkat çekmeye çalışan Türk Restaurantları hatırladım. Adamlar kimsenin olmadığı yere 3 tane işletme açmışlar, Kimse kimseye karışmıyor, yan tarafa giderseniz de kompleks yapmıyor. Müşteri çekmenin yolunun işini iyi yapmak olduğu, kimsenin hele de kendi komşularının üstüne basarak yükselemeyeceğini anlamış, kendileriyle barışık insanlar. Yunanistan standartlarına göre iyi bir kahvaltı, sadece çay hep olduğu gibi demleme değil, poşet maalesef. Toplam 40 Euro verdik, yemekten pahalı. Bunu hiç anlayamadım bu memlekette, galiba da hiç anlayamayacağım. Neyse...
Yürüyüş yapmak için tepeye çıktık. Manzara etkileyici. Marathi ve Arkhi hemen güneyindeki Lipso ile beraber bir ada arşipeli. Etrafta irili ufaklı birçok ada ve kayalık bulunuyor. Belki de bu yüzden balık açısından zengin. Hemen batımızda Grilousa duruyor. Yerleşim yok, denizden dimdik yükselen dev bir kaya bloğu. Onun üstünde, Marathi’nin kuzeybatısında Strongylo. Aralarından geçiş var gibi, ama işaretli değiler. Karşıda, yani doğuda Arkhi var, onun da altında 5-6 tane irili ufaklı ada var, aralarında su çok berrak. Burası cidden bir lagoon gibi. Marathi’nin güneydoğusunda Spalato var. RH’e göre iki ada arasından geçiş sakıncalı ama biz geçtik. En sığ yeri 5 metrelerdeydi.
Arkhi’nin yerleşimi, batıya bakıyor, Port Augusta. Girişi fenerle işaretli, bir düzine kadar evin olduğu, rıhtımına bağlanabileceğiniz, yazın kalabalık dönemlerinde açık olan bir ufak marketi olan bir yer. Sahilde 2-3 tane taverna var. Hepsi iyi. Benzer şekilde Lipso’nun kuzeyinde de birçok kayalık ve adacık var. Bu bölge iyi haritalarla dolaşılması gereken bir bölge. Rod Heikell detaylı haritalar vermemiş Geçişler zor olabiliyor. Özellikle gece girmek, iyi bilinmiyorsa riskli olabilir. Biz tekneye binip önce Arkhi’nin güneyine gittik. Makronisi ile asıl ada arasında çok berrak suyu olan, hemen her havaya kapalı harika bir demir yeri var, derinlik 1 metre! Altımızdan kaçışan kol kadar levreklerin cirit attığı bir dere ağzına neredeyse salma kuma sürtünecek tarzda demirledik. Bu Haldun’un küçüklüğünden kalma bir tutkusu.
Rivayete göre 30-35 yıl önce Gökova’da Mavi Yolculuk yaparken gulet kaptanları hep böyle demirlerlermiş. Özellikle Sedir Adasının kumsalını öyle ballandıra ballandıra anlatıyor ki acaba yanlış dönemde mi yaşıyoruz sorusunu sormadan edemedim.
Su çok çekici cidden, hava hafif bulutlu olmasına rağmen daldım, dipte ilginç 15 cm çapında, dikenleri beyaz olan şu meşhur kızıl kestanelerden var, ama inanılmaz çok miktarda. Bunun yendiğini falan biliyorum ama nasıl yapılır, nasıl seçilir, her kestane yenir mi? Bilgim yok. Haldun ve İdil sahile çıkıp adanın en yüksek yerine yürüdüler. Ben de ufak tefek tamiratlarla uğraştım, otopilot prizinin bir civatası paslanmış, değiştirdim. Botun küreği kırıktı ne zamandır, kesip kısalttım, şimdi biri kısa biri uzun ama, söylemesem kimse dikkat etmez. Nitekim öyle oldu, ertesi gün ritimli ritimli kürek çekerken Haldun’a sağdakinin daha kısa olduğunu söyledim, kaçırdı ritmi, sağlı sollu dönmeye başladık. Hani şu sayı saymayı öğrendikten sonra dengesini kaybedip düşen kırkayağın hikayesi gibi...

Akşam menüde balık çorbası var. Balık çorbası işi, konuya aşina olanlar bilir, bazıları için bir ritüeldir. Yemesi de pişirmesi de… Konunun erbapları bazı hükümler bile yayınlamışlar. Misal Yaman Koray çorbaya yumurta ve terbiye eklenmesine kesinlikle karşıdır, benzer şekilde Ali Pasiner balıkların içinde piştiği çorba tenceresindeki suda biriken köpükleri “tahta kaşıkla” alınmasını önerir. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün tabi…Biz kendi uygulamamızda şunlara çok önem veriyoruz. 1-Balıkların taze olmasına. Bu tabii çok beylik bir söylem ama benim anlatmak istediğim, buzdolabına falan girmemiş, tercihen yeni ayıklanmış balıkları kast ediyorum. Bunu tabi teknede sağlamak nispeten kolay, balıkçıdan alınıp evde pişirildiğinde pek mümkün değil. Genelde 4 kişi için zaten çok fazla sayıda balığa ihtiyaç yok. 8-10 cm boylarında 10 adet hanos veya kupez bu iş için yeterli. Ege ve akdenizde maalesef iskorpit veya kırlangıç gibi ideal balıklardan bulmak zor. Ancak Lipsos veya Lahos temin edilebilir. Biz kendi tuttuğumuz balığı genelde tercih ediyoruz. Balığı yakaladıktan sonra portatif tel bir livara koyarak teknenin yanına asıyoruz. Bütün gün kendi doğal sayılabilecek ortamında canlı kaldıktan sonra, akşam saatlerinde ayıklandıktan sonra direkt mutfağa giriyor. Buzdolabını kokutmuyor, etrafa bulaşmıyor. 2-Balıkları ayıklarken mutlaka denizsuyu kullanıyoruz. Bu kural mutlaka midye için de geçerli. Kullanma suyuna değdirmiyoruz bile. Pullarını iyi ayıklamak lazım, kimisi tüm derisini, kafasına yakın bir yerden hafifçe keserek, tulum çıkartıyor. Ali Pasiner özellikle İskorpit, Lipsos veya Trakonya gibi dikenli ve zehirli dip balıkları için-ki hepsi de çorba için çok iyi adaylar- “eğer bilmiyorsanız kalkışmayın, bırakın balıkçınız ayıklasın” diyor.3-Kereviz sapı, mutlaka margarin.4-Teknede balık yapıldığı zaman ortalığı hemen toplamak, ertesi güne bırakmamak önemli husus. Üşenmemek lazım…Yunanlılar yaptıkları çorbaya Kakavia diyorlar. Onlar için çorba bir tür ana yemek. Bizden farklı olarak balıkları içinde haşladıktan sonra ayıklayıp, buğulama gibi ayrı bir tabakta yanında servis ediyorlar. Bunu anlatma sebebim şu, gerçekten iyi bir çorba bence akşam yemeği için yeterli. Fakat o akşam, buzdolabından çıkarttığımız orkinos da çözülmüş olduğu için onu da fırına verelim dedik. Dördümüzün o kadar yemeği bitirebilmesi mümkün değil.


Pontonda bizim gibi kıçtankara olmuş uzakyolcular var. Her iki bordamızda da birer İngiliz teknesi var. Baktım onlar da içeri girmiş yemek hazırlama derdindeler, her ikisine de birer kase yolladık. Küçüklüğümüzde öğrendik… Eve yollanan kase boş geri gitmez diye, ama bu İngilizler’de anlaşılan böyle bir adet yokmuş, bereket yıkayıp getirdiler kaseleri. Gece tavernaya gittik. Güya kahve içmek için. Nerdeee? Önce kahve, kahvenin yanına bir Metaxa geldi, ondan sonra şaraplar açıldı, metaxa tek gitmez bir puro, bir tane daha.. Sahildeki tavernada bol şarap, “türk kahveli”, partagas’lı sohbet… Hepsine 15 Euro. Seviyorum böyle Yunanlıları…Rıhtıma döndüğümüzde, kıçtankara teknelerin hepsinin, panik içinde, etrafa dağılmış yandaki İngiliz’in kaybolan tek bacaklı kedisini ararken bulduk. Biz de baktık biraz ama ümit yok. Geç oldu yattık.

30 Eylül 2008 Salı

Lipsi-Marathi


Lipso-Makronisi/ Marathi
Sabah bağırış-çağırışlarla uyandım. Etrafa bakındım, Haldun’lar yok. Yan tekne ayrılıyor, tabii o da ayrı bir seremoni. Neyse fazla çapariz vermeden çıktılar. Baktım kısacık zincir ucunda bir çengelli iğne, tabi yerinde durmaz tekne bütün gece bize yaslandı. Hava yükselmiş, basınç 1015 mb’larda, gökyüzü bulutsuz, hala karayelden esen 4 kuvvet bir rüzgar var. Çay suyunu koyup, fırından bişeyler kapıp geldim. Yunanistan’a yaptığımız seyahatlerde kahvaltının oldukça pahalı olduğunu tespit ettik, ve lezzetli de olmuyor. Mümkün mertebe kahvaltıyı teknede yapıyoruz. Bunu da öyle yaptık. Sonra hafif bir yürüyüş.
Lipso bir balıkçı adası. Limanı geniş, yukarı doğru dar sokaklarla şehir devam ediyor. Diğer birçok adada olduğu gibi ayrıca bir “Chora” yok. Ortada güzel bir kilise. Ancak mevsim hafif geçmeye başlamış, pek kimsecikler yok etrafta. Dükkan sahipleri ağırdan alıyorlar, geç açıp, erken kapatıyorlar.
Haldun’la İdil’e rastlamamız uzun sürmedi. Bir takıcı arıyorlarmış. İdil takılara meraklı, kendi de yapıyor. Ara sokakta buluyoruz dükkanı, Avusturya kökenli bir kadın tarafından işletiliyor. Tatlı bir hatun. Tamamen tesadüf bir kartpostal görüyoruz, hoş bir manzara. Nerede olduğunu sorduğumuzda, çok yakında bir koy tarif ediyor. "Ancak tekneyle ulaşılır, bu mevsimde gidemezsiniz" diyor. Bizim için tekne konusu sorun değil, Lotus var!
Köşedeki marketten ufak tefek bişeyler alıp, yola çıkıyoruz. Güzel rüzgar var, yolda sadece genova açıyoruz. Kısa bir seyahat. Makronisi denilen ada, Yunanca’da büyük ada anlamına geliyor, hemen her adanın etrafında irili ufaklı, yerleşim olmayan adacıkların en büyüğüne verdikleri genel isim. Güzel bir coğrafya, Küçük Sikladlar grubunda Koufonisa’ya benziyor biraz. Orayı da çok beğenmiştik. Adanın güney tarafı dik yamaçlarla çevrilmiş, suyu daha derin ama çok berrak. Mağaralar bir labirent gibi iç-içe geçmiş, görüntüleri çok hoş ama demirlemek için uygun bir yer bulmakta zorlanıyoruz. Sonuçta zaten kısa kalacağız, baştan uzun zincir döşeyip, kıçtan kayalıklara koltuk alıyoruz. Neredeyse mağaranın içindeyiz. Botla dehlizlerden geçiyoruz, bol fotoğraf. Bir ara suya daldığımda, suyun altında bir güneş ışığı huzmesi fark ediyorum. Suyun altında bir dehliz var ve karşı taraftan güneş ışığı var. Demek hava da var.
Mağara dalgıçlığı genelde tehlikeli bir girişimdir. Yapanlar bilir, emniyeti maksimumda tutmak gerekir, iki fener, iki dalış takımı-mutlaka yedekleri- ve kesinlikle kıyafet gereklidir. Kayalara yakın geçerken çizikler oluşabilir. Özetle riskli iştir. Ama baktım çok derin değil, 1,5-2 metre kadar. Elimde kamera daldım karşıya geçtim. Manzara “Beach” filmindeki gibi… Dışarısıyla hiçbir irtibatı olmayan kapalı bir koy, sanki bir atol. Haldun ve İdil giriyor, ama Nalan istemiyor. Aslında haklı.
Etrafı dolaştıktan sonra ve rutin öğle yemeği makarna, peynir, şarap ve roka-domatesten sonra hafif ağırlaştık. Beni uyku tutmadı. Güverteye çıktım, altımız 10-12 metre kayalık. Çok berrak, etrafta hiç tekne yok, muhtemel yakın zamanda da gelmemiş. Bir deneyeyim diyerekten, oltayı salladım, ucunda ekmek var. Tak asıldı! El kadar bir karagöz, iki tanesi bir kişiye yeter. Başlangıç için bayağı iyi. Gürültüye herkes kalkındı, hemen olta kutusu çıkartıldı, olta yapıyoruz. Sistem 6no, 2-3 adet beyaz-çapraz iğneli, yemli köstek 25 lik misinada, ucunda 150gr ağırlık. Aynı anda 3 tane attık, 2-3 karagöz bir tane kupez geldi. Kupezi kesip aynı sistemde yem yaptık, dipten hanoslara yatırdık biraz. Hesap belli kişi başına, 2-3 adet hanos ile çok başarılı çorba yapmak gayet mümkün. Sınır o fazlasını tutmuyoruz, tutulan balıkları hemen tel livara.
Derken, açıkta bize doğru gelen beyaz renkli bir tırhandil kayık gördük, Yunan bandıralı. 300-500 metre açığımızda iyice sahile yanaşıp baştan demir attı, motorları çalışır vaziyette, arkasındaki ağı toplamaya başladı. Zaten balık faslı bitmişti, aynen hazırlanıp, fotoğraf falan, kürekle yanaştık balıkçılara, kedinin ciğere baktığı gibi yakanıyoruz. Uzaktan işaret ettiler, yakınlarına geldik, bir torbaya kilo kilo balık doldurup bize fırlattılar. "Göz hakkı" suyun öte tarafında da varmış! Usule istinaden balığı alınca hemen sıvışmadık, ağın gelmesini bekledik. İstedikleri kadar bereketli geçmedi anlaşılan, ama bozuntuya vermediler. Akşam güneş iyice alçalınca, demir alıp yola çıkma zamanı geldi. , Rüzgar hala karayelden 4-5 esiyor. Lipso’nun batısından geçmek daha iyi bir fikir gibi geldi. Olta suda. Adayı dönünce Marathi ile Lipso arasında ciddi kayalıklar var. Arada iyi balık yapar diye düşünürken, malum ses, zaten motordayız. Çabucacık sarıp kepçeyle aldık içeri. 3-4 kg kadar bir yazılı orkinos. Solungaçlarını kesip, baş aşağı su dolu kovaya daldırdım. Kanı boşalsın diye. Kendi tuttuğumuz balıklar, sonra balıkçıların kısmeti en son da Poseidon’un lütfu.. Bugün bereketli birgün. Bu kadar balığı ne yapalım diye düşünüyoruz. İşin kötüsü bütün gün abur cubur atıştırmışız, kimse aç da değil. Karanlık basmadan balıkları hızlı hızlı ayıklayıp, kupezlerden 15-20 tanesini yanımıza aldık. Orkinosun yarısını çiğ balık yaptık. Haniler, diğer kupezler, karagözler ve orkinosun kalanı teknede önce plastik kapaklı kutusuna sonra da buzdolabına. Marathi Arkhi’den daha yakın. Üstünde yerleşim olmayan, eski bir kilise ve terkedilmiş köyü olan küçük bir ada. Güneybatısındaki melteme kapalı koyda, yan yana 3 restaurant var, tekneciler tarafından tanınıyor ve biliniyorlar. En eskisi ve iyisi en sağdaki olan, adı Pandelis. Ama önündeki tonozlar doluydu, karanlıkta iskeleye yanaşmayı göze alamadık. Biraz da denemek için soldakine gittik bu sefer. Onun da bir iskelesi var, bir charter Jeanneau 49 kıçtankara olmuş önüne. Korsan kıyafetli ilginç bir tip servis yapıyor, nitekim iskelede de bir korsan bayrağı var. Biraz bişeyler yiyeceğimizi, kendi tuttuğumuz balıkları pişirip pişirmeyeceklerini sorduk. "Ayıklandıysa yaparım" dedi. Doğrusu balıkları güzel kızartmış, akşamın o ilerlemiş saatinde yağı kızdırmış öyle atmış balıkları tavaya, gayet iyidiler. Karaf beyaz şarap, greek salad, saganaki, fava. Hepsi aynı, idare eder. Toplam 25 Euro. Gece geç saatte, her zamanki gibi kürekle tekneye dönüş. Yattık uyuduk.

29 Eylül 2008 Pazartesi

Türkbükü-Lipsi



Türkbükü-Lipso
Sabah hava gayet güzel. 06.00 gibi Haldun kalkınca ben de uyandım. Motoru çalıştırıp çıktık. Baştan demir kıçtan kara iken, çıkışta ben demiri çekmektense motorla çıkmayı tercih ederim hep. Zincir pervaneye dolanmaz. Neta olarak iki tekne arasından çıkılır, sonra zincirin boşu alınır. Temiz manevradır. Rota 270W. Olta suda, açık deniz geçeceğimiz için, kalamar fly-jet, büyük balık için hazırladığım sistemi kullanıyorum. Daha Gündoğan’ı yeni geçmiştik, Gemi Taşı’na gelmeden çıkrık makinedeki o malum sesle kırmızı alarm durumuna geçtik! Yine bir av, yeni bir av… Yaklaşık 1 kg kadar bir palamutu usulünce tekneye aldık. Belki de bir sürüydüler, biz tekini aldık. Olsun. Seyahat bereketli başladı, hadi bakalım.
Hava gittikçe açtı, bulutlar dağıldı. Uzaktan Leros, Kalimnos daha güneyde Kos gözüküyor belli belirsiz. Rüzgar hafif, deniz batılı, motordayız. Otopilotumuzda sorun var. Hep olan bişey. Bizdeki Autohelm 2000, eski bir elektrikli, pusula ünitesi ayrı biryerde olan, basit bir model. İki yerde sorun çıkartıyor. Elektrik bağlantısı veya hidrolik pistonu tekneye fikse eden bölüm iki kronik hastalığımız, ya biri bozuluyor, ya diğeri… Tekneye olan fiksasyonu bildiğimiz paslanmaz hortum kelepçesiyle sağlıyoruz, arada bir kelepçe kırılıyor. Bu seferki de aynı sorun. Kelepçenin kemeri iyi de mekanizması çalışmıyor daha doğrusu kaydırıyor gibi, kemeri adapte etmek zor iş. Yeni bir kelepçe alıp kemerinden çıkarttık. Eski kemere taktık, sıyırmıyor gibi, mekanizmayı yağlamayı unutmamak lazım. Sıktık, oldu. I did, it happened!
Rota 290-300 batı, motordayız. Motor seyri iyi, boşalmış aküleri şarj ediyoruz, mazotla ilgili derdimiz yok. Uzakta deniz yüzeyinde belirsiz bir cisim gözümüze ilişiyor. Batık bir bot gibi, anlaşılan içinde kimse yok. Yaklaşmaya karar veriyoruz, gri renkli 5-6 metre boyunda, tahtaları eksilmiş bir bot. Alalım almayalım tartışması. Ne işimize yarayacak zaten soruları, sonuçta almıyoruz. Ne doğru bir seçim yaptığımızı zaman gösterecek! Lipso’nun güneydoğusundayız, birçok sığlıklar ve kayalıklar var. Dikkat etmek lazım. Lera Lipso denilen koya giriyoruz. Koyun doğuda olanı çok etkileyici değil. Ortada tepenin üstünde bir karavan uzaktan farkediliyor, sahilde çadırlar ve kampçılar, aradaki koyda bazı tonozlar, sahilde bir yol ve kitaba göre bir taverna mevcut. Gitmedik bilmiyoruz. Batıdaki koy daha hoş 5-6 metreye funda demir. Sahilde çıplaklar kampına ait görüntüler, halbuki limanın girişinde nudizmin yasak olduğu büyük harflerle belirtilmiş!
Balığı ayıklarken, kafasını kestikten hemen sonra denize düşürdüm. Altımızdaki 4 metrelik suda, kafası kopuk bir palamut var! Soyunduk, daldık mecburen. Elimde kafası kesik, içi temizlenmiş balıkla su yüzeyine çıktım... Dışardan bir gören olsa, avlanma becerime hayran olurdu şüphesiz! Takoz kesip, fırına verdik. Yanında roka salata, beyaz şarap. O kadar erken kalkıp, o kadar yol yapınca, üstüne o kadar da güzel yemek olunca hepimizi uyku bastırdı. Uyuduk. Nedense bir terör haliyle uyandım. Bilenler bilir, uykuda yürürüm. Tıpta somnanbulism dedikleri hastalık… Bu sıralarda fare terörü var! Kanımca fare, bir tekne sahibinin başına gelebilecek, MOB ve yangından sonra en kötü şey… Geçen yaz gittiğimiz Levitha adıyla bilinen Yunan Adasında bulaştı bu yeni fobi. Bizdeki Bodrum-Orak Adası misali, bu küçük hayvanlar açısından meşhur bir yer. Biz de 2 gece kalmış, demirlemiştik. Zaten çok sevimli bir ada değil, sahile koltuk almamak için yapmadığımız cambazlık kalmamıştı. O gün bugündür, fare terörü kafamda iyice büyüdü, alladım pulladım, her gece olmasa da arada bir kabusuyla uyanıyorum… Nedense? Etrafa bir koşturdum, baktım fare mare yok. Sakinledim. Millet hafif bir uyanır gibi oldu, ama ben sakinleyince onlar da tekrar yattılar, uykuya devam. Ama ben de kaçtı bir kere! Ne yapacağız? Hemen bir liste yaptım, teknedeki eksikler: Nedir?
1-Tuvalet. Tuvaleti daha yaz başında kendim değiştirmiştim. Yazın, 3 ay sorun çıkarmadı. Şimdi geriye tepiyor. Yolda zeytinyağı döktüm, çamaşır suyu döktüm, pis su tankını tamamen boşalttım, vanasını kapattım… Olmadı da olmadı. Sökmeden olmayacak belli. Buralarda tamir takımını bulamam. Marinayı bekleyecek, mecbur.
2- Irgat. Motoru çok iyi çalışıyor, yeni bakımdan geçti. Atölyede, tamamen dağıtmıştık. Fakat kavaletası sıkışmış. Kavaleta bronz, mil paslanmaz, fener ise alüminyum. Farklı metaller birbirleriyle temas ediyorsa ve ortamda deniz suyu varsa sonuç belli! Bilinen en başarılı yapışkan-Japon dahil- böyle bir bütünlük sağlamaz! WD40 sağolsun, çekiçle, ileri geri, çektirme ile asıldım. Milden çıkarttım hepsini, uygun gresle mili, kavaleta iç yüzeyi ve fener yuvasını yağladım. Güzel çalıştı.
3-Demir feneri. Ampul yok. 20A, 12 V, şaşırtmalı tırnaklı, tek duylu bir ampul. Yedeğim yok. O da bekleyecek.
4-Tekne içine su geliyor ama nereden anlamıyoruz. Su deposunun güvertedeki girişinden olduğunu en son gün Kuşadası’nda belli oldu. Sadece iskeleye yatınca oluyor, depo kapağı solda. Hep soldaki koltukların altında su var. Önce aynı yerdeki tatlı su deposundan sandım. Tadınca hemen anladım kullanma suyu olmadığını. Depo kapağını söktüm, altına gelcoat filler, (elimde o vardı, aslında Sika 395 daha iyi, hem doldurur, hem ıslanınca bozulmaz hem de yapıştırır) fakat gayet sağlam oldu.
5-Bumba bağlantısı kırık. Gökovada kırılmıştı. Zaten orjinali değil. Sağolsun Beneteau, ilk kırıldığında 400 Euro istemişti. Atölyede biz adapte etmiştik, 2 yıl işe yaradı ama yine kırıldı. İplerle yeni civatalarla yaptık bişeyler. İşe yarıyor gibi, şimdilik. Bakalım. O da İstanbul’u bekleyecek mecbur.
6-Genova ikinci gurcata üstünden yırtık ama çok yük binen bir yer değil. Fırsatını bulursam, ben de dikerim. Yapışkanlı bant ve bir dikiş setimiz var. Zamanında çok dikmişliğim var. Ama zaman bulmak sorun bu iş için, hele böyle bir tatilde. İşi bilen bir yelkenciye vermek daha akıl karı. Bu tarz bir iş için yaklaşık 30-40 YTL alıyorlar. Zigzag dikiş olmasına dikkat etmek lazım.Rüzgar 5 kuvvetinde, batılı-karayel esiyor. Koydan demir alıp, limana girmeye karar verdik.
Lipso küçük yerleşimi olan, bir balıkçı adası. Doğası hoş. Görmeye değer. Yazları bile çok popüler değil. Mendireğinde elektrik-su bulmak mümkün, hemen yanda mazot var. Güneyli havalara açık. Kötü tarafı mendireğin altı boş olduğu için, biraz solugan alıyor. Güneyli esiyorsa girişte sancaktaki koy uygun. Girişte solda yeni bir yüzen mendirek yapmışlar. Açıkdenizden gelen, küçük bir yelkenli var, İtalyan bandıralı. Koya girerken yanından geçtik, kötü hissettim, sanki onun hakkını alacakmışız gibi. Çabuk neta olduk, usturmaçalar, kıç halatları, baştan demir, iki yelkenli arasına girdik. Rüzgar sert, iskele kıç omuzluktan esiyor. Önce o tarafı sabitledik. Uzun zincir döşedik liman içine, ama görünen ne sağa ne sola çapariz vermedik gibi. Solumuzdaki teknenin güvertesinde bir kız, elinde kitap, bir yandan okuyarak bir yandan da bizi seyrediyor. İnsan kalkar bir yardım eder, hadi geçtim “hello-mello” der… Hiç istifini bozmadı. Önce anlamadım.
Bir süre sonra, rüzgar iyice üstüne koymaya başladı. Koca tekne -43 feet Dufour Classic- bize doğru ciddi yaslanıyor. Belli ki bir bareboat. Akşam oldu artık, kamaradan bir tip çıktı: MÜJDE! Kaptanımız slip mayosu olan bir Alman! Kesin sorun var, dur bakalım başımıza ne gelecek?Sahneyi şöyle tarif edeyim:
"Afrika Kraliçesinde havuzluğunda bendeniz aynı Humphrey Bogart tavırlarıyla, denizleri aşmış-gelmiş edalarla, kafamda tuz lekeleriyle bir dandik, siyah şapka, Elimde Monte Cristo Cigarillo, gözlerimi kısarak dumanı üflüyorum sert rüzgara-eskiden beri içime çekemem illeti, ama bunu Alman mürettebat bilmiyor- Demirim zıpkın gibi tutmuş ya, kanal denizcilerini küçümseyen gözlerle süzüyorum! "
Neyse bunlar, yani Alman mürettebat, sorunu çözmek için Captain Major’un verdiği emirlerle sağa sola koştular, bazı halatların boşunu aldılar falan ama nafile! Bence sebep belli: Demir tutmamış. Kıçtankara olmuş teknede eğer demir tutmadıysa yapılacak sadece 2 şey vardır. Teknenin kıçını sağa sola çekmek, oradan buradan açmaz almak hiçbir işe yaramaz. Ya çıkıp tekrar demir atacaksın ya da demiri tutmuş ve ikinizi birden tartacak bir başkasına bağlanacaksın. Diğer bütün Büyük Kaptanlarda olduğu gibi amiralimiz, çıkıp tekrar demir atmayı gururuna yediremiyor ya da daha kötüsü beceremiyor ki bu daha da ciddi bir problem! Dur bakalım gece nelere gebe? Görünüşe göre elektrik alamıyoruz. Su yarın sabah, şimdilik ihtiyaç yok zaten. Limandaki tavernalardan birine yemeğe gitmeye karar verdik. Alternatifler rıhtımda Iannis, hemen köşede Calypso ve yukarda Manolis. Biz üstü kapalı taraçası olduğu için Calypso’da karar kıldık. Zaten tekneden çok da uzaklaşmak istemiyoruz. Mezeler fena değil, ana yemek limonlu tavuk, beyaz şarap karaf (yarım litre), caciki, cheese saganaki ve tabi ki greek salad. 4 kişi toplam 35 Euro, makul.
Lipso limanın hemen karşısındaki Bakery’si ile meşhur. Adalarda benim gördüğüm tartışmasız en iyi fırın! Akşam ilginç dizayn banklarında kahve, apple pie, cookie ve metaxa-ama maalesef 3 yıldız!- Gece tekneye döndüğümüzde bizim gestapo şefi, eli belinde hala etrafı kolaçan ediyordu. Hafiften gözgöze geldik ama bir yorum yapmadım. Rüzgar 30 knotlara gelmiş oturmuş. Ama biz sapasağlam duruyoruz. Yattık uyuduk, ama bütün gece çarmıklarda uğultular, mandarlarda şakşakları dinledik.




28 Eylül 2008 Pazar

İassos-Türkbükü

Tuzla-Iassos, Türkbükü
Gürcan Ağabey’in teknesi de oralarda, ertesi sabah saat 11.oo gibi sözleşmişiz. Çocukları Pars ve Ayaz’ı da alıp gelecek. 8-9 yaşlarında iki erkek çocuk, balık tutmak için yanıp tutuşuyorlar. Bir hafta önce Gürcan Ağabey’le beraber, Karaköy’e gittik, takım ve olta yapmak için eksiklerimizi tamamladık. Amaç yelkenle seyrederken arkadan atacağımız uygun takımlar yapmak. Bu tekniğe İngilizcede trolling veya trawling deniyor. Biz de sırtı, seğirtme, kaşık, uzun olta yöreye göre değişen farklı isimlendirmeler mevcut. Saat 9.00 gibi uyanınca, etrafı dolaşalım diye yürüyüşe çıktık. Restaurant’da bir hareket yok. Daha bayram başlamamış, Ramazan devam ediyor. Ama etrafta kahve, bakkal bişeyler bulmak mümkün. Balıkçılar kooperatifinin yanındaki kahveye oturduk. Tost yapıyorlarmış, çay da geldi, keyfimiz yerinde. Yanda bir çekek yeri var. Eski usul elektrik motoru ve kızakla çalışıyorlar. Yerde kalın çelik halatlar, kılavuz açılır-kapanır makaralar, zor iştir. Eskiden beri hoşuma gider seyretmesi. İşin erbabı bir tip vardır. O ayarlar her şeyi, diğerleri karıştığında arap saçına döner her şey. O da karıştırmaz kimseyi zaten. Bakkaldan ufak tefek alışveriş yaptık, 4 yaşında bir kız var, dünya tatlısı adı Meryem. Onunla sohbet ederken tam telefon çaldı, Gürcan Ağabey de geldi. Telefonda ona koya girmemesini söyledim. İçim şimdi rahat, hem o girmedi takılmayacak bir yere, hem de ben takılırsam eğer yedekte tekne var en nihayetinde… Neyse bir sorun olmadı, kollaya kollaya avara olduk. Yelkenle seyir, peşimizde oltalar, rota Iassos. Gürcan Ağabey’in ufaklıklar optimistçi, ciddi yelkenciler… ve de hırslılar. Haliyle küçük çapta bir yarış durumu oldu, güzel de rüzgar esiyor, yaklaşıp yaklaşıp arayı açıyoruz. Bağıra çağıra yol istiyorlar bizden, rüzgarüstü tekneyiz ya )))İassos Güllük Körfezi’nin kuzeydoğusunda küçük sakin bir koy. Girişinde sol taraf (Batı tarafı) işaretli birkaç şamadıra var. Gece girerken dikkat etmek lazım. Kuzeyli havalara kapalı. Girişinde sağda bir kule var, eski taş bir yapı. Sanki bir gözetleme kulesi. Bu tür koylara giren balığı takip etmek için kurulmuş dalyanlardaki takip kulelerine benzettim ben. Ama savunma amaçlı da olabilir tabi. Hemen arkasındaki sırtta zeytinler arasına serpiştirilmiş harabeler, güzel bir duygusu var… Hoşumuza gitti. Sahile yanaşmış büyük balıkçı kayıkları var, 1-2 de motor yat. Hemen yanlarına girdik. Bir iki tane şamandıra var, belli ki tonoz atılmış. Şamandıranın büyüklüğünden, ipinin kalınlığından ve sahilden bayağı açıkta olmasından büyük bir tonoz olduğu belli, bizi tutar… Muhtemel guletler veya benzer büyük motoryatlar için atılmış. Bu gibi limanlarda tonoz almak da, demir atmak da hoşuma gitmez. Tonoz alırsın; senin değil, ipi nasıl, zinciri nasıl bilmezsin… Yok sahibi gelir, -hep de gece gelir mübarek- o saatte tekrar çık başka yere git, sevimsizdir yani… Demir atsan başka dert. Tonoza takarsın, liman suyu zaten berbat, yok çek ırgatla, kurtar, kurtaramazsan dal et dalgıç çağır, sahilde toplanırlar her kafadan bir ses çıkar… Sevmem yani! Burada birkaç saat duracağız, yemek yeyip, 1-2 alışveriş. Sahibi gelirse de çıkarız nasılsa deyip tonozu aldık, upuzun koltuk sahile. Rüzgar da yandan bastırıyor, iyice germek lazım, Haldun’da sağolsun hep hızlı girer bu tür yerlere, baktım olacak gibi değil ip elimi kesmesin diye, ırgatın fenerine 14’lik koltuk halatını. Usulünce koyveriyorum. Bu işin ritmi önemli, yavaş koyverirsen tornistanda girerken, hele de rüzgar sağdan yükleniyorsa sorun olur. Bizim tekne tornistanda-diğer birçok tekne gibi- iskeleye çeker. Eğer kaloma yeteri kadar hızlı verilmezse tekne durur. Demirin zinciri yavaş bırakıldığında da aynı şey olur. Tekne durunca, dümenci tekrar tornistana asılır, daha yüksek devirde. Duran tekne dümen dinlemeyeceği için iskeleye kaçar, hele de sancaktan da gelen rüzgar birazcık sertse… İki tekne arasına kıçtan kara olunacağı zaman önemli bir sorundur bu.. Neyse biz hallettik. Çok dert olmadı.
Sağımızda, biraz ilerimizde, çiftliklerden balık taşıma işinde kullanılan bir balıkçı motoru var. Çipuraları ve levrekleri boylarına göre istifleyip, buz kutularına diziyorlar. Bir dolu adam var mahkeme duvarı gibi suratlar, mermer tezgahta çalışıyor… Eskiden beri nedense, balık ve balıkçılıkla uğraşan herkesin neşeli, hayat dolu tipler olduğunu düşünürdüm. Bunlar değildi. Çiftlik çipurasından olsa gerek! Sahilde su ve elektrik almak mümkün. Bizim akülerin biraz rengi atmış, hafif kararmışlar… Sahil kablosunu çıkardım, upuzun, döşedik kaldırıma, daha sokar sokmaz prize anında sigorta attı! Deniz suyunun girdiği de bozmadığı çok az şey var, elektrik prizi kesinlikle bunlardan biri değil. Sağolasın WD40! Sahil kablosunun ucunda, bendeki priz, vidalı değil. Plastik geçme bir sistem. Piyasada satılan prizlerin vidaları, hemen okside oluyor. Aç açabilirsen. Bu prizi bilmezken onun da kolayını bulmuştuk, prizi alıp civatacıya gider, prizi açmak için kullanılanın aynısından iki tane paslanmaz vida alırdım hemen. Sonra orjinallerini çıkartır, yerine bunları takardım. Bu sistem daha iyi, kendi ekseninde döndürünce zaten elektrik tellerine hemen ulaşıyorsun. Önce biraz zemine vuruyorsun, içindeki su boşalıyor, sonra dayıyorsun WD40’ı, koyuyorsun güneşe, 10 dakikaya hazır! Taktık, tamam. Geliyor ceryan.

Biraz ilerde Ceyar (aynen okunduğu gibi ama Babası kesinlikle Teksas'da petrolcü olan değil bu) Restaurant’a yerleştik. Köfteler fena değil, salata gayet iyi, keza patates tava da, tereyağında karides gayet iyi, kalamar tava hep olduğu gibi, iki kişi bira içti, diğerleri meşrubat 5 yetişkin iki genç, toplam 100 YTL verdik. Çok kötü değil… Gürcan ağabey ve çocuklar olta takımlarını yapmak için sabırsızlanıyorlar. Aslında sistem belli. Açıkdenize uygun bir kamış alıyorsunuz, buna uygun bir makine. Bu önemli Boğaz’da sahilden kullanılan makineler burada işe yaramaz. Kendinden freni olan, çıkrık makinelerden almak lazım. Yelkenle, en az 5-6 mille, bazen daha hızlı seyrediliyor. Makinenin alacağı ip kapasitesi belli, en az 300 mt olmalı. İster Rapala ister başka yapay bir yem olsun, fabrika değerleri sistemin teknenin en az 50-60 metre gerisinden geldiğinde etkili çalıştığını söylüyor. Balık yakalandığında, hele de yelken seyrindeyse tekneyi durdurana kadar bir o kadar daha lazım. Gerekirse dynema gibi taşıma kapasitesi yüksek-kendi ince, ama dayanıklı, zor kopan- 035mm, neredeyse 30-40 kg çekeri var- misina alıp, sonra da takımı hazırlıyorsun. Mantık şu. Balığa yaklaştıkça sistem zayıflamalı. Yani en dayanıklı yeri kamış ve makine, sonra misina, (örneğimizde dyneema), arada fırdöndüler ve en son beden… Eğer balık kopartacaksa ağzına en yakın misinayı koparmalı ki zarar en az olsun. Misal elinde kamış kırılırsa, tüm takımı bırakman gerekecek. Dolayısıyla sistem gittikçe incelecek. Biz 3 fırdöndü kullanıyoruz. Bilyalı, Mustard marka koyu renk olanlardan, tercihen klipsli. Ben iki ayrı sistem kullanıyorum, ara sular denilen koylar, kıyılara yakın yerlerde daha hafif bir sistem. Alba Star 3-4 numara kırmızı aksesuarlı kaşık, önüne kalamar görüntülü plastik 4-5 iğneli çapari sırtı, bir fırdöndüden sonra önüne 4-5 kulaç 0,45 fluorocarbon monofilament misina kullanıyorum. Kaşık veya kalamar görüntüsü veren yalancı yemlerin dezavantajı kendilerinin dalma özelliği yok, halbuki Rapala gibi sahte yemler kendilerinden dalıyorlar. Dalmasını sağlamak için 3-4 bazen daha fazla 200-250 gram kıstırmaç kurşun kullanmak gerekiyor. Bu ciddi ağırlıklar söz konusu olunca ben kurşunları dizmek için çelik tel kullanmayı tercih ediyorum. Her iki ucuna halka yapıp, metal baskı ile sabitliyorum. Bu telin uzunluğu kamıştan kısa olmalı, oltayı toplama sırasında kamış üstüne sararken kolaylık sağlıyor, yoksa tel bir yerden dönünce bükülüyor, uzun süre de düzelmiyor, öyle kalıyor.Gürcan ağabeye aynen tarif ettiğim gibi iki takım yaptım. Mevsim uygun, birşeyler almak gayet mümkün. Balık yakalamanın ilk kuralı oltayı suya atmak. Atmazsanız yakalayamazsınız, bu kesin…

Bu tür detaylarla uğraşırken saat 16.00’yı bulduk. Güzel rüzgar esiyor, batı-karayel gibi. Didim kıyılarına tek seferde çıkmak mümkün değil. Güllük Körfezi’nin altındaki Türkbükü, Gündoğan arasında bir seçim yapacağız, Yalıkavak biraz daha uzak. Türbükü ağır bastı. Bayram daha başlamamış, güzel bir sonbahar günü. Nitekim Türkbükü gayet hoş, Hiç yazın olduğu gibi değil. Yine de girişte alargada büyük 3-4 motoryat var, bir de upuzun bir direk. En az 4 gurcata. Nedense eskiden beri tekne direklerinin uzunluklarını gurcata hesabına göre yapma alışkanlığım var. Sözügeçen tekne en az 30 metrelik bişey! Tabii ki lacivert bordalı… Bilmem anlatabiliyor muyum? Türkbükü mendireğinin içinde yer bulmak sözkonusu değil. Mendireğin dışında, kıçtankara büyük motoryatlar arasına baştan demir kıçtan kara olduk. Hava karanlık, yine tutturamadım mesafeyi. Zincir bitti! Biz de 80 metre zincir var, bir de tekne 10 metre, koltuk halatları 5 metre, biz neresinden baksanız bundan en az 5-6 metre daha uzağız rıhtımdan. Böyle bir durumda yapılacak iki şey var. Birisi tekrar döşediğiniz tüm zinciri alıp dışarı çıkmak, ve tekrar atmak. Diğeri ise-bizim de yaptığımız gibi- olduğumuz yer (ki iki büyük motoryatın arasındayız) rüzgar kalmış, pek sağa-sola gitmiyoruz, zaten usturmaçalar da var, rüzgarüstü tekneye önceden hazırladığım koltuk halatını bağladım, baktım yaslanmıyor, doğru öne Haldun’un yanına gittim. Zincir en sonda vidalı bir kilitle tekneye sabit bağlanıyor, onu söktük. Birçok kaptan bunu tekneye bağlarken nedense penseyle iyice sıkıştırır. Bence hiç gerek yok. Zincir zaten en sona gelmedikçe bu kilide hiç yüklenmez. Zaten kavaletadan geçiyor. Zincirlikte birkaç metre zincir varsa bile bu kilide yük binmez. Halbuki bizimki gibi bir durumda bu kilidi çabucak elle açmak çok kolaylıktır. Kilidi söktük, hemen (14' lük 3 kollu 15-20 metrelik yeter) bir halat izbarço bağladık ucuna, fora… Biraz önce bağladığım rüzgarüstü halatı boşladım, elle tutarak rıhtıma kadar geldik. Usulünce kıçtan bağladık tekneyi!
Yanımızda bir gemici var. İyi bir karakter, bize yeni yaptığı çorbadan ikram etti. Kibarca istemediğimizi söyledik, normal değil ama, gerçekten o gün çok fazla yemiştik. Nalan 5 aylık hamile, O bile istemedi! Yoksa eminim çocukçağızın çorbası gayet başarılıydı. Alacaklarımız var. Sorduk manavı bulduk gayet uygun fiyatlar, hemen her şey mevcut. Market fakat pahalı. Çok abartmadan mütevazı bir alışveriş yaptık. Akşam, koya yayın yapan 1-2 de olsa yeteri kadar ses üreten bar ve "sakin" olmayan müşterilerin önünden sahilde yürüyüş yaptık , dönüşte çorbacıda mola verdik. O da mevsim durağanlığından nasibini almış, çorba soğuktu.

Bütün gece esti. Plan Kuzeye doğru çıkarak, Lotus’u Kuşadası veya İzmir civarına bırakmak. İzmir’den dönüş uçağımız var. 7-8 günde nasılsa yaparız diye düşünüyoruz. 7 günde 100 NM, iddialı bir seyir değil. Eskisi gibi, kısa zamanda çok uzun mesafeler planlamıyoruz artık. Yaşlanıyor muyuz ne?
Eğer hava uygun olursa Güllük’ten çıkıp direkt Lipsi’ye veya Leros’un Kuzeyine rota tutacağız. Yaklaşık 30 NM kadar yol. Gece rüzgarı gözlemek için 1-2 kez kalktım, Haldun’da en az bir o kadar kalktı. En son, saat 4’te kararı sabaha ertelemeye karar verdik. Uyuduk.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Tuzla-Iassos

BODRUM-GÜLLÜK
Haldun, İdil, Nalan ve Ben Bir arkadaşımızın düğünü olduğu için Bayram tatilini 9 güne çıkarmış olmalarına rağmen, biz Cumartesi’yi dahil edemedik, zaten sabahında ameliyatlar ve hastalar var. Ancak geç saatte bir uçak bulduk. O saatlerde uçaktan inip marinaya ulaşmak en az 1,5 saati buluyor, yoruluyor insan. Başka ne yapalım diye düşünürken, aklıma Güllük Körfezi içinde bir yerlere bağlanmak fikri geldi, havalimanına çok yakın. Zaten oldum olası, tekne güneydeyken marinalara bağlanmaktan nefret etmişimdir. Çok uzun süre bırakmayacaksak, bir lokanta önü, bizi seven bir kaptanın evi, bekçisini tanıdığımız bir balıkçı barınağını tercih etmişimdir hep. Bu sefer de, sağolsun Gürcan Ağabeyin önerisiyle, Güllük Körfezinin dibindeki Bargilia Raestaurant’a bağlanabileceğimizi düşünerek sahibi Turan Bey’le temasa geçtik. Konuşmamızdan olumlu sonuçlar aldık. Zaten tekne sadece birkaç saat kalacak. Sergün, kuzeniyle beraber Karacasöğüt’ten aldığı tekneyi bir önceki hafta Bodrum’a oradan da Yalıkavak ve Güllük’e getirmişti. Oralarda oyalanıyordu, bizden nereye bağlanabileceğimiz konusunda fikir bekliyordu. Nitekim Restaurant’ın sahibiyle onu konuşturduk ve buluşturduk. Ama galiba bu sefer biraz cansiperane davranmışız. Çocukcağız bahsettiğimiz yere girene kadar, sığlıklara iki üç kez oturmuş. Birisinden zor kurtulmuş. Bilen bilir, Tuzla denilen yer, girişinde balık çiftliği ve küçük bir limanı ve sahilinde köy kahvesi ve kooperatifi olan bir yer. Bahsedilen restaurant daha içerde, geniş bir dereağzından giriliyor, sığlıklar tehlikeli. Bazı işaret şamandıraları var. Tatlı suyla karışan deniz suyu ve balık çiftliklerinin kirliliği sebebiyle suyun dibini yarım metreye kadar bile görmek mümkün değil. Dolayısıyla sığlıkları, çok yakına kadar gelmedikçe, fark etmek cidden zor. Sergün’e kesinlikle geceye kalmamasını önermiştim. Teknenin anahtarı her ihtimale karşı Turan Bey’de. Ama sabaha karşı varınca adamcağızı uyandırmayalım diye, biz yedek anahtarla girdik, daha doğrusu giremedik. Anahtar kırıldı! Akşam akşam kilitle uğraştık, bir dolu. Takımlara da ulaşamıyoruz. Dolaplar kapalı. Neyse hallettik bir şekilde…
Lotus yine her zamanki gibi güzel…
Bu tür seyahatlerin ilk gecesi, tekneye vardığımız o ilk an hep çok hoşuma gitmiştir. Hani derler ya yelkencinin seyahati tekneye binince başlar diye…
Bu da öyle oldu.Gece o saatten sonra, seyre çıkmaya, hele o sığlıkların arasından çıkmaya hiç niyetim yok. Tekneyi şöyle bir kolaçan ettik, zaten eksik birşeyimiz yok pek. Yattık uyuduk.

12 Eylül 2008 Cuma

GÖKOVA/2008-II

KARACASÖĞÜT – AKBÜK
Mehmetler geçen hafta çıkarken tüm tatlı suyu bitirmişler, demir aldık, bu sefer su almak için iskeleye kıçtan kara yaptık. Bayramla hesaplaştık, biraz alışveriş yaptık, demir alıp Sedir Adası’na doğru gazladık. Hafif rüzgarda yelkenle Sedir’e vardık, demirleyip botla karaya çıktık. Pek kimseler yok, Esra ilk defa Kleopatra’ya geliyormuş, yatıp keyif yaptık, sonra antik şehri dolaştık, yüzdük. Antik Yunan’ı bir kere daha takdir ettik. Akşam 6 gibi, Cleopatra kapanırken biz de çıktık, demir alıp, Tuncer abiler Akbük’delermiş, oraya doğru yelkenleri bastık. Özellikle İdil’in, aynı zamanda Esranın da Tuncer abi, Meryem ve tekneleri Gigi ile tanışmalarını mutlaka istiyorum.
Akbük’e güzel bir apaz seyriyle 1 saat gibi bir sürede vardık, Tuncer abi yine acayip sote bir yer bulup kıçtan kara oluvermiş, biz de onlara aborda olduk. Tanışma faslından sonra, akşam olduğu için yemek faslına geçtik, Gigi’de hafif bir yemek yedik, Tuncer abi de Meryem de Gigi de çok çok tatlılar.

11 Eylül 2008 Perşembe

GÖKOVA/2008-I

KARACASÖĞÜT
Bu sefer Dalaman’a uçtuk, Ekip Esra Ege, İdil, ben. Taksiyle 115 YTL’ye kendimizi Karacasöğüt’e attık. Tekne kıçtan kara, bot iskelede. Anahtarlar Tuncer abi’deydi, onlar Akbük’e gitmişler, anahtarları Bayram’a vermişler, Bayram da sağolsun çamaşırlarla birlikte bota koymuş.
Tekneye yerleşip, gece geç olduğu için cumburlop yatak.

7 Eylül 2008 Pazar

Bir orkinos hikayesi

Nalan neredeyse 5 aylık hamile, yazın son günlerinden faydalanalım istiyoruz. Dostlar Karacasöğüt'te, Lotus Bodrum'da. Bütün yazı Yunan Adalarında geçirdiğimiz için olsa gerek Karacasöğüt daha da bir gözümüzde tütüyor... Tuncer ağabeyler ve İzmir'den dostlarımız Evren ve arkadaşı Eda da çok istedi, belki bu yaz son bir sefer için planları yaptık. Uçak yine gecenin köründe...
Biz yine el ayak çekildikten sonra marinadayız...
Mevsim çok hoş, geceleri biraz serin ama gündüz harika. Balık için çok uygun sulardayız, takımları düzelttim çıkrık makinada bir problem vardı, kaloma kolu çalışmıyordu, onu tamir ettim, takımı ve düğümleri elden geçirdim.
Teknik anlatmak gerekirse en uçta Williamson Diamond Jet Feather-kırmızı renkli, kalamar yapay yem, kendinden iğneli-, önünde 4 iğneli, hepsi yeşil-fosforlu sırtı düzeneği, ilk fırdöndü-karbon, siyah, bilyeli-, arada 0,70 fluorocarbon misina 7 kulaç, üzeine 3 tane 200 gm kıstırmaç kurşun dizilmiş çelik tel, hem önünde hem arkasında iki fırdöndü, sonrasında ana beden 0,45 örgü-dynema 350 metre. Makine banax 50 çıkrık, kamış 210 orta sertlikte Shakespeare.
Hava durumu 5 kuvvetinde NW veriyor, geniş apaz pupa hızlı gideceğiz anlaşılan. Suya çok dalmayan Jet Fly kalamarı kullanmayı düşünüyorum. O mevsimde Lambuka da olsa, Orkinos da olsa ikisi de bayılır. Aslında taze kalamar bulabilsem ve uçlarına bağlayabilsem biraz harika olur ama Bodrum da o mevsimde bulmak hayal...
Ertesi gün 40 millik bir geçişimiz var, Turgutreis'ten çıkıp, Gökova'yı geçip direkt Karacasöğüt'e gideceğiz. Lotus'un pek bir eksiği yok, sabah yalnız yelkeni tamire bırakmıştık onu alacağız ve donatacağız.
Yine aynı şey oldu ve erken çıkamadık haliyle...
Kısa bir denize girme molası ve yola koyulmamız öğleni buldu. Tahmin edildiği gibi rüzgar sancak kıç omuzluğumuzdan geliyor, keyfimiz yerinde, Haldun balon açalım dedi. Açtık. Lotus yine uçuyor dalgaların üzerinden, O'nun da keyfi yerinde... Bir ara Nalan uykudan kalkıp dışarı çıktı, güneş rahatsız ediyor çok. Lotus'da bimini yok maalesef. Geniş apaz seyirlerde, kıç ıstralyaya tespit etttiğim bir halatı, öne kadar uzatıp direğe bağlıyorum. Bumba iyice solda olduğunda, bu halatın üzerine geçirrdiğimiz günlük kullanma tentesini örtebiliyoruz. Tek kötü tarafı istenmeyen bir kavança yenirse, vardavela telerine tutulmuş lastikleri koparır muhtemel, yoksa vardavelaları söker herhalde ya da kıç ıstralya! düşünmek bile istemiyorum. Bumbaya bir güvenlik tertibatı, içeri girdik oturduk. Yemekler çıktı hem koşturuyoruz, hem yiyoruz, içiyoruz, zaten kokpit dağılmış vaziyette....
Vızzzzzzzzzzzzzzzz!
O malum ses...
Hay balık gelecek zamanı mı buldun?
Kısa bir süre birbirimize baktık???
Benim için çok şeyler söylemişlerdir şimdiye kadar ama "üşengeç" dememişlerdir hiç ))
Hemen rüzgar üstüne dön, balon indir... Düşündüğümüz kadar kolay olmadı, meğer rüzgarüstü ıskota makarası parçalanmış, farkında değiliz, başüstünde indrene kadar canım çıktı. Çok vakit kaybettik, umuyorum kaçmamıştır, oltayı elime aldığımda, ağırlığı hisettim. ))) İyi haber!! "Bu akşam aç değiliz çocuklar, ama yarın deniz çekilirse ne olur bilemem"
Bayağı uğraştık, 1 saat kadar sürdü. Bir albakor muhtemel, (bu bilgiyi tabii dönünce internetten araştırarak öğrendik) atuna.com'da iyi detaylı bilgiler ve baliksevdasi.com forumunda bilgili ve tecrübeli dostlar bulmak mümkün... Eti çok hoş, oldukça yağlı. Hemen Karacasöğüt'e telefon, mangalı hazırlayın geliyoruz. Önce ihtimal vermemişler. Ama bereketi görünce herkes çok sevindi. Teknede yapılacak gibi değil, restauranta götürdük. O büyüklükte orkinosu hazırlamak ve kesmek tam bir sanat. Takdir edersiniz ki Japonlar bu işte çok ileri... Oldukça sert bir derisi ve çok yumuşak eti vardı. Aşağıda internetten bulduğum linkler var http://ktunnel.com/index.php/1010110...9a2f8500f16730 sashimi tuna diye youtube a yazınca çıkıyor. Lop eti çıkarttıktan sonra, çok harlı kömür ateşinde, kalın biftek gibi kesip, az pişirerek yemek ideal. Bayağı bir paylaştık, yarısını lokantaya bıraktık, geri kalanını ertesi gün fırında sebzeli yaptık, az bir kızmını da limon ve tuzla çiğ balık. 3 gün 8 kişiyi doyurdu...
Denizin bereketi işte ne zaman geleceği belli olmaz...
şükran sana Poseidon!

31 Ağustos 2008 Pazar

BODRUM-ASTİPALİA/2008-X

VATHİ – TURGUTREİS
Öğlene doğru çıktık Vathi’den, zaten genelde tüm tekneler çıkıyorlar çünkü günübirlik tur tekneleri gelmeye başlıyor, yerleri biraz onlara bırakmak gerekiyor.
Vathi çıkışında hemen soldaki küçük koyda demirleyip denize girdik. Bir tekne bir çifti bu ıpıssız kumsala getirdi. Onlar da anadan üryan güneşlenip denize girdiler.
Sonra çıkıp Pserimos’a bir uğradık, inanılmaz kalabalıktı. Pek durmadık bile, bir suya atlayıp, sonra da 45 dakikada motorla Turgutreis’i bulduk.
İlkdefa Turgutreis Marina’ya giriyoruz, güzel bir marina, bizi fingerlara aldılar, sığışamadık, 3. seferinde bizi bir yere sokuşturabildiler.Tekne temizliği, toparlanma, duş falan derken uçağa ancak yetişebildik ve bir 9 günlük seyahat daha bitmiş oldu.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

BODRUM-ASTİPALİA/2008-IX

EMBORİOS-VATHİ
Emborios’da nihayet sabah uyanınca ilk iş kendimi suya atma rutinine dönebildim. Hava sıcak, güneş ısıtıyor, rüzgar ortalığı inim inim inletmiyor.
Bu arada evvelki gece İdil beni direğe çekmişti, hem cenovanın fırdöndüsünü, hem de balon indirmiştim. Fırdöndüde hasar yok, kilidi açılmış, cenova onun için çıkmış. Balon mandarinda da snap shackle açılmış fırtına floğu ondan denize inişe geçivermiş. Balonu tutan snop shackle’den açılacağını hiç tahmin etmemiştim, keşke mandara direkt izborçolasaymışım.
Dolayısıyla bugün fazla işimiz yok. Dün direğin tepesindeyken düşürdüğüm, sevdiğim ve çok kullandığım minik bir pensesi olan çakı gibi bir şey vardı. Dalıp onu aradım bir süre. Sonra karaya çıktık yüzerek. Kumsalda oturduk, yattık, miniminnacık bir kayık limancığı var ona baktık ne şirin diye.
Tonoz bağladığımız lokantaya kahvaltıya gidene kadar öğlen olduğu için, öğlen yemeği yemeye karar verdik. Arka masamızda oldukça yaşlı üç kadın yemeğe geldi. Birisi gitti denize girdi sonra bizle muhabbete girişti. 50 senedir Kanada’da yaşıyormuş, yazları doğduğu, gençliğinin geçtiği yerlere geliyormuş. Hala hayat dolu, İdil yaşının 60 olduğunu tahmin ettiğini söylediğinde kadın bayağı sevindi. Bence 70 yaşlarında olmalı idi halbuki.
13-13.30 gibi çıktık, adanın kuzeyinden birkaç yerde daha yüzüp meşhur Almyres’i gösterip İdil’e sonra da Kalymnos Vathi’ye demirlemeyi planlıyoruz.
Genelde yelken seyriyle sevgili Xerokampos’a doğru çıkıp, uzaktan Hayk’ın arazisini İdil’e gösterip, güneye dönüp Vathi’ye doğru seyrettik. Rüzgar çok hafif 3-4 kuvvetlerinde, hava sıcak, Astypalia’dan sonra cennet gibi.
Vathi’ye varmamız akşamı buldu, baştan kara güzel bağlandık, adını hatırlayamadığım lokantanın sahibi balıkçı halatlarımızı aldı, yardımcı oldu.
Akabinde, deniz, duş, yürüyüş. Yukardaki şapellere çıktık, vadinin içlerindeki köye ve çiftlik evlerine doğru yürüdük. Çok keyifli, her şey güzel.
Akşam halatlarımızı alan adamın lokantasına gittik. Zaten orayı gitmeyi düşündüğümüzden ama. Kapısında “fresh fish, not from the fish farm” diye yazılı diye.
Genç bir oğlan servis yapıyor, Alman çocuk ama Yunanca da konuşuyor. İngilizcesi gayet iyi. Meğerse biraz evvel görüp de çok beğendiğimiz, işte yelkencilik dediğiniz 21 feet Beneteau ile geziyorlarmış. Hem de 4 kişi. Yunanlı babası, Alman annesi ve kız kardeşi ile. Treyler ile tekneyi Ege’ye getirip her yaz buralarda dolaşıyorlarmış. Münih’de yaşıyorlar. Çocuk 16 yaşında ama inanılmaz akıllı, yaşına göre çok bilgili ve görgülü. 2 hafta sonra okulu açılacakmış, birkaç gündür bizim lokantada garsonluk yapıp harçlığını çıkartıyor. İdil de ben de çok sevdik çocuğu.
İleriki masada sürekli şen kahkaların yayıldığı bir masa var, 3 kız, 1 erkek Türkler. Vathi’nin girişinde Amerikan bayraklı dev bir motor yat var. Ondan gelmişler, çok gençler. 20’li yaşlarda, adam belki 30’ların başlarında. Kimbilir hangisinin babasının teknesi?
Bizim garson çocuk önce onlara servis yapmakta zorlanmış çünkü her yemeğe servis kaşığı gibi oralarda milletin alışık olmadığı isteklerde bulunmuşlar. Sonra uzolarla kafaları bulup sağlam bir bahşiş bırakınca bizim çocuğun sevgisini kazanmışlar.
Bazı insanlar evinde alışık olduğu adetleri gittiği yerlerde de empoze etmeye çalışıyor, bu kaşık olayı gibi, halbuki misafir umduğunu değil bulduğunu yer.

29 Ağustos 2008 Cuma

BODRUM-ASTİPALİA/2008-VIII

MALTEZANA – EMPOREİOS (KALYMNOS)
Geçen seferki seyirde Kalymnos’da Emporeios’a gidip orayı çok sevmiştim, bu kadar sefaletten sonra, oraya gidelim ve İdil de orayı görsün istiyorum, gerçi çok kuzeye rota tutacağız ama, tutturabiliriz diye düşünüyorum, 7-8 saatlik bir seyir hesaplıyorum.
Sabah erken çıktık, güney doğu burnunu dönüp, Kalymnos’un kuzeyine doğru rota tutuyoruz. Hızımız rotamız çok iyi, hava da iyi sayılır, ama yelken 1.camadanda. Fırtına floğu çok işe yarıyor hızımız 6 milin altında değil, güzel bir seyre başladık, nihayet aksilikler sona erdi derken, fırtına floğunu yukarı çekerken kullandığım tek direğin tepesine giden balon mandarının snap shackle’nden fırtına floğu kurtulup denize düşürverdi.
Flok yelkenini çekip denizden çıkardım, sardım, öne bağladım. Artık tek ana yelkene kaldık. Hızımız çok düştü, 4 mille falan gidiyoruz. Motoru hafif çalıştırdım, hızımız arttı, ama dalga var yalpadayız, motoru zorlamayı pek istemiyorum.
Idil yattı…
Tek başına seyrederken, motoru kapamaya karar verdim, hız düşük de olsa, sağlam bir seyir yapalım, gece varalım ama adam gibi varalım napalım, daha fazla hasarı riske etmeyelim.
Motor kapalı, iyi bir trimle hızımız yine de 5.5 – 6 ları buldu. Oto pilot tutmuyor.
8 saat kadar sonra Emporeios'a vardık, tonoza bağlandık, hava ısınıverdi, rüzgar normal seviyelerde, sevimli, sakin, güzelim Emborios. Soluğu geçen sefer keşfettiğimiz Harry’s restoranda aldık.
Ay ay ay keyfimiz nihayet yerine geldi. Normale döndük, Astypalia’dan kurtulduk.
Düşünüyorum da şanssız bir adacık. Halbuki ne kadar güzel güney şekilleri. Tarihte korsanların ana mekanı, stratejik konumu, çok korunaklı koyları ile korsan ini. Adalılar da korsanlara sıcak bakmışlar. Osmanlı donanması senede bir kere uğrayıp vergi toplarmış, başka da hiç uğramazmış.
Harry’s deki sıcak karşılama, güzel yemekler ve süper atmosfer, ikram lokma ve likörler. Wellcome to Kalymnos… Farewell to Astypalia.

28 Ağustos 2008 Perşembe

BODRUM-ASTİPALİA/2008-VII

VATHİ – MALTEZANA
Sabah 6 da kalktım, karadan tekneyi çözüp, demiri toplayıp, ful giyinip, emniyet kemerini takıp, 1.dereceden camadanları basıp, dışarı doğru yol aldım. Çıkışa doğru bakıyorum, bulutlar üzerimizden öyle bir hızla geçiyorlar ki, bakalım dışarıda nasıl bir manzara bizi bekliyor.J
Dışarı çıkmamla geri koya girmem bir oldu. Camadanı 2. dereceye aldım, teknenin içini daha da neta ettim. Su alabileceğimiz vanaları kapattım, hatchler, tüm lombozları sıkı sıkıya kapattım, bu sırada İdil uyandı, o da sanmış ki biraz dalga yedikten sonra düzlüğe çıkmışız. Vathi de olduğumuzu görünce şaşırdı.
Hazırız artık, bakalım motor bizi adanın göbeğinden dışarı çıkarabilecek mi?
Dalga 3-3.5 m, 2400 devirde hızımız 2 milin altında, ama çıkıyoruz, oto pilot tutmuyor, sarsıntıdan çıkıp duruyor, yeke elde tırmanıyoruz. Şaft vurmasa devir attırıp daha kolay çıkacağız. Topu topu 2 millik bir çıkış sonra doğuya döneceğiz. 1 saatten fazla sürdü 2 mil. Öff neyse çıktık adanın karnından, öyle bir yer ki boğaz gibi tüm Ege’nin rüzgar ve dalgasını içine çekip büyütüyor, kocaman yapıyor, off yani. Çok tavsiye edilebilecek bir yer değil. Sevmediklerinize ama iyi bir sürpriz olabilir burayı çok tavsiye ederseniz.
Nihayet adanın en kuzey burnunu bulduktan sonra doğuya döndük, hava çok sert, saat 9-10 gibi bir şey olmuş, yorulduk yıprandık, cenovayı halletmek lazım 6-7 saatlik yolu bu havada bu şartlar altında gözümüz yemedi ve Maltezana’ya geri dönüp bir toparlanmaya karar verdik. Güneye pupa seyir sonrasında tekrar batıya apaz, ilk gün geldiğimizde geçtiğimiz yerlerden bir kere daha geçerek adayı tavaf ettik ve bildik Maltezana’ya demir attığımızda öğlen olmuştu.
Maltezana, Vathi’ye göre daha sevimli. Güneş yine ısıtmıyor, deniz hayal, ıslak tulumları yine de serdik dışarı.
İdil kendisini gene takı işine verdi. Ben bir yattım, neredeyse akşama kadar uyudum. Bir ara kalkıp, cenovayı indirdim. Fırtına floğumuz var, ben hiç kullanmamıştım ve merak ediyordum. Onu çıkardım, takmak üzere hazırladım. Yarın yolda kullanacağız. Sonra akşama kadar yine uyudum.
Akşam kalkıp kıyıdaki bir tavernaya gittik, etrafta tek tük insanlar var. Lokantacı son günleri olduğunu ve iki gün sonra kapatacaklarını söyledi, bu adanın sezonu 15 Temmuz – 5 Ağustos arasıymış, onun dışında iyi olmazmış. Bu kadar güneyde, ne enteresan, insan tahmin etmiyor.
Akşam şarapla keyfimiz yerine geldi, olaylar biraz daha kontrol altında, yarınki seyre kendimizi daha hazır hissediyoruz.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

BODRUM-ASTİPALİA/2008-VI

SKALA – VATHİ
İdil Astypalia’dan ümidini kaybetti, Patmos’a gidelim diyor, çok zor bir rota, ben de gelmişken adayı iyi bir dolaşalım diyorum ve kuzey doğudaki Vathi’ye gitmeyi istiyorum. Göl gibi daracık girişi olan, komple kapalı bir koy, haritada çok ilginç duruyor, sonuçta batıya doğru ilerleyip adanın batısından kuzeye doğru çıkacağız, sonra da doğuya yol alıp Vathi’ye gitmeye karar verdik. Kuzeyde yüksek dalga olacağını tahmin ediyorum ama sadece 5-6 mil dalga göreceğimizi düşünüyorum ve yelkenle gidebileceğiz.
Skala’nın batısında güzel plajlar var, korunaklılar da, nihayet bir yerde demirleyip kendimizi denize attık. Sonra oradan çıktık, batıda ıssız bir yerde daha demirledik, çok hoş bir yerdi. Sonra kuzey batıya doğru, Ak Tiliaros’dan önce bir demir yeri daha var, orada da demirledik, hoş bir yer. Sonra haydi dedik, dayak yemeye ufaktan çıkalım. Önce adayı güneyden kuzeye motorla çıkacağız. Yol haritada temiz gözüküyor, gel gör ki her yer inanılmaz sığlıklar ve kayalıklarla dolu gece kesinlikle geçilmemeli. Mecburen geçilecekse kıyıdan 1 mil açıktan seyredilmeli. Sevimsiz bir çıkış oldu, sığlık ve kayalıklar sürekli bizi tedirgin etti. Denizin ortasında diş diş kayalar sudan azıcık çıkmışlar, dalgalar üstünde patlıyor, beyaz köpükler yok olunca bir an siyah siyah gözüküveriyorlar.
Neyse daha kötüsü kuzeyi çıkıp doğuya dönüp adanın iki kelebek kanadının arasındaki boşluğa girince başladı. Deniz tahmin ettiğimden daha yüksek. Rod Heikell Fokia adasının arasının ortasından geçiş vermiş rota, rüzgar ve dalga açısından oradan geçmek en uygundu. Sadece cenovayı az açtık, apaz seyirle çok hızlı Fokia’ya doğru ilerliyoruz. İdil pek iyi değil, içerde yatıyor. Dalga oldukça yüksek. Fokia’ya çok hızlı yaklaşıyoruz, geçişi görmeye çalışıyorum.
Gel gör ki geçiş meçiş yok, her yer kaya. En güneyde ana adayla arasında da geçiş varmış Heikell’in haritası, ulan inşallah vardır diye pupa dalgalarla aşağıya akıyoruz, eğer yoksa tüm Fokia’yı bu dalgada yukarı çıkmak hiç sevimli olmayacak. Ana ada Astypalia ile Fokia arasındaki 20-30 m lik dar bir geçiş var gibi, pupa’dan orsaya döneceğiz, n’olur n’olmaz motoru çalıştırdım geçişe yaklaşırken, sığda olsa 4-5 den geçiliyor. Sonrasında orsa yukarıya. Cenovayı tam açtım. Yelkenle ilerlerken, cenova en yukardan yırtıldı ve aynı zamanda kilitten çıktı ve aşağıya kaydı. Hemen motora geçip, cenovayı kapadım. Vathi’nin girişini kestirmeye çalışıyorum, etraf kayalık, yüksek dalga var ve dalgalar kayalara doğru şiddetle ilerliyor. O arada motor da stop etse napacağız diye düşünüyorum çünkü çok yakınız, ama yelkeni açana kadar bizi kayalara çarpabilir akıntı. Neyse motor tabi ki durmadı ve kestirdiğim yer de Vathi’nin güneşi çıkınca içeri daldık ve deniz iniverdi.
Meşhur Vathi’ye biraz maceralı da olsa girdik.
Ama değdi mi?? Hiç mi hiç çekici bir yer değil. Girişte solda terk edilmiş bir taş ocağı, garip bir fabrika bacası, süper çirkin üstünde hala inşaat demirleri olan tavernamsı bir yer ve çok çirkin bir doğa, deniz ise 0.5 metreyi göremeyeceğin kadar bulanık. Üç tekne alargada durmuşlar. Rüzgar da esiyor ama dalga sıfır tabii.
Koyun en dibine en rüzgarsız olan yerine kıçtan kara yaptık. Derinlik koyun içinde 8 ile 2 m arası, kıyılar çok sığ, fazla yaklaşmamak lazım. Biz 3.5 – 4 m ye demirledik., kıçımızı rüzgara verip karaya bağlandık.
Off yani biraz yorulduk, bir de cenova olayı var ama ona ertesi gün sakin kafayla bakacağız. Normalde yarın Kalymnos’a dönüş planlıyoruz ama hava çok sert ve yaralı cenovayla nasıl olacak tam bilemiyorum.
Akşam, yemek, içki, seyir defteri, rakı ve dışardaki inanılmaz zifiri karanlıkta geçti. Öyle karanlik ki hakikaten hiçbir şey gözükmüyor, 5 m ilerdeki bağlandığımız karayı bile göremiyoruz. Bir şey olsa referans alabilecek hiçbir şey gözükmüyor.
Sanıyorum sert rüzgar gündüzleri güneşi adaya az soktuğu gibi gece de hiç ışık adaya bırakmıyor, beraberinde sürükleyiveriyor.

26 Ağustos 2008 Salı

BODRUM-ASTİPALİA/2008-V

MALTEZANA – SKALA ASTYPELİA
Kahvaltıyı teknede yaptıktan sonra, denize menize giremeden hadi gidelim olduk. Deniz hiç davetkar gözükmüyor zaten, bir de serin üstelik ve sağlam rüzgar esiyor.
Bir iki yere uğrayıp, hiç gezemeden, Skala’ya kapağı attık, iskeleye uzun bir kalomayla kıçtan kara olduk. Kafadan öyle bir esiyor ki, herkes yamuk yumuk duruyor, bizim demir çok sağlam, bir de sancaktan koltuk aldık, çakı gibi duruyoruz.
Yukarda Ege’deki en meşhur kalelerden Astypalia kalesi var, oraya çıkmaya başladık, yolda kasabada oyalandık. Aslında şirin sayılır ama çok esiyor, fazla vakit kaybetmedik. Hele kale, manzaralar müthiş ama bir ara İdil uçuşa geçince ürktük resmen. Hele bir yerde, ben uçmadım ama rüzgardan resmen hayatımda ilk defa nefessiz kaldım. Bir rüzgar tüneli gibi ada, tüm Ege’nin rüzgarını huni gibi üstüne topluyor. Kale tamiratta, fakat yazmışlar adamlar, rüzgardan dolayı (bir iki sebep daha var gerçi) işler çok yavaş ilerliyor diye açıklama yapmışlar.
Bir de halt ettik, Chora’da yani yukarda yemek yiyelim dedik, dona dona bir hal olduk, keyif de almadık, kendimizi tekneye zor attık. Uğultular arasında tekne sağlam duruyor ya yine de memnunuz. İlerleyen saatlerde iskelemize bir tekne geldi, saat 11 falandı, uzun yoldan geliyorlar yıpranmışlar, Nisiros’dan geliyorlarmış, demirleri de tam tutmadı ama bir şekilde durdular. Biraz dayak yemişler, yorulmuşlar.
Teknede müzik, seyir defteri yazarak ve İdil’in takı çalışmalarıyla uykuya dalış yaptık.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

BODRUM-ASTİPALİA/2008-IV

VLİKADHİA – MALTAZENA (ASTHİPALİA)
Hemen hemen 35 millik yol, göya erken yola çıkmamız lazım, her zamanki sabah keyfi meyfi derken ancak öğlen gibi çıkabildik. Rüzgar uygun ve güzel esiyor, camadansız ful arma ilerleyebiliyoruz. Hava çok sıcak değil, bayağı bir giyimliyiz. Meşhur Asthipalia ufukta gözükmeye başladı. Bu adaları kaç senedir ufukta görüyoruz, harita üstünde de çok muhteşem duruyor, bol girintili çıkıntılı kelebek şeklinde bir ada. Hep gitmeyi isteyip bir türlü gidemediğimiz adaya nihayet gidiyoruz. Onun için pek heyecanlıyız. Diğer taraftan Mehmetlere bir uzak yol yolcusu gitmeyin oraya demiş. Ama bizim görmemiz lazım bu adayı.
Gittikçe güney doğu burnuna yaklaşıyoruz, yaklaştıkça adanın sıcaklığı geliyor, çorak taş gibi bir ada. Bu sıcaklık üşümüş olan benim ve İdil’in pek hoşuna gidiyor.
Önce süper enteresan duran fiyord gibi olan Agrilithi’ye girmeyi planlıyoruz. Heikell your own paradise demiş burası için, rüzgar dışarıda gürlerken içerisi çok korunaklı oluyormuş. Şu anda hava çok kuvvetli değil, içerisi hakikaten korunaklı, ama, hay allah, çoook çirkin!!!
Maalesef bu çirkinlik durumu bu adada hep bizi takip etti sayılır. Yani bir ada nasıl çirkin olabilir, ben ilk defa görüyorum, yazık hiç güzel değil bu ada.
Agrilithi’de duralım durmayalım mı, diye bayağı bir tereddüt ettik çünkü saatte ileri ama düşünürken kendi kendimizi koydan çıkmış buluverdik. Maltezana uzak değil, 2-3 mil mesafede. Bu arada yol boyunca kıyıya yakın ilerliyoruz, toprağın renginden midir, tek tük garip binalardan mıdır, denizin bulanık renginden midir bilemiyorum.
Maltezana’da normalde alargada duruluyor. Ufak bir iskele liman gibi bir şey var, oraya yer varsa aborda olmak veya kıçtan kara olmak mümkün. Biz demir atıp alargaya bir güzel yerleştik. Bizim dışımızda eskiden Maltalı korsanların cirit attığı koca yerde 3-4 tekne var. Hepsi de bakıyoruz uzun yol tekneleri gibi duruyor. Tam arkamızdan eski püskü bir katamaran var, içeride yaşlı bir çift, arada bir görüyoruz, hiç karaya çıktıklarını görmedik, arada sırada teknenin üstünde hiçbir şey yapmadıklarını görüyoruz. 3 gün sonra buraya döndüğümüzde yine bıraktığımız gibi duruyorlardı.
Alman bandıralı, artık böyle bir hayatları var anlaşılan. Aslında tanışmak lazımdı onlarla.Akşam bota atlayıp karaya, ilk defa Asthipalia’ya ayak bastık. İçerlerde İtalyan dizayn bir lokanta bulduk, servis normalin üstünde yavaş ve eksiklerle doluydu ama napalım. Şarap ve greek salad hep garanti iyi.

24 Ağustos 2008 Pazar

BODRUM-ASTİPALİA/2008-III

GÜMÜŞLÜK – VLİKADHİA (KALIMNOS)
Sabah süper rüyalara dalmışken, güm diye şiddetli bir sesle uyandırıldım, nooluyor diye bakmaya fırladım, meğerse Atilla ve Barbaros botla gelip refleks testi ve uyandırma harekatı yapıyorlar. Hızlı tepkimden dolayı aferin aldım.
Barbaros bizim teknede oyuna dalmışken Atilla’da fırsattan istifade kendi teknesine gidip motoru falan çalıştırdı. Sonra hep beraber Atillalara kahvaltıya gittik. Mükellef ama sağlam bir kahvaltıdan sonra alışveriş ve akabinde haydi yolcu yolunda gerek artık diyerek vedalaştık, Mervenin kalın burada naapıcaksınız Yunan adalarında ısrarlarına rağmen botumuza atladık yallah tekneye. Merve Yunan adalarından niyeyse anormal soğumuş, hiçbir gücün artık kendisini o adalara götüremeyeceğini söylüyor. Ne adaları ne de insanlarını sevmiş.
Aldığımız eşyaları yerleştirip, koydan çıktık, böylece bir tekneye daha yer açılmış oldu, herhalde ufacık yerde en az 25 tekne vardır. Yelkenleri bastık, ful arma Kalimnos’a doğru yol alıyoruz, 2-3 tramolayla Vlikadhia girişine geldik, içerisi çok korunaklı ve sakin. Buraya 4 sene önce de gelmiştim. Demir tutmasının zor olduğu bir yer. 4 sene önce Mustafa sabah denize atlarken, tüm gece tutmuş olan demir bir anda kurtulmuş tekne kayalıklara sürüklenmişti, ben kayalıkların üstüne çıkıp nasıl olduysa tekne hiçbir yere değmeden tutuvermiştim. O zaman şanslıydık, ama bu sefer işi şansa bırakmamak için, rüzgar esen taraftan kıçtan kara, uzun demir güzel sağlam durduk. Akşam çok sakin olan koyda güzel bir yemek yedik, şarap içtik. Keyifli keyifli yatağımıza çekildik.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

BODRUM-ASTİPALİA/2008-II

YAHSİ – GÜMÜŞLÜK
Sabah kahvaltıya siteye gittik, İdil’le oturuyoruz, Mehmetler henüz ortalıkta yok ama gözümüz sitenin girişinde. İdil gelenlere bakarken şu çocuk da ne kadar Barbaros’a benziyor dedi, ben de aynı anda ulan şu kız da amma Merve’ye benziyor diye düşünüyorum ama söylemiyorum. İdil Barbaros deyince ben de Merve dedim, yok onlardı, değildi derken, aaa olacak şey değil dünya küçük işte, Barbaros bu, diğeri de annesi Merve. İdil bir koşu Barbaros’a sarılıp kaptı, herkes şaşkın. Meğerse onların bir arkadaşı da aynı sitede eve tutmuş, o gün de onları oraya davet etmişler. Biraz sonra Atilla’da çıka geldi. Ne güzel oldu. İyi muhabbet, sonra Mehmetler de geldi, olay büyüdü.
Bir müddet sonra Barbaros kayboldu, aramalar yapıldı, dağılıp arandı, falan filan derken bu sefer de Barbaros bulundu tekne kayboldu… Ama Mehmet ve Nalan’ın tüm aile eşrabı da kayıp Allahtan. Tahmin ettik bunlar karambolde açılıverdiler diye. Anca öğleden sonra dönebildiler. Bu arada Barbaros’un kaybolmasından ve oranın çok gürültülü ve kalabalık olduğuna hükmeden Merve hemen Gümüşlüğe dönmeyi istedi ve onlar gittiler. Atilla’da o sabah bir sürü taze balık almış akşam bizi yemeğe davet etti.
İdil de hep tekneyle Gümüşlük’e gitmeyi istiyordu. Bizim planlara aslında süper uymuyor ama olsun. 4 gibi çıktık, kısa yol değil, en az iki saat yani. Yelken ve bazen motor 6 gibi vardık, alışverişi de Gümüşlükten yapmayı planlıyoruz. Atilla’nın teknesi Cool Breeze de orda, ona yakın bir yere demirledik, içerisi tekne kaynıyor bu arada, tekneler koyun ağzından taşacak neredeyse, öyle bir durum var. Ama müthiş korunaklı harika bir koy. Zamanında Mindoslular mesken tutmuş buraları, dolayısıyla hesapta sit alanı göya buralar, ki Allahtan öyle, bir de sit alanı olmasa ful ağzına sıçılır buranın, koyun içini bile betonla, siteyle doldurur bu yağmacı zihniyet. Şu anda ağzına sıçılmışlıkla sıçılmamışlık arasında bir nokta. Bir de son senelerdeki tarihinde önemli olay Nurettin Ersin Paşa durumu. Mindoslular gibi o da burayı mesken tutmuş, kendi çapında sit alanı oluşturmuş. Nurettin Ersin, Kenan Evren’in devresi, 12 Eylül’ün önemli paşalarından, şimdi kendisi sizlere ömür. Atillaların kaldığı evde Nurettin Paşa’nın meşhur evi, varisleri kiraya veriyormuş artık.
Neyse allah rahmet eylesin, adamcağızın evinde Atilla’nın yaptığı süper balıkları ve zeytinyağlı fasulye, barbunyaları keyifle mideye indirdik.