29 Eylül 2008 Pazartesi

Türkbükü-Lipsi



Türkbükü-Lipso
Sabah hava gayet güzel. 06.00 gibi Haldun kalkınca ben de uyandım. Motoru çalıştırıp çıktık. Baştan demir kıçtan kara iken, çıkışta ben demiri çekmektense motorla çıkmayı tercih ederim hep. Zincir pervaneye dolanmaz. Neta olarak iki tekne arasından çıkılır, sonra zincirin boşu alınır. Temiz manevradır. Rota 270W. Olta suda, açık deniz geçeceğimiz için, kalamar fly-jet, büyük balık için hazırladığım sistemi kullanıyorum. Daha Gündoğan’ı yeni geçmiştik, Gemi Taşı’na gelmeden çıkrık makinedeki o malum sesle kırmızı alarm durumuna geçtik! Yine bir av, yeni bir av… Yaklaşık 1 kg kadar bir palamutu usulünce tekneye aldık. Belki de bir sürüydüler, biz tekini aldık. Olsun. Seyahat bereketli başladı, hadi bakalım.
Hava gittikçe açtı, bulutlar dağıldı. Uzaktan Leros, Kalimnos daha güneyde Kos gözüküyor belli belirsiz. Rüzgar hafif, deniz batılı, motordayız. Otopilotumuzda sorun var. Hep olan bişey. Bizdeki Autohelm 2000, eski bir elektrikli, pusula ünitesi ayrı biryerde olan, basit bir model. İki yerde sorun çıkartıyor. Elektrik bağlantısı veya hidrolik pistonu tekneye fikse eden bölüm iki kronik hastalığımız, ya biri bozuluyor, ya diğeri… Tekneye olan fiksasyonu bildiğimiz paslanmaz hortum kelepçesiyle sağlıyoruz, arada bir kelepçe kırılıyor. Bu seferki de aynı sorun. Kelepçenin kemeri iyi de mekanizması çalışmıyor daha doğrusu kaydırıyor gibi, kemeri adapte etmek zor iş. Yeni bir kelepçe alıp kemerinden çıkarttık. Eski kemere taktık, sıyırmıyor gibi, mekanizmayı yağlamayı unutmamak lazım. Sıktık, oldu. I did, it happened!
Rota 290-300 batı, motordayız. Motor seyri iyi, boşalmış aküleri şarj ediyoruz, mazotla ilgili derdimiz yok. Uzakta deniz yüzeyinde belirsiz bir cisim gözümüze ilişiyor. Batık bir bot gibi, anlaşılan içinde kimse yok. Yaklaşmaya karar veriyoruz, gri renkli 5-6 metre boyunda, tahtaları eksilmiş bir bot. Alalım almayalım tartışması. Ne işimize yarayacak zaten soruları, sonuçta almıyoruz. Ne doğru bir seçim yaptığımızı zaman gösterecek! Lipso’nun güneydoğusundayız, birçok sığlıklar ve kayalıklar var. Dikkat etmek lazım. Lera Lipso denilen koya giriyoruz. Koyun doğuda olanı çok etkileyici değil. Ortada tepenin üstünde bir karavan uzaktan farkediliyor, sahilde çadırlar ve kampçılar, aradaki koyda bazı tonozlar, sahilde bir yol ve kitaba göre bir taverna mevcut. Gitmedik bilmiyoruz. Batıdaki koy daha hoş 5-6 metreye funda demir. Sahilde çıplaklar kampına ait görüntüler, halbuki limanın girişinde nudizmin yasak olduğu büyük harflerle belirtilmiş!
Balığı ayıklarken, kafasını kestikten hemen sonra denize düşürdüm. Altımızdaki 4 metrelik suda, kafası kopuk bir palamut var! Soyunduk, daldık mecburen. Elimde kafası kesik, içi temizlenmiş balıkla su yüzeyine çıktım... Dışardan bir gören olsa, avlanma becerime hayran olurdu şüphesiz! Takoz kesip, fırına verdik. Yanında roka salata, beyaz şarap. O kadar erken kalkıp, o kadar yol yapınca, üstüne o kadar da güzel yemek olunca hepimizi uyku bastırdı. Uyuduk. Nedense bir terör haliyle uyandım. Bilenler bilir, uykuda yürürüm. Tıpta somnanbulism dedikleri hastalık… Bu sıralarda fare terörü var! Kanımca fare, bir tekne sahibinin başına gelebilecek, MOB ve yangından sonra en kötü şey… Geçen yaz gittiğimiz Levitha adıyla bilinen Yunan Adasında bulaştı bu yeni fobi. Bizdeki Bodrum-Orak Adası misali, bu küçük hayvanlar açısından meşhur bir yer. Biz de 2 gece kalmış, demirlemiştik. Zaten çok sevimli bir ada değil, sahile koltuk almamak için yapmadığımız cambazlık kalmamıştı. O gün bugündür, fare terörü kafamda iyice büyüdü, alladım pulladım, her gece olmasa da arada bir kabusuyla uyanıyorum… Nedense? Etrafa bir koşturdum, baktım fare mare yok. Sakinledim. Millet hafif bir uyanır gibi oldu, ama ben sakinleyince onlar da tekrar yattılar, uykuya devam. Ama ben de kaçtı bir kere! Ne yapacağız? Hemen bir liste yaptım, teknedeki eksikler: Nedir?
1-Tuvalet. Tuvaleti daha yaz başında kendim değiştirmiştim. Yazın, 3 ay sorun çıkarmadı. Şimdi geriye tepiyor. Yolda zeytinyağı döktüm, çamaşır suyu döktüm, pis su tankını tamamen boşalttım, vanasını kapattım… Olmadı da olmadı. Sökmeden olmayacak belli. Buralarda tamir takımını bulamam. Marinayı bekleyecek, mecbur.
2- Irgat. Motoru çok iyi çalışıyor, yeni bakımdan geçti. Atölyede, tamamen dağıtmıştık. Fakat kavaletası sıkışmış. Kavaleta bronz, mil paslanmaz, fener ise alüminyum. Farklı metaller birbirleriyle temas ediyorsa ve ortamda deniz suyu varsa sonuç belli! Bilinen en başarılı yapışkan-Japon dahil- böyle bir bütünlük sağlamaz! WD40 sağolsun, çekiçle, ileri geri, çektirme ile asıldım. Milden çıkarttım hepsini, uygun gresle mili, kavaleta iç yüzeyi ve fener yuvasını yağladım. Güzel çalıştı.
3-Demir feneri. Ampul yok. 20A, 12 V, şaşırtmalı tırnaklı, tek duylu bir ampul. Yedeğim yok. O da bekleyecek.
4-Tekne içine su geliyor ama nereden anlamıyoruz. Su deposunun güvertedeki girişinden olduğunu en son gün Kuşadası’nda belli oldu. Sadece iskeleye yatınca oluyor, depo kapağı solda. Hep soldaki koltukların altında su var. Önce aynı yerdeki tatlı su deposundan sandım. Tadınca hemen anladım kullanma suyu olmadığını. Depo kapağını söktüm, altına gelcoat filler, (elimde o vardı, aslında Sika 395 daha iyi, hem doldurur, hem ıslanınca bozulmaz hem de yapıştırır) fakat gayet sağlam oldu.
5-Bumba bağlantısı kırık. Gökovada kırılmıştı. Zaten orjinali değil. Sağolsun Beneteau, ilk kırıldığında 400 Euro istemişti. Atölyede biz adapte etmiştik, 2 yıl işe yaradı ama yine kırıldı. İplerle yeni civatalarla yaptık bişeyler. İşe yarıyor gibi, şimdilik. Bakalım. O da İstanbul’u bekleyecek mecbur.
6-Genova ikinci gurcata üstünden yırtık ama çok yük binen bir yer değil. Fırsatını bulursam, ben de dikerim. Yapışkanlı bant ve bir dikiş setimiz var. Zamanında çok dikmişliğim var. Ama zaman bulmak sorun bu iş için, hele böyle bir tatilde. İşi bilen bir yelkenciye vermek daha akıl karı. Bu tarz bir iş için yaklaşık 30-40 YTL alıyorlar. Zigzag dikiş olmasına dikkat etmek lazım.Rüzgar 5 kuvvetinde, batılı-karayel esiyor. Koydan demir alıp, limana girmeye karar verdik.
Lipso küçük yerleşimi olan, bir balıkçı adası. Doğası hoş. Görmeye değer. Yazları bile çok popüler değil. Mendireğinde elektrik-su bulmak mümkün, hemen yanda mazot var. Güneyli havalara açık. Kötü tarafı mendireğin altı boş olduğu için, biraz solugan alıyor. Güneyli esiyorsa girişte sancaktaki koy uygun. Girişte solda yeni bir yüzen mendirek yapmışlar. Açıkdenizden gelen, küçük bir yelkenli var, İtalyan bandıralı. Koya girerken yanından geçtik, kötü hissettim, sanki onun hakkını alacakmışız gibi. Çabuk neta olduk, usturmaçalar, kıç halatları, baştan demir, iki yelkenli arasına girdik. Rüzgar sert, iskele kıç omuzluktan esiyor. Önce o tarafı sabitledik. Uzun zincir döşedik liman içine, ama görünen ne sağa ne sola çapariz vermedik gibi. Solumuzdaki teknenin güvertesinde bir kız, elinde kitap, bir yandan okuyarak bir yandan da bizi seyrediyor. İnsan kalkar bir yardım eder, hadi geçtim “hello-mello” der… Hiç istifini bozmadı. Önce anlamadım.
Bir süre sonra, rüzgar iyice üstüne koymaya başladı. Koca tekne -43 feet Dufour Classic- bize doğru ciddi yaslanıyor. Belli ki bir bareboat. Akşam oldu artık, kamaradan bir tip çıktı: MÜJDE! Kaptanımız slip mayosu olan bir Alman! Kesin sorun var, dur bakalım başımıza ne gelecek?Sahneyi şöyle tarif edeyim:
"Afrika Kraliçesinde havuzluğunda bendeniz aynı Humphrey Bogart tavırlarıyla, denizleri aşmış-gelmiş edalarla, kafamda tuz lekeleriyle bir dandik, siyah şapka, Elimde Monte Cristo Cigarillo, gözlerimi kısarak dumanı üflüyorum sert rüzgara-eskiden beri içime çekemem illeti, ama bunu Alman mürettebat bilmiyor- Demirim zıpkın gibi tutmuş ya, kanal denizcilerini küçümseyen gözlerle süzüyorum! "
Neyse bunlar, yani Alman mürettebat, sorunu çözmek için Captain Major’un verdiği emirlerle sağa sola koştular, bazı halatların boşunu aldılar falan ama nafile! Bence sebep belli: Demir tutmamış. Kıçtankara olmuş teknede eğer demir tutmadıysa yapılacak sadece 2 şey vardır. Teknenin kıçını sağa sola çekmek, oradan buradan açmaz almak hiçbir işe yaramaz. Ya çıkıp tekrar demir atacaksın ya da demiri tutmuş ve ikinizi birden tartacak bir başkasına bağlanacaksın. Diğer bütün Büyük Kaptanlarda olduğu gibi amiralimiz, çıkıp tekrar demir atmayı gururuna yediremiyor ya da daha kötüsü beceremiyor ki bu daha da ciddi bir problem! Dur bakalım gece nelere gebe? Görünüşe göre elektrik alamıyoruz. Su yarın sabah, şimdilik ihtiyaç yok zaten. Limandaki tavernalardan birine yemeğe gitmeye karar verdik. Alternatifler rıhtımda Iannis, hemen köşede Calypso ve yukarda Manolis. Biz üstü kapalı taraçası olduğu için Calypso’da karar kıldık. Zaten tekneden çok da uzaklaşmak istemiyoruz. Mezeler fena değil, ana yemek limonlu tavuk, beyaz şarap karaf (yarım litre), caciki, cheese saganaki ve tabi ki greek salad. 4 kişi toplam 35 Euro, makul.
Lipso limanın hemen karşısındaki Bakery’si ile meşhur. Adalarda benim gördüğüm tartışmasız en iyi fırın! Akşam ilginç dizayn banklarında kahve, apple pie, cookie ve metaxa-ama maalesef 3 yıldız!- Gece tekneye döndüğümüzde bizim gestapo şefi, eli belinde hala etrafı kolaçan ediyordu. Hafiften gözgöze geldik ama bir yorum yapmadım. Rüzgar 30 knotlara gelmiş oturmuş. Ama biz sapasağlam duruyoruz. Yattık uyuduk, ama bütün gece çarmıklarda uğultular, mandarlarda şakşakları dinledik.