24 Mayıs 2009 Pazar

Bozcaada Liman-Ayazma

Bozcaada
Ertesi gün çok güzel bir ilkbahar sabahına uyandık. Nalan ve Ömer’in de dahil olduğu ekibin bir kısmı, arabayla Ayazma Plajı’nda Vahit’in Yeri’ne karadan giderken, biz Lotus’la denizden geçtik.Ada’yı bilmeyenler için söylüyorum, güneydoğuda Mermer burnu üzerindeki feneri bordaladıktan sonra Akvaryum diye bilinen koy vardır. Aslında bu bir küçük yarımadayla ayrılmış, iki koydan oluşur. Denizi gayet hoş, burna yakın olan koya demirlemek gayet uygun, dip kum.Adanın güneydoğu burnundan, batısına kadar olan güney sahili, döküntüler açısından oldukça tehlikeli bölgeler. Sırasıyla Ayazma-Sulubahçe ve Habbele sahillerinde yerleşim var. Hepsinin sahilden yaklaşık 300-400 metre açığa kadar uzanan döküntüler sebebiyle, girişleri tehlikeli. Gece girmeyi tavsiye etmem. Gündüz işaret şamandıraları var, onları kollayarak ve çok yavaş yolla pruvada dibi gözetleyen biri yardımıyla içeri girmek, ve 3-4 metreler kum zemine demir atmak bu mevsimde mümkün ama yaz döneminde pek hoş gözle bakılmıyor. Habbele’de bu daha kolay bir uygulama.Vahit’te güzel bir öğle yemeği yedikten ve tuzlu suda gereken “salamura” prosedürünü gerçekleştirdikten sonra tekneye atlayıp, yelkenle limana geri döndük.Akşamüstü programında, adanın Batı ucunda, arkadaşlarımızın evlerine misafir olduk. Adanın bu gözden uzak köşesi, elektrik üreten rüzgar enerji santrali sonrasında popüler oldu. Yavaş yavaş yaygınlaşan ve tekrar eski güzel günlerine kavuşan bağcılık, düzgün ve göz hoş gelen bir yerleşimin adanın hem kültürüne hem de mimarisine hakim olduğunu görmek, doğrusu hepimizi çok sevindirdi.Bu konuda yaz-kış adada yaşayan ve bu işe emek veren birçok aklı başında isim var. Hepsini ayrı ayrı tebrik etmek lazım.Türkiye’nin hiç köyü olmayan bu tek ilçesinin, yurtdışında “en iyi tatil yapılacak adalardan biri” seçilmesini sanıyorum bu kişiler ve onların etraflarına yaymaya çalıştığı bu ada kültürü sağlamış. Hepsini tek saymak mümkün değil ancak Corvus Şaraplarının sahibi Reşit Soley, Bozcaada tarihi ve kültürü konusundaki birikimiyle Hakan Gürüney, Rengigül Pansiyon’un sahibi Özcan Germiyanoğlu ve Kayıkias Hotel’in sahipleri Handan ve İsmail Beydilli’nin isimlerini anmak istiyorum. Adanın gelişmesinde büyük emekleri olan Ferhat Bey ve bizi evinde ağarlayan Dr. Aziz Kaya’ya da hem teşekkür eder hem de yaptıkları işe hayranlıklarımızı burada belirtmek isterim. O akşam, Batı fenerine yakın, ada yapımı şaraplarımızı yudumladıktan sonra merkeze dönerek, Balıkçı Barınağı’ndaki Yosun Restaurant’a oturduk. Ada’nın bu oldukça turistik yerinde, sanıyorum bu yukarda ismi geçen kişiler sayesinde çok iyi ağırlandık ama turist muamelesi görmek de, özellikle civcivli yaz aylarında çok mümkündür diye düşünmeden edemedim.Ertesi sabah yine mükellef bir kahvaltı sofrası bizi karşıladı. Sabah 7’deki vapura yetişemeyeceğimiz geceden belliydi ama sofra yüzünden neredeyse öğle vapurunu da kaçırıyorduk. Karşılıklı iyi dilekler ve kucaklaşmalardan sonra, arkamızdan sokağa dökülen “su” ile, deniz yoluyla geldiğimiz bu adadan ve güzel insanlarından istemeye istemeye kara yoluyla ayrıldık!Harika bir haftasonu oldu…Teşekkürler Ömür çifti!

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Çanakkale-Bozcaada

Bu seyahat çok sevdiğimiz dostlarımız Emel ve Mehmet Ömür çiftinin, Bozcaada'da gerçekleştirdikleri evlilik yıldönümüne isabet etmesi sebebiyle düzenlendi. Çok sevdiğimiz bu coğrafyayı, her yerin yemyeşil olduğu, gelinciklerin yamaçları kapladığı, bu ilkbahar döneminde tekrar görmek fırsatını da kaçıramazdık...
Ekip Emel-Mehmet Ömür, Selma-Melih Ömür, Nalan-Ömer Deniz "Paşa" ve Bendenizden oluşuyordu. Lotus bir önceki hafta Erol Ağabey ve Ömer Kırcal tarafından, “YAZA MERHABA ETKİNLİĞİNİN” devamında Çanakkale’ye götürülmüştü zaten, kendilerine ne kadar teşekkür etsek az. Marina’ya koymuşlar, Erol Ağabey sonradan harika bir seyir yaptıklarını anlattı, arkadan gelen sert rüzgar ile çok kısa zamanda o koca yolu yapmışlar. Sağolsunlar yolda tekneyle ilgili birçok eksiği gidermiş, tamirat yapmışlar. Lotus’un formunda olduğunu, misafirlerini beklediğini söyledi.
Sabah erkenden yola çıktık. Önlü arkalı iki araba gidiyoruz. Ömer yolda hemen hiç sorun çıkarmadı. Istanbul Gelibolu yeni yol yapımlarıyla hemen tamamı çift yol olmuş. Dolayısıyla gayet rahat bir yolculukla sağsalim vardık, sadece Tekirdağ girişinde yeni çevreyolu düzenlemesi ile bir süre çalışmanın içinden geçiliyor, toz-toprak falan ama kısa bir süre, bereket uzun sürmüyor. Malkara civarında bir mola verip, çay içtik. Gelibolu'ya saat 10.30 gibi vardık, sadece Koru dağından inişte radar kontrolü vardı, biz yakalanmadık. Koru dağını aşıp Ege'yi uzun süre sonra tekrar karadan görünce doğrusu çok heyecanlandım, hani Bodrum girişinde Balıkçının dediği gibi, "yokuşbaşından ilk defa Ege'yi görmenin" verdiği gibi bir haz içimi ısıttı! Biz Çanakkale'ye geçerken hemen her zaman Gelibolu'yu kullanıyoruz. Buradan buçuklarda kalkan feribot Lapseki'ye geçiyor. Araba 24 TL. Bir de hemen yanından kalkan özel motorlar var, birazcık daha kısa sürede geçiyorlar, saatleri yok, dolunca kalkıyorlar ve Lapseki'nin 4-5 km kadar kuzeyinde Çardak Limanına yanaşıyorlar. Parkı şusu busu çok az daha ucuz, birkaç TL fark var. Yaklaşık 25-30 dk da karşıya geçtik. Lapseki-Çanakkale arası, Gelibolu-Eceabat arası yola kıyasla daha düzgün, az virajlı dolayısıyla daha kolayımıza geliyor. Çanakkale'ye iner inmez, şehir içinde, limana çok yakın Yalova Restaurant'a oturup öğle yemeğine geçtik. Her açıdan gayet başarılıydı.

Lotus yine formunda, o kadar kişiyi ve özellikle Ömer "Paşa" nın yerleşmesi haliyle bayağı meşakkatli bir iş... )) Kazasızca hallettik. Bu aşamada yeri geldi, biraz da teknede 4-5 aylık bir çocukla neler olur-neler olmaz konusunu konuşmakta yarar var sanırım. Şahsi fikrimiz, aslında bu yaşta bir çocuk teknede çok zorlanmıyor, asıl zorlanan anne ve babalar! Yoksa tekne yaşantısı iyi hazırlanıldığında, süreler ve şartlar çok zorlanmadığında herkes için çok keyifli olabiliyor. Ama diğer birçok konuda olduğu gibi asıl yük annelerin omuzlarında, dolayısıyla belki bu kısmı Nalan’ın ağzından dinlemek, benim anlatmamdan daha iyi olurdu ama benim şahsi fikrim, çocuklar, etraflarındaki tüm elektriği (ister iyi-ister kötü olsun) çok rahat algılıyorlar. Eğer anne-baba ve etrafta kim varsa rahatsa, onlar da rahat oluyorlar. Yoksa bir çocuğun esas ihtiyacı olan yemek-uyku ve tuvalet ihtiyacını giderdikten ve ona rahat edeceği ortamı sağladıktan sonra fazla sorun yaşanmıyor, yani en azından biz yaşamadık. Yeğenlerimden ve arkadaşların çocuklarından, Lotus’ta yaşadığımız tecrübeler ışığında okul çağı çocukları için tekne yaşantısının çok zevkli, çok değişik ve aslında düşünüldüğünden kolay olduğuna inanıyorum. Denizin zor şartlarına çocuklar birçok anne-babanın olduğundan çok daha kolay adapte oluyorlar. Belirtmeden geçemeyeceğim, bence deniz tutması bir yetişkin hastalığıdır! Şimdiye kadar deniz-domuz şartlarda, 2 metre dalgada deniz tutan ve kusan çok az çocuk tanıdım. Genelde hepsi, özellikle de motor çalışıyorsa uyuyorlar. Ancak o şartlarda istemeden de olsa kalınırsa, tekne içinde veya güvertede çocuğun düşmemesine ve güvende kalmasına azami dikkat etmek lazım. Tekne içi yaralanmaları ve denize düşme olayları çok ciddi sonuçlar doğurabilir.
Şimdiye kadar ikisi uzun, üçü kısa-kısa günübirlik, toplam 5 deniz seyahati yaptık. Lotus’ta Ömer “Paşa” nın ihtiyaçlarının hemen tamamı depolanmış vaziyette. Bezler, alt değiştirme yatağı -ki bunu normal yatak olarak da kullanıyoruz, kenarları yüksek olduğu için daha güvenli- çeşitli battaniyeleri, kremler, temizlik malzemeleri vs ancak şimdiye kadar çözemediğimiz tek bir sorun vardı! BANYO! Bir kez sağolsun Caner Korsan sayesinde Mira'da, bir kez de Lotus’ta yaptığımız uzun seyahatlerde, belki evdeki gibi hergün değil ama 2 günde bir banyo yaptırma ihtiyacı doğuyor. Bunun için bir çamaşır leğeni ile başta çözüyorduk! Hemen her yerde bulunan ve 4 ila duruma göre 6 TL arasında fiyatlara rahatlıkla temin edilen bu plastik leğenler-ki biz genelde kırmızıyı tercih ediyoruz -tekne içinde banyo yapmak gayet kolay. İyi tarafı giderken yanımızda da götürmüyoruz, taşıma sorunu yok! Ha arkamızdan o 1 metrelik kırmızı leğeni ne yapıyorlar, ben bilmem! Caner Korsan’a sormak lazım. ))

Tekneyi Çanakkale gibi limanlara ya da benzer marinalara bağlarken, çok özel bir durum yoksa kesinlikle elektrik almıyoruz, içerdeki her türlü elektrik çekecek şeyi kapatıp, both şalteri off konumuna getirip tekneyi öyle terk ediyoruz. Buzdolabının içini boşaltıp kapağını açmayı unutmamak lazım tabii. Birkaç kez nahoş tecrübeler yaşadık, kablo çekiliyor, aküler bitiyor. Tekne içine 220 volt girmesi ayrıca bir sorun. Genelde de her tarafı kilitleyip anahtarı ya güvendiğimiz şehirden birisine ya da marina ön büroya veriyoruz. Çanakkale'de sağolsun Zekeriya Ağabey (tanıdığım en sağlam balıkçılardandır), tekneyle ilgilenmiş. Onunla buluştuk, biz tekneyle Ada'ya geçerken, o ve bir arkadaşı da karadan arabaları Geyikli İskelesine getirecek. Aslında Ada'da arabaya ihtiyaç yok ama yine de dönüş için kolaylık olur diye düşündük, nitekim öyle de oldu. Çanakkale Marina günlük 50 TL istiyor, biraz indirim yapıyorlar, kredi kartı kullandırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ciddi uyanıklık söz konusu, eskiden beri hazetmem! Pişman olarak ayrıldım bir kez daha!

Çıkışımız öğleden sonrayı buldu. Hemen Kilitbahir tarafına vurduk, hafiten 3 Bofor bir lodos var. İnişte Avrupa, Seddülbahir-Kilitbahir arası ciddi akıntı arkadan destek oluyor, (kuzeye) çıkarken kesinlikle Asya yakasını takip etmek uygun olur, Kumbağ burnundaki sığlıklara dikkat ederek kıyıya yaklaşmak akıntının etkisini azaltıyor, zaten gemi yolu da bu şekilde. Onları takip etmekte yarar var. Bir diğer husus da Çanakkale'ye kuzeyden girerken. Nara burnunda malum ciddi akıntı var, aşağıdan gelen tankerler burada yaklaşık 100-120 derecelere varan manevralar yapabiliyorlar. Burun askeri bölge, sahilde metruk binayı görmek gündüz vakti gayet mümkün. Hemen önünde bir fener ve karayla arasında geçişe izin vermeyecek kadar sığ bir su var. Aynı sırada Boğaz'ın neredeyse ortasına kadar ilerde, bir diğer lateral ışıklı şamandıra daha var. Bunların aralarında 6-10 metre civarında derinlik var, geçilebilir. Gelibolu tarafından gelişte, biz tercihen Nara'ya yaklaşmadan önce geçiş yolunu dik keserek, Asya tarafına geçiyor ve kıyıya çok yakın seyrederek bu iki işaret arasından geçiyoruz.
Burnu döndükten sonra, Liman'a kadar olan bölgenin hemen tamamı yine askeri. Önlerinde neredeyse 5-6 metre eninde, toplam 3 adet devasa metal şamandıra var ve işaretli değiller, özellikle gece dikkat etmek lazım. Liman girişini şehrin ışıklarından bulmak zor olabiliyor, yanaşan feribotlar ve Kilitbahir'e geçen motorların ışıklarını takip etmek yararlı olabilir. Marina ticari limanın hemen kuzeyinde, girişi de kuzeye bakıyor ve çakarla işaretli. Biz seyrimize devam edelim...


Abide'yi usulünce bordaladıktan ve Mehmetçik fenerini geçtikten sonra, zaten ufukta belirgin Mavri (Tavşan) adası ve Bozcaada'ya doğru rota tuttuk. Hava sıcak, akıntının hızıyla, normalde çıkışta 6 saat kadar süren bu yolu neredeyse yarı zamanında alacağımız önceden belli, Mavri’de durup "şehir elektriğini" suya verme fikri herkes tarafından kabul gördü. Yörel olarak Mavri diye bilinen, coğrafi adı Tavşan Adası olan, üzerlerinde yerleşim olmayan toplam 4-5 kayalıktan oluşan bu adalar, boğazın hemen çıkışında, Bozcaada yolunun hemen yarısında etrafa serpilmiş, balık ve sualtı yönünden zengin, doğa olarak fakir ada topluluğudur. En büyüğünün üzerinde bir fener var. Bazılarının aralarında ciddi sığlıklar ve döküntüler mevcut. Dikkatli geçilmesi tavsiye edilir. Özellikle yaz aylarında oldukça hızlı bir akıntı hakim. Kuytuda demirleyip (36º 55' 53" - 26º 03' 39"), rahatladıktan sonra, ayıptır söylemesi İskoçya’nın Islay bölgesinden özel getirtilmiş Bowmore’dan ağzımızı ve midemizi tadlandırdık. Gündüz vakti bu ağır yükü vücudun kaldırması için, teni hafif tuzlamak amacıyla, Kuzey Ege’de sezonu ilk defa açtık!


Sonra ver elini Bozcaada liman. Sağolsun, Rengigül Pansiyon’dan Özcan hanım bizi mendirekte bekliyordu. Ada insanının, onu ziyarete gelenler hakkındaki duygu-düşüncelerini küçüklüğünden beri hiç unutmamış birisi olarak söylüyorum, bunu en iyi yazıya döken tartışmasız Hüsam'dır (Özenç)… Okunması tavsiye olunur…bkz. http://www.gezginkorsan.org/forum/index.php/topic,2482.475.html
Bozcaada limanı , henüz sezon başlamadığı için çok kalabalık değil. Uygun bir yere kıçtan kara olduk. Arabalı vapurun da girdiği bu liman, dibi kum, mendirekte su ve elektrik bulunması her mevsim mümkün, boğaza giren ya da çıkan yatların popüler uğrak yerlerinden. Mazot ikmali, hemen sahil güvenlik botunun yanında. Liman girişi, 3 yıl kadar önce kış mevsimindeki büyük bir fırtınada dalgalardan yıkılana kadar, bir fenerle işaretliydi, halen bir yüzer şamandırayla işaretli (yeşil). Girişi Doğu’ya bakıyor. Hakim rüzgar özellikle yaz döneminde kuzeyli olduğu için güvenle demirlenebilir ve uzun kalınabilir ancak biz Lotus’u Bozcaada’da uzun süre insansız tutmayı pek istemiyoruz. Demirlerken dikkat edilecek husus, uzun zincir döşenmesi ve koltuk halatlarını aldıktan sonra, zincirin boşunun iyice alınması. Demir bir sebeple taradığında kıçtan beton rıhtıma vurmak işten bile değil. Rıhtım uygun olsa da bordalamayı ben tavsiye etmem. Akşam yemeği için hemen Balık Pazarı’na meyledip, ağdan yeni çıkmış 2 iri Lipsos’u torbaya aldık. Kilosu pazarlıkla ve ortak tanıdıklar sayesinde 20 TL.Çok güzel dülger, iri mercan ve böcek-ıstakoz vardı… Biz itibar etmedik. Odamıza çekilip biraz dinlenip kendimize geldikten sonra ve Ömer Paşa’yı ritüeline uygun hazırladıktan sonra, akşam Rengigül Pansiyon’un meşhur masasında, geniş ve mükellef bir sofraya dahil olduk. Özcan Hanım ve O’nun ihtişamlı sofrasından da biraz bahsetmem gerekirse, uzun yıllar Almanya’da yaşadıktan sonra, Türkiye’ye dönen bu humanist, geniş yürekli, sanat ve sanatçı sever hanım, adanın birkaç yıldır popüler olmaya başlayan sokaklarında inanılmaz bir bahçe içinde inanılmaz konuklar ağırlamaya devam ediyor… Rengigül Sanatevi ve şehir dışındaki ağ evi ile hizmet ve servis alanını genişletmiş, çok da iyi yapmış! Her sabah, bahçenin ortasına kadar yayılan devasa masasının her bir köşesini kendi elleriyle süslediği dekorlar ve ev yapımı reçeller ve çeşit-çeşit değişik tadlarla müşterilerine sunduğu, önünde tabelası olmayan “mütevazı” pansiyonunda, hiç de “mütevazı olmayan” kahvaltısının sanıyorum ülkede bir örneği daha yok!Tabela neden yok diye sorduğumuzda, “beni zaten beni tanıyanlar geliyor, tabelama bakarak burayı bulacaklar da hiç gelmesin” dediği pansiyonunda yüksek sezonda yer bulabilmek gerçek anlamda “torpile” ihtiyaç var… Uyarmadı demeyin!

17 Mayıs 2009 Pazar

YAZA MERHABA ETKİNLİĞİ-2009/II

Asmalı-Paşalimanı
Erol Ağabey, Ömer ve Ben

Sabah kalktığımda bir grup erken çıkmış, diğerleri de çıkış hazırlıkları içinde buldum. Selametle ayrıldılar. Limanda bağlı, 8 tekne kaldık. Minibüsle dönecekler, saat 12’de limandan ayrılacakları için onları beklemek biraz da, adettendir pineklemek için kahvaltıya gittik. Planı bozmamaya, köye doğru devam etmeye karar verdik, ama öncesinde Paşalimanı’na gidip bir denize girmek istiyoruz. Hava oldukça hafif, çok az bir Poyraz esiyor.
Arkadan alarak rüzgarı, Koyun adası sancakta kalacak şekilde, kanala girip, Turhan Korsan ve Nusret Korsan’ın teklifleriyle Harmanlı Koyun’da “Mevlana Restoran” daha doğrusu pide fırınının önüne demirledik (40º 29' 11'' - 27º 36' 13").
Hava oldukça değişken, farklı ihbarlar geliyor.Orada geceleme ihtimalimize karşı, Turhan Korsan Araplar köyü tarafına geçerek, benzin ikmalini gerçekleştirdi.Galiba bu saatten sonra buradan çıkıp, özellikle gece geç ya da ertesi gün çok erken saatte geri dönüş yoluna koyulma ihtimaline karşı, Marmara Köyü’ne gitmemeye karar verdik. Bu kararımdan sonradan çok pişman olacaktım ama bilebilmem mümkün değildi. Korsanlar birbirlerine mesafeli, koya güzel bir şekilde yayılmış, demirdeler. Herkes ufak tefek bişeyler ile uğraşıyor. Ben de LOTUS’un altına daldım, etrafı kolaçan ettim. Çok hafif bir sakal var gibi, hafifçe elleyebilsek aslında iyi olur ama vakit yok. Tutye yerinde pervane ile ilgili bir sorun var gibi durmuyor.
ELİCE’nin kıçtan takma motorunu bota takıp koy içinde biraz dolaştım. Demirdeki teknelerin uzaktan fotolarını çektim. Her korsanın elinde, son model, gelişmiş dijital SLR’lerden var bol bol! Çok hoş GK foto albümü oluşturacağız sanırım ))Yan teknelerden Mahir, Ekrem ve Umut bize geldi. Misafirlerimizi usulunce ağırladık. Turhan Korsan sahildeki restoran sahibi Konyalı’nın henüz pide fırınını açmadığını, ustasının da gelmediğini söyleyince alarm durumunda sahile çıktık. “Elimde sadece balık var, isterseniz mangal yakar yaparım” dedi. Teknelerden öte beri getirmek mümkün, ileride bir yerde (galiba Harmanlı’da) zodiacla hizmet veren bir bakkalımtrak lojistik destek sağlamanın mümkün olduğunu öğrenince, “yaparız bişiiler, sıkma canını” dedim adamcağıza!Bu ağırlama işini ciddiye alan, sert görünüşlü, ama matrak bir karakter doğrusu. Bir kere zeki! Şimdilik sorun yok, olanlar olursa nasılsa halledilir.
Umut’la, LOTUS’un bu sene yine yeniden renk değiştirmiş pasarellasına dremelle bir amblem basma işine girdik. Yemek masasının üstüne serip pasarellayı, ahşabı oyduk. Amatörler için bence fena olmadı. İçini boyarsak daha da iyi olabilir, bakacağız. O başka bir sefere!
Yavaş yavaş güneş alçaldı ve akşam yemeğine geçme sinyalleri belirdi, botla çiftleri ve korsanları teker teker iskeleye taşıdık. İskelede gittikçe büyüyen kalabalığı gördükçe, Konyalı’nın gardı düştü… İskeleye kurduğumuz koca masa bile neredeyse küçük gelecek! Herkes oturduğu yerden kalktı, morali bozuk patronun mutfağını neredeyse işgal edecek tarzda, içeriye doluştuk. Herkes işin bir ucundan tuttu. Rakılar teknelerden, balık ve ateş Konyalı’dan, ekmek nerede olduğunu bilemediğimiz bakkalın zodiacından… Sahnenin farklı fotoğrafları var ama, korsan ruhunu bu kadar iyi yansıtan bir başka atraksiyon olabileceğini ben sanmıyorum. Adamcağızın lokantasını resmen işgal ettik. Gelen ihbarları ve farklı görüşleri değerlendirdikten sonra, sabah erkenden, saat 04.00 gibi demir alıp kuzeye yollanmaya karar verdik.

(Ömer Kırcal Korsana Fotoğraflar için çok teşekkürler)



16 Mayıs 2009 Cumartesi

YAZA MERHABA ETKİNLİĞİ-2009/I


Kalamış-Asmalı
Ekip: Erol Ağabey, Ömer Kırcal, Kaan Paray, Murat İçmez arkadaşı Meryem ve Ben

Nalan son dakikaya kadar karar veremedi, Ömer ile çok gelmek istiyorlardı ama vazgeçtiler.
Bugün büyük gün. Günlerdir aylardır hazırlandığımız “Yaza merhaba Etkinliği” için tüm detayları halletme endişesiyle bir gün geçirdim. Hafta başından beri zaten Lotus için ciddi bir hazırlık vardı. Çünkü o Marmara Adasından dönmeyecek, aşağıya devam edecek.Yaz için kıç demiri mekanizması, 75 metre yüzer halat, bir takım eksik kilitler, at nalı can simidi, flama eksiklikleri falan tamamlandı. Her şey hazır gibi.İşten erken çıkıp akşamüstü saat 5 gibi tekneye geldim.
Ponton oldukça hareketli, B6’nın ilk üç teknesi ELİCE ve PİA da etkinliğe katılacak. “Komşu” Cem son dakikada gelebileceğini bildirdi. Toplam sayı son değişikliklerle 16’da henüz, belki ertesi gün yola çıkıp gelecek, 2 tekne daha olabilir. Henüz belli değil.
Hareket saati 22.00. Kalamış koyunda buluşup konvoy halinde yola çıkacağız. Telefon hiç susmuyor, tüm tekne reislerini seyahatin heyecanı sarmış durumda. Erol Ağabey her zamanki “bişeycik olmaz” deyip duruyor…Tekneyi derleyip topladım, dolapları yerleştirdim, kış boyunca kullanılan ama yazın raflara kalkacakları yerleştirdim. Teknenin içi zaten tertemiz gibi, yeni bitirdiğimiz vernikler pırıl pırıl parlıyor. Umuyorum hep böyle kalırlar! Gece seyrinde 6 kişi olacağız, Meryem ile Murat’a ön kamarayı verdik. Ben zaten hemen hep içerde harita başında olacağım, Ömer “dışarıda yatarım” dedi, Erol Ağabey’e sormadım bile… O, nerede isterse orada yatar ))
Taner ve Özgür Evren bizden yaklaşık 1 saat kadar önce çıkıp rota tutacaklar.
Cebimde herkese dağıtmak için oluşturduğum, telefon listesi var ama vakit kalmadı, kimseye veremedim. Haldun son dakikada yetişti ve LogBook’ları getirdi. Bizim alışveriş yapmamız lazım, Migros’a yöneldik! Mazot takviyesi için, istasyon- kapanış saatini ileri çekmiş olmamıza rağmen- her an paydos edebilir-, Haldun ve Kadir’i bu iş için yolladık. Haldun üstünde, işten gelmiş takım elbisesi ve mokasen ayakkabılarıyla komik bir tablo oluşturuyorlar. Dediğine göre mazot alırken başka teknelerden “saat 10 da çıkıyoruz değil mi?” gibilerinden soruları duymazdan gelmiş )) Kim olduklarını bilmiyorum ama muhtemel beni tanımıyorlar, ama Haldun’u kıyafetlerle görüp de “yeni komodor bu işi çok ciddiye alıyor galiba” diye düşünmedilerse sol kolumu veririm )))Neyse son dakikada Develi’den lahmacun keyfi, Cem Gür de geldi. TAYOMAR, UÇARI ve İPEK ile beraber arkadan gelecek ekibi oluşturacaklar, gece yarısına doğru çıkıyorlar. Bizim grupta her şey hazır gibi, palamar çözdük, yollandık…Güle güle Kalamış!
Cemil her sene olduğu gibi arkamızdan el salladı, selametler diledi…Bir an hüzünlendim, nedense?
Neyse önümüze bakalım...
Telsizler kanal 72’ye ayarlı. Marina çıkışında beklediğini bildiğimiz tekneler var, bir tanesi MacGregor. Turhan Akman son dakikada eşi ve kızıyla katılmaya karar vermiş ve beni birkaç saat önce aramıştı. “Yer kaldı mı?” diye sorunca, “son bir kontenjan var, sizin için saat 21.59’a kadar opsiyon verebilirim” demem üzerine kahkahayı basmıştı ))
İlk onu gördük, teknenin adı SHE. Sonra teker teker diğerleri geldi. Umut’tan son tekne olmasını ve arkayı kollamasını rica ettim, kırmadı kabul etti. Boğaz’dan gelen BSEA ile ekip tamam oldu, anonsumuzu yaptık ve rota 210 yola koyulduk.
Gemi trafiğinin güneyinden seyredeceğiz, zaten çok fazla ve tehlike yaratacak kadar çok gemi de yok pek. Eski yıllara göre bayağı azalmış durumda.Koyun açığındaki kardinali, geçer geçmez, bir ara, körfezden gelen hafif bir rüzgar yakaladık, hemen genova açtık. Bu hem görünmeyi kolaylaştıracak hem de biraz da olsa motora katkı sağlayacak.
Saat başı, telsizden temas ile özellikle görüş alanı dışındaki BUPP ve TALYA ile Pendik’ten çıkıp daha güneyden bir rota tutan BREEZİN ile koordinat alışverişi yapıyoruz. Bizim grupta kimin kim olduğunu bilemiyorum sayınca rakamlar tutuyor, en arkada POYRAZ herkesin kendi önünde olduğunu, düzgün ve problemsiz bir şekilde seyredildiğini söylüyor.Arkaya bakınca görünen ışıklar çok etkileyici… Bir de bunun yüzlerce tekneden oluşan bir filo olduğunu hayal ettim birden, neden olmasın?
İçim kıpır kıpır…
Ömer’in ve Erol Ağabey’in Lotus’ta olması, doğrusu çok güven verici bişey. Kaan da tekne muhabetini bilir. Meryem ve Murat da çok güzel insanlar, bizim için zahmet etmişler hediyeler. Herkes uyumlu… Şimdilik her şey yolunda!
Yavaş yavaş el ayak çekiliyor, yakamozlu suları yaran pervane izi, ve gökyüzünü her zamanki gibi taçlandıran Samanyolu arasında ilerliyoruz, gemi yolunu sancağımızda bıraktıktan sonra, rota 250.Tüm gece Ömer ile beraber dümendeyiz. Ben aralıklarla içeri girip koordinat alıyorum. Eskimiş haritanın üzerine, bunları işlemenin daha kolay bir yolu olmalı ama ne?Buna çalışmak lazım.
Saat 12.00 gibi yola çıkan UÇARI, İPEK ve TAYOMAR’ın telsiz konuşmaları geliyor. Onlarda da sorun yok, daha yavaş ama kararlı bir şekilde peşimizden geliyorlar. Göz teması sağlamak mümkün değil ama telsizle hep temas halindeyiz.Telsiz konuşmalarından halbuki hiç hazetmem ama her ahizeye konuştuğumda arkamdan bana cevap veren bir düzine korsanın güven dolu sesini duymanın insan kalbinde nasıl bir rüzgar estirdiğini anlatabilmem de mümkün değil. Tüm geceyi bu şekilde geçirdik. Sabaha doğru yattım. Vardiya Erol Ağabey ve Ömer’de…
Saat 06.00’da kalktığımda gün ağarmıştı, telsiz teması ve karşılıklı teyitler ile rutin konuşmayı gerçekleştirdik. Görüyor olmamız lazım ama TALYA ve BUPP hala görüş alanı dışında…
Gün ışıyınca her şey daha bir rahatlamış sanki, herkesin sesine yansıyor, hemen arkamızda BELLE ve NAR var, yanımızda TUTKUM ve SHE seyrediyor. Uzakta BSEA olduğunu sandığım bir tekne var. Uzaktan arka grubun direkleri görülüyor. Asmalı adasının yalnız ve gururlu fenerine yaklaşırken, yunuslar eşlik etmeye geldiler, her zamanki gibi! Ama doğrusu biraz geç kalmışlar, ben dün gece gelmelerini hayal ediyordum!Asmalı sağolsun, Hüsam’ın ve adada tanıdıkları sayesinde bizim gelişimiz için hazırlanmış, süslenmiş-püslenmiş!Balıkçı barınağına, büyük tekneler, kıçtan kara oldu. Diğerleri borda bordaya bağlandı.
İlk grubu eksiksiz yerleştirdikten sonra etrafa dağıldık.
LOTUS’da bir dolu iş var. Genovanın güngörmez yakası yine sökülmüş, güneye indiği için canım çok sıkkın, dikmeye giriştim ama altından kalkılacak gibi değil. Bıraktım.
Bu arada Ömer ile Erol ağabey haftalardır bir türlü yapıştıramadığımız hatch kapağının iç fitilini yapıştırdılar. Kaan her zamanki gibi, yine suda ))
Asmalı’yı tavaf etmeye çıktık. Adının Azem mi yoksa Adem’mi olduğunu her sene karıştırdığımız adamcağız bizi görünce sarıldı, kucakladı… Sağolsun gayet hazırlıklılar. Normalde bu mevsimde, Ada’da hele de Asmalı’da pek bir hizmet bulmak mümkün değildir. Ama sağolsun muhtar barınaktaki tekneleri boşalttırmış, bakkal açık, kahvaltılıklar hazırlanmış, zeytinyağı sıkıntısı yok!DENİZKURDU, yaklaşık 44 feet alüminyum, Judel-Vrolick dizayn, yerli yapım bir yelken makinesi! Sahipleri Ata ve Burak Yalkılday kendileri işinbaşında durup yaptırmışlar. Büyük emek harcamışlar, sonuçta çok hoş bir tekne çıkmış ortaya… Erol ağabey ve Ömer ile DENİZKURDU’nu, büyükçe bir balıkçı kayığına bordalattık. Oldukça fazla su kesimi var, ama karşı kıyıda daha rahat olan pontona yalnız başına yollamaya gönlümüz elvermedi.Tüm GK’lar, pontonda yan yana duralım istiyoruz. Son gelenleri de üst üste bağladıktan sonra, etrafımızda koşuşturan çocukların meraklı bakışları altında Erol Ağabey ile beraber mendirekte, rutin av sahamızdaki midyeleri kolaçan etmeye gittik. Sevgili “dalgıç-pompa” Ekrem’den bize bir hayır yok!
Su aslında sıcak değil ama bir süre sonra alışıyor insan, bu vesileyle sezonu da açmış olduk. Midyeler bizi yanıltmadı, hepsi yerli yerinde duruyor. Toplam 60-70 kişi olduğumuz düşünerek 4-5 torba çıkarttık. Ayıklama uzun sürecek gibi. Nitekim… Artık kaşınana kadar her tarafımız midye suyu olduktan sonra, üstümüz başımız kovanın başından kalktık. Yan teknelerden, fırın ve tepsi desteği sayesinde bir kısmını graten yaptık, Rahmetli Rebap Ağabey usulü! Geri kalanları tava! Gerçi benzinli ocağımız yok ama, piknik tüpü de idare eder. ELİCE’den Alp sağolsun, midye servisi ve “tava başı” yeteneği ile servis kalitemizi çok arttırdı. Tüm pontona yayılmış korsanların sanıyorum hiçbirini “midyesiz” aç komadık!
Bundan yola çıkarak ve Turhan Korsan’ın reddedilemez ikna kabiliyeti sayesinde, kahvaltıcıyı, servis için kullandığı tahta masaları bir traktöre yükleyip, pontonda dev gibi bir masa oluşturmayı ve etrafına çöreklenmeyi başardık.Tam bu sırada avdan dönen köyün genci, adını unuttum, kovboy şapkalı badisi ile beraber getirdikleri şıkış şıkır eşkinaları ve sivriburunları mönüye dahil etme kararı aldık. Gidip tarttırdık, pazarlık mazarlık, gencin hakkını ödedikten sonra Azem’i ve daha önemlisi karısını fırını yakmaya ikna ettik!
Sanıyorum şimdiye kadar Asmalı’nın bu mevsimde şahit olduğu en şen şakrak sofrayı kurduk. LOTUS’dan katkı olarak ev yapımı şarap ve her tekne reisine hediye etmek için önceden hazırladığımız Türk Cevizlerinden birer adet getirdim.
Akşam sohbet harikaydı.Bir sonraki gün ve asıl Salı günü artacak kuzeyli hava ihbarını bir araya gelip değerlendirdik. Küçük teknelerin erken çıkmak gibi bir kararı var, sanıyorum. Haklılar…Biz planı bozmadan ertesi gün Marmara Adası köyüne gitmek için, palamar çözeceğiz.Karayoluyla erken dönecek korsanlar da, Batu Göker’in girişimiyle ayarlanan minibüs ve adı Güzel Marmara’mı yoksa Mavi bişey’mi çeşitli polemiklere konu olmuş, gemi seferiyle Istanbul’a vatandaş usulü hasıl olacaklar.
Sohbet bu kadar güzel olunca gece de oldukça yüklü geçti…