15 Haziran 2018 Cuma

Asmalı-Bozcaada

Sallantıyla uyandım. Saate baktım, gece yarısını henüz geçmiş...
Dışarıya çıktım, rüzgar kuzeye dönmüş. Dalgalar henüz kabarmaya başlamıştı.
Ancak tabi tamamen açık bir yerde demirde olduğumuz için tekne ciddi sallanıyor. Sancak-iskele vasat koçboynuzlarına bağladığım meksika şapkası yalpalıklar böyle bir denizde haliyle pek de işe yaramıyor.
Burada sabaha kadar oyalanıp iyice dayak yiyeceğimize bari esmeye başlayan rüzgarın da yardımıyla biraz yelkenle yol alalım diye düşündüm. Nalan'ı uyandırdım.
Demir aldık.
Hemen ana yelkeni açtık, nasılsa yolda işimize yarayacak diye umutluyuz.
Ancak rota sebebiyle rüzgarı tam pupadan alıyoruz. Motor düşük devirde.
Bir üre sonra Nalan yattı. Güvertede yalnızım.
Yelkenlerle oynuyorum ama işe yarar bir verim elde etmek pek mümkün değil.
Önümüzde Zincirbozan bankı feneri ışıldıyor. Onu sancakta bıraktığımız sürece gemi rotasında değiliz. Boğaz'dan çıkan irili ufaklı gemiler bizim batımızdan kuzeye doğru çıkıyorlar teker teker...
2-3 saat daha bu şekilde seyrettikten sonra Nejat geliyor. Gün ışımasına birkaç saat var.
Dümeni ve nöbeti ona bırakıp, kamaraya geçiyorum.
Uyandığımda Boğaz'a girmişiz.
Hemen hiç rüzgar yok, şimdilik Anadolu tarafındayız trafiğin müsait olduğu bir aralık karşı kıyıya geçmek istiyoruz, o tarafın akıntısı daha kuvvetli bizim rotamızda...
Çanakkale Boğazı, bütün kışı vızır vızır trafikte geçirdiğimiz İstanbul Boğazı'na kıyasla daha geniş ve az kalabalık. Mesafeler daha uzun...
Bir boşluğu yakalayıp Avrupa tarafına geçiyoruz. Yeni yapılmakta olan köprünün ayağının inşaatını bordalayıp Nara Burnuna doğru seyrediyoruz. Yavaş yavaş herkes uyanıyor. Çay saati.
Bu sene birşey farkettim, hem İstanbul hem de Çanakkale Boğazı'nda normalden çok daha fazla sayıda yelkovan kuşu var. Tüm dünyada yaygın olarak görülen, ancak açık deniz veya okyanuslarda genelde hep tek olarak uçan bu kuşlar, fırtına kuşları grubunda değerlendiriliyor. Martılardan farklı olarak suda yüzerken ve hele de karada gözlemlemek neredeyse imkansız. Yuvalarını sarp kayalıklara yapıyor ve her seferinde sadece tek bir yumurta yumurtluyorlar.
Göç yolları üstünde olduğu için sadece Boğaz'larda sürüler halinde gözlemlenen, hatta bu amaç için bir de derneği bile olan yelkovan kuşlarının popülasyonun artması bilimsel yöntemlerle nasıl incelenebilir? İncelenebilirse de nedeni bilinebilir mi emin değilim...
Nara Burnu'na yaklaştıkça devir iyice düşüyor artık 1500 devirlerdeyiz. Tekrar Anadolu tarafına geçip, gemi yolundan da uzak durmak amacıyla lateral ile kıyıya yakın fener arasından Çanakkale'ye rota tutuyoruz. Bu sırada rüzgar çıkınca gemi yolundan uzak olduğumuz için cenovayı açıyorum, motora ciddi destek oluyor.
Neredeyse limana iyice yaklaşıp da içeri girme manevrası yapacağımız sırada bir SG botu yanımıza geliyor. Herhangi bir uyarı ya da telsiz çağrısı yapmıyorlar. Yelkeni indirince gidiyorlar.
Usturmaçaları ve diğer hazırlıkları tamamlıyoruz.
Limana yanaşıp, tonoz alıyoruz. Motor dairesini açıyorum. Motor iyice ısınmış durumda, zaten bu haliyle üstünde çalışmamız mümkün değil. Soğumaya bırakıp şehre yürüyüşe çıkıyoruz.
Meydanın ilerisinde, eski motor iskelesi  tarafında, Nusret Mayın Gemisi replikasına yakın olan kahvede kahvaltı. Bence başarılı.
Bu sırada hem Rıza hem de Erol Ağabey ile yaptığımız istişarelerle bu hararet konusuna ne yapacağımızı düşünüyoruz. Rıza kulerin içinde çok fazla çamur olduğunu bu yüzden hararet yaptığını söylüyor. Kuleri sökmek kesin çözüm. Ama bu kolay bir iş değil. Eğer başıma birşey gelirse bugün günlerden bayram burada herhangi bir başka usta bulmam mümkün değil. Bu arada egzost dirseği de ancak bayram sonrasında  firmaya gelecekmiş. Önümüzdeki 3-4 günü bu şekilde idare etmek zorundayız.
Aslında yolun zor olan kısmını geldik, ancak bugün akşamüstü itibarıyla rüzgar boğaz çıkışında lodosa dönüyor, anlaşılan o ki sert de esecek. Burada tekrar kuzeye dönmesini beklemek bir ihtimal. Diğeri rüzgar rüzgardır deyip orsa filan tırmanmayı göze alıp yola çıkmak. Eğer beceremezsek sert lodosta Morto Koyu solugan alır mı? Emin değilim. Tekrar gerisin geriye Çanakkale'ye dönmek çok saçma olur.
Bu arada yoğun araştırmalar ile zar zor bir adet antifriz buluyoruz. Suyunu boşaltıp tekrar iyice yıkıyoruz kuleri. Biraz çamur daha çıkıyor. Bu çamur boilerin borularından gelen suyla karıştığı için oluyormuş, Rıza'nın söylediğine göre.
Yeteri kadar yıkadığımıza ikna olup, motoru kapatıyorum. Marşa basıyoruz. Tamam.
Ofise gidip borcumuzu soruyorum, "zaten iki saat kaldınız" para istemez diyor...
Bizim limanlarda pek alışık olmadığımız bir yaklaşım.
Palamar çözüp ayrılıyoruz. Rota Abide...
Kilitbahir'i bordaladıktan sonra yine Rumeli tarafına geçtik. Gemi yolu iskelemizde kaldı. Kıyıya çok yakın seyretmiyoruz. Ancak ilerledikçe rüzgar sertledi. Lodosun veya güneyli rüzgarların şiddetlenmeye başladığı bu gibi zamanlarda, Boğaz'ın çıkışında yöre balıkçılarının "deli dalga" dediği bir olay ortaya çıkıyor. hakim olan kuzey akıntısı, tersten gelen rüzgarın etkisiyle daha çabuk yükseliyor, sertleşiyor ve kırılmaya başlıyor. Bu da özellikle küçük teknelerin seyrini oldukça zorlaştırıyor.
Trafiğin akışına engel olmuyoruz, ana yelken açıp motor destekli yelken yapmaya karar verdik. Abidenin altına girdiğimizde saat 16'yı gösteriyordu. Kısa bir deniz molası, biraz yemek ve uyuklama sonrası tekrar kalktım. Saat 18.00. Rüzgar çok az hafiflemiş ancak tamamen bitmemiş. Bulunduğumuz yerden Bozcaada yaklaşık 15 NM. Aslında normalde 2 saat bile değil. Ama güneyden gelen rüzgar, tersten devam eden akıntı ve düzensiz dalgaları düşündükçe çıkıp çıkmamakta tereddüt ediyoruz.
Devamlı rüzgarı ve meteorolojiyi takip eden kaptan kafasını marinanın barından dışarı çıkartamaz düsturuna itibar ederek, gözü karartıp demir aldık.
Seddülbahir barınağına doğru motorla yükselip, gelip geçen gemi trafiğini ve pilot teknelerini kollayarak yelken açtık. Rüzgar güneyli 15-20 knot bandında, dalgalar kıyıdan uzaklaşınca daha da büyüdü ama yelken-motor olduğumuz için çok zorlamıyor bizi. Kimseye çapariz vermeden Kum Burnu tarafını tutturduk. Gemi yolundan çıkınca cenovayı da bastım, Mavri önlerine kadar, akıntının da yardımıyla  neredeyse uçarak geldik.  Fakat akıntı kesilince çimento fabrikası ile ada arasındaki kanaldan bize doğru iyice sertleyen rüzgar işimizi zorlaştırmaya başladı.
Mecburen yelken ile sancağa dönüp adanın kuytusuna rota tuttum. Nitekim bir süre sonra dalgalar küçülmeye başladı, kolayladık.
Limana girdiğimizde henüz aydınlıktı.
Sahilden liman görevlileri sağolsunlar el ettiler, tonoz varmış. Yanımızda devasa bir motoryat var. Meğer tanıdık bir sima imiş... Normalde Bozcaada'da bu kadar çok sayıda motoryat hiç görmemiştim. Meğer bayram vesilesiyle aşağıya inen tekneler hem akaryakıt ikmali ama çoğu da ailelerini karayoluyla aldırmak için Bozcaada'yı ara durak olarak kullanıyorlarmış, sebebi buymuş.
Tamer ile telefonla konuştuk. Ömer Deniz günlerdir, oğulları Kuzey'i sayıklayıp duruyor. Akşam hep beraber Habbele'de Cansu'nun görevli olduğu otele gidip akşam yemeğini orada yeme kararı aldık.
Bunun ne kadar isabetli bir karar olduğunu karaya çıkıp merkezden biraz yürümekle hemen farkedecektik. Bayram sebebiyle ada inanılmaz kalabalık, arabaların merkeze girmesi yasaklanmış.
Jandarmanın oraya kadar yürüdük. Tamer bizi arabaya aldı sağolsun, adanın güzel dokusu, üfürdeyen meltemi ve biitki örtüsünü dinleyerek güney sahillerine yollandık.
Otel çok şık bir otel, Cansu şimdilik kısa süreli bir kontrat yapmış ama yazı burada geçirecekleri kesin gibi. Çok uzun yıllardır tekne ile gelmediğimiz Bozcaada Maceralarına devam... )))