5 Mart 2014 Çarşamba

Pithagarion-Pandelis (Leros)/ 08 Temmuz 2012-Pazar


Tüm gece esti ama demirimiz sağlam, birkaç kez kalkıp kontrol ettim, sorun yok. Sabah çalar saat ile uyandım. Benim uyanmama Raşit ve Nusret de uyandılar. Bu ilginç bir durum, çünkü genelde ben teknede en son uyananlar grubundayımdır hep! 
Motoru çalıştırıp, demiri aldık.
Tandem demiri eğer kalabalık ekip varsa, baştan botla almak her zaman daha kolay. Yoksa koca yedek çapayı, vardavela üzerinden atlatıp içeri almak çok da kolay olmuyor.
Demir aldıktan sonra Ekip teknesine baktık, kimsecikler yok. Hakan Erim’i çaldırdım. Cevap veren olmayınca liman dışına çıktık. Güzel rüzgar esiyor, yelkenleri açtık.
Tam rotaya girmiştik ki telefon çaldı.
Hakan Erim: -Biz de geliyoruz…
Merem: -Tamam oyalanırız…
Herim:-Telsizin açık mı?
Merem:-Kanal 73
Herim:-Anlaşıldı, tamam.

Adanın kuytusundan çıkana kadar gayet kararlı ve neredeyse sert esen rüzgar, yaklaşık 1 saat sonra kesildi. Bulunduğumuz sular aynı zamanda Dar Boğaz’ın getirdiği akıntılarla gayet karışık. Burası ara bir deniz belli ki…
Motor artı yelken, sonra sırf motor, sonra sırf yelken yolumuza devam ettik. Arkhi’nin laguna göletine girdiğimizde neredeyse öğle vaktiydi.
Oldukça karışık ve iç içe geçmiş kayalıklarla bölünmüş arşipel içinde dikketle ilerledik. Hep belirlediğim 2 tane yer vardır. İlki tutulmuş.
İkincisine gittik. Hakim rüzgar pek avantajımıza değil ama uzun zincir döşeyerek yanaştık. Biraz zorlu bir manevra oldu ama demir şimdilik bizi tartıyor. Hakan’lar da hemen arkamızdan yetiştiler. Onları da üzerimize aldık… Bakalım bizim emektar delta hepimizi taşıyacak mı?
Raşit’in ellerinden mükellef bir kahvaltı. Menü menemen, sucuk tava, söğüş domates ve salatalık, bilumum reçeller ve tabi ki çay.
Hakan’ın tam bu aşamada Umut’a seslendiği, “oğlum gel bak burada çok eğlenceli ağabeyler var” lafı bence seyahatin sözüydü…
Önce biraz tekne temizliği, güverteyi suladık. Bordada bir önceki Sakız limanından kalma siyah lastik izlerini ve hatıralarını temizledik. Kaan daldı, diğerlerimiz birazcık denizin keyfini çıkarttıktan sonra vakitlice çözüldük ve ayrıldık. Hakan’lar akşamı Lipsi’de geçirecekler. Raşit’in isteği ile biz rotayı Lipsi-Makronisi’ye kırdık… Daha önce birkaç kez gittiğimiz, önünde devasa bir mağaranın olduğu yerde denize girmek istiyor.
Yolda biminin tutamaklarını  monte ettim.
Tam düşündüğüm gibi, günübirlik tur tekneleri küçük koyda mutad demirledikleri yerden ayrılmış. Ancak boğazdan dolayı içerisi çok sert esiyor. Onun yerine biraz dışarı, bizimle beraber alargada demirdeki 2-3 yelkenlinin yanına zincir serdik.
Mağaraya botla gideceğiz. Herkes bindi.
Maske ve şnorkel bu turun olmazsa olmazı! Varsa palet de…
Suyun altındaki mağarayı Kaan’a gösterdim. Hemen bir fok balığı (irice bir tane))) edasıyla karşıya geçti. Nusret’in cesaretini toplaması çok uzun sürmedi ama Raşit tam olarak gözünde canlandıramıyor. Sözkonusu mesafeyi geçme denemeleri yapıyor, nefes egzersizleri falan en son o geçti. Alper’e bir kez daha baktım. “Benim burada kalıp bota göz kulak olmam daha yerinde olur” dedi, üstelemedim.
Suyun altından yaklaşık 4-5 metrelik mesafeyi bir kez daha yüzmek, yine bile tedirgin edici ve heyecanlı. Çıktığımda herkesin yüzünde o meşhum gülümseme ve neşe var!
Raşit’in deyimiyle gayet “seksi bir tecrübe bu!”
İçerideki lagünü tavaf ettik. Küçük mağaraya girdik ve Alper’i sıkıntılı sıkıntılı daha da fazla bekletmeden, botun olduğu tarafa geri geçtik.
Büyük ısrarlar ve telkinlerimize rağmen, geçmemekte kararlı. Bir dahaki sefere…
Tekneye çıkınca hep bir elden, kromları parlatmaya giriştik, Lotus kısa sürede pırıl pırıl olmuştu bile…
Deniz sefası bittiğinde saat henüz 17.00 idi. Rüzgar hala şiddetinden bir şey kaybetmemiş. Yaklaşık 1 saatlik yol olan Lipsi analiman yerine, güneye Leros Pandelis’e rota tutmanın bir sonraki günkü yolumuzu kısaltması adına daha anlamlı olduğunda hem fikiriz.
Demir alıp yelkenleri bastık…
Gönder ile beraber uçarak Pandelis’e yelkenle girmemiz 2 saat sürmedi.
Mendirek içerisinde direkler var ancak ben pek hazetmem, dışarıya kıçtankara olmak daha anlamlı gibi. Bir motoryat ile uzakyolcu olduğu tüm donanımından belli 38’lik bir Najad arasına, mutad önce kıç halatı, sonra demir sonra kıçtankara manevrası ile zıpkın gibi yanaştık. Ekip kuvvetli tabii!!
Sert esiyor, iskele kıç omuzluktan alıyoruz ama bayağı çok zincir serdik sanmıyorum tarasın.
Akşam botla sahile çıktık. Buranın en meşhur tavernası Zorba. Hemen sağında ve solundakilere baktık ama yine onda karar kıldık. Her zamanki iri yarı kız servis yapıyor…
Kumsaldaki masalardan birisinde hem Türkiye’yi kurtardık hem de bir önceki geceye göre çok daha başarılı bir sunumla servis edilen yemeğimizi yedik.
Greek salad, baby shrimps, octopus grilled, muscle marinier ve bu sefer Ouzo Plomari…
Hesap aynı 84 Euro!
Akşam turu için taksi tutup şehre gitmek istiyoruz. Nedense şeytan dürttü, Agia Maria yerine Lakki Marina’ya gidelim dedik. Meğer tatilin önemli bir diğer tesadüfü ile karşılaşacakmışız bu sefer…
Rıhtım her zamankinden de boş. Deniz kenarından yürüyüp, teknelere bakarken, bir sesle irkildim! Mehmet Türkiye’de sık rastlanan bir isim kabul ediyorum. Hatta bazen başkalarına olan seslenmelere bile yakalandığım olur ama Leros adasında adıma bağrılmasının tek bir açıklaması var!
Nurettin Ağabey ve sevgili eşi Ebru, tekneyle bağlandıkları limanda bizi görünce önce çok şaşırmış sonra da sevinmişler. Biz de aynı şekilde, hemen kucaklaştık…
Ben tekneye atladım, ekibin geri kalanı hem biraz bacakları açmak isteği hem de rahatsızlık vermemek endişesi ile kısa bir tur yapmayı tercih ettiler.
Bayağıdır bir araya gelemediğimiz bu çok eski olmayan ama çok sağlam dostlarımızla görüşmenin heyecanıyla, sohbeti hemencecik koyulaştırdık ve birbirinden bağımsız birçok mevzuyu konuşma fırsatı bulduk. Cumartesi gecesi olmasına rağmen sahilde umdukları gibi bir ortam bulamayan grubun geri kalanı kısa sürede geri döndü ve onlar da sohbete katıldı.

Akşam çok da geç olmadan vedalaşıp, geldiğimiz gibi taksiyle Pandelis’e geri döndük. Hesap 10E.