14 Temmuz 2016 Perşembe

Ege Geçişi

Hava yarından itibaren kanalda iyice azalıyor, dolayısıyla en uzun geçişimizi (55NM) gündüz vakti yelkenle yapmak istiyoruz. Skopelos ve Skiros'u çok sevmemize rağmen bu adalarda maalesef, hep olduğu gibi zaman darlığından çok vakit geçiremedik.
Ama yapacak birşey yok.
Sabah neredeyse kuşluk vakti, daha fırın bile açılmamışken, tonoz halatını suya bırakıp, palamar çözüp çok sevdiğimiz Linaria'dan çıktık.
Hafif bir kuzeyli esiyordu baştan, burnu dönüp açıkdenize çıkınca o da kesti. Rota güney.
Adanın en güneyinde seneler önce Nalan ile beraber balayında geldiğimiz Ormos Rennes adlı koyda deniz ve kahvaltı molası vermek istiyoruz. Geçen sefer açıktan dolaşmıştık, bu sefer Sarakino Adası'nın içinden dolaştık. Olta suda... Ama ne arayan var, ne soran?
Adanın içerisinde, kıyıda, Allahın unuttuğu bir yerde garip, doğa ile uyuşmayan devasa yapılar gördük. Anlam veremedik... Sanırım askeri. Anlam veremediğimiz mimari oluşumları "askeri" olarak nitelendirebilmek aslında ne büyük kolaylık.
Ormos Rennes nedense hatırladığımızdan farklı gözüktü gözümüze. Halbuki su aynı, sahil aynı, sahildeki tek top ağaç da aynı, hatta sahile gelen eşekler bile belki aynı gibi ama farklı olan ne biz bulamadık!
Daha doğrusu bulduk da itiraf etmeye korktuk sanırım.
Kim bilir bu koya bir daha ne zaman tekrar gelebileceğiz? Bakalım...
Hava durgun, kahvaltı mükellef. Kısa bir deniz molasından sonra iyice kendini hissettirmeye başlayan sıcağın etkisi daha da artmadan yola koyulmaya karar verdik.
Önce hazırlıklar. Botu ön güverteye aldık. Sabitledik. Artık botu güverteye alırken motoru üstünden indirmiyorum. Bu tekniği Skip Novak'ın Pelagic adlı eğitim verdiği teknedeki uygulamalarından kopyaladım. Çok yararlı!
Teknenin içi neta, durmadan devreden çıkan otopilot bağlantıları kontrol edildi, oltalar açıkdeniz için değiştirildi, kokpit masasını katlandı... Ve Ege Kanalı için hazırız! Vira demir!
Adanın en güneyini dönünce hafif bir rüzgar başladı. Önce ana yelken sonra cenovayı açtık. Motora başlangıçta 1-2 mil yardım ediyordu. Sonraları rüzgar artmaya başlayınca devri düşürdüm en son da tamamen kapattım motoru ama bu mevsimde kanalda sadece 14-15 knot rüzgar olacağını baştan söyleseler hiç inanmazdım.
Rahat bir seyirle doğuya doğru yol alıyoruz. Bir süre sonra herkes açıkdeniz seyrine adapte oldu. Bira, Tavla turnuvası, Bira, Ömer Deniz'in geliştirdiği FıkraPolis oyunu, tekrar Bira derken bir sonraki durağımız Psara adası karşımızda belirdi. Bu gibi geçişlerde, ufukta gidilmesi planlanan ada belirdiğinde insan nedense rahatlıyor. Halbuki oraya varmamıza daha 5 saat var! AIS'ten gemi yolundaki ticari sevkiyatı izliyorum. Çok yoğun değil.
Teknenin içinde denizin çok kaba dalgalı olmamasını da fırsat bilip birkaç tamirat bile yaptım. Harita masası ve ön ardiye ışığı da tamam. Lehim yaparken biraz zorlandım, mutfağın kenar formikasını yakıyordum az daha ama şükür erken farkettim!
Psara'nın limanı en güneybatıda. Öncesinde vaktimiz var, kısa bir deniz molası çok iyi gelecek. Andipsara adlı hemen güneybatısındaki kayalık topluluğunda durmaya karar verdik. Oldukça vahşi neredeyse "ot bitmemiş" çıplak kayalık grubu bunlar.
Tamer saatlerdir aynı yerde oturmuş olmanın getirdiği ruh hali ile kendini suya attı, zıpkınıyla. Kuzey de peşinden. Ama suda gördüğü müren yüzünden Kuzi'nin girmesiyle çıkması bir oldu denilebilir...
Tamer de sonradan itiraf ettiği gibi, şimdiye kadar daldığı adaların hepsinden farklı bir su altı yapısı ile karşılaştığını söyledi. Nitekim etrafımızda RIB'leri ile dalış yapanlar var.
Bu kadar uzak bir noktaya manzara sebebiyle gelmiş olamazlar.
O geceki menümüz kuru fasulye pilav olduğu için ve sabahtan beri hazırlanıldığı için balık avı işini tadında bıraktık. Kovuğundan çıkmaya bir türlü ikna edemediğimiz istakozu da...
Bu seyahatte Lotus'un envanterine eklenen en yeni ürün 3,5 litrelik tamamı paslanmaz bir düdüklü. Kuru fasulye  de nitekim, "seyahatin en"leri listesine en üst seviyeden dahil oldu.
Hemen güneyimizdeki Katonisi denilen kayalığı dışarıdan değil, içeriden dolaşmaya karar verdik. Tamer'ler her zamanki gibi sığlıkları kontrol etmek için pruvada. Oldukça dar bir aralıktan geçerek, limana doğru yollandık. Batıdan Psara'ya gelirken şehrin iki tarafına da yayılması sebebiyle kafa karıştıran bir yarımada oluşumu var. Erken farkedip, burna doğru rota tuttuk. Liman içine girerken batıda bir büyük mendirek, doğuda ise sığlığı gösteren bir lateral var. Bunun da açığında alargada kalmak mümkün.
Liman içi geniş, derinlikler uygun, rüzgar da sert değil. Rahat bir manevra ile iki yelkenli tekne arasına  kıçtankara olduk. Palamarımızı birkaç gün önce Denizler kanal72'den konuştuğumuz Alpaslan Bey aldı. Sağolsun. Onlar da kuzeyden bu tarafa inmiş. Yarın itibarıyla batıya doğru rota tutacaklarmış. Denizdekilerin bu tip sosyal medya üzerinden birbirleri ile haberleşmesi/buluşması ne büyük nimet. "Öğleden beri sizi gözlüyorum, 1-2 saat daha gelmeseydiniz, aramaya çıkacaktım neredeyse" dedi... )))
Psara Yunan isyanları sırasında Osmanlı'nın en şiddetli karşılık verdiği adalardan biri. Bu yüzden Türklerden hoşlanmıyorlar mı acaba? diye oluşan peşin hükmümüzü bizi gülerek karşılayan Liman Polisi'nin sevimliliği ortadan kaldırdı.
İşin bürokratik tarafı bitince, meydanda devam eden gösterileri takip ettik bir süre. Limanın hemen doğusunda güzel bir bar ve koyun diğer tarafında bir bakkal bulduk. Ekmek ihtiyacımızı tamamlayıp fasulyeye gömüldük! On numara beş yıldız!
Rıhtımdaki pedestalden elektrik temini sonrasında vakitlice yattık uyuduk.