3 Temmuz 2010 Cumartesi

Orhaniye-Datça

Marina yaşantısını oldum olası sevmişimdir. Çeşit çeşit yelkenci var, kimisi ıssız koylardan hoşlanır (o tamam, ben de seviyorum), kimisi koyda 1-2 tekne demirde durmuyorsa orada uyuyamaz, kimisi de marinaları tercih eder...
Yani yalnızlık falan değil benim meselem, ama Marinalar yelkenci yaşantısını birebir yansıttığı için, daha bir çok seviyorum galiba. Bir tarz meselesi sanırım!
Velhasıl yine güzel duygularla dolu, Martı Marina'nın pontonlarında dolaşarak kahvaltıya gittik erkenden. Sonra havuz ve çok da fazla yayılmadan, alışverişi falan tamamlayıp, yola çıkacağız.
Serdarlar şanzıman arızasını birgün önce geç saatte tamamlayıp, yola hazır olduklarını söylemişlerdi zaten. Sabah erkenden gelip Martı'dan mazot ikmali yapacaklar, beraberce batıya doğru yollanmayı planlıyoruz.
Ama ekip kalabalık olunca hareketli olunsa dahi, biraz atalet oluyor malum...
Alışveriş, marina işleri, arabayı yerleştirme, mazot alma, Levent Kaptan'a teşekkür ziyareti falan derken çıkmamız 12'yi buldu.
Rota batı. Rüzgar hafif, motora kuvvet gdiyoruz. Herkes kendi halinde, güvertede güneşlenenler, bir kenarda sohbet edenler, tavla oynayanlar, durmaksızın aşağıdaki buzdolabından birilerine içecek servisi yapanlar... Tam bir "plastik gulet" durumundayız.
Her iki oltayı da arkadan attım, biri derinden biri yüzeyden geliyor. Otopilota aldım, kokpitte tavla oynayan Ayhan-Emre ikilisine sistemin nasıl çalıştığını öğrettikten sonra arada bir kalkıp etrafı kolaçan etmelerini sıkı sıkı tembih ettim...
Nalan ile Bahar vardavela ağlarını örüyorlar. Ben de yardım ediyor arada kritik ediyorum. Serdarlar yaklaşık 1 mil ilerimizde, yarım yolla gidiyorlar.
Birden o meşhum sesle, hep beraber irkildik. Herkes yaptığı işi bırakıp kokpite yöneldi, Emre-zaten seyahatin başından beri ne yapacağını kafasına kazınmış- "BALIIIKK" diye bağırmaya başladı, Ayhan bir hışım kalktığı yerden doğrularak oltayı eline almaya çalışıyor, teknenin en başından koşturarak zamamnında yetiştim ve buna engel oldum!
Çıkrık makineyle donatılan sistemlerde, balık en çok ilk yakalandığında kaçar. Eğer debriyajı uygun sıkılmamışsa, ilk hamlesiyle beraber oltayı koparması çok sık karşılaşılan bir durumdur. Bu yüzden olta ile ilgilenmeyip, tekneyi en kısa zamanda durdurmak asıl yapılması gerekendir.
Tekne durunca arkaya dönüp baktım. Suya aksini veren bir sığlığın üstünden geçmişiz! Önce oltayı dibe taktığımızı düşündüm. Buradan hiç olmadı onlarca kez geçmiştim ve açık denizin ortasında böyle işaretsiz bir sığlık olduğunu hiç farketmemişim! Acaba diyerek oltayı elime alınca, ilk silkinmesini duyunca, yüzüme yayılan gülümseme tüm ekibi de heyecanlandırdı...
Hayvanı görünce, kakıçla falan uğraşmadan hemen bota atladım. Botu arkadan çekmenin bir de bu yararı var ))
Yaklaşık 2 kilo kadar bir Lahoz! Herkesin tebrikleri ve sevinci ile akşam yemeğinde yerini almak üzere tekneye teşrif buyurdular.



Yola devam...
Aktur'u geçtikten sonra, kafadan gelen rüzgarın sertlemesiyle hızımız düştü. Serdar'lar hala yavaş devam ediyorlar, hızlarını artırmalarını tavsiye ederek, öne geçtim.
Mehmet Ağabey'leri (Ünsalan)cepten arayarak haber verdim. Gerçi bir sergi hazırlığında oldukları için oldukça yoğunlar ama onlarla Datça'da mutlaka görüşmek istiyoruz.
Limana saat 18.00 gibi girdik. Birkaç girilecek yer kalmış. Kooperatif tarafına demirledik, yine uzun dümen, yine pasarella sorunsalı! Bir şekilde halloldu.
Elektrik aldık. Suya ihtiyaç yok şimdilik...
Yine maç: Bu sefer hepimizin favorisi Arjantin kötü durumda. Her taraf zaten fanatik Alman seyircilerle dolu. Biz hepimiz, biraz da mağdurun yanında olma refleksiyle Arjantin'i tutuyoruz ama nafile! Kaybettik.
Serdarların da gelip bağlanmasıyla, ekip tamamlandı. Şimdi zaman, gidip denize girme zamanı. Deniz tipk Datça denizi buz gibi. Ama asıl süpriz kumsalın hemen yanındaki tatlı su göleti. O kadar sıcak ki herkes birer ikişer atlayıp çocuklar gbi şenlenmekten kendisini alamadı!
Vakitlice tekneye dönüp, akşam yemeği için hazırlanacağız, balığımızı pişirmesi için bir restaurant ile anlaşmıştık zaten. Bu akşam toplu doğumgünü... Büyük bir kutlama olacak. Yemekler güzeldi, balığı güzel pişirmişler, serviste eksikler vardı, olur o kadar dedik ama hiç birimiz-aslında mekan sahibi olmayan, yerine bakan-bir işletmecinin müşterisiyle herkesin önünde bu kadar seviyesiz ve mantıksız konuşacağını tahmin etmemişti sanırım. Aramızda en sakin adamı bile çılgına çeviren ifadeleriyle -adını vermekten hiç çekinmiyorum-Küçük Ev Restaurant ve Atilla Bey'i fazlasıyla anarak mekanı terkettik.
Sahilde çay içerken buluştuğumuz Mehmet Ağabey'lere olayları anlatmamız da bizi sakinleştirmedi. İlginç duygularla karışık, yattık uyuduk.