24 Temmuz 2009 Cuma

Kocaada-Dirsek-Kurucabük


Rüzgarın yön değiştirmesi ile bir önceki gün sakin denizde demirlediğimiz koyun, solugan almaya başlaması sebebiyle, tüm gece hiç uyumadım desem yeridir. Sık sık kalkıp demirin tarayıp taramadığına baktım. Malum, üst üste bağlı 3 teknenin tüm yükü, çok da fazla kaloma verememiş olmasına rağmen, Ateş Ağabey’in Ultra çapasında.
Rüzgar ve dalga kafadan bastırıyor, zaten boğazdayız, bir dolu akıntı şu-bu, işin kötüsü hemen dibimiz kumsal. Arada sadece 3-5 metre mesafe var, taradığını fark eder etmez çözülmeye başlasak bile, tangur tungur taşlara oturmamız işten değil.
Anlaşılan bu endişeleri tek taşıyan ben değilmişim. Başta Ateş Ağabey, sonra Ömer, Turhan Ağabey herkes tilki uykusunda geçirmiş. Bir tek Tutkum’da Metin Ağabeyler, kırk kiloluk admiraltiyi çıkartıp atmış olmanın verdiği rahatlıkla mışıl mışıl uyuduklarını söylediler. Buradan ben birkaç sonuç çıkarttım.
1-Bilmediğin yerde gecelemeyeceksin. Kumsalı güzeldi, kimseler yoktu diye demir attık, akşam-gece sohbette güzeldi. Üşendik, oradan yollanmayıp yattık uyuduk. Rüzgarın değişeceğini hesaplamamız lazımdı.
2-Hadi yollanmadık, mutlaka ikinci bir demir döşememiz lazımdı. Ucunda zinciri, uzun bir batan halatla 30-45 derece açıyla atılan yedek bir çapa, hiç işe yaramasa içimiz rahatlatırdı.3-3 tekne üst üste bağlayınca mutlaka dengeli bağlanmak lazım. Tercihen ortadaki demirleyip, diğerleri sağlı sollu bağlanmalılar.
4-Tekneleri açmazlarla ama mutlaka esneyen halatlarla sağlam bağlamak, dengede kalmalarını sağlamak lazım.
5-Ultra çapanın hakkını vermek lazım. Yiğide vur hakkını yeme… Azıcık kalomayla hepimizi tarttı.

Neyse sabah oldu, bir şekilde. Kumsal dünkü güzelliğini kaybetmiş gibi, denize girmeyi falan düşünüyorduk, erteledik. Sabah kahvaltısını da o çırpıntılı denizde yapmayıp, hemen yakınımızdaki Kocabahçe veya Dirsek’te yapmaya karar verdik. Ateş Ağabey bizimle, Turhan ve Metin Ağabeyler, burnu dönüp Bozburun’a dönecekler. Sanıyorduk…
Koyları yapa yapa kendimize uygun bir yer arıyoruz. Olta suda.
Sıcaklık hemen kendini hissettiriyor. Sabah daha 10 olmadı, tenteyi örtmek zorunda kaldık.Dirsek eskiden beri sevdiğimiz bir koydur. Yakın geçmişte, sanıyorum işletmecisi değişti. İki sene önce geldiğimizde, nahoş tecrübelerle ayrılmıştık. Ama coğrafyası harika.Bu sefer de çöplerimizi-ki çoğunluğu sahilden topladıklarımızdı-atmak ve biraz olsun su alabilmek için sorduğumuzda sanki düşman siperlerinden gelmişiz gibi bir tavırla cevaplamış, kovmuştan beter etmişlerdi.
Sağa sola sorduğumuzda, yakın dostlarımızdan benzer geridönüşler aldık. Turizm işi içindeki bir işletme bu kadar mı kendi üstüne kapalı olur. Yahu denizden gelmişiz, ne olur 10 litre su versen? Neyse... Yapacak bişey yok. Bir daha gelmeyiz olur biter!
Koyun dibinde nereye bağlanalım diye dolanırken, bize el eden birisini fark etmemizle, kim olduklarını anlamamız bir oldu! Turhan ve Nilgün Korsan!
Onlar da benzer şekilde, lokantadan hiç de misafirperver olmayan bir davranış görünce, inadına gidip tonozlarını almış, alargada sallanıyorlardı. Üstlerine bağlandık, önce biz, sonra da Kedi. Olduk mu yine 3 tekne. Zaten kıç ıstralya da koskoca GK sancağı da kıpır kıpır dalgalanıyor. Gelsinler de söksünler bakalım bizi buradan ))
Güzel bir kahvaltı, rağmen pırıl pırıl sularda deniz banyosu, su altı aktiviteleri derken güneş iyice etkisini göstermeye başladı. Üstümüze bir ağırlık çöktü.
Ama teknede çözmemiz gereken önemli bir sorun var. Karacasöğüt’ten beri kaçıran kullanma suyu tankı! Ömer’’le beraber tamamen söktük. Bağlantılarını tekrar sıktık, ama nereden kaçırdığını bilmiyoruz henüz. Doldurup bakmamız lazım.Diğer ufak tefek eksikleri de tamamladık.
Bu arada rüzgar çıktı, Evren, ayılma amaçlı, yine bir başka “punch of idiot” yapımına girişti. Bu seferki kavunlu. Bu punch of idiot konusu aslında başlı başına bir öykü. İddiaya göre içildiği zaman tüm kortikal beyin aktivitelerini sıfırlayan, içeni neredeyse “aptal” eden bir içki. Asteriksin büyülü şerbeti gibi içinde neler olduğu bir muamma. Formül sadece Evren’de var ve haliyle kimseye söylemiyor. İdiot yakıştırması ise yine bir Göcek seferinde, yelkenle yanaştığımız Sarsala iskelesindeki bir İngiliz kaptan tarafından yapılmıştı. İçkinin etkisinde olduğumuzdan kelli, kaptana kızamamış, “aptal-aptal” bakınmıştık.Neyse, hikayemize dönelim.
Rüzgarın da artmasından istifade, Kurucabük’e kadar olan yolumuza erken çıkmak istiyoruz. Gerçi orsa orsa yükseleceğiz ama en azından günlerdir motora kuvvet yüklenmekten kurtulmuş olacağız. Teknenin içini iyice neta ettik, her şey hazır gibi.
Birinci camadan ana yelken, yine küçültülmüş genova ile Dirsek’ten çıktık. Rota 340’ı ancak tutturuyor. Hisarönü Körfezini, enlemesine geçip, iki tramolada sanırım içeri gireceğiz. Aktur’a gitme sebebimiz önemli. Ailenin en genç ve en yaşlı fertlerini buluşturmak. Amcam ve ailesi Aktur’da. Ömer “Paşa” da denizden gelecek, bir akşam onların misafiri olacağız. Sağolsunlar bunu çok uzun zaman öncesinden ayarladılar, çok eğlenceli olacağa benziyor şimdiden.Benzeri Ayvalık’da da olan Aktur, orman içerisine inşa edilmiş bungalowlardan oluşuyor. Oldukça büyük bir yer. İki koya yayılmış. Birisi Kurucabük, diğerine Çakıl diyorlar. Biz nispeten daha rüzgaraltı olan Kurucabük koyu’nu (36º 45' 15" - 27º 54' 14") tercih ettik. İskele var ama yanaşmaya izin verilmiyor. İki koyun tam ortasında kocaman bir Türk Bayrağı var, dalgalanan.
Girişte solda kıçtankara olmak, meltemi almamak açısından uygun gibi ancak karaya oldukça uzak. Biz koyun dibinde, sağ tarafta alargada duran teknelerin arasına yerleşmeye karar verdik. Orman Kampının tam karşısı, uzakyolcular da var. Bir yerde uzakyolcular demirdeyse orasını, nispeten güvenli olarak addederim. Bilmediğim bir yerse, onlarla beraber demirlemek mantıklı gelmiştir hep. Yine öyle yaptık.Zemin kum, 6 metreye funda demir.Ömer Deniz’i karaya çıkartmak zor olacak ama ne yapalım? Şimdilik bu. Önce çöpleri attık. Sonra da bir eşya unutmadan, demir fenerini de yakarak tekneyi neta ettik, kapattık ve ayrıldık.Tüm aile kumsalda bizi bekliyorlar zaten. Denize girildi, yüzüldü. Ömer Paşa’yı sonunda gönül rahatlığıyla denize sokabileceğimiz bir kumsal bulduk. Sütlü mısırlar ve günler sonra tatlı suya kavuşmanın heyecanıyla duşta geçirilen saatler sonrasında, toparlanıp akşam yemeği için hazırlanmak için eve geçtik.Etrafta dolanırken, geceyi geçirmek için tekneyi bağlayabileceğimiz bir yer arıyorum ama uygun bişey bulamadım. Bakalım ne yapabiliriz?Akşam yemeği için kalabalık olacağız, sağolsun Nesrin güzel bir restaurantda yer ayırtmış. Çok hoş bir akşam yemeği, harika bir sohbet, nefis yemekler-mezeler, koca koca iki trança, barbunlar ve çok iyi hazırlanmış bir dolu deniz ürünü ile süslü krallara layık bir sofraya konuk olduk.
Gece karanlığında tekrar aynı ekip, tekneye kürek çekmenin zorluğunu öngörerek, kısa süreliğine plajın iskelesine kıçtan kara olarak tüm ekibi tekneye aldık. Hemen yakındaki sağlam olduğunu düşündüğümüz bir tonoza bağlandık.
Yattık uyuduk.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Bencik-Kameriye ve Kocaada

Yine güzel bir Akdeniz sabahına uyandık. Paşa haliyle bu hususta başı çekiyor. O uyanınca da herkes kalkınıyor malum. Bu coğrafyada uyanmanın en iyi tarafı, kalkar kalkmaz kendini suya bırakmak. Bu sadece serinlik vermiyor adama, bir önceki geceden “kalmanın” tüm kötü etkilerini de alıp götürüyor bir yandan. Dün akşam biz yanaştıktan sonra, üstümüze demir attığını düşündüğümüz Fransız teknesinin sorunsuzca demir alıp çıktığını görmek doğrusu içimi rahatlattı. Yoksa o kadar derindeki demiri ve upuzun döşenmiş zinciri nasıl alırdık bilemiyorum. Koyun içinde yankılanan “pata pata” seslerine eşlik eden ıslık ve bağrış-çağrışla dışarı çıktığımda, bizimkilerin teknenin başüstünde, ağdan dönen bir balıkçıyı tekneye çağırdıklarını gördüm. Anlaşılan deniz o gün çok bereketli değildi ki bize sadece 6-8 tane uskumru ve birkaç kupez vardı. Gerçi güzel barbunlar da vardı ama kızartma işine girmemeye karar verdik.
Akşamki ana yemek belli olduğuna göre, iş starter olarak vazgeçilemez çorbanın nevalesini bulmaya kaldı! Eh onun için de balıkçıdan medet umacak değiliz ya? Hemen oltalar düzenlendi, kupezlerden biri uzunlamasına ince şeritlerle hazırlanarak yem yapıldı. 8-10 kişilik çorba için yeter miktarda hani ve ispariyi de tekneye aldıktan sonra artık içimiz rahat. “Bu akşam artık aç değiliz, çocuklar…”
Bu arada Evren her zamanki yaratıcılığını konuşturup, krallara layık bir kahvaltı sofrası hazırlamış bile. Sucuklu mucuklu, ve içinde ne olduğunu çok merak ettiğim ama belli sebeplerden sormaya korktuğum bir dolu nevale bulunan bir omleti lüplettik.
Serdarlar, Alev’in sırt ağrılarının şiddetlenmesi sebebiyle, seyahatlerini kısa kesip dönmeye karar verdiler. Üzüldük ve meraklandık. Tekneyi Yalancı Boğaz’a yetiştirip, arabayla, kara yoluyla İstanbul’a dönecekler. Uzun yol! Ancak ertesi gün İstanbul’a vardıklarında ve doktor randevusundan sonra her şeyin yolunda olduğunu öğrenecek, içimizi rahatlatacaktık.
Serdarlarla ayrıldıktan sonra, suya bıraktığımız sepeti de unutmadan, upuzun serdiğimiz zincirimizi yavaş yavaş topladık, demir bir önceki gece, üstüne bağlanmış 4 teknenin ağırlığıyla iyice gömülmüş, zor aldık.
Koyun dışına doğru çıkıp Martı Marina’dan gelen Ateş Ağabey ile buluştuk. Güneye doğru rota tutarak, Kameriye ve Kocada arasından geçerek, bulduğumuz ilk koyda (36º 43' 50''- 28º 03' 07'') serinlemek için durduk.
Aslında batılı rüzgarlara açık bir koy ama deniz sütliman olduğu için salimen duruyoruz, şimdilik! Vakt-i keraat geldiği için sistemi dengelemek lazım. Evren etrafta “ne yapsak acaba?” edalarıyla dolaşıyor. Ama fikrin Ömer “Paşa’dan” çıkacağını doğrusu, başlangıçta hiç birimiz tahmin edemedik…
Ateş Ağabey'in gelirken yanında getirdiği karpuzun yarısını hemen yemiştik. Diğerine buzdolabında yer ararken kısa bir süreliğine masanın üstüne koymamla, anlık dalgınlık sonucu Paşa’nın elini, dirseğine kadar içine soktuğunu fark etmem bir oldu. Yüzünde kocaman gülümsemeyle, parmaklarından damlayan karpuz sularını yalayan Paşa, aslında sanırım o seyahatin, devrim niteliğindeki içkisinin de şekilsel mimarı oluyordu!
Küçük parmakları ile koca karpuzun tam ortasında açtığı çukuru genişletip, çekirdekleri çıkarttıktan sonra, içinde biriken karpuz sularına uygun miktarda eklenen votka, buz, meyve parçaları, portakal suyu ve karanfil, kısa süre buzdolabında soğutulduktan sonra servise hazır hale gelmişti bile!
“WELCOME TO KAMERİYEEE”
Yarım karpuz ile böyle bir kokteyl hazırlamanın avantajı, istendiğinde istendiği kadar ekleme yapmaya devam edebilmek sanırım. Çünkü biz 6 kişi şişenin, pardon karpuzun, dibini bulduk ama henüz yolda olan, “hoş geldiniz partisine” yetişmeye çalışan en az 3 tekne var.
Bulunduğumuz yer çırpıntılı olduğu için, demir alıp karşıya geçmeye karar verdik. Hemen taş atımı mesafede, batılı rüzgarlara kapalı, bir sığlık bulduk, denizi temiz (36º 43' 11"- 28º 01' 55'' ). Kuytuda tek bir yelkenli demirde duruyor, kıçtan kara. Tesadüfe bakın, bir önceki gece biz tam yerleştiğimizde dibimize bağlanan Fransızlar bunlar. Hah tam intikam alma vakti… Ateş Ağabey demir atacak, biz de üstüne bağlanacağız. Kısa sürede She de geldi, hemen akabinde de Tutkum. Bir anda küçücük ve ıpıssız koy oldu mu bir Korsan Barınağı! Al sana pis Fransız )))
Bozburun Posta Başı, Ateş Korsan’ın da onayıyla koca siyah sancağı da direğe toka edince, Fransızlar apar topar demir alıp sıvıştılar. Bence çok anlamlı oldu bu sancak! Hep yapalım)))
Hemen karpuzun suyu tazelendi, bir Welcome Kokteyli daha…

HH'den haber aldık, geç çıkmışlar, bizim tarafa doğru gelemeyeceklerini söylediler. Üzüldük ama bir dahaki sefere artık, ne yapalım?
Bu arada Paşa, elden ele tüm tekneleri ziyaret ediyor, yerinde teftiş ediyor. Bir yandan da Lotus’un içi tam bir “Culinarian Mabede” dönüşmüş, herkes elinde bişeyler... Kimi doğruyor, kimi soyuyor, kimi pişiriyor… Akşama menüde, kumsalda yakılan ateş başında yapılacak balık mangal, balık çorbası, salata, bilumum mezeler, bol rakı ve bol kahkaha olacağa benzer!
Ömer ile Turhan (Akman) Korsan kumsala çıkarak iki dakkada, eskiden kalma çöpleri derdest edip torbalara topladılar. Çöp torbaları artık gelenekselleşmiş şekilde, Lotus’un joker botundaki yerini aldı. Bakalım bu leşleri atacak yer bulana kadar ne kadar kıçımızda çekeceğiz? Tam düşünüldüğü gibi, akşamki sohbet süperdi. O kadar yemek malzemesini -ki bunların arasında Ömer Deniz, puseti, oyuncakları, maması ve tüm eşyaları da dahil- koltuk halatlarından tutuna tutuna kumsala kadar taşımamız için 4-5 sefer yapılması gerekti. Tutkum ve She’den gelen portatif masalar ve sandalyeler sayesinde konforumuz en üst seviyede olduğunu söylemeye gerek yok.
Ancak akşamın kapanış sahnesini kimseye bırakmaya niyetli değilim… Uzun zaman oluyor, denizde bu derece sakarlık seviyesine çıkmayalı ama, koltuk halatlarından tutuna tutuna tekneyi yakalamaya çalışırken, elimi attığım anda, bot altımdan kayıverdi! Anlatması çok zevkli tabi ama bir cebinde cep telefonu, bir diğerinde dijital makine olunca o kadar da keyifli değil. Ateş Ağabey’le hemen ilk tedaviye başladık. Önce pilleri-kartı çıkarttık, tatlı suya attık, hepsini yıkadık, kesinlikle hemen açmadık. 3 gün boyunca güneşin alnında kurudular. Telefondan yana korkum yok, kendisi gayet tecrübeli. Bu sanıyorum 5 ya da 6. Zaten çok eskimişti, harita masası altında nuhnebiden kalma eski telefona geçtim hemen. Ama dijital makine için (Canon G7) ve içindeki resimler için endişeliyim. Neyse resimleri kurtardık, karta kolay kolay bişey olmuyormuş. Ama makineye ne yapabileceğiz, zaman gösterecek, şimdilik serviste. Hayyam pasajındakiler pek de ümitli konuşmadılar ama. Şimdilik yoğun bakımda, bakalım zaman ne gösterecek…

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Orhaniye Martı Marina-Bencik



Sabah erken, Evren’in gelmesiyle uyandık. Zavallı çocuk, gecenin köründe, İzmir’den bindiği “kelle koltuk turizm” otobüsüyle, hiç uyumadan Marmaris’i zor etmiş.
Neyse… Geldi ya!
Hava oldukça sıcak olacağa benziyor. Haftasonuna doğru sıcakların daha da artacağına dair bir öngörü var. Bakalım.
Bu coğrafyada, Hisarönü körfezinin kuzey yakası ile güneyi arasında ciddi iklim farklılıkları oluyor. Körfezin batısı, Datça’ya doğru oldukça rüzgarlı. Meltem etkisini gösteriyor, batılı-kuzey batılı esmesi sebebiyle denizden gelen hava nispeten etrafı serinletiyor ve nemi azaltıyor. Koyun doğusuna gidildikçe rüzgar etkisini kaybediyor. Sıcaklar daha belirgin. Bencik ve Orhaniye gibi kuzey kıyıları oldukça ağaçlık, daha çok Gökova gibi bir bitki örtüsüne sahipken, güneye özellikle Bozburun ve Bozukkale’ye doğru inildikçe bitki örtüsü azalıyor ve Akdeniz hakimiyeti artıyor. Sanıyorum bu etki havanın daha da ısınmasına yol açıyor. Ömer “Paşa” malum, sabahları erken kalkıyor. Sıcaklar iyice bastırmadan onu alıp denize götürmeye karar verdik. Paşa’nın hazırlanması ritüeller silsilesinden oluşan tam bir seremoni! Puseti, simiti, havlusu, çantası, bezi-şusu busu derken, koca bir lojistik destek ünitesiyle yola koyulduk. Marina henüz uyanıyor, ellerinde diş fırçaları-havlularıyla marina duşu yolunda karşılaştığımız titiz Avrupalıların manidar bakışları altında, pontonlardan geçerek kumsala geldik.
Şapada şupada, diz boyu suda binbir maymunluklar yaparken, hepimizin gözü aynı anda sahilde ahtapot döven ahçı yamağına takıldı. Kocaman kovasından çıkarttığı ahtapotları birer birer döverken, bir yandan da bizi izliyordu. Meraklı bakışlarla yanına gittik. Paşa’nın denizlerin 8 kollu, bu en ilginç yaratıklarından biriyle ilk tanışması işte böyle oldu. Çocukcağız da kovasından çıkarttığı, daha henüz hazırladığı şıkır şıkır mezeliklerden birisini takdim etti! İlk ganimet ))
Bakalım seyahat bonkör başladı! Acaba nasıl devam edecek?
Çok eski dostumuz Marina Müşteri İlişkileri müdiresi Sevgili Serpil’in varlığından bağımsız olarak, Martı Marina bizim bu civarda en beğendiğimiz marinalardan. Harika bir coğrafyası var. Denize girmek için bir kumsalı ve yine ağaçların arasında hoş bir havuzu mevcut. Restoranı gayet başarılı ancak aynı oranda hesaplı olduğu söylenemez. Su, elektrik, mazot bulmak mümkün. Girişi işaretli, marina fiyatı Lotus için günlük 35 Euro.
Korsan ekibi, civar coğrafyaya dağılmış durumda. Elif adanın kuytusunda alargada, Kedi dış pontonda, HH ise hemen yan pontonda. She ve Tutkum ise henüz Bencik’te. Kahvaltıdan sonra seyre çıkmak istiyoruz.
Marina’dan son eksikleri tamamlamamız, parasını ödememiz şu bu derken saat neredeyse 11 oldu. Marina dışında bizi bekleyen She ile karşılaştık, hasret giderdik. Kedi ve Elif önde, yelken yapıyorlar. Serinlemek için Selimiye tarafındaki bir koya girdik, 10 metreye demirledik. Kedi ve Elif de üstümüze bordaladılar. HH henüz etrafta değil, Erhanlar arkadaşlarıyla beraber Orhaniye içinde, önünde iskelesi de olan bir restoran’da kalıyorlarmış. Çoluk çocuk olunca haliyle toparlanmalarının uzun sürdüğünü söyledi. Onları çok iyi anlıyorum ))
Deniz sefasından sonra her tekne kendi “eteğindeki taşları dökerek” ortaya karışık bir makarna, yaprak sarma, salata ve soğuk kırmızı şaraptan oluşan bir öğle yemeği gerçekleştirdik. Evren’in mutfak sanatları konusundaki ünü malum!
Bu arada HH de geldi, çoluk-çocuk cumburlop deniz sefası kendiliğinden uzadı, haliyle.
Hepsi üst üste bordalamış 4 teknenin, ayrılıp yola koyulması akşamüstünü buldu. Arkamızdan gelen sudaki sırtılar ile motor seyrinde, önce Robinson Otel’i sonra kardinali en son da Dişlice Adası’nı bordalıyoruz. Arkamızdan gelen başkaca motoryatlar ve yelkenliler de var. Çıkışa yakın bir koydan ayrılan yelkenlinin boşalttığı yere yönelip oldukça derine ve sahilden uzağa demiri funda ediyoruz. Manevrayı bu kadar erken ve biraz da aceleci yapma sebeblerimiz arasında sadece benim HopHop karakterim yok! Hemen dibimizde, benzer şekilde hazırlık yapan yatın ve mürettebatının da önüne geçmek de bir diğer etken. Suda 85 metre zincirin ucuna ekli en az 30-35 metre 3 kollunun, bir benzeri de sahile bağlı. Lotus zıpkın gibi yerine çakılmış vaziyette gece üstüne bağlanacak diğer tekneleri tutmaya hazır, mağrur, tek başına koyda bekliyor.
Teker teker diğer tekneler geldikten sonra, hemen dibimize gelip demir atan Fransızlar dahi keyfimizi kaçıramıyor. Çoluk çocuk herkes suda. Tabi sepet de…
Hidayet Kaptan sağolsun, Bozburun yapımı bu masterpiece’i bize hediye ederek büyük incelik göstermiş. Malum Bozburunlar bu konuda çok ünlü.
Ancak ilk deneme pek de beklenildiği verimlilikte değil. Bakacağız.
Kedi ve HH gece bizle kalmayacaklar, hava kararmadan dönmek istiyorlar.
Akşam yemeği yine ortak, yan masadan-ay pardon tekneden- köfte, közde patlıcan, çeşitli mezeler, rakı ve şarap sofranın olmazsa olmazları…
Uzun bir sohbetin ardından, Bencik’in dingin sessizliğinde yattık uyuduk.

21 Temmuz 2009 Salı

Martı Marina-Orhaniye






LOTUS ekibi, Firuz-Ömer Kırcal, Nalan, Ömer Deniz ve Ben.
Evren Çeşme’den ertesi sabah gelecek.
Fakat asıl ekip bundan çok daha kalabalık. Bu seyahatin planları çok önceden yapıldı. HOOPER HUMPERDİNK ile Arzu, Leyla ve Erhan Abay, arkadaşları Emrah ve ailesi; TUTKUM ile Semiha, Bora ve Metin Berkem; SHE ile Nilgün ve Turhan Akman; Marmaris’ten deniz yoluyla gelen ELİF ile Elif, Alev ve Serdar İyibudar ile seyahate son dakikada katılan Erol Ağabey (Şar) ve zaten uzun zamandır o coğrafyada olan tüm tanıdıklar, başta Ateş Ağabey, Serpil Çidanlı, Emel ve Ufuk Çakmak, Utku Uçan, Lodos kafenin sahibi Salih ve Ayça Korsan ile tabi ki Selimiye’nin vazgeçilmezleri, Ayşe-Çeto ile Emre Korsan…
Yani “dev” bir GK etkinliği…
Hüsam sevgili ve “kocaman” ailesiyle Cumartesi günü karadan katılacak.
Aslında yola çıkarken ufak süprizler hazırladık her birine ama, henüz hiçbirinin haberi yok! Şimdilik ))
Biz LOTUS ile yapacağımız seyahatleri şöyle planlıyoruz. Her sene başında olduğu, Haldun ile olası seyirleri yaz başında kararlaştırıyor, ucuz uçak biletlerinden yararlanıyoruz. Teknenin tam olarak nerede olduğunu gerçi önceden bilemiyoruz ama, neredeyse Fethiye ile Gökova arasında tüm güzergahlara arabayla Dalaman’dan ulaşıldığı için biz de bu havalimanına uçuşlar ayarlıyoruz. Son dakika değişiklikleri tabi hiçbir zaman göz ardı edilmemeli, çünkü “deniz hali” bu… Belli olmaz!
Velhasıl, Salı sabahı erkenden, 1964 model, kırmızı bir Mustang ile Etiler’den başlayan yolculuğumuz, Marmaris’te son buldu. Otogarda, sağolsun Ömer’ler bizi karşıladılar. Onlar Datça’ya, 3-4 gün önce arabayla gelmişlerdi. Marmaris’te buluşup, hasret gidermemizi sıcaktan dolayı kısa kesip, hemen yola koyulduk. Daha yapılacak çok iş var…
İlk durak Marmaris Tansaş, tekne alışverişini buradan yapıp, eşyalarla beraber Orhaniye‘ye taşıyacağız, nasılsa arabamız oldukça büyük ))
İki tane hediyemiz var: Ateş Ağabey’e ne alalım diye çok düşündük. Sonunda, biraz da manidar olmakla beraber bir zeytin fidesi bulmaya karar verdik, yanlış anlaşılmasın, Ateş Ağabey’le aramızda hiçbir husumet yok… Zaten böyle bir adamla arasında husumet olanın aklına şaşarım o da ayrı konu...Haldun, yanındaki kuzeni Kadir, Serap, Nilay ve arkadaşı ile Hisarönü civarında turluyorlar, o gün içinde Martı Marinaya giriş yapıp bağlanacaklar. Yoldaki ıvır zıvırla uğraşınca marinaya girmemiz, akşamüstünü buldu. LOTUS henüz gelmemiş olduğu için, o kadar kişi, hepimiz, KEDİ’nin misafir kontenjanından marinaya duhul ettik. Haber çabuk yayılmış, üstünde dağcı kemerleri ve tırmanış takımlarıyla beraber bizi Ateş Ağabey karşıladı. Malum, kişilik itibarıyla her konuda “tedbirlidir”, ama tekne parkının dümdüz zemininde bize doğru, güvenlik ekipmanlarıyla koşarken görünce içim bir tuhaf oldu doğrusu!Seyahatin en “varlıklı” kişiliği, Ömer Paşa, kendisini hatırlatınca doğru Marina Restaurant’a yayıldık… ve birer-ikişer kalabalıklaştık.Havuzdan çıkarken toplam sayımız, 20’leri bulmuştu bile!
LOTUS, Nora pontonunda. HH de, bizim yanımıza geldi. SHE ve TUTKUM henüz Bencik’te. Onlar ertesi gün katılacaklar. Serdarlar koyun içinde, adanın kuytusunda demirdeler, onlarla da temas halindeyiz. Toparlanıp geleceklerini belirttiler. Bu arada eski dostlardan Nomad’ın kaptanı Levent ile de ayaküstü bir sohbet ettik, marinanın bu en büyük teknesinin gerçekten ilginç bir hikayesi var. Norveç’te açıkdeniz araştırma gemisi olarak inşa edilen bu devasa kırmızı “kayık”, nasıl olur da bir lüks yat için bir “bystander” olur? Bu sorunun cevabını belki de en iyisi Levent’in kendi ağzından aktarmak lazım…Haldunları yolcu ettikten sonra tekneye yerleştik, baş kamaranın yatağında beni küçük bir sürpriz bekliyordu: Bir açık deniz offshore ceket ve tulumu! En afilisinden. Tekne ortağım bu sene de beni ihmal etmemiş, paraya kıymış anlaşılan!Her seferinde olduğu gibi o kadar eşyanın nasıl olup da 32 feet tekneye bu kadar kolaylıkla sığdığını şaşırarak gözlemledim. Sonunda netayız!
Bu arada birer ikişer diğer korsanlar da geldiler, akşamki seremoninin detaylarını konuşuyoruz. Esas oğlan şimdilik yok!
Amaç belli: GK Komodoru Turhan Ağabeyin de önerisiyle Bozburun ve Selimiye’yi birer korsan kalesi ve mabedi olarak ilan etmek. Bunun gibi 3 farklı yeri daha (şimdilik) seçip onlara da birer korsan sancağı yollanmasını kararlaştırılmıştık. Bunun için bir akşam yemeği yapacağız, en uygun yer tabi ki de Bozburun. Ama tekneyle oraya gitmemiz mümkün değil. Ateş Ağabey motoruyla önden gitti bile. Lodos Kafede gerekli hazırlıkları yapıyor, Salih Korsan da sağolsun kırmadı, akşamın o saatinden sonra o kadar korsanı ağırlamayı kabul etti. Biz Ömerler ve Serdarlarla beraber toplam 9 kişiyiz, yazıyla dokuz! Dolayısıyla Ömer’in arabasına sığacağız mecbur. Erhan’lar kendi arabalarıyla geliyorlar… Sorun olmadı, geç de olsa bir şekilde Bozburun’a, korsanların müstakbel kalesine hasıl olduk.Upuzun bir masaya yan yana dizilip, çocukları da uyuttuktan sonra, Salih ve Ayça Korsan’ın ellerinden, harika hazırlanmış karides soslu, mezgitleri ve bilumum mezelerin gereğini usulunce yerine getirdikten sonra, Bozburun’u bir korsan kalesi olduğunun göstergesi olan büyük boy sancağı Ateş Korsan’a törenle teslim ettik. Hayırlı uğurlu olsun.
Gece geç saatlere kadar neşeyle ve özlemle sohbetin sonunu getiremedik… Konular birbirini kovaladı. Geri kalanları sonraki günlere bırakmak lazım, sanırım, çünki çok geç oldu!Yine arabalarımızla aynı yoldan dönerek, Martı Marina’ya geldik. Yattık uyuduk.

3 Temmuz 2009 Cuma

Lotus Kullanma Kılavuzu

Bizim kız, malum, birden fazla ekip tarafından kullanılıyor, aşağıya indiriliyor-yukarı çıkartılıyor! Dolayısıyla bazen, tamamen olmasa bile yabancı ekipler de, belli oranda huyunu-suyunu bilmedikleri tekneye binip, onu götürmek-getirmek durumunda kalıyorlar. İşleri kolaylaştırsın ve cep telefonu trafiğini azaltsın diye bir kullanma kılavuzu ve yerleşim planı yapılması gündeme geldi.... ve yaptık!
Aşağıda sunduk:



"LOTUS’ta sadece 4 şey yasak!
1-Denize düşmek…

2-Kabuklu yemiş yemek…

3-Tuvalete bilinmeyen bir cisim atmak!…

ve 4- tuvalete ayakta işemek “kesinlikle” yasaktır )))

Bir de yeni vernik işinde bu kadar uğraştıktan sonra, makosen veya topuklu ayakkabıyla içeri girmeyi ekledik listeye... En azından şimdilik YASAK! ))
Tekneyi açıp içine girince ilk yapılacaklar:

1-Genel kontrol
Teknenin içinde göze çarpan herhangi bişey? Koku vs.. Sintinede su var mı?
Tuvaletteki vanaları, klozeti kontrol et. Kaçak bişey var mı?
Elektrik tesisatına bak. Akülere bak. İki grup var, ilki harita masası altında, diğeri sancaktaki oturma grubunun altında. Renkleri yeşil olmalı, voltmetreye çok güvenme. Kırmızı ya da siyahsa, azalmış demek. Seyre çıkmadan ya motorla, ya redresörle şarj et.

Elektrik paneline geç, her üniteyi (sintine, hidrofor, radyo, buzdolbı) aç, çalışıp çalışmadıklarını kontrol et. Navigasyon (derinlik ve hız göstergesi elektriğe yani iç aydınlatmaya bağlı, otopilot hidrofora)
Motor bölümünü aç. Altında su var mı? Yağ kaçağı? Yağına ve suyuna bak. Her şey yolundaysa, kullanmayacak dahi olsan motoru çalıştır.
Buzdolabını genelde kapatıp, kapağını açık bırakıyoruz. İçine bak, gerekirse temizle, kapağını kapat elektrik durumun müsaitse çalıştır.
Teknede bir önceki seferden kalmış, bilinen bir hasar tamir bişey var mı? Yelken tamirde olabilir, botu bırakmış olabiliriz, çamaşırlar çamaşırhane ya da marinada bırakılmış olabilir, İstanbul ya da başka bir yerden bir parça taşınıyor olabilir. Bunları çıkmadan kontrol et.

Su tankı (iskele taraftaki koltuğun altında) dolu mu? Boşsa doldur. Taşana kadar doldurunca, içinde çok fazla basınç oluşuyor, koltuk tabanındaki tahta havalanıyor, biraz boşalt ya da kontrol ederek doldur.
Gece seyri yapılacaksa, atnalı (7) yüzer fenerini, el fenerini (kendinden manuel olarak şarj oluyor-siyah olan, 10 metreye kadar su geçirmez bir de üzerinde beyaz haç olan kırmızı renkli var) diğer ışıklarının şarjı var mı önceden kontrol et

2-Ne nerede? Denizde Çarpışmayı Önleme Tüzüğü-Kitaplıkta. Mavi renkli, ince kitap (IV) Rod Heikell (Türkiye ve Kıbrıs ile Yunanistan Pilot kitapları), logbook, diğer rehber kitaplar kitaplıkta (IV) Paraşüt fişeği, duman işareti, ve el maytabı kitaplığın önündeki boşlukta. Çan ve ecza çantası (kırmızı renkli deri çanta) da burada (IV) Bosa kancası, ucunda radansa, kilidi ve esnek lastiğe monte ipi ve ayrıca ırgat kolu ile beraber zincirlikte (1). Can yelekleri tavanda değil )) Ön kamara yatağın altında (I) Uyku tulumları, battaniyeler ön kamara sancak dolapta (III), ırgat rölesi, oltalar, rüzgar tüneli (sıcak havalarda pencere ağızlarına asılan, havalandırmaya ve tekne içine rüzgar yönlendirmesini sağlayan kumaş manika) ön kamara yan taraf sağ ve sol tarafta (Ia) Mekanik takımlar; matkap, 12 volt matkap, lokma takımı, tornavidalar, civatalar-vidalar solda oturma grubu (arkadaki) arkalığında (XX) Elektrik kabloları, yedek (uzun-yaklaşık 30 metre, diğerinin ucuna eklenebilecek gibi) sahil kablosu, şarj cihazları, solda oturma grubu (öndeki) arkalığında (XXII) Bayraklar (Yunan bayrağı ve işaret flamaları dahil), yelken tamir kiti, ince ipler ve gırcalalar, otomatik şişen can yeleği ve emniyet kemeri, botun pompası ve uçları sağda oturma grubu arkalığında. (V) Su deposu iskele oturma grubu altında (XXI) Otopilot, kitaplığın arkasında, duvara asılı kakıcın altında (IV) Yelken eldivenleri, ahşaptan konik kesilmiş vana tapaları, sis borusu, pusula ve gösterge plastik kapakları telsizin altındaki gözde. (XI) Çizmeler, bazı ayakkabılar, porsun oturağı, spinaker, redressör ve fırtına floğu sancak oturma grubu altında (VIII) Diğer spinaker, kıç kamara yatağın altında (XV) Yün eldivenler, kasketler ve bereler kitaplığın yanındaki kapaklı dolapta GPS, docktape, Nokia şarjı, dolap kilitleri, el feneri kendinden şarjlı (2 adet), kalem pilli gemici feneri (yeşil), bazı müzik CD’leri telsizin üstündeki rafta(IX) Both şalter, invertör, ırgat sigortası, sahilden gelen 220 sigorta harita masası altında. Çakılar, saç bantları ve kafa lambası harita masası üstündeki masa aydınlatmasında asılı. Temizlik malzemeleri (bulaşık deterjanı, çamaşır suyu, ciff, ahşap temizleyici, kaol, yağ sökücüler); WD40 muadili, pas sökücü, elektrik kontak sprey, plastik kaplayıcı sprey, yapıştırıcılar, vinç gresi, epoksi-sunfix, kandil yağı harita masası altındaki yan dolapta (Xa). Tavalar, konserveler, reçel kavanozları, çöp poşetleri evyenin altındaki yan dolapta (Xb). Hortum kafası, vidası, yedek ampuller, yedek sigortalar, haritalar, pergel, cetvel, kalemler, tekne evrağı, manueller ve bazı bantlar (teflon, bez bant, elektrik bandı) harita masası içinde (X) Pis su tankı pompası, bazı boyalar, zımparalar, akrilik yapıştırıcı, spatül-kürek, epoks macun, selülozik tiner tuvaletin arkasında fermuarlı bölümde. (XIV) Balta kıç kamara dolabı alt gözünde (XVIa) Plastik süzgeç, küçük tencere fırının içinde. Bardaklar, mutfakta fırının üstünde bez bir torbada asılı, tabak-çanak ve çatal, bıçak, kaşık fırının arkasındaki gözde. Fırına gelen gaz, altında küçük bir vana ile de kontrol ediliyor. El incesi, dürbün kapı girişinde asılı. Usturmaçalar, 2 adet büyük 2 adet küçük mazot bidonu, mazot hunisi, hortum, uzun fırçalar (sert ve yumuşak), leğen ve bazı kovalar kıç ambarda. (2) Mekanik takımlar, alet çantası, yedek çapa-zinciri, demir halatı (siyah 14’lük-polyester batar), kıç koltuk halatı (12’lik petrol mavisi- poliproplen yüzer), yaylar, koltuk halatları (beyaz), çeşitli halatlar, paletler, maske ve şnorkel, dolu ve boş tüpler kokpitteki sancak ambarda (5). Yangın söndürücülerin biri kıç kamarada, diğeri kokpitin arkasındaki boşlukta, sancak tarafta (3a). Bunun hemen karşısında üstünde vanası ve detantörüyle piknik tüpü var.

2-Seyir Hazırlıkları Teknede genelde, baharat, tuz, bilumum konserveler, pirinç, makarna mevcut. Aç kalmak oldukça zor))
Mazota ve suya bak. Mutlaka meteoroloji desteği ve seyir öncesi kontrolü çok yararlı.
Seyir planı, vardiyalar, görev dağılımının önceden yapılmasında büyük yarar var.
Uzun seyirlerde usturmaçaları toplayıp iskele kıç altı ambara atıyoruz.
Botu, deniz durumu çok ağır değilse arkadan çekerek taşıyoruz, kürekleri bağlı olmasına dikkat et. Limanda uzun bekleyeceği zamanlarda, ya da sert denizlerde uzun geçişlerde ön güverteye ters kapak ediyoruz. Bu şekilde taşımanın önemli dezavantajı zincirlik açılmıyor, ve genova iskotaları çapariz verebiliyor.
Pasarellayı nereye gidersek gidelim mutlaka yanımıza alıyoruz, sancak puntellere bağlıyoruz. Yelken de olsa, motor da olsa, seyre çıkmadan içersini güzelce neta etmeyi unutmamak lazım.

3-Seyirde: Tekne yol yaparken, kokpit arkasında, oturağın altındaki göze su doluyor, kendiliğinden tahliye oluyor. Endişe etmemek lazım!
Uzun yelken geçişlerinde buzdolabını 4-6 saatlik peryotlarla kapatıyoruz. Buzdolabının dolu olması uzun süre soğukluğu koruması için avantaj. Kalıp buz bulunabilirse, bu süreyi daha da uzatmak mümkün. Alışveriş yaparken, içeceklerin soğuk olarak alınması bu açıdan çok yararlı. Seyirlerde oltayı sancak kıç omuzlukta (4) taşıyabiliriz ama limanlarda marinalarda hele de tekneyi terk ediyorsak mutlaka içeri koyuyoruz.
Navigasyon iç aydınlatmaya bağlı. Otopilot, kokpit içinde fiş-prizine takılıyor, elektriğini hidrofordan alıyor. Yelken yaparken, özellikle dar açı seyirlerde, teknenin bayılması söz konusuysa, tuvalet vanalarını kapatmak lazım. Ağır deniz koşullarında heçleri kapamak, sprey hoodu açmak, gerekirse kapıyı kapamak yararlı olur. Gece vardiyalarında özellikle dalgalı denizde ve yalnız nöbet tutuluyor ise, güverteye emniyet kemersiz ve can yeleksiz çıkılmamalı. Tatlı su kapasitesi 150 litre, -denizden gelen suyun temiz olduğu, liman dışı-açık deniz veya temiz koylarda iken-bulaşıkları genelde deniz suyu pompasıyla (mutfakta evyenin hemen altında, ayakla basarak çalışan) yıkıyoruz.
Banyodaki tatlısu musluğu daha dışarda olan, aç-kapatarak çalışıyor. İç taraftaki musluk hep açık, ayak pompasıyla denizden su çekebilmek mümkün.
Ocak yakarken, düğmeye basarak çakmakla yakılıyor, alev aldıktan sonra, ısınana kadar beklemek, hemen bırakmamak lazım; sönüyor.
Seyir esnasında ocak üstünde bulunan ya da pişirilen-ısıtılan herşey (çaydanlık, tencere), vidalı kollar ile sabitlenmeli
4-Dönüşte-Tekneyi Terk Ederken. Limana girmeden pis su tankını ve sintineyi açıkta boşalt. Buzdolabının içinde bozulacak şeyleri atıp (yumurta, peynir vs), kapağını açık bırakıyoruz. Çöpleri atıyoruz, evyede ya da tekne içinde bulaşık bırakmıyoruz. Yağmur yağmayacaksa, ön kamara üstü ve salon üstü heçleri kapatıp (, banyo ve kıç kamaradaki toplam 3 küçük heçi açık bırakıyoruz. Demirdeysek, zincire bosa vurup, ırgatın sigortasını kapatıyoruz. Sıkışık plan yerleşildiyse usturmaçaları koyuyoruz. Kıçtan kara, karaya yakınsak kıça usturmaça koyuyoruz. Ana yelkenin örtüsünü örtüyor, genova iyi sarılmış mı, roller halatı güzelce voltalanmış mı? Kontrol ediyoruz. Oltayı içeri alıyoruz. Limandaysak ve tekne 3 günden fazla duracaksa, botu ön güverteye alıyor ve bağlıyoruz. Pasarellayı tekneye alıp, bağlıyoruz. Kokpit dolaplarını kilitliyoruz. At nalı simidi ve fenerini içeri alıyoruz. Dışarıda herhangi bir malzeme bırakmıyoruz. Both şalteri off konuma getirip tekne içinde elektrik kullanacak (buzdolabı, sintine, elektrik, radyo, seyir ve demir fenerleri) her şeyi kapatıyoruz. Kapıyı kilitleyip anahtarı aksi söz konusu değilse, daha önceden konuşulmuş birisine ya da marina ofisine veriyoruz.
Özetle tekneyi bulduğumuz gibi bırakıyoruz )))

SELAMETLE..."