29 Ekim 2008 Çarşamba

Lotus Tamir Bakım Günlüğü-2007/2008

KIŞ 2007-2008
Elektriklerini değiştireceğiz. İç aydınlatmalar kötü. En az elektrik harcayan kesinlikle fluorescen LED in yarısı, halogen ampulerin 1/4 ‘ü kadar elektrik çekiyor. Ampulleri piyasada var. 12 volt olanlar çok çeşitli değil ancak Cem buldu Karaköy’den. Bir tane yedeği ile beraber toplam 6-7 tanesi, 100 YTL ye geldi bize. Ampulleri beyazdan günışığına çevirdik. Daha loş, güzel ışık verdi. Kamara içlerini ve tuvaleti mecburen halogen yaptık. 15 watt ampulleri var, oldukça iyi aydınlatıyor. Tuvaletin penceresinden dümendeki adamın gözünü alıyor, ampulunu küçülttüm. Karaya çekeceğiz. Yaz için hazırlanması lazım, uzun seyahat. En önemlisi dümen mili takozu gibi, kış sonuna doğru iyice kaçırmaya başladı. Her an dümeni suda kaybedebiliriz. Takozu sökmekte tecrübeliyiz, bir sene önce Psarinin sökmüş takmıştık. Onunkinde mecburen pimleri çürütmüştük. Takoz sarıdan (atölyedekiler kızıl diyor, daha sert bir materyalmiş) dolayısıyla ciddi zarar görüyor. Ama yine de zor iş. Sol yanda başı kesik, saplama bir cıvata var. Arkaya biz Göcek’te Haldunla 10 luk bir set uskur saplamıştık. Önde başı dışarıda muhtemel çekiçle çakılmış bir saplama daha var. Asıl iş ama söktükten sonra başlıyor, 10 luk kapkalın çelik pimlerin nasıl olup da kırıldığı. İlk söktüğümüzde kolay girsin diye Erol ağabey takozun yuvasının içini zımparalamıştı. Bundan dolayı bollaştı, boşluk oldu, ufak ufak yiyor pimleri, metal yorgunluğundan kırılıyorlar diye düşünüyoruz. Tek tarafını kesip, set uskur ile sıkarak yuvaya tam oturmasını sağlayalım diye düşünüyoruz. Çıkartırkan pimlerden tekini çürüttük. Ana mil zarar gördü hafif. Mehmet tekneye gelip el matkabıyla, orada rayba açacak.
Zincirliğin kapağı kötü, menteşesi kırıldı. İsmail usta yaptı sağolsun.Zinciri markaladık. Yeşil yağlı boya ile. 10 metrede bir
Bot hava kaçırıyor. Marintekten tamir servis buldum. 75 milyona, transfer dahil verdik.
Erol ağabey bir voltmetre bağlayacaktı, 5 milyona almış. Ama randımanlı değil dedi takmadı. Borda fenerinde sorun var, ampulünü değiştirdiler. Yanlış bağlamışlar. Kapağını da kaybedince, tüm feneri söktük. Haldun son gün taktı. Tören bayrakları hazırladık. Malum büyük gün Sancak bayraktan… Uzun flandra yapmışlar. Nalan sebebiyle yuvarlak içine alıp, yıldız ekleyeceğim. Yuvarlak ayı temsil ediyor. Yıldız ise malum.. Toplam 180 TL ye geldi
Tuvalet pompası yine bozuldu. Söküp Jabsco takacağım. Tuvalet taşı sağlam. Altı standartmış. 4 tane 12 lik vida tutuyor. Tuvalet taşına monte ederken tek vida bağlantısı, seramik kırıldı, hiç kasmadan sokmak lazım dediler. Yol boyunca ufak ufak kaçırdı. Contasını mı değiştirseydim acaba falan dedim. Yalıkavakta sonradan Adnan usta ile epoxy yaptık. Oldu.
Usturmaça kılıflarını değiştirdim. Polyester olanlardan, yeşil rengi bitmiş gibi. Ancak 5 tane yapabildiler. 15 milyon tanesi. Şentürk ten.
Yeni balık oltası tutucusu. Şentürkten 75 milyon. Ama kaliteli bişey. Oltanın misinasını değiştirdim. Dyneema, çekeri çok daha fazla, monofilamentin 3 katından fazla çekeri var. 47 mm, neredeyse 50 kg balık çekiyor. 350 metre aldım sardım. Renkli bişey. Serdar’dan seyahat hediyesi, güneş enerjisi ile çalışan aydınlatma, kırmızısı var, beyazı var.Erol ağabey sağolsun hoparlör ile CD-Radyo çalar almış. Kablo ile İpodu bağlamak mümkün. Hakan sağolsun taktı. Hoparlörleri koymak için maundan yuva yaptırdım. 70 YTL istedi. 50 verdim. Yanımızda karaya çekmiş Şirvan’ın kaptanına verniklettim. Çanakkale de taktım.
Aküler kötü durumda, su eksiltmiş, Daha 1 ay önce bakmıştım. Sorun yoktu. 1 ayda nasıl bu kadar eksilmiş anlamadım. Cemille beraber bir gece sabaha kadar şarj ettik, sularını tamamladık. Biri hariç yeşil oldular. Cem ölçtü yeşil olanlar sadece %50 kapasite ile çalışıyor. Diğeri bitik. Erta dan Recep ağabey aracı oldu. Akücülerden bilgi aldık. dükkanda Serdar bey var konuyla ilgili. Bilgili birisi. Deep Cycle olanlar kullanma aküsü için daha uygun gibi ama çok pahalı. Bu dükkanda bize, dost işi iki katı (250 milyona) verecekler. Redresörleri falan değiştirmek gerekiyor. Bir dolu iş. 3 tane bildiğimiz bakımlı, 90 amper, 390 milyona verdiler. Eski akülerin haznelerini 15 milyona geri alıyorlar.
Son gün ırgat bozuldu. Haldunla beraber söktük. Ertesi gün, düğün sabahı atölyeye gidecek. Elektrik motoru problemli bu sefer. İki dakkada söktüler, boyadılar. Aynı sorun hep, zincirlikte durmadan su içinde tabii, habire biyerleri kırılıyor. Neyse hallettiler, Haldun Erolağabeyle beraber aynı gün yetiştirecekler, Kablolar falan sorun olmuş, ama halletmişler. Bayrakları çekerken mandarları kaçırmışlar. Saat 7 ye kadar uğraşmışlar ama sonunda halletmişler, tam vaktinde düğüne yetişip H şahitlik görevine geldi.
YAZ 2008
Bozcaada da pervaneye halat sardık. Düşük devirde bayağı vuruntu yapıyor. 2400 lerde sağlam. Daha ileri devirlerde yine vuruntu yapıyor. Daldım baktım, pervaneyi temizledik, braketin boyası dökülmüş. Ama sağlam gibi. Sorun yok gibi duruyor. Cemille ve Erol ağabey ile konuştuk. Biraz da bu yüzden seyahati kısa tutmaya karar verdik. Sonradan alıştık, yol yaptıkça azaldı. Çanakkale de hoparlörleri taktım. Maun yuvaları Kalamışta, çıkmadan hazırlamış, verniklemiştik. Hidrofordan ses geliyor. Kendi içinde kaçırıyor. Bayağı ısınıyor. Otopilot da aynı fişe bağlı. Sorun çıkaracak, uzun yolda hidroforun elektriğini evyenin altındaki dolaptan kesiyorum. Hidroforu söktüm, valflerini zeytinyağıyla yağladım. Kesildi gibi bir süre. Sonra yine başladı. Yaz sonunda kendiliğinden durdu.
Doro kanalında (Andros-Evia arasında) yelken genova yırtıldı. En yakın Olympic Marina var. Tamir işleri yapılıyor denmiş kitapta. Kötü iş yaptılar. 100 euromuzu aldılar. Sinir olduğumuzla kaldık. Zincirliğin kapağını vidaladım. Serifos Temmuz
Güverte boyunca uzanan güvenlik halatlarına, kasa yaptım. Diktim. 6 lık kilit ile borda küpeştesine sabitledim. Serifos TemmuzYolda iplerimizi kaybettik. Serifos-Ios arası. Ios ta 14 lük 25 metre ip aldık. Geri kalanları Kaya’dan Sabri ağabey bila bedel verdi. Bir tane 50 metre 14 lük siyah, polyester. Bir tane 9 metrelik 14 lük, Yunanistan da hemen hiçbir yerde elektrik almadık. Böyle bir hizmet yok bir tek Amorgos’ta buldum. Aküler kötü durumda, Ios’ta 3-5 gün önce limanda 4 saat motor çalıştırıp şarj etmiştik. Biraz toparlanmışlardı. Şimdi de bayağı siyah gibiler. Amorgos’ta uzun süre manuelde takip ederek şarj ettim. En çok 7 ampere kadar düştü. Ama hepsi yeşil oldular. Yelken yine yırtıldı. Direğin tepesi. Bodrum da UK e verdik. 40 YTL Bir sonraki sefer anayelken arabalarından bazıları kopmuş. Haldun Bodrum da bir ustaya vermiş. İyi iş yapmış. Fazladan kızak alalım demiştim. Bot hava kaçırıyordu, onu da yapmışlar. Ama çok para istemişler (75 TL). Verdik mecburen. Otopilotun fişinde ve pupa fenerinde paslanmış vidalar var. Haldunla değiştirdik. Eylül Arkhi Tuvalet geri tepiyor. Daha yeni değiştirmiştim. Tamir takımından aldım. Samos ta 12 Euro. Sintine pompası yine bozuk, uzun saçlar sebep oluyor buna, motoru çalışıyor ama pompa görevini yapmıyor. Teknenin içinde su var. Güverteden geliyor. Su deposu kapağından. Etrafını gelcoat filler ile doldurdum, sertleştirici var. Eylül Kuşadası. Dönüş yolunda Marmara adasından sonra Erol ağabeylerde açık denizde giderken birden vuruntu artmış, sadece 1400 devirde çok az-yine de var- çok yavaş devirle 35 NM geldiler. Gece gece dalamamışlar. Yeni mazot almıştık dedi. Acaba filtrede, injektörde mi sorun var diye düşündük. Mantıksız, boşta çalışırken olmuyor.İstanbula geldiklerinde altına yattım. Takozlar sağlam gibi. Suya girdim, girmemle çıkmam bir oldu. Onca yolu, tek kanatlı pervaneyle gelmişler.Hemen organize olduk, karaya aldık. Hemen dümeni indirdik. Zor olmadı bu sefer. Şaftı söktük, Braketin saplamaları gevşemiş. Sökmedik. Güçlendirdik. Kovanı berbat, lastiği gitmiş. Ermaksan da aynısı var. Sadece biraz daha uzun. Onunkiler 10 cm, bizimki 73-75 falan. Adedi 20 YTL. Ucunu traşladıar. Bir tane de esnek kaplin aldım. 75 YTL. Yanmarınkiler standartmış. Pervanelerden folding propeller olanlar iki tip. Biri kendinden kapanıyor ama çok pahalı. Diğerleri eklemlerinde kekamoz yapıyorlar. Bir süre sonra çalışmıyorlar. Ama çıkma bulamadık Selahattin Usta’da (0532 2717746) çıkma yok. Bizim pervane 16 /11, 16 inch cinsinden pervanenin dairesel çapı. 11 pitch. Sola eğimli, (yüsek tarafı sağda), terse de koysan pervaneyi aynı, yine yüksek tarafı sağda. Tornistan da çoğu pervane sola çeker. Bu da öyle. Pis su tankının tahliye hortumu delikti, koku yapıyor. Sergün değiştirdi, sağolsun. 3 günlüğüne çektik, çekmişken altının boyasını rötuşladık. Pervane yetişmedi denizde taktık.

6 Ekim 2008 Pazartesi

Kerveli-Kuşadası

Samos-Kuşadası
Yağmurla uyanıyorum Saat 6 falan, gece uyku tulumuyla güvertede yattım. Rüzgar henüz şiddetli değil, demir sağlam her şey yolunda. İçeri girip kamarada devam ediyorum uykuya. Sabah benzer hava durmuyla uyanıyoruz. Barometre dün geceden beri 10mB düşmüş ve de devam ediyor. Güneyden gelen fırtına bulutları gittikçe alçalmış ve hızlanmış durumda, özellikle Türkiye ana karası üzerinde. Poseidon’un haşmetli nefesinden çıkanlar, hızla ve karma çorman ve önüne çıkan her şeyi beraberinde sürükleyerek kuzeye doğu koşturuyor.
Demir alıp çıkıyoruz daha fazla oyalanmanın anlamı yok. 15 NM civarında bir yolumuz var yolda bu kargaşaya yakalanıp sucuk gibi ıslanmanın bir gereği de yok. Birinci dereceden camadan ve küçültülmüş genoa ile geniş apaz 15-20° Kuzey. Yaklaşık 30 knotlarda esen bir rüzgar var, kanaldan gelen akıntı ve bir süre sonra büyüyen dalgalarla yaklaşık 1,5 saati biraz geçe Kuşadası açıklarına geliyoruz. Güneyden Kuşadası’na yaklaşırken sığlıklara dikkat etmek lazım. Kuşadası bordalanana kadar açıkta kalmakta yarar var. Ancak rüzgar yönü buna pek müsaade etmiyor, o dalgada, sert rüzgarda hepsinden önemlisi kırık bir bumba bağlantısıyla kavança atmak istemiyoruz. Yelkenleri indirip motorla giriyoruz Kuşadası Setur Marina’ya. Dar bir yere kıçtan kara oluyoruz. Girer girmez de yağmur bindiriyor. Oldukça şiddetli ancak kamaradayız, son öğle yemeği. Menüde teknede kalan her şey var… Elektrik almayacağız, buzdolabını boşaltmakta yarar var. Midelerimiz çöp sepetine dönecek!

4 Ekim 2008 Cumartesi

Samos Marina-Kerveli

Samos-Kerveli
Gece huzurlu uyuduk. Marina içindeki sallantı, Limanla kıyas kabul etmiyor. Sabah kalktığımda rüzgar oldukça hafifti. Yağmur bulutları dünküne kıyasla daha fazla. Bugün için öğleden önce iyi hava veriyor. Akşamüstüne doğru hafif sertleşiyor, gece fena değil ama yarın öğleden itibaren bütün bölgede fırtına düzeyinde. Arabamız öğleye kadar bizde. Onu şehirde teslim edeceğiz, oradan son alışverişimiz yapar, taksiyle döneriz diye düşündük. Sabah kahvaltısı hep olduğu gibi teknede, bugün menüdefırında tost var. Etraftaki teknecilerle sohbet ettik biraz. Bir önceki gece limanda ciddi dayak yiyen İngilizler, Arkhi’de iki akşam önce karşılaştığımız çift. Şu tek bacaksız kedileri kaybolanlar… Hemen akıbetini sorduk, onlar uzun süre aramışlar ama bulamayınca yatıp uyumuşlar. Sabah kalktıklarında ufaklık teknedeymiş. Akıllı bişey zaten belli, gözlerinden anlamak mümkün. Bugünkü rotamız adanın güney kıyısı. İlk durak Pithagarion’a yakın Evpalinos tüneli. Giriş kişi başı 4 Euro. Rivayete göre 600 metre uzunluğunda tünel şehre su getirmek için inşa edilmiş, bir diğer söylenceye göre ise korsanlardan korunmak amacıyla da kullanıldığı söyleniyor. Girişi çok dar. Ama içi geniş. Değişik bir duygusu var.
Yola devam, Ireon’u pas geçiyoruz. Hiçbirimizin arkeoloji ile pek arası yok. İkinci durak Hora üzerinden Koumaradei, orada çok kalmadık. Toprak testileri ve taş işçiliği ile meşhur. Servi ağaçlarından zengin tabiatı olan Pyrgos üzerinden Ormos Marathokampos’a doğru devam ediyoruz. Yolda arıcılar ve bal satan küçük dükkanlar var. Düzgün asfalt yol, virajlarla sık bitki örtüsü arasından, Ege denizinin güzel manzaralı fırsatlarıyla batıya doğru devam ediyoruz. Vaktimiz az tam bir “being there done that” seyahatindeyiz…”Maratho” düz demek, “campos” ise şehir, Türkçedeki kamp sözünün olası kaynağı. Marathokampos, paradoksik olarak aslında tepede, düz falan değil yani. Buna mukabil sahilindeki Ormos Marathokampos oldukça düz ayak… Güzel bir mendirek var. Büyük bir liman değil. Adanın batı ucuna en yakın sığınak olarak kabul edilebilir.
Saat 14.00 gibi arabayı bırakmış olmamız gerekiyor. Geri dönüş yoluna geçiyoruz. Pithagarion’da son alışverişler. Taksiyle Marina’ya dönüş. Rüzgar gayet iyi, 20 kontlar civarında esiyor. Rota doğu. Bayrak adasını bordalayıp, içeri giriyoruz. Sahilde küçük bir taverna var. Kuzeyli rüzgarlara kapalı küçük bir koy ve şirin bir yerleşim, adı Posidonnio, diğer adı Molla Ibrahim koyu! Birkaç tonoz var, ancak boğaza rağmen içeri giren soluganlar sebebiyle kalmayı düşünmüyoruz. Burnu döndüğümüzde denizler iyice azalıyor. Oldukça hoş bir koy var, Ormos Gatos, ama insan kaçakçılığının izleri burada da gayet belirgin. Beğenmedik. Kuzeye doğru devam edip sakin bir yere giriyoruz.
Tepelere yayılan yerleşimler mevcut, bir tanesi oldukça büyük, sonradan otel olduğunu öğreniyoruz. Sahilde bir taverna, birkaç bakkal var. Şirin bir yer, insanları ve duygusu hoşumuza gidiyor. 4 metrelere funda demir, alargada kalıyoruz. Yanımıza Türk bandıralı bir Bavaria daha geliyor, muhtemel Kuşadası'ndan. Bir çift var içinde uzaktan selamlaşıyoruz. Ama pek bir sohbet ortamı olmuyor. Akşam botla karaya çıkıp tavernada son akşam yemeğimizi yiyoruz. Çok da matah değil, ancak ucuz. Koyun adının Kerveli olduğunu öğreniyoruz. Servis yapan iyi bir garsonumuz var. Barda oturan yaşlı bir adam başıyla selam veriyor, yok İngilizcesiyle sert havanın geldiğini söylüyor. Sohbet ilerleyince garsonun babası olduğunu ve köyün en yaşlı ve sözüne güvenilir bir denizcisi olduğunu öğreniyoruz. Rivayete göre en çok balığı hep o tutarmış. Hepsiyle ayrı ayrı selamlaşıp, tekneye dönüyoruz. Rüzgar sert ancak demirde sağlamız. Üzerimizden hızla geçen fırtına bulutlarını seyrederek uykuya dalıyoruz.

3 Ekim 2008 Cuma

Samos-Pithagarion

Samos
Doğu Sporades adalar grubunda. Türkiye’ye (Meis’i saymazsak) en yakın Yunan Adası. Dar Boğaz’ın genişliği ortalama 1200 metre kadar, hani derler ya neredeyse taş atımı mesafede. Diğer Yunan adalarıyla karşılaştırınca-özellikle Sikladlar ile- oldukça yeşil bir ada. Kuzeyi çok yağış alıyor, güneyi tarıma elverişli. Bağcılık ve zeytincilik gelişmiş. Tarihte, özellikle hemen kuzeyindeki Sakız (Chios) ile karşılaştırınca, Osmanlı’ya daha yakın durmuş. Sakız bir dolu isyanlar ve savaşlar ile uğraşırken, Samos en azından idari olarak Osmanlı’dan kopmamış. Belki buna bağlı olarak mimarisi Türk mimarisine daha yakın gibi, en azından bize öyle geldi.
Ada antik Yunan’ın en önemli matematikçilerinden Pitagor’un doğum yeri. Onun adına ithafen, bizim de kaldığımız Pithagarion şehri, adanın en büyük ikinci şehri. Vathi kuzeyde, ticari limanı var, küçük yatlar tarafından pek tercih edilmiyor. Üçüncü büyük limanı Karlovassi, kuzey batıda, bize bayağı uzak…
Rivayete göre mitolojinin en önemli kadın karakterlerinden, Zeus’un karısı Hera da burada doğmuş. Ireon arkeolojik yönden oldukça zengin bir şehir, Pithagarion’a yakın. Müzesi meşhur.

Sabah nispeten bulutlu bir havada uyandım. Kalkıp bir ortalığı kolaçan etmek adettendir, kafamı hatchden çıkarttım, her şey yolunda. Etraf sessiz. Teknesinden çıkıp, sabah duşunu almaya giden elinde şampuanlar-diş fırçaları yatçılar, sessiz ve kibarca birbirlerini selamlıyorlar. Marina yaşantısını seviyorum. Bugünkü plan kahvaltıdan falan sonra tekneyi alıp, analiman-Pithagarion’a gitmek. Bu gece orada kalalım diyoruz. Şehirden bir araba kiralayacağız, adayı gezeceğiz. Tatilin bitmesine iki gece kaldı. Nasıl yedik koskoca 9 günü? Anlamak mümkün değil.Toparlanıp çıkmamız öğleyi buldu. Bir gecelik bağlama 19 Euro. Hizmetten genelde memnunuz. Suyumuzu-elektriğimizi aldık, yıkandık paklandık.Ofiste parayı öderken gözüm meteo ihbar panosuna ilişti… Uuu!Bu geceden başlayan lodos fırtınası veriyor. 2 gün sürecek gibi. İnternete girdik. Sitelere bakıyoruz. Bu gibi bir durumda siteler arasında fark olabiliyor. Özellikle hep aynı yerden takip ediyorsanız bunu yorumlamak daha kolay, misal iki gün önceki sert rüzgarı fırtına olarak yorumlamış bir yerdeki sert rüzgar ihbarını biraz kulak arkası ederken, rüzgar şiddetini olduğundan biraz az ifade eden bir sitedeki fırtına ihbarını görmezden gelmek bence cesaret işi… Neyse bu akşam, gece yarısı esmeye başlıyor, ertesi gün içinde düşüyor, sonraki gün gittikçe hızlanarak, fırtına boyutuna ulaşıyor. Bu gece limandayız sorun yok. Yarın gün içinde hava hafifleyince adanın kuzeyine dönüp, oralarda bir yerde konaklamak ve yolu kısaltmak, bir sonraki günkü havayı kollayarak zaten arkadan gelen rüzgarla Kuşadası’na dönmek… Bir diğer alternatif de hemen demir alıp Ege kanalına çıkmak, balon basmak ve Pazar akşamüstü Istanbul’da olmak! Çünkü güya bizim olduğumuz yerlerde hava hafif yani 7-8 falan ortalama, renk skalasına bakmaksızın, tüm sitelerde kanalın içi kıpkırmızı! Nerde olmak değil ama nerde olmamak istediğimi çok iyi biliyorum.Marinadan çıkmadan önce mazotlarımızı doldurduk. Tekne bundan sonra hep kuzeye gidecek ve Yunanistan’da mazot daha ucuz. Mazot iskelesine gelirken rüzgar iyice sert, bizi uzağa atıyor. Sancağa yanaşmayı oldum olası sevmemişimdir, eh buraya da git-dön açıktan geri geri gir! Üşendim doğrusu. Nasılsa yaparız bişeyler diye. Teknenin burnu açıkta kaldı, Haldun bir çırpıda atladı rıhtıma kıç koltuğu aldı ama hoooop teknenin burnu anında açıldı. Rıhtıma yanaşmış büyükçe bir Bavaria’da 5-6 tane iri yapılı adam var. Bize bakıyor. Sonradan öğrendik hepsi profesyonel, Hırvatistan ‘dan tekne getiriyorlarmış. Her kafadan bir ses çıkıyor. Yok iskele alabanda bas dümeni, tornistan ver, yok açmaz al ileri ver!Bir durum değerlendirmesi hemen kafada, yapılacak belli. Uzun bir koltukla Haldun rıhtımdan çekiverince, bizim kız uslu uslu yanaştı yerine. Lotus’u bu yüzden çok seviyorum. Rüzgar sert bile olsa, iki kişi rahatlıkla kol kuvvetiyle abrayabiliyor. Hava güzel, yolumuz kısa. Sırf genoa ile Pithagarion’a girdik. Rıhtıma kıçtan kara. Teknenin burnu güneye bakıyor. Bu geceki lodosta burada kalacaksak bütün yük demire binecek. Uzun tuttuk. Bağlanabileceğimiz pek başka bir yer yok. Rıhtımın da en civcivli yeri. Dur bakalım. Bir araba kiraladık, en ucuz olanını tabi ki, tankırdayan bir Nissan. Pazarlık-mazarlık 20 Euro’ya bıraktı. Bayağı ucuz doğrusu, muhtemel sezon sonu diye. Önce kuzeye yönlendik, o tarafın doğası daha etkileyici-ymiş. Chora çok çarpıcı bir şehir değil. Sevmedik. Kuzey sahilini takip ederek batıya doğru gidiyoruz. Yunan adalarında görmeye alışmadığımız, oldukça yeşil hatta ormanlık denilebilecek bir bitki örtüsü hakim. Küçük kumsallar var. Normalde kuzeyli havalarda sevimsiz olabilir ancak lodosta gayet hoş, ilki Kokkari. Sahilde hoş cafe-bar ve bazı lokantalar mevcut.
Hepsi güzel ama yolumuz uzun durmadık devam ettik. Asfalt ağaçlar arasından bazen deniz kıyısına inerek bazen yukarlara çıkarak Avlakia’ya kadar devam ediyor. Oradan yukarı, dağlara doğru köylere çıkan iki yol var. İlki Vourliotes. Dar sokaklardan oluşan, dağlık şirin bir köy. Aralardan ilerleyerek bir küçük meydana ulaşıyoruz. İki restaurant var. İkisi de şirin ancak ancak girdiğimiz ilki sofraları topluyor, gülümseyerek servisinin bittiğini istersek yan taraftaki lokantaya gidebileceğimizi söylüyor. Yunanistan’da özellikle bu tarz mütevazı yerlerde sıklıkla karşılaştığımız bir davranış. Doğrusu etkilenmemek mümkün değil. Yandaki lokanta daha da küçük. Et yemekleri ile meşhur, denemiş olmak için her türden ısmarlıyoruz. Şarap soslu domuz eti, salçalı köfte, kuzu pirzola ve yanında ev şarabı. Fiyatlar gayet makul, 4 kişi 30 Euro.


Oybirliği ile b şıkkı kabul gördü. Kızlar rıhtımda, ayakta bize bakıyorlar, motor çalıştırdık tekneyi hazırlıyoruz. Etraftaki tekne sahiplerinin ve rıhtımdan gelen-geçenlerin şaşkın bakışları altında sahilden avara olduk. Bir tanesi uzaktan seslendi: nereye gidiyorsunuz diye, hiçbir yer buradan kötü olamaz diye bağırdık biz de ona. Bağırdık ama gözüm bir yandan mendirekte patlayan dalgalarda.Korka korka burnumuzu dışarı çıkarttık, bu arada ciddi dayak yersek dışarıda, erkekliğe laf ettirmemek adına nasıl tekrar geri dönüp içeri gireceğiz onu düşünüyorum. Yoksa havalı havalı dışarı çıkarken iyiydi de…Eski bir deyiş vardır, demir atmayı bilmek kadar almayı bilmek de bir meziyettir diye. Tekne işinde doğru zamanda doğru bir karar verilince birden her şey normale dönüyor, stres uzaklaşıyor, her şey kolaylaşıyor. O gece de öyle oldu.Rüzgaraltı mendireklerden çıkarken ilk dalga her zaman en kötüsüdür. Şamarın ilkini yedikten sonra her şey sağlamsa gerisi kolaydır. Baktık çok sert bir deniz yok işin ilginci, peki neden o kadar çırpıntı yapıyordu limanın içinde?Neyse biz işimize bakalım, motorla açıldık iyice, yandan almamak için, sonra hızlı bir dönüş, küçücük genoa yarım saate girdik marinaya. Girdik ama telsiz falan, cevap yok. İn cin top oynuyor. Ne yapalım, geri dönecek halimiz yok ya. Sabah çıktığımız yere gittik, kendi kendimize bağlandık. İyi. Burası iyi. Her şey yolunda. Gayet de kolay oldu. Tam önümüzde bir bar var. Bir iki tane "old salts" oturmuş, bişeyler içiyorlar, 3-4 tane de Alman. Biz havalı havalı tekneden atladık. Bu arada üstümüzde de offshore montlar, bereler, çizmeler, 700 metrelik yol ama ıslanırız diye giymişiz. Adamlar dedi herhalde bunlar deli. Halimizden çünkü zannedersin Ege’yi geçtik geldik. Ne bilsin adamcağız yandaki koydan geldiğimizi?Birer bira söyledik. Şöyle hani elimizin tersiyle köpüğünü silerken tam, kornalar-mornalar kızlar geldi arabayla! Birinin karnı burnunda, sarılmalar öpüşmeler falan…Bardaki adamlar, barmen dahil, hiçbişey anlamadılar, birbirlerine bakıyorlar anlamsız ifadelerle. Durumu anlatınca herkes kahkahayı koyverdi. İyi yapmışsınız falan dediler.Ertesi sabah anladım ne kadar iyi yaptığımızı. Bize seslenen-Arkhi’de tanıştığımız- İngiliz çift, saat sabahın 6 sı mendirekte bizim yanımıza yanaşmış gördüm. Adam da kadın da kokpitte horul horul uyuyorlardı. Sonradan anlattılar, bütün gece ayakta, alarm durumunda Limanda beklemişler. Gece çıkmak da istememişler. Adam dayanılacak gibi değildi dedi. Hani açık denizde dayak yemeyi anlarım ama limanda olunca insanın daha bir zoruna gidiyor. Uzun bir sohbetten sonra yattık uyuduk.

2 Ekim 2008 Perşembe

Arkhi-Samos

Arkhi-Agathonisi/Samos
Sabah erken kalktık, hava kapalı. Doğudan 4 kuvvetinde bir rüzgar var. Haldun ve İdil Agathonisi’yi çok görmek istiyorlar, 12 mil doğumuzda. Yolumuzu çok da uzatmıyor. Ada Gaidaros adıyla da bilinen çok da büyük olmayan bir balıkçı adası. Yukardaki Samos’u saymazsanız bu civarda Türkiye’ye en yakın yerleşim olan adalardan biri. Denizler kafadan ama çok sert değil, yine de teknenin içini neta ettik, hatchleri kapattık. Neme lazım?
Elimizde çay bardakları, hafif sohbet ile öğleden önce Agathonisi’deyiz. Yerleşim az, güneye bakan bir koyda, girişi fenerle işaretli, küçük bir mendirek ve limanı var. Dışardan bakınca etrafta pek kimseler yok gibi. Bir süre liman içine demir atalım mı? Atmayalım mı? Düşündük. Başkasının tonozunu alacağımıza, güzel güzel kıçtankara olmak en iyisi. Dip gözüküyor zaten, 5-6 metre, mendirekte tam sahil güvenliğin bağlandığı yere yakın yanaştık. Her zamanki gibi giriş yapmadığımız için biraz tedirginiz. Fakat sebebi bu değilmiş. Hep beraber sahile çıktık. İnsanlar alışık olduğumuzdan farklı davranıyor, ürkek ve çekingen herkes. Henüz dükkanlar yeni yeni açılıyor. Çok bişey aramıyoruz zaten, biraz ekmek, şekerimiz bitmiş, bir de bulursak taze yumurta.İçerlere doğru ilerleyince merdivenlerde oturmuş kalabalık bir gruba rastlıyoruz. Bazısı zenci, kimisi Iraklı ama kesin hiçbiri Yunanlı değil. Henüz! İlginç olan, bir tanesi bize Türkçe selam veriyor. Bir önceki gece geldiklerini feribot beklediklerini söylüyor. Belki de mihmandarları. Doğrusu seyahatlerinin detaylarını öğrenmeye hiç de hevesli değiliz. Tedirginlik bize de bulaştı. Hızlı adımlarla bulabildiklerimizi alıp, limandan çıkıyoruz. Liman polisi ya da SG’den kimseler yok etrafta. İnsan kaçakçılığı son yıllarda artan oranda bir sektör olmuş durumda, hepimiz konuyla ilgili haberleri okuyor ve duyuyorduk ama bu kadar gerçek bir şekilde karşılaşınca derinden etkiledi bizi. Durgunlaştık. O insancıkları buralara sürükleyen dramları merak ediyorum. Ne sebeple yerini yurdunu bırakıp, bıçak sırtında bir seyahatle, bilmediği bu topraklarda umuda yolculuk için varını yoğunu ortaya koyar birisi… Kıyaftlerinden anlaşılan kendi memleketlerinin kalbur üstü insanlarıydı bizim gördüklerimiz, hepsinin kimbilir ne sert hikayeleri vardır diye düşündük. Yazın gelen birçok tanıdığımız halbuki böyle bişeyden bahsetmemişlerdi. İhtimaldir ki insan kaçakçılığı yaz mevsimi sona erip, el ayak çekilince artıyor. Yolda gördüğümüz batmış bot da keza bu rol dağılımının bir parçası anlaşılan, iyi ki almamışız.Doğu tarafından adayı dönüyoruz, Türkiye’ye bakan kıyılarda, dikkat edince fark ettik birçok parçalanmış bot, kayalara takılmış can yeleği var. Dramın izleri her yerde…Adanın etrafında bolca parakete şamandırası var. Belli ki balık bol. Doğudaki koya kahvaltı için demirlemeye karar verdik. Hiçbir yelkenli tekne vb yok. Etraf çok sessiz.Koya girerken sakin suda atlayan büyük balıklar gördük, uzaktan. Palamut ya da levrek muhtemel. Buralarda o kadar büyük kefal olacağını sanmıyorum. Sakin bir sabah kahvaltısı, denize girme seansı...
Hava bulutlu ancak soğuk değil. Bu sene nedense geçtiğimiz senelere göre oldukça serin. Sadece 2-3 kez denize girebildik. Her sene Lotus’u yukarı çıkarma girişimleri genelde bayrama geliyor. Bayramlar gittikçe daha erken olmasına rağmen-yani ısınıyor olmasına rağmen- bu sene neden bu kadar serin oldu anlamış değilim. Dümdüz denizde motor seyri, tam kuzeye doğru çıkıyoruz. Yaklaşık 14 NM yolumuz var, Rota Samos’un güneyinde, Dar Boğaz’ın hemen batısında Pithagarion. Adanın en büyük ikinci yerleşimi. Büyük bir limanı ve hemen yakınında Marina mevcut. Kitaba göre rüzgar değirmenlerinin altında, uzaktan Dar Boğaz seçiliyor, belli belirsiz. Önce limana giriyoruz, büyükçe bir liman. Tam ortada bir fener var, etrafı sığlık. İç limana girişte soldaki mendirek oldukça sığ. Büyük bir U şeklinde, etrafı bir yürüyüş yoluyla çevrili, önünde kafe ve barlar. Kıçtankara yapılabilir. Su bulmak, bazı yerlerinden elektrik almak mümkün. Ancak haftasonu geceleri kalabalık ve gürültülü oluyor. 3-4 gündür teknedeyiz, Marina’ya girmek ve duş falan alır, kendimize geliriz biraz. Zaten yakınmış, yürüyerek bile ulaşılır deniyor Pithagarion.Samos Marina, Yunanistan’daki ender marinalardan biri. Marinacılık pek gelişmiş değil Yunanistan’da maalesef. Bizim Marmaris-Bodrum ayarındaki marinalarla karşılaştırılacak gibi bir tane hiç görmedik biz. Doğu tarafı marinaları (Samos, Kos, Leros-Lakki) nispeten ucuz. Chios, Mikonos ve Lesbos’da (Midilli) birer marina inşa edildiğine dair bilgiler gerçeği pek yansıtmıyor. Henüz bunlar tamamlanmış değil. Samos Marina, +30-227030.61600 samosmarina.com, girişte 09 VHF den ulaşılıyor. Girişi doğuya bakıyor. Mendirekteki fener aktif, kıyı tarafında sığlıklar gece de işaretli, mendireğe yakın geçilmesi önemli. Girişte telsizle irtibat kurduk, pontona aldılar bizi. Lipsi’de gördüğümüz İtalyanlar ve Arkhi’deki Almanlar burada, selam verdik selam aldık. Tam önümüzde teçhizatlı bir yedek parçacısı var, Yunan bayrağına ihtiyacımız var. Biraz toparlandıktan sonra taksi çağırıp şehre geçtik. Limana komşu bir sahil-yürüyüş yolu ve ona dik bir ana cadde. Dükkanlar güzel, takıcısı çok meşhur, Babylonnia diye tanınmış bir marka var, burada üretiliyormuş. Hemen yanında bir içki dükkanı var, Yunan adalarında içkiler bize göre oldukça ucuz. En favori mağazalarımız Chios (Sakız) ve Rodos’ta. Buradaki de fena değil ama. Bizim favori içkilerimiz 12 yıllık Lagavulin-single malt, 7 yıldız metaxa, sakız likörü (ben çok sevmiyorum ama fanatikleri var, hediye ediyoruz) ve Barbayanni uzo. Samos’un vin doux denilen tatlı beyaz şarapları meşhur. 9-10 E civarında. Açız ve yemek yememiz lazım Lonely Planet’ten bulduğumuz Anna 2 yıl önce kapanmış. Aynı sokakta, karşılıklı iki restaurant var. Biz soldakine oturduk. Dev gibi bir dut ağacının gölge yaptığı hoş bir mekan. Etrafta bol bol İsviçreli var. Bu zaman tatilleriymiş ülkece, İtalyanların Ağustos’ta çıkmaları gibi, onlarda da herkes işi kapatıp 1 aylığına tatile çıkarmış.Girişte solda bir fırın var, fırıncısı gayet nev-i şahsına münhasır yaşlı bir amca, üstü başı çok tertipli değil, kesinlikle kimseyle konuşmuyor, bir ara ağaca doğru meyletti ve o yaşta adam tıkır tıkır o oca ağaca çıkıverdi, baktım yalınayak! Sorduk meğer lokantanın sahibiymiş.Yemekler ve servis gayet iyiydi. Ben Naan’la kuzu eti yedim, ev şarabı güzeldi, tavuk-fasulye köfte idare eder. Yemekten sonra hazmetmek için sahile yürüyüş, biz erken döndük. Haldunlar devam ettiler.

1 Ekim 2008 Çarşamba

Marathi-Arkhi

Marathi-Arkhi
Güzel bir sabahla uyandık. Hafif bir rüzgar esiyor, koy sakin. Etrafta demirli tekneler, bazısı gitmiş. Henüz yerlerine pek gelen giden yok. Kürekle kıyıya çıkıyoruz. Kahvaltı yine aynı adamda, nedense diğer restauranta gitmek istemedik, aldatmak gibi gldi. Ancak yürüdük, sağolsun onun sahibi de çok anlayışla karşıladı. Koyun içine açıkdenizden giren bir tekne gördüğünde koşarak, etrafı yararak, dikkat çekmeye çalışan Türk Restaurantları hatırladım. Adamlar kimsenin olmadığı yere 3 tane işletme açmışlar, Kimse kimseye karışmıyor, yan tarafa giderseniz de kompleks yapmıyor. Müşteri çekmenin yolunun işini iyi yapmak olduğu, kimsenin hele de kendi komşularının üstüne basarak yükselemeyeceğini anlamış, kendileriyle barışık insanlar. Yunanistan standartlarına göre iyi bir kahvaltı, sadece çay hep olduğu gibi demleme değil, poşet maalesef. Toplam 40 Euro verdik, yemekten pahalı. Bunu hiç anlayamadım bu memlekette, galiba da hiç anlayamayacağım. Neyse...
Yürüyüş yapmak için tepeye çıktık. Manzara etkileyici. Marathi ve Arkhi hemen güneyindeki Lipso ile beraber bir ada arşipeli. Etrafta irili ufaklı birçok ada ve kayalık bulunuyor. Belki de bu yüzden balık açısından zengin. Hemen batımızda Grilousa duruyor. Yerleşim yok, denizden dimdik yükselen dev bir kaya bloğu. Onun üstünde, Marathi’nin kuzeybatısında Strongylo. Aralarından geçiş var gibi, ama işaretli değiler. Karşıda, yani doğuda Arkhi var, onun da altında 5-6 tane irili ufaklı ada var, aralarında su çok berrak. Burası cidden bir lagoon gibi. Marathi’nin güneydoğusunda Spalato var. RH’e göre iki ada arasından geçiş sakıncalı ama biz geçtik. En sığ yeri 5 metrelerdeydi.
Arkhi’nin yerleşimi, batıya bakıyor, Port Augusta. Girişi fenerle işaretli, bir düzine kadar evin olduğu, rıhtımına bağlanabileceğiniz, yazın kalabalık dönemlerinde açık olan bir ufak marketi olan bir yer. Sahilde 2-3 tane taverna var. Hepsi iyi. Benzer şekilde Lipso’nun kuzeyinde de birçok kayalık ve adacık var. Bu bölge iyi haritalarla dolaşılması gereken bir bölge. Rod Heikell detaylı haritalar vermemiş Geçişler zor olabiliyor. Özellikle gece girmek, iyi bilinmiyorsa riskli olabilir. Biz tekneye binip önce Arkhi’nin güneyine gittik. Makronisi ile asıl ada arasında çok berrak suyu olan, hemen her havaya kapalı harika bir demir yeri var, derinlik 1 metre! Altımızdan kaçışan kol kadar levreklerin cirit attığı bir dere ağzına neredeyse salma kuma sürtünecek tarzda demirledik. Bu Haldun’un küçüklüğünden kalma bir tutkusu.
Rivayete göre 30-35 yıl önce Gökova’da Mavi Yolculuk yaparken gulet kaptanları hep böyle demirlerlermiş. Özellikle Sedir Adasının kumsalını öyle ballandıra ballandıra anlatıyor ki acaba yanlış dönemde mi yaşıyoruz sorusunu sormadan edemedim.
Su çok çekici cidden, hava hafif bulutlu olmasına rağmen daldım, dipte ilginç 15 cm çapında, dikenleri beyaz olan şu meşhur kızıl kestanelerden var, ama inanılmaz çok miktarda. Bunun yendiğini falan biliyorum ama nasıl yapılır, nasıl seçilir, her kestane yenir mi? Bilgim yok. Haldun ve İdil sahile çıkıp adanın en yüksek yerine yürüdüler. Ben de ufak tefek tamiratlarla uğraştım, otopilot prizinin bir civatası paslanmış, değiştirdim. Botun küreği kırıktı ne zamandır, kesip kısalttım, şimdi biri kısa biri uzun ama, söylemesem kimse dikkat etmez. Nitekim öyle oldu, ertesi gün ritimli ritimli kürek çekerken Haldun’a sağdakinin daha kısa olduğunu söyledim, kaçırdı ritmi, sağlı sollu dönmeye başladık. Hani şu sayı saymayı öğrendikten sonra dengesini kaybedip düşen kırkayağın hikayesi gibi...

Akşam menüde balık çorbası var. Balık çorbası işi, konuya aşina olanlar bilir, bazıları için bir ritüeldir. Yemesi de pişirmesi de… Konunun erbapları bazı hükümler bile yayınlamışlar. Misal Yaman Koray çorbaya yumurta ve terbiye eklenmesine kesinlikle karşıdır, benzer şekilde Ali Pasiner balıkların içinde piştiği çorba tenceresindeki suda biriken köpükleri “tahta kaşıkla” alınmasını önerir. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün tabi…Biz kendi uygulamamızda şunlara çok önem veriyoruz. 1-Balıkların taze olmasına. Bu tabii çok beylik bir söylem ama benim anlatmak istediğim, buzdolabına falan girmemiş, tercihen yeni ayıklanmış balıkları kast ediyorum. Bunu tabi teknede sağlamak nispeten kolay, balıkçıdan alınıp evde pişirildiğinde pek mümkün değil. Genelde 4 kişi için zaten çok fazla sayıda balığa ihtiyaç yok. 8-10 cm boylarında 10 adet hanos veya kupez bu iş için yeterli. Ege ve akdenizde maalesef iskorpit veya kırlangıç gibi ideal balıklardan bulmak zor. Ancak Lipsos veya Lahos temin edilebilir. Biz kendi tuttuğumuz balığı genelde tercih ediyoruz. Balığı yakaladıktan sonra portatif tel bir livara koyarak teknenin yanına asıyoruz. Bütün gün kendi doğal sayılabilecek ortamında canlı kaldıktan sonra, akşam saatlerinde ayıklandıktan sonra direkt mutfağa giriyor. Buzdolabını kokutmuyor, etrafa bulaşmıyor. 2-Balıkları ayıklarken mutlaka denizsuyu kullanıyoruz. Bu kural mutlaka midye için de geçerli. Kullanma suyuna değdirmiyoruz bile. Pullarını iyi ayıklamak lazım, kimisi tüm derisini, kafasına yakın bir yerden hafifçe keserek, tulum çıkartıyor. Ali Pasiner özellikle İskorpit, Lipsos veya Trakonya gibi dikenli ve zehirli dip balıkları için-ki hepsi de çorba için çok iyi adaylar- “eğer bilmiyorsanız kalkışmayın, bırakın balıkçınız ayıklasın” diyor.3-Kereviz sapı, mutlaka margarin.4-Teknede balık yapıldığı zaman ortalığı hemen toplamak, ertesi güne bırakmamak önemli husus. Üşenmemek lazım…Yunanlılar yaptıkları çorbaya Kakavia diyorlar. Onlar için çorba bir tür ana yemek. Bizden farklı olarak balıkları içinde haşladıktan sonra ayıklayıp, buğulama gibi ayrı bir tabakta yanında servis ediyorlar. Bunu anlatma sebebim şu, gerçekten iyi bir çorba bence akşam yemeği için yeterli. Fakat o akşam, buzdolabından çıkarttığımız orkinos da çözülmüş olduğu için onu da fırına verelim dedik. Dördümüzün o kadar yemeği bitirebilmesi mümkün değil.


Pontonda bizim gibi kıçtankara olmuş uzakyolcular var. Her iki bordamızda da birer İngiliz teknesi var. Baktım onlar da içeri girmiş yemek hazırlama derdindeler, her ikisine de birer kase yolladık. Küçüklüğümüzde öğrendik… Eve yollanan kase boş geri gitmez diye, ama bu İngilizler’de anlaşılan böyle bir adet yokmuş, bereket yıkayıp getirdiler kaseleri. Gece tavernaya gittik. Güya kahve içmek için. Nerdeee? Önce kahve, kahvenin yanına bir Metaxa geldi, ondan sonra şaraplar açıldı, metaxa tek gitmez bir puro, bir tane daha.. Sahildeki tavernada bol şarap, “türk kahveli”, partagas’lı sohbet… Hepsine 15 Euro. Seviyorum böyle Yunanlıları…Rıhtıma döndüğümüzde, kıçtankara teknelerin hepsinin, panik içinde, etrafa dağılmış yandaki İngiliz’in kaybolan tek bacaklı kedisini ararken bulduk. Biz de baktık biraz ama ümit yok. Geç oldu yattık.