Tüm gece esti ama demirimiz sağlam, birkaç kez kalkıp kontrol
ettim, sorun yok. Sabah çalar saat ile uyandım. Benim uyanmama Raşit ve Nusret de
uyandılar. Bu ilginç bir durum, çünkü genelde ben teknede en son uyananlar grubundayımdır hep!
Motoru çalıştırıp, demiri aldık.
Tandem demiri eğer kalabalık ekip varsa, baştan botla almak
her zaman daha kolay. Yoksa koca yedek çapayı, vardavela üzerinden atlatıp içeri
almak çok da kolay olmuyor.
Demir aldıktan sonra Ekip teknesine baktık, kimsecikler yok.
Hakan Erim’i çaldırdım. Cevap veren olmayınca liman dışına çıktık. Güzel rüzgar
esiyor, yelkenleri açtık.
Tam rotaya girmiştik ki telefon çaldı.
Hakan Erim: -Biz de geliyoruz…
Merem: -Tamam oyalanırız…
Herim:-Telsizin açık mı?
Merem:-Kanal 73
Herim:-Anlaşıldı, tamam.
Adanın kuytusundan çıkana kadar gayet kararlı ve neredeyse
sert esen rüzgar, yaklaşık 1 saat sonra kesildi. Bulunduğumuz sular aynı
zamanda Dar Boğaz’ın getirdiği akıntılarla gayet karışık. Burası ara bir deniz
belli ki…
Motor artı yelken, sonra sırf motor, sonra sırf yelken
yolumuza devam ettik. Arkhi’nin laguna göletine girdiğimizde neredeyse öğle
vaktiydi.
Oldukça karışık ve iç içe geçmiş kayalıklarla bölünmüş
arşipel içinde dikketle ilerledik. Hep belirlediğim 2 tane yer vardır. İlki
tutulmuş.
İkincisine gittik. Hakim rüzgar pek avantajımıza değil ama
uzun zincir döşeyerek yanaştık. Biraz zorlu bir manevra oldu ama demir şimdilik
bizi tartıyor. Hakan’lar da hemen arkamızdan yetiştiler. Onları da üzerimize
aldık… Bakalım bizim emektar delta hepimizi taşıyacak mı?
Raşit’in ellerinden mükellef bir kahvaltı. Menü menemen,
sucuk tava, söğüş domates ve salatalık, bilumum reçeller ve tabi ki çay.
Hakan’ın tam bu aşamada Umut’a seslendiği, “oğlum gel bak burada
çok eğlenceli ağabeyler var” lafı bence seyahatin sözüydü…
Önce biraz tekne temizliği, güverteyi suladık. Bordada bir
önceki Sakız limanından kalma siyah lastik izlerini ve hatıralarını
temizledik. Kaan daldı, diğerlerimiz birazcık denizin keyfini çıkarttıktan
sonra vakitlice çözüldük ve ayrıldık. Hakan’lar akşamı Lipsi’de geçirecekler.
Raşit’in isteği ile biz rotayı Lipsi-Makronisi’ye kırdık… Daha önce birkaç kez
gittiğimiz, önünde devasa bir mağaranın olduğu yerde denize girmek istiyor.
Yolda biminin tutamaklarını
monte ettim.
Tam düşündüğüm gibi, günübirlik tur tekneleri küçük koyda
mutad demirledikleri yerden ayrılmış. Ancak boğazdan dolayı içerisi çok sert
esiyor. Onun yerine biraz dışarı, bizimle beraber alargada demirdeki 2-3
yelkenlinin yanına zincir serdik.
Mağaraya botla gideceğiz. Herkes bindi.
Maske ve şnorkel bu turun olmazsa olmazı! Varsa palet de…
Suyun altındaki mağarayı Kaan’a gösterdim. Hemen bir fok
balığı (irice bir tane))) edasıyla karşıya geçti. Nusret’in cesaretini
toplaması çok uzun sürmedi ama Raşit tam olarak gözünde canlandıramıyor. Sözkonusu
mesafeyi geçme denemeleri yapıyor, nefes egzersizleri falan en son o geçti.
Alper’e bir kez daha baktım. “Benim burada kalıp bota göz kulak olmam daha
yerinde olur” dedi, üstelemedim.
Suyun altından yaklaşık 4-5 metrelik mesafeyi bir kez daha
yüzmek, yine bile tedirgin edici ve heyecanlı. Çıktığımda herkesin yüzünde o
meşhum gülümseme ve neşe var!
Raşit’in deyimiyle gayet “seksi bir tecrübe bu!”
İçerideki lagünü tavaf ettik. Küçük mağaraya girdik ve Alper’i
sıkıntılı sıkıntılı daha da fazla bekletmeden, botun olduğu tarafa geri geçtik.
Büyük ısrarlar ve telkinlerimize rağmen, geçmemekte kararlı.
Bir dahaki sefere…
Tekneye çıkınca hep bir elden, kromları parlatmaya giriştik,
Lotus kısa sürede pırıl pırıl olmuştu bile…
Deniz sefası bittiğinde saat henüz 17.00 idi. Rüzgar hala
şiddetinden bir şey kaybetmemiş. Yaklaşık 1 saatlik yol olan Lipsi analiman
yerine, güneye Leros Pandelis’e rota tutmanın bir sonraki günkü yolumuzu
kısaltması adına daha anlamlı olduğunda hem fikiriz.
Demir alıp yelkenleri bastık…
Gönder ile beraber uçarak Pandelis’e yelkenle girmemiz 2
saat sürmedi.
Mendirek içerisinde direkler var ancak ben pek hazetmem,
dışarıya kıçtankara olmak daha anlamlı gibi. Bir motoryat ile uzakyolcu olduğu
tüm donanımından belli 38’lik bir Najad arasına, mutad önce kıç halatı, sonra
demir sonra kıçtankara manevrası ile zıpkın gibi yanaştık. Ekip kuvvetli
tabii!!
Sert esiyor, iskele kıç omuzluktan alıyoruz ama bayağı çok
zincir serdik sanmıyorum tarasın.
Akşam botla sahile çıktık. Buranın en meşhur tavernası
Zorba. Hemen sağında ve solundakilere baktık ama yine onda karar kıldık. Her
zamanki iri yarı kız servis yapıyor…
Kumsaldaki masalardan birisinde hem Türkiye’yi kurtardık hem
de bir önceki geceye göre çok daha başarılı bir sunumla servis edilen
yemeğimizi yedik.
Greek salad, baby shrimps, octopus grilled, muscle marinier
ve bu sefer Ouzo Plomari…
Hesap aynı 84 Euro!
Akşam turu için taksi tutup şehre gitmek istiyoruz. Nedense
şeytan dürttü, Agia Maria yerine Lakki Marina’ya gidelim dedik. Meğer tatilin
önemli bir diğer tesadüfü ile karşılaşacakmışız bu sefer…
Rıhtım her zamankinden de boş. Deniz kenarından yürüyüp,
teknelere bakarken, bir sesle irkildim! Mehmet Türkiye’de sık rastlanan bir
isim kabul ediyorum. Hatta bazen başkalarına olan seslenmelere bile
yakalandığım olur ama Leros adasında adıma bağrılmasının tek bir açıklaması
var!
Nurettin Ağabey ve sevgili eşi Ebru, tekneyle bağlandıkları
limanda bizi görünce önce çok şaşırmış sonra da sevinmişler. Biz de aynı
şekilde, hemen kucaklaştık…
Ben tekneye atladım, ekibin geri kalanı hem biraz bacakları
açmak isteği hem de rahatsızlık vermemek endişesi ile kısa bir tur yapmayı
tercih ettiler.
Bayağıdır bir araya gelemediğimiz bu çok eski olmayan ama
çok sağlam dostlarımızla görüşmenin heyecanıyla, sohbeti hemencecik
koyulaştırdık ve birbirinden bağımsız birçok mevzuyu konuşma fırsatı bulduk.
Cumartesi gecesi olmasına rağmen sahilde umdukları gibi bir ortam bulamayan
grubun geri kalanı kısa sürede geri döndü ve onlar da sohbete katıldı.
Akşam çok da geç olmadan vedalaşıp, geldiğimiz gibi taksiyle
Pandelis’e geri döndük. Hesap 10E.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder