23 Eylül 2019 Pazartesi

Lotus "Az" Kuzey transferi

Az Kuzey Transferi dedik çünkü güya kayığı Bodrum'dan alıp tek seferde
İstanbul'a transfer etmekti amaç fakat heyhat!

"Tanrı'yı güldürmek istiyorsan O'na planlarından bahset" demiş bir derviş, kim olduğunu
unuttum... Sanırım O da yoldaki halimize bakıp bakıp gülmüştür. Ama bir
ekip olarak eğer Tanrı'yı güldürebildiysek zaten kendimizi başarılı atfetmemiz gerekmez mi? )))

Seyirden bir kare. Malum en kötü karenin filmi olmaz!
Bu nispeten iyi hallerimiz



Sevgili Ebru Baranseli kaleminden:
"Her şey bu yıl nihayet yelken eğitimlerine katılmamla başladı. Denizi sevmek ve denizde olmanın benim için bir adım ötesi denizle olmak. Bir anlamda denizle, aynı zamanda rüzgarla konuşmak. Konuşabilmek için bu dili öğrenmek gerekiyor ve o zaman işin içine fizik, matematik, mekanik de giriyor ki bütün bunların tamamı heyecanı katlıyor. Aynı heyecanı paylaşan insanlarla bir arada olmaksa ekstra bonusu. İşte böyle baş döndürücü bir heyecanla doluyken ve önümüzde denizden uzak soğuk kış günleri bizi beklerken, güzel Lotus’un kuzey transferini duyunca düşünmeden atladım. Bu deneyim pek çok yönden çok değerli bir deneyim olacaktı, belliydi. Bu işin Türkiye’deki en önemli isimlerinden, hem doktorum hem de ne mutlu ki arkadaşım olan Mehmet Erem’den, nam-ı diğer Merem kaptandan öğrenecek ne çok şey vardı. Emin’le birlikte, bütün bu düşünceler ve heyecanla, uzunca bir yolculuktan sonra Perşembe akşamı Mehmet ve yine deniz, yelken aşığı dostları Ömür çiftiyle Turgutreis’te buluştuk.  Ömür’lerin yelken maceralarını dinlerken, Ana Oğul ev yemekleri lokantasında karnımızı doyurduk. Yemekten sonra Lotus seyri için market alış verişini yapıp yine Ömür çiftinin arabasıyla Akyarlar’da alargada bizi bekleyen Lotus’a doğru yola çıktık.

Eşyaları bota yerleştirip gece vakti ay ışığı altında parlayan Lotus’a kavuşunca bütün yorgunluğumuz uçup gitti. Az sonra heyecan ve macera dolu 3 günü paylaşacağımız Murat abi ve Akay da bize katıldılar. Şarabı açınca geceye Lotus’un kurallarını öğrenerek başladık.
1.     Denize düşmek tehlikeli ve yasaktır
2.    Çiğnemediğin herhangi bir şeyi tuvalete atmak yasaktır.
3.    Sabah 09.00 – 09.05 arası içki içmek yasaktır.

Geceyi Merem’in babaannesinin sonradan kulağımıza küpe ettiğimiz, yelken, denizle ilgili özlü sözleri ve tatlı bir sohbetle bitirip uykuya çekildik. Sabah kahvaltıyı teknede değil karada etmeye karar verince, yine botla Sedir Kafe’ye gittik. Artık tatilcilerin çekildiği sakin sahilde menemenler, otlu gözlemelerle uzunca bir kahvaltı ettikten sonra Lotus’a dönüp yola çıkmaya hazırdık. Merem kaptan dışarıda nispeten sert bir havanın bizi beklediğini, yelken açma garantimizin olmadığını söyledi ama ne gam kayığımıza ve denizimize kavuşmuştuk sonuçta. Ömür çiftini teknelerinde selamladıktan sonra açıldık. Lotus’un kuzey transferi başlamıştı.


Az bulutlu, iyi rüzgarlı açık havada dümen tutarken Merem kaptan ekibe bağları gösteriyordu. Bir süre sonra rotayı belirleyip otomatik pilota alıp keyifle seyre devam ettik. Yalıkavak açıklarında dalgalar birazcık daha yükselmeye, bulutlar peşimiz sıra biraz daha toplanmaya başladı.  Tshirt ve şortla başladığım seyre yağmurluğum eşlik etmeye başladı. Toplanan bulutlar ve yükselen dalgalara bu defa yağmur eklenince, kaptanımız içeri girmemizi söyledi. Ben, Emin ve Akay mahsuru yoksa dışarıda kalalım, her şey çok güzel dedik, başımıza geleceklerden habersiz çocuksu bir heyecanla.  Dümen başında sığındığımız tentenin altında yağmur ve dalgalara kahkahalarımız karıştı bir süre.

Biz öyle eğlenirken deniz,  rüzgar ve bulutlar da bizimle eğlenmeye devam ettiler. Sonunda iyice ıslanıp üşümeye başlayınca belli ki hemen bitmeyecek deyip içeri girmeye karar verdim. Halimi gören Merem üstünü değiştir deyip güverteye çıktı. Kamaraya gidip değişeyim diye niyetlendiğimdeyse Lotus artık dalgaların içinde kaybolarak dans etmeye başlamıştı. Her ne kadar avara olmadan neta etmişsek de şakacı bir dalga darbesiyle çantam bir anda zemine saçıldı. Çok kolay bir iş gibi görünen, eğilip dağılan eşyaları tekrar çantaya koymak için yaklaşık 15 dakika kadar tutunduğum yerden strateji geliştirmem gerekti. Tam eğilmek için hamle yapmışken karşımdaki  rafın yüzüme doğru hızla geldiğini fark ettim. Aslında sabit olan rafa doğru uçan bendim oysa. Nasıl olduğunu anlamadığım bir hamleyle yüzümü birkaç estetik ameliyattan kurtardıktan sonra eşyaların dağınık kalmasına ve üstümü değiştirmeyi ertelemeye karar verdim. Bu arada, hiçbir taşıtta (araba, uçak, gemi), hiçbir şartta (hız, türbülans, uzun seyir) bulanmayan midemin bulanmaya başladığını dehşetle fark ettiğimden kırılan gururumu, ufka bakayım da onarayım diye lomboza doğru kafamı uzattım. Lakin lombozdan görünen tek şey denizin içinde olduğumuzdu (anlayamazsınız o köpürmesi). Tabii ki güzel görünüyordu fakat ufuk çizgisini göstermeden.  Aşağıya gelen Emin adeta kıyafetleriyle duş almış gibi görünüyordu, nasıl olduğumu sordu, iyiyim dedim, tutunduğum yerden. Tuvalete gireceğini söyleyen Emin’e az önce yüzümü kurtardığım raf kafa atmayı ihmal etmedi. Tutunduğum yerden uzanıp onu tutamadığım için vicdan azabı çekerken artık o kadar da iyi olmadığımı fark edip salona hamle ettim. Kendimi masayla oturma grubu arasına sıkıştırıp sabitlemişken, belli periyotlarda Lotus’u yıkayan dalgaların tepemdeki hatch’in havalandırma apartından sızdığını fark ettim. Çözüm kolaydı. Çöp poşetine uzanıp kendimi kapladım. Böylece Murat abiyle birlikte tutunma olimpiyatlarına katılacağımız maratonumuz başlamış oldu.


O sırada Emin: Rüzgar o kadar şiddetliydi ki kaç knot olduğunu tahmin bile edemeyip Mehmet’e sordum. Sanki 50-55 knot arası ama kesinlikle aşağısı değil yanıtını aldım. Görünüşe göre daha da sertleşiyordu üstelik. Sonunda hava o kadar sertleşti ki dümen üstündeki tente yırtılmaya başladı. Akay ve ben havuzlukta belli aralıklarla havuzluğu dolduran dalgalarla duş alırken Mehmet dümen tutuyordu. Yırtılmayı fark ettiğinde dümeni otomatik pilota alarak kıç omuzluğa tırmandı. Bunu gördüğümde havuzluktan kalkıp dümene geçtim ve macera başladı. Lotus 20 derecenin altında bir açıda dalgalarla boğuşurken Mehmet kıç omuzluğa çıkarak normalde 2 kişi kapattığımız tenteyi kapatmaya başladı. O sırada tek düşüncem dalgalara diagonal olarak girip Mehmet’i denize düşürmemekti. Lotus, 2,5 - 3 metrelik dalgaların üstüne çıkıp iniyordu. Mehmet sonunda tenteyi kapatıp aparatı sabitledi.

O sırada Mehmet: (Tenteyi kapatırken) Bunlardan biri denize düşse ben dönüp alırım ama ben düşersem bunlar alamazlar.

O sırada Akay: (Emin dümende, Mehmet tenteyi kapatıyor) Mehmet düşerse biz ne yaparız?

Arada Emin aşağı gelip nasıl olduğumuza bakıyor, çok az kaldı 1 saat içinde bitecek diyordu. O 1 saatten meğer 4 tane varmış  50-55 knot rüzgarda, 3-4 metrelik dalgalar eşliğinde geçen 4,5 saat. Sonunda Lotus’un nisbeten az sarsıldığını fark edip yerimden kalktığımda niyet ettiğimiz Didim’e değil ama Kazıklı koyuna geldiğimizi öğrendim.

Mandalya marinanın çalışanları şaşkınlıkla bizi karşıladılar. Kıçtan kara olmaya niyetlenmiştik ki rüzgarın şiddeti aborda olmaya ikna etti. Artık içerideki sırılsıklam ne varsa dışarı çıkarıp Lotus’u neta etme vakti gelmişti. O akşam Lotus’un güzel olduğu kadar güçlü bir kız, Merem kaptanınsa anlatıldığı kadar efsane bir kaptan olduğunu biliyorduk artık. Bir de kaptanımızın her seferinde bir telefonu telef ettiği gerçeğini :). 



Belli ki Çanakkale’yi, Gelibolu’yu selamlayarak İstanbul’a ulaşmamız bir hayaldi. Denizle inatlaşmak olmazdı. Alternatifleri düşünüp B, C, D planları yapmaya başladık. Hedef artık Sığacık’tı oradan arabayla İstanbul. Gün boyu peşimizi bırakmayan kara bulut nihayet aralanıp az da olsa güneşi gösterdi. Sıcak duşa koşup ısınma vakti gelmişti. Halimize gülüp, kendimizle dalga geçerek günü kritik ettikten sonra yemek için yine bota atlayıp Kazıklıya çıktık.



Meydan restorantın sakinleri botu, denizin üstüne masaları yerleştirdikleri iki salın arasına almamızı önerdiler. Karaya çıkınca diğer seçenekleri de görelim istediğimizden Giritli restoranın yolunu tuttuk. Bu yürüyüş sırasında nefes kesici bir gün batımı akşamı taçlandırırken Merem kaptan yürürken tek hareketle (sihirli) izbarço atmayı gösteriyordu. 


Giritli restoran her ne kadar daha çok övülmüşse de biz Meydan’a dönmeye karar verdik. Mezeler ve balığa, rakı ile ekibin diğer outdoor maceraları eşlik etti. Yorulmuştuk fakat bu Lotus’a dönüp bir şeyler içmemize engel değildi. Keşke bir gece önce Remy Martin VSOP’nin hepsini içmemiş olsaydık, bu gece içimizi ısıtsaydı. Ertesi gün hava bugünkü kadar sert olmayacaktı ama Merem Kaptan risk almak istemediğinden sabah 5 gibi çıkmaya karar verdik. 5.09’a kurulu alarmım çaldığında motor çoktan çalışıyordu. Çay hazırdı ve boğazım yutkunamayacak kadar ağrıyordu, şifayı kapmıştım.

Kazıklı’ya ve Mandalya marinaya veda edip Samos’a doğru rota tuttuk. Bu defa dünden deneyimle daha sıkı giyinip daha hazırlıklıydım. Gün ağarmaya başladıkça rüzgar ve dalgalar da yükselmeye başladı. Ki bunu bekliyorduk. Güverteyi sıyıran dalgalar yavaştan bizi ıslatırken güneş de yüzünü göstermişti. Bir yandan ıslanıp bir yandan kuruyorduk. Didim marinaya mı girsek diye konuşurken sancağımızda Didim’i bırakıp rotaya devam ettim.



Bu defa içeri girmeyecektim, kararlıydım. Dümeni Emin’e bıraktıktan sonra hemen arkasına konuşlandım. Rüzgardan ve önden gelen dalgalardan bir nebze olsun korunuyordum. Üstüm kuruydu ama tabii altımdaki tayt çok fazla direnemedi. Neyse ki Merem Kaptan devasa bir deniz demiri getirdi. Dev muşambayla sarılınca üşümeye dayanıklılık sürem de katladı. Hava az bulutluydu ama rüzgar şiddetlenmeye dalgalarsa yükselmeye devam etti. Merem Kaptan bize hangi mesafeden neyi görebildiğimizi anlatırken ufukta Samos’u görüyorduk. Ağaçları seçebiliyorsan 1 mil, insanları seçebiliyorsan 1 gomina... Dalgalarla dans şiddetlendiğinde boğaza gelmiştik. Belli aralıklarla gelen seri 3’lü dev dalgaları aşıyorduk. Tutunmak şarttı ve kaçınılmaz olarak hepimiz yine sırılsıklamdık. Akay üstünden dalgalar akarken yine hiçbir şey olmamış gibi oturuyordu havuzlukta. Murat abi artık müzik yayınına ara vermişti. Emin dümende, Merem kaptansa B, C planlarını paylaşıyordu bizimle. Sonunda boğazı geçmenin gereksiz bir risk olduğunu söyledi ve Didim’e geri dönmeye karar verdik. Artık üşüme ve tutunma eşiğimi aştığımdan ve bir gün önce şifayı kaptığımdan pes edip içeri girdim. Biraz mücadeleyle bu defa üstümü değiştirmeyi başarıp battaniyeye sarılıp salona uzandım. Yine dalgalarla dans ediyordu Lotus. Bir ara sesler değişmeye başladı, kafamı çevirdiğimde mutfaktaki dolabın sürgülü kapağının sarsıntıların şiddetiyle açıldığını ve bardakların bana doğru hareketlendiğini fark edip yerimden fırladım. Neyse ki onlar gelmeden ben onlara ulaşmıştım. Yerime dönüp uyumaya başladım. Bu arada yukarıdakiler genoa açmışlardı. Bütün kıskançlığıma rağmen yerimden kımıldayamadım.

Bir süre sonra yine durulduğumuzu fark edip yukarı çıktım ki Merem “welcome to Yunanistan” diyerek selamladı. Didim’e dönecekken Agathonisi’ye gelmiştik. Minik ve sevimli limanda yine rüzgar yüzünden alargada kalamayacağımızı anlayıp hemen yan koya sığındık. Rüzgar, ve denizden dayak arsızı olmuşsak da vardığımız çıplaklar koyunda masum mültecilere dönüşüp, etrafımıza çok rahatsızlık vermemeye çalışarak alarga olduğumuzda sevinçle, sucuklu yumurta yapacağım, hala daha kahvaltı etmedik diye aşağı indim ve acı gerçekle yüzleştim. Yumurtalarımız, sucuğumuz, peynirimiz ve hıyarlarımız yoktu! Kimse görmemişti onları. Anladık ki ilk gece Ömür çiftinin arabasında unutmuştuk. Yine bir gün önceki gibi ıslak ne varsa güverteye serip güzelim Lotus’u mülteci teknesine çevirdikten sonra botla limanın yolunu tuttuk.



Güler yüzlü George’un yeri kahvaltı mekanımız, nefis kalamarlar, salatalar, caciki, güveci ile Samos’ta üretilen Frantzeskos marka uzo ise kahvaltımız oldu. Yemek ve güneşle iyice kendimize geldiğimizde kısa çöpü çekenlerin gidip tekneyi tekrar limana getirmelerine karar verdik.



Merem, Emin ve Akay keşfe gittiler. Murat abiyle ben dinlenip keyif yaparken geri dönüp, George’un, adaya yeni gelen polislerin  giriş yapmadığımızdan dolayı sorun çıkacağına dair uyardığını söylediler. Geceyi koyda geçirecektik. Lotus’a döndüğümüzde yine günü değerlendirdik. Ve bu defa denize girdik. Buz gibi suda iyice kendimize geldik. Kıyıya kıçtan kara bağlandık. İki günlük fırtına dayağından sonra Lotus bilekliği takmaya hak kazanmıştık. Merem kaptan seçtiğimiz renklerden bilekliklerimizi yapıp Akayla tavlaya oturdu.


 Güneş yine harikalar yaratarak batıyor, koyda keçiler oynuyordu. O güzel akşamda Akay bize dijitalleşme ile ilgili birkaç soru sorduğunda şüphesiz başına geleceklerden habersizdi. Bir süre konuştuktan sonra fark ettim ki Akay dışında herkes güverteden kaçmıştı. Olsundu bazı konularda susmadan çok uzun süre konuşma potansiyelim olduğunu öğrenmişlerdi en azından. Akşam, Limaniki marketten aldığımız peynir, çerez ve şarap bu güzel sessiz koyda bize eşlik etti. Gün battığında Merem, Emin ve Murat abi Agathonisi gecelerine akmaya karar verdiler. Şaka şaka markete gittiler. Döndüklerinde Agathonisi’nin o kadar da boş bir yer olmadığını öğrendik. Böylece Emin George’un oğlu için o kadar çok üzülmeyecekti :) İlaçlarımı alıp nefis ay ışığının aydınlattığı koyda uykuya daldım. Sabah 6 gibi Didim’e doğru yola çıkmıştık.

 Tabii ki her fırsatta eğitimler devam etti :)

Didim’e genoa açıp keyifli bir seyirle ulaştık. Rüzgar da dalgalar da sakinlemişti. D-Marin’e yanaşıp mazot aldık. Tabii ki istasyondakiler de bizi şaşkınlıkla karşıladılar, bu havada nasıl geldiniz, kahve ikram edelim dedilerse de biz ödün vermeyip, hazır kahve içmiyoruz, biz size ikram edelim ukalalığını yapmaktan geri kalmadık. Fırında tostlarımız ve çayımızla istasyona aborda kahvaltımızı ettikten sonra hem markete gitmek hem de yine Merem’in kadim dostlarına selam vermek için Lotus’tan ayrıldık. Nadire Berker-Selim Yalçın çifti bizi heyecanla karşıladılar. Keyif adlı alüminyum teknelerini yenileyip Alaska, Patagonya ve hatta torunlarını görmek üzere Kanada’ya yelkenle yola çıkacaklardı.



Kısa tekne ziyaretinden sonra bu dünya tatlısı çifte bol şans ve iyi dileklerimizi iletip Lotus’a geri döndük. Tatlı rüzgar ve az dalgada (artık iyice havaya girmişti) Mandalya marinaya dönüp sıcak duşumuzu alıp, Lotus’la vedalaştık. Hayaller İstanbul, olmadı Sığacık, gerçek rota Kazıklı koyu. “İnsanoğlu kuş misali bugün burada yarın yine burada” :P

Best of Lotus’un “az” Kuzey Transferi
En iyi söz: Ne? 55 knot mı?
En iyi spotify listesi: Murat abinin listesi
En iyi akşam yemeği: Meydan restorant
En iyi kahvaltı: George’un yeri (Frantzeskos eşliğinde)
En iyi telefon: Akay’ın telefonu
En iyi tespit: Emin: “sen de diğer peygamberler gibisin Merem, Kitabın var,
müridlerin var ama vaadlerini yerine getirmiyorsun.
Hani mermer yunusların ağzından akan şaraplar?”
En iyi kişilik analizi: Emin: “şunu fark ettim ki ben ıslanınca, moralim acayip bozuluyor”
En iyi cevap: Mehmet: Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir.
En iyi alegori: Mehmet: Kendini İtalyan sanan Türkler (Yunanlardan bahsediyor)
En iyi babaanne sözü: Cesur denizci vardır, tecrübeli denizci vardır ama
hem cesur hem tecrübeli denizci yoktur.
En iyi 2. babaanne sözü: Denizi ve yelkeni seven eş, teknenin kendisinden daha değerlidir.
En iyi sucuklu yumurta: Henüz pişirmediğimizdir.

Teşekkürlerimiz bu maceralı seyirde bize transfer desteği vermek için çabalayan
Candaş İnceer,
Old City Sailing’den Tolga bey,
Mehmet Emin bey, Erol bey… için geliyor.
Sağ olun, var olun.

Söz Murat Abi’de:
Koç boynuzu
Uzun  süredir Mehmet Eremle konuşup kemoterapiler nedeniyle bir türlü katılamadığım Lotus macerası için bu sefer şartlar uygundu. Oldukça heyecanlanmış bir çocuk sevinciyle ortalıkta dolaşıyordum. Tekneyle ilgili en zayıf halka olarak, bildiğim yegâne şey Koç Boynuzuydu nerede görsem tanırım diyordum. Yolda Akay teknede Ebru ve Emin ile tanıştım, işte başlıyordu serüven. Akşam hoş bulduk içecekleri, teknede geceleme sabahına karada kahvaltı zaman kaybetmeden yola koyulduk. Dalgalar konusunda kaptanımızın uyarıları ve endişeleri yol aldıkça bir bir gerçekleşmeye başladı. 

Yola çıkarken iki gün önce almış olduğum hafif kemoterapi ve dalgalar korkunç sonumu çoktan hazırlamıştı (bulantı ve kusma). Herhangi bir  konuda yardımcı olamamak bir yana yardıma ihtiyaç gösterir olmaktan dolayı kendimi mahçup hissediyordum. Ebruyla ayrı köşelerde salon masasının etrafındaki bir şeylere sıkıca tutunup beklemeye başladık. Bir ara kendime güvenip güverteye baktığımda Emin’in arkasındaki dev lacivert dalga işlerin yolunda  gitmediğini bana göstermişti. Yine bir cesaretle öne hamle yaptığımda çok kötü yere düştüğümü hayal meyal hatırlıyorum. Nihayet Bodrum Akyarlardan başlayan seferimiz Kazıklı koyunda zorunlu molaya girmişti. Akşam yemeği için karaya çıkıp gün batımı, meydan rest güzel bir yemek ardından güvertede günün kritiğini yapmak morallerimizi düzeltmişti. 

Ertesi sabah 05:00 civarı hareket kaptanın ön görüleri doğrultusunda başlamıştı, balık çiftliklerinin arasından Samos adasına dümeni çevirmiştik. Gençtik, enerjimiz de vardı, lakin hava bizim gibi düşünmüyordu. Samosun kıyısından dönüp, son anda sevgili kaptanımızın önerisiyle Agathonis adasına ulaşmayı başarmıştık. Ebru aşağıda dinlenirken Genoamızı, etrafta bulunan bol miktardaki rüzgarla doldurmuş, hedefimize ulaşmıştık. Küçük ama bir o kadar da sevimli adada yine küçük koyda baştankara demirledik. 


Karaya çıkıp Giorgi’ nin tavernasında ilk uzolarımızı içmeye başladığımızda yerel saatler henüz 13:05’i gösteriyordu, günlerden cumartesi idi. Yemekten sonra Emin’in kullandığı botla Lotusa “nazikçe” yaklaşıp çıktık, ardından kendimiz serin sulara bıraktık. Sanki bir rüyadaydık, deniz, güneş , hafif bir rüzgar hepimizi bağrına basmıştı. Yurdumun sularında bulamadığımız huzuru yine Yunanistan’da bir ada da bulmuştuk. Akşam içeceklerimiz bitince botla tekrar karaya ulaşıp Giorgi den yardım istedik,  market sahibi beş dakikada gelip bize yardımcı oldu. O esnada bu küçücük adada var olan 3-4 tavernanın dolu olup insanların güzel güzel eğleniyor olması yüzümüzde gülümsemeye yol açmıştı. Bodrum’da unutulan peynir, sucuk da yerine konmuş vaziyette tekrar tekneye dönüp, sohbete kaldığımız yerden devam ettik. Sabah 06:00 da buluşmak üzere gece vedalaştıktan sonra son bir sigara içmek için güverteye çıktığımda kaptanın çapanın zemine tutunamadığı için endişelendiğini öğrendim, bir miktar şarap ile birlikte  merakla gözlemlemeye başladık. Kaptanımızın fırsat bulduğu her öğretici bilgi içeren durumlarda yaptığı gibi, tecrübe ve pratik bilgiler paylaşımı yapıldı. Sabah 06:00’da karaya botla çıkıp hayatımda ilk defa halatı boşa aldım, müthişti.

Önce Emin ardından Ebru ve de rüzgar bizi Didim marinaya yanaştırmış, yakıt alma bahanesiyle Ebru’nun nefis fırın tostunu midemize indirmiştik. Artık plan değişmiş Kazıklı koyunda Lotus’u bırakıp bir Vito ile İstanbula dönmeye karar verilmişti. Didim limanından çıkış ve Kazıklı Mandalya marina arası kendimi dümende bulmuş, sürekli heyecanımı bastırmaya çalışmıştım. Bence çok uzun bir 2,5 gün yaşamıştık, yorulduk, öğrendik, paylaştık, eğlendik; Lotus amacına ulaşmıştı. Herkese gönülden, kucak dolusu sevgiler..





18 Haziran 2018 Pazartesi

Bozcaada-Assos

Sabah erken kalktım. Hava hafif kapalı, rüzgar 3-4 bofor aralığında.
Bozcaada'nın alışık olduğumuz kuzeyli havası demek artık oturmuş, yaz başladı!
Bugünkü seyrimiz mümkün olduğunca bu rüzgardan yararlanarak  Babakale hatta Edremit koyu'nun içlerine girip yarın Ayvalık'ta nihai olarak kalacağımız yere bir sonraki gün yapacağımız yolu kısaltmak.
Demir alıp koydan çıktık. Baştan sadece ana yelkeni açtım. Şimdilik işe kısmen yarıyor ama motor devri olmadan bizi götürecek kadar güçlü değil. Yarım yol ile destek veriyorum.
Bir kahve koydum, kokpitte vardiyadayım. Çocuklar henüz kalkmadılar...
Açıktan bir yelkenli geliyor bize doğru, muhtemel sabah erken Babakale'den çıktılar. Son dönemde artan sosyal medya, dernek ve internet forumları sayesinde birbirini tanıyan bilen tekne sayısında da ciddi artış var. Hatta aynı anda aynı bölgede olan tekneler birbirleri ile temas halinde oluyorlar, internet grupları üstünden veya zello telsiz kanalları ile haberleşiyor ve beraber seyir ediyorlar.
Bu durum özellikle başına bir aksilik gelen tekneler için çok yararlı bir durum. Açıkdenizde insanın kendini güvende hissetmesi kadar önemli bir konfor yok.
Ada'dan uzaklaştıkça rüzgar iyice pupadan gelmeye başladı. Ayıbacağına geçtim, ama düzenek yapmaya üşendim. Şimdilik bu rüzgarda fazla deniz kaldırmıyor, eğer yalpaya düşmeye başlarsak cenovayı göndersiz olarak ters kontrada tutmak imkansız hale gelecek ama idare ediyoruz, bakalım.
Babakale'de durma planını iptal ettik, çocuklar sabah ufak tefek birşeyler atıştırıp, kahvaltıyı geçiştirmişlerdi. Akşam Assos'ta kalmayı planlıyoruz. Koyun içine girip, doğuya doğru ilerledikçe Kaz Dağları doruklarındaki fırtına bulutları daha da çoğalıyor ve koyulaşıyorlar. Umuyorum kafamıza bir bora filan yemeyiz. Eğer Assos balıkçı barınağı içine giremezsek, açıkta alargada kalmak gerekecek, orasının da zemini hiç sevmem ama bir şekilde tutunuruz nasılsa, Asıl sorun sağanak yağışta bot ile sahile çıkmak... Neyse şimdi bunları düşünme zamanı değil.
Bulunduğumuz yerde henüz hava açık, güneş ışıldıyor ve insanın içini ısıtıyor. Uzun zamandır gelmediğimiz bu sahilde farklı yeni yapılar peyda olmuş. Bazıları site gibi, bazıları butik otel veya turizm kompleksi şeklinde.
İlayda Otel adı ile bilinen bir tanesini gözümüze kestirdik.  Bir tane güneşlenme iskelesi var ama yanaşmak mümkün değil, bir tane de küçük balıkçı iskelesi mevcut.
Açıkta erişteliklerin arasında zar zor bir kumluk boşluğa demirledik. Şimdilik tuttu gibi...
Bot ile sahile çıktık. Öğle yemeği için köfte patates ve bira ısmarladık. Mutfak iyi, servis güzel, insanlar cana yakındı... Belli ki asıl müşterisi karadan gelen, alternatif tatil arayışında olan kesim.
Bungalovlar buna göre düzenlenmiş.
Yemekten sonra ben biraz şezlongların üstünde kestirdim, çocuklar ve Nalan denize girdi.
1 saat kadar uyumuşum.
Tepemizde dolaşan bulutların çekinceliği ile belki de, zamanlı olarak buradan ayrılıp Assos'a doğru yola koyulmak istiyor herkes...
Tam tekneye geldiğimizde, demirin taramaya başladığını farkettim.
Biraz daha oyalansak, bir de tekneyi botla yakalama macerası varmış senaryoda... )))
Rüzgar oldukça şiddetli. Yelken açtık ve 1 haftalık tatilin tek yelken seyrini bu arada yaptık, özlemişiz...
Assos'a vardığımızda mendireğin içine girmek üzere hazırlandık. Nazlıhan Otel'in önünde baştankara olmuş bir tekne var, bizimle aynı boylarda. Muhtemel su kesimi de aynıdır sanıyorum.
Sahilden birisi el etti. Su kesimini sordu. Belli ki işi bilen birisi. Kıçtan tonoz alacağımızı, baştankara gelmemizi önerdi. Dediklerine riayet ettik.
Sancak taraftan ara ara sertleyen bir rüzgar var ancak zorlanmadık girmekte.
Kıçtan çift tonoz almamızı özellikle tenbihledi, ancak iskele tonoz kısa gelmiş, daha doğrusu zinciri uzun, kekamozlu zincirin boşunu aldığımda koçboynuzuna volta edemiyorum. Bota inip suyun içindeki zincirden bir kilit ve yedek halat ile sanki bosa vurur gibi gerdirdim, bence güzel oldu...
Nazlıhan Otel'in sahibi Hilmi Bey ile de uzun süredir devam eden internet tanışıklığına rağmen, bir türlü karşılaşamamıştık, bu vesileyle görüşmüş olduk.
Uzun yıllardır teknesi olan, hep turizm işiyle ilgilenmiş, teknecilere karşı çok misafirperver  birisi. Tekne de kendisne aitmiş, kaptanı Temel ile de tanıştık. Biraz önce bizim koltuğumuzu alan yardımsever kişi...
Çocuklarla Assos'a hiç beraber gelmedik, tekne ile hiç hiç gelmedik.
Assos'un taş yapısını ve dar sokaklarını sevdiler. Bakkaldan öte beri almak için uğradık ancak hemen hiçbir şey yok.
Bu gün bayağı yol yaptık. Yarın için vakit kazandık. Artık sadece 20 mil kadar yolumuz kaldı. Erken çıkmek zorunda değiliz, Behramkale'ye de çıkıp gezmek istiyoruz. Aristo'nun ders verdiği Türkiye'nin en önemli tapınaklarından birisini çocuklara göstermek istiyoruz. Bunu ancak yarına erteleyebiliriz.
Akşam yemeği otelin önündeki masalarda, tekne manzaralı. Mutfak başarılı, servis düzgün, hesap da makul geldi... Keyfimiz yerinde. Yemekten sonraki yürüyüşte çocuklar biraz ileride dondurmacıyı da keşfettiler. Keyif konusu doruk yaptı )))
Assos zaten küçük bir yer, kısa bir yürüyüşten sonra tekneye döndük, yattık uyuduk.



17 Haziran 2018 Pazar

Bozcaada

Sabah dümdüz bir denize uyandık.
Dünkü fırtına bulutlarından eser yok, gökyüzü masmavi. Sonunda Ege'nin normal çehresini hissedeceğiz umarım...
Çay suyunu koyup, kokpite çıktım. Etraf sakin.
Kumsalda dün gece geç saate kadar bağıra çağıra sohbet eden ekip olsa gerek, iki tane çadır bir tane karavan var. Ortalık sessiz.
Lodos sebebiyle yukarı kaçan ticari gemiler, yattıkları rutin demir yerlerine geri dönmüşler.
Bir tanesi bayağı içeri kadar girmiş hatta...
Çay demlenince bir sigara yaktım.
Teknede yapılacaklar listesinde bugün vardavela ayağı tamiri ve heçlerin fitilleri var.
Kahvaltı hazırlanana kadar, çocuklar da yardım etti, iskele vardavela ayağını söktüm. İçerden tavan kaplamasını indirdim. Güverte tarafına sika ile sızdırmazlık sağladık. Öndekine ulaşmak çok kolay oldu. Ancak arka taraf tam bir baş belası. Rıza Usta'nın birkaç sene önce yerleştirdiği Webasto yüzünden kıçtaki ayağa aşağıdan ulaşmak için pigme olmak lazım...
Bir şekilde uzandığımda, teknenin bu en ulaşılmaz kuytu köşesinde, benden önce buraya gelmiş bir önceki sahibin fransızca yazdığı yazıyla karşılaştım! "Ne pas comfortable" )))
Bir şekilde onu da becerdik. Ter içinde kaldığım için hemen denize....
Kahvaltıdan önce iyi geldi.
Tamer sahilden arayıp, nereye gideceğimizi sordu.
Çok uzaklaşmadan Batı Feneri'ne doğru gitmeye karar verdik. Kuzey'in kulağı iyileşmiş. Bugün O da dalmak istiyor. Sanırım çok sorun çıkmaz.
Bot ile onları iskeleden almaya gittim. Ömer Deniz her zamanki gibi kumandayı kimseye bırakmadı.
Demir alıp, Habbele'den çıktık.
Rota Batı Feneri. Uzun yıllar boyunca Feneri'in hemen dibinde karaya oturmuş bir batık vardı. Çok düşündüm bir gemi bir deniz fenerinin dibinde neden karaya oturur diye. Mutlaka bir açıklaması vardır ama gerçeğin gerçekte ne olduğunu kaç kişi biliyor ki zaten?
Batı Feneri, latin kökenlli lisanlarda Ponente diye biliniyor. Aslında Levanto veya Lepanto yani doğunun zıt anlamlısı. Levent ve levanten kelimesinin türediği, doğulu veya doğuluların karşılığı...
Bozcaada'nın güneyinde çok değişik sığlık ve kayalıklar mevcut. Bu sularda senelerce dalmış olmanın getirdiği güvene rağmen, kontrollü bir şekilde kıyıya yanaştık ve demirledik.
Su güzel, çok soğuk değil. Herkes daldı veya yüzdü. Ömer Deniz maskeyi bir türlü kullanamadı ve beğenmedi, bu seferlik.
Vakitlice demir alıp Habbele'ye geri döndük. Bu sefer daha içeri demir attık. Bu gece bizim Bozcaada'daki son gecemiz. Nejat'lar da geç saatte çıkıp otobüse yetişecekler.
Dünkü balıkların kısmeti bugüneymiş. Özellikle büyük olan eşkina çok iyiydi.
Arabayla Nejat'ları merkeze bıraktık, mazot bidonlarını doldurduk ve tekneye döndük.
Yarınki yolumuz uzun, yattık uyuduk.